Signorina: Ugo Riccarelli’nin Aşk Tırnaklarıyla Dünyayı Çizer Romanı
-
Signorina: Ugo Riccarelli’nin Aşk Tırnaklarıyla Dünyayı Çizer Romanı
#UgoRiccarelli’nin “Aşk Tırnaklarıyla Dünyayı Çizer” Adlı Romanı Üzerine*
Makale Yazarı: Nevin Özkan
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Temmuz/Eylül 2015, 23. sayıda yayımlanmıştır.
Sevgili Zuhal’ime
“Sanat! Sanat! – İşte o sadık sevgili,
her daim genç, her daim ölümsüz;
saf neşenin kaynağı,
kalabalıklardan kendini sakınıp
seçkin azınlığa kendini sunan;
işte insanı Tanrı’ya benzer kılan
o değerli nektar.”
#GabrieleDAnnunzioBazı kitaplar vardır, daha ilk sayfadan, hatta ilk cümleden itibaren sizi büyüler, elinizden bırakamazsınız, tıpkı #GabrielGarciaMarquez’in “#KoleraGünlerindeAşk”; #AminMaalouf’un “#DoğudanUzakta”; #İhsanOktayAnar’ın “#PusluKıtalarAtlası” veya #LouisdeBernières’in “#KaptanCorellininMandolini” adlı eserleri gibi. İşte Riccarelli’nin “#AşkTırnaklarıylaDünyayıÇizer” adlı romanı böylesi bir etki yaratıyor; kesinlikle bu sıralamada yer alması gereken gerçek bir sanat eseri.
Başkahraman #Signorina, okurla daha ilk buluşmasında tanıdık gelir, sanki kız kardeşiniz kadar yakındır size. Samimidir. İçi dışı birdir. Yalanı hileyi hurdayı bilmez. Onu hayalinizde canlandırdığınızda, tüm sıcaklığı ile karşınızdadır artık ve sizin dünyanızın bir parçasıdır. Zaten roman baştan sona onun hayatı üzerine kurgulanmıştır: Signorina, kendisinin ve ailesinin hayatını olanca yüküyle sırtladığı gibi, romanı da sırtlar. Doğumu, romanın doğumudur adeta ve onunla birlikte ite kaka ilerler bu genç insan hayat mücadelesinde. Ölüm görür. Savaş görür. Ailede felaketler yaşanır. Hep yüklerin altına girecek olan Signorina’dır. Kaçamaklarının ardından sorumsuz ve bencil kız kardeşini sırtlar. İşler tatlıya bağlanana kadar hem anne-babasını hem de kız kardeşini idare eder. Genç kız olur, aşkı tadar. Ne var ki kız kardeşinin ailede yarattığı sorunlar yüzünden aşkını gönlünce yaşamasına izin yoktur. Başlamadan biter böylece bu güzelim gençlik aşkı.
Savaş gelir, çatar. Gece gündüz çalışır, didinir, durur Signorina, ailenin geçimine katkıda bulunur. Sanki tüm yaptıkları doğal şeylermiş gibi, hiç övünmez, kendine pay çıkartmaz edinilen başarılardan, gururlanma nedir bilmez. Ailede vazifelerini yerine getirmeyenlerin yapması gerekenleri de o tamamlayacaktır, hiç şikâyet etmeden. Oysa bir rüyası vardır, hem de ne rüya…
Yıllar önce, küçücük bir kızken, babasının şef olarak çalıştığı istasyonda trenden inen yolculardan biri kâğıdı kıvırarak basit ama ustaca çeşitli şekiller yaratmanın sırrını vermiştir ona. Signorina’ya sihirli kapılar açacak bir hünerdir bu, çünkü terzilik sanatının temel öğelerinden patron çıkarma bu bilgilere dayanmaktadır. Signorina bu yeteneği sayesinde dikiş dikerek, yoktan var edip dar gelirli ailesinin geçimine zor günlerde, âdeti olduğu üzere, sessiz sedasız katkıda bulunur. Hayata geçirme isteği ile yanıp tutuştuğu hayali ise bir terzi atölyesi açmaktır. Ah, onu bir açabilse, neler neler yapacak, kasabanın hanımlarını nasıl da güzel giydirecek, süsleyecektir. Sanatçılara özgü, yaratıcı fikirlerle dolup taşar zihni. Hele arkadaşının tanıştırdığı genç ile senelerce bekledikten sonra evlenip Fransa’ya yaptığı yolculukta modanın başşehri büyüsü ile onu sarmış, hayal gücü dolu dizgin çalışmaya başlamıştır. Ne çare! Önce ayaklarını yorganına göre uzatmayı bilmeyen kocasının borçları ödenmelidir, zira yıllarca sabırla beklenen koca ağır bir bagajla gelmiştir: krediler ve borçlar.
Yine rüyasını gerçekleştirmeyi ötelemek, Signorina’ya düşecektir. Babasının yıllar önce erkek olmasını umduğu ve kız olarak dünyaya geldiği için ad verme konusunda zorlanıp yeni üretilen lokomotifin takma adından esinlenip, hayal gücünden yoksun bir şekilde sadece “Signorina” diye adlandırdığı bu insan, bu kez de gece gündüz muhasebe defterleri ile uğraşacak, kocasına yardım edecek ve sonunda ailenin borçlarını temizleyecektir.
Gün gelir, Signorina hamile kalır. Mutludur. Gelecekle ilgili umutları vardır. Ancak hayatın çalkantılı sularında güç bela ilerleyen genç kadın, feleğin sillesini bir kez daha yiyecektir: Bebek erken doğar ve ciddi ölçüde akciğer yetersizliği sorununu da beraberinde getirir. Signorina anne olduğuna sevinsin mi, üzülsün mü, kestiremez. Hasta bir bebekle hayat mücadelesi vermek zorunda olmanın bilinci ile çocuğunun hastalığına çare aramaya koyulur. Varını, yoğunu çocuğu için yıllar boyunca harcar, didinir durur. Sanatoryumlara, bakımevlerine, kalpsiz ve soğuk doktorlara ve empatiden yoksun açıklamalarına tahammül etmek zorunda kalır. Çalışır, durmadan çalışır, bir yandan da gözyaşlarını içine akıtır.
Günlerden bir gün şiddetli nefes darlığı çeken, az konuşması gereken, dolayısıyla pek sosyal olamayan çocuk, bakımevindeki piyanoyu keşfeder. Bir mucize olur. Çocuk piyanoyu çalmaya başlayınca yeteneği kendiliğinden ortaya çıkıverir. Müzik eğitimi almamış olmasına rağmen harika melodiler çalmaktadır. Ne var ki dini içerikli olmayan bu sıra dışı müzik, bakımevi yetkililerinin hoşuna gitmez ve çocuğun dış dünyaya açılan yegâne penceresi suratına sımsıkı kapatılıverir. Çocuğun mutsuzluğu tarif edilemez, ölçülemez. Signorina onu ziyarete her geldiğinde çocuk, eve dönebilmek için annesine yalvarır. Sonunda Signorina dayanamaz, çocuğu eve çıkarır ve ona güzel bir hediye yapar: artık oğlunun kendi piyanosu olacaktır ve dilediğince çalabilecektir.
Çözümcü ve fedakâr anne, oğlunun hastalığına kalıcı bir çare aramaktadır. Gazetede okuduğu akciğer nakli ile ilgili bir yazı sayesinde karanlık dünyasına bir umut ışığı doğar. Hemen çocuğun doktoruyla görüşmeye gider; ancak söylenenler hiç de iç açıcı olmayıp, beklentileri doğrultusunda değildir. İtalyan doktorun görüşü kesin ve olumsuzdur. Yine de yılmaz. Zaten birçok kez küllerinden doğmuş olan bir kuş değil midir o? Sorur soruşturur. Araştırır. İmkânsızı başarmaya kararlıdır. Sonunda İngiltere’de aradığı çareyi bulur: o ülkede başarılı akciğer nakil ameliyatları gerçekleştiren bir klinik vardır. Gideceği ülkeyi hiç tanımamak, dilini bilmemek başkalarını yıldırabilir, ama onu asla. Hemen eşi ile birlikte yollara koyulur. Artık biliyordur, çözüm vardır sevgili oğlunun sıkıntılarına, gece gündüz tutan öksürük nöbetlerine. Ve, İtalyan doktorların dediğine bakılırsa, giderek daralan zaman çemberine.
İngiltere’de doktorla yapılan görüşme olumlu geçer. Riskli ameliyat başarı ile gerçekleştirilir. Artık oğlu da yepyeni ciğerleriyle diğer insanların günlük hayatları boyunca çoğu kez kıymetini bilmeden doğal biçimde ve sorunsuzca yaptığı gibi, rahat rahat nefes alıp verebilmektedir. Kötü günler geride kalmıştır. Çocuk sağlığına kavuşmuştur. Mutludur. Tüm vaktini müzikle geçirmektedir.
Kim bilir, belki de Signorina için rüyasını gerçekleştirme zamanı artık gelmiştir.
Yıllar önce yanında çalıştığı terzi Bayan Mai’ın ona armağan ettiği o sihirli defteri -türlü türlü güzel çizimler ile dolu o hazineyi- evde iş yaparken tesadüfen bulur. Bulur ve bir anda dünyası allak bullak olur. Tüm hayatı gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçmeye başlar. Kalbi kabarır, kabarır ve dayanamaz. Patlar. Eşinin çaresiz haykırış ve koşturmacaları arasında hastaneye kaldırılır. Dünya gözü ile son olarak gördüğü, artık ünlü bir müzisyen olan sevgili oğlunun üzerine eğilmesi ve onu öpmesidir. Hayal meyal. Ardından huzur gelir. Ömrü boyunca özlemini çektiği huzur ve alabildiğine sessizlik. Doğduğu andan beri aşkın tırnaklarıyla hırpalanan narin bedeni artık bir tüy kadar hafiftir; uçarcasına sevgili oğluna gider ve yanına uzanır, sonsuz sevgi ile.
* Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, İtalyan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim üyesi.
Sorry, there were no replies found.