Roman Kahramanları
Sevgi: Kahrolsun Telefon ya da Bağzı Şeyler
-
Sevgi: Kahrolsun Telefon ya da Bağzı Şeyler
Kahrolsun Telefon ya da “Bağzı Şeyler”*
Makale Yazarı: Ayşe Akaltun
*Bu makale Roman kahramanları dergisi 16. Sayısında (Ekim/Aralık 2013)yayımlanmıştır.
Aynı kitabı birkaç kez okuyabilirsiniz. Zaman ilerler, siz değişirsiniz, insanlar değişir, dünya değişir. Her seferinde yeni bir ayrıntı bulursunuz sayfalarda. Hele zamanı denk düşüyorsa önceki okumalarınızdan daha fazla etkiler, avucuna alır kitap sizi.
Benim için de Sevgi Soysal’ın “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu”* nu yeniden okumak tam da böyle bir zamana denk geldi. Kitabın ilk sayfalarında “Kahrolsun telefon” cümlesini okuduğumda sarsıldım. Çünkü sokaklarda “kahrolsun” ve “yaşasın” la başlayan cümleler yazılıyordu yeniden.
Sokaklarla kitap birleşti; Sevgi Soysal, kelimeleriyle dokundu bana. Bir tarafta kitaplarından tanıdığım yazar öteki tarafta bir romanın kahramanı olmuştu, üstelik yüreğimi eline almış korkutmadan kibarca sıkıyordu. Direnmenin başka bir yolunu tarif ediyordu. Onunla beraber Oya Baydar, Behice Boran da bir romanın karakterleri oluyordu. 12 Mart ihtilalini yaşamasam da çok tanıdık hissettiriyordu. Sonrası karşıt duyguların çatışmasıyla geçen bir okuma…
Bir “insan avı çağı”nı anlatıyordu Sevgi kitapta. Sistem gittikçe vahşileşiyordu. Buna rağmen 12 Mart dönemini “güldürüye” dönüştüren tutuklamalar da vardı. “Bir korku filmini andıran avlar bir yana, bir de gayri ciddi tutuklamalar vardı. Olmadık insanları, çok gülünç nedenlerle tutuklamışlardı o dönemde” diye yazıyor Sevgi Soysal. Gülünç nedenlerden dolayı tutuklananlardan biri de oydu. Tutuklanmanın gülünç nedeni olur mu? Olur, sistem sizin karşısında olduğunuza inanmışsa, gülünç de olsa tutuklamak için bir sebep bulur. Muzır kişiler listesindeyseniz hele tutuklanmamanız bir mucizedir. Muzır kişiler listesine nasıl mı girilir? Basit, iş yerinizdeki “vatansever” memurlar sizin adınızı vermişse, vatandaşlarımız komşuluğunuzdan, ev sahibiniz kiracılığınızdan memnun değilse hop bir telefon ve siz listeye girersiniz. Size de tanıdık geldi mi bu? Mahallelere konulacak ihbar kutuları çok yakın zamanda mı gündemdeydi yoksa? Sonra “Buyur karakola! Buyur emniyete, buyur parmak izine, buyur sabıka resmi çektirmeye…” Bunlardan sonra muzır Sevgi Soysal “Bir asker selamı çabukluğuyla” tutuklanır.
Belki de bu gülünç tutuklanmanın etkisiyle, kahramanın bunu ciddiye almamasıyla okur da gülünç buluyor bütün olanları. Kitabın ilk bölümünde Sevgi Soysalın deyişiyle “sosyalist dönem” de aslında koğuş, yatılı kız okulunu andırıyor. Şakalaşmalar, ortak yaşam, kitaplar, havalandırmalar biraz da oyun gibidir içeride geçen hayat. Dışarıda olan ve tanıdığı kadın tiplerinin çok da dışında değildirler. Ama havalandırmanın etrafı dikenli teller, tomsonlu erlerle çevrilidir. Bu ilk tutuklanış günlerinde olaya biraz eğlenerek bakar Sevgi. Öğretmen kızların oyunları, Behice Boran’ın gücünü saklaması, Oya Baydar’ın disiplininin yanında kendi karakteri de çıkar ortaya. Doğrunun yanındadır, haklı bulduğunun yanındadır. Bu durumu o kadar içselleştirmiştir ki sıkıyönetimi temsil eden gardiyana bile yardım elini uzatmayı düşünür. Aslında kendini ne içeridekilerden biri ne de onların karşısında hisseder. Ne örgü örer ne de sesinden rahatsız olmasına rağmen örenlere karşı çıkar. Aksine uzlaştırıcı bir rol benimsemiştir kendine. Sadece koğuş için değil kendi benlik çatışmaları için de uzlaşmayı seçer. Bir kartpostala bakar, bir tiyatro oyunu seyreder gibidir. Koğuştadır ama aynı zamanda koğuştan değildir.
“Bir seyirciyim şimdilik. Tutukevini içi ve dışıyla bir kartpostal gibi algılayabiliyorum ancak”
Bu seyirciliği, birbirinden farklı siyasi görüşlerin yanı sıra toplumun farklı kesimlerinden insanları da alır içine. Bir erkeğe karşılık vermediği için tutuklanan pavyon çalışanı Melahat da vardır bunların içinde. “Ah bu da mı başıma gelecekti? Ah kaderim. Ben ne yaptım daaa beni bu komünistlerin arasına attılaaaaaaar!” diye bağıran Melahat toplumun onu ötekileştirmesine rağmen kendine ötekileştirecek başka sınıf bulmuştur. Üstelik de ötekileştirdikleri aslında onun tarafını tutarken.
Kitabın kahramanı Sevgi tam da bu cümleyle yıllar öncesinden bir mesaj göndermiş şimdiki zamanda yer alan okuruna; bazı şeyler hiç değişmiyor. Sizin iyilikleri için mücadele ettiğiniz sınıf, sizi yok ve öteki sayabilir. 12 Mart’tan, 2013 aktarılan bir gelenek gibi. Peki mücadele veren sınıfın davranışını değiştirir mi bu? Sevgi’nin dediği gibi “Bar kadını olmalarında, kadınları horlayan bu düzenin mutlaka payı vardır.” Yani savaş, kadınları horlayan düzene karşıdır. Sevgi bu cümleyle nasıl sade bir biçimde hissettirir kadına ve düzene bakışını.
Evlenirken giydiği elbiseyi giyerek gittiği mahkeme sonucunda “salıverilir” Sevgi. Kitabı ilk kez okuyorsanız içiniz rahatlar, adalet yerini buldu diye düşünürsünüz. Oysa sıkıyönetimin adaleti başka türlü işler. Bu gerçek Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu görmeden önce geçireceği kısa bir moladır.
Cezaevlerinin amacı nedir? “Suçluları” ıslah etmek daha iyiye sevk etmek mi? Peki suç nedir? Yapılan eylemin suç olduğuna nasıl karar veririz? Aç olduğu için baklava çalan gençle, devletin kasasını boşaltanlar aynı kefeye konabilir mi? Diyelim ki o sıralarda geçerli olan hukuk sistemi düşüncenizin suç olduğuna karar verdi: bir koğuşa kapatılmak, okumaktan, mektuplaşmaktan, nefes almaktan mahrum bırakılmak bir düşünceyi savunduğunuz için hakları mıdır?
Sevginin ikinci tutuklanışı, zamanın deyimiyle “er tutuklu” konumuna terfisini de getirir yanında. Zaman hızla değişir. Her şeyin yavaş işlediği 12 Mart döneminde hatta ışık hızıyla değişir. Cezaevindeki herkes erdir artık; askeri düzende sayılır, uyur, yemek yer, havalandırmaya çıkarlar; yani asker olmuşlardır. Devleti yıkmaya teşebbüsten tutuklananları, devleti dış güçlere karşı koruyan bir sisteme dahil etmek komik değil mi? Tabii bu soruyu , vatandaşını korumakla görevli silahlı kuvvetlerin vatandaşlarını tutsak etmesi doğru mu diye de sorabiliriz? Bu kadar yanlışın içerisinde doğruyu aramak ütopik mi?
Sevginin karakterini ikinci tutuklamada daha yakından tanırız. Artık misafir olmadığını biliyordur. Koğuş, kız yatılı okulu havasından çıkmış daha örgütlü hale gelmiştir. Baskı artıkça içeridekilerin direnci de artar. İdamla yargılananlarla birliktedir artık. Ağır işkencelerden geçmiş, işkence için kadınlıkları kullanılmış, sevdikleri dışarıda ölümle burun buruna olanların arasındadır.
“İşkence bile şaka konusu oluyor. Evet, işkence bile. Onlara ad takıyoruz. İşkenceden gelenlere. Devos. Kızlara edilen küfürlerin en incesi “orospu”. Geçtikleri muamele de malum. Dev-os: Devrimci Orospular Birliği.
Yaşamak için bir yol bulunur mutlaka, mizah belki de bunu hafifletmenin en kolay yoludur. Size bütün bunları yaşatan sistemle dalga geçmek bir tür savunma mekanizmasıdır. Hâlâ da öyle değil mi, sistem kendi mirasını taşırken, direnenler de belki farkında olmadan aynı yöntemleri kullanıyorlar. Mizah bir direniş yöntemi olmasa şimdiki çocuklar gazdan nefes alamazken “Biber gazı bizde kafa yapıyor “ diye dalga geçebilirler miydi sistemle?
Sevgi’nin ikinci koğuş hayatı daha serttir yani. Günlük sorunlar devam etse de asıl önemli olanların yanında çok da sözü edilmez. Herkes kendi direnme yolunu bulmuştur, Sevgi de bulur. Yönetim erken kalk mı diyor, Sevgi onların söylediği saatten çok önce kalkar, kendini zorlayarak havasız alanlarda spor yapar. Soğuk suyla duş alır her gün. Bedenini bir yere kapatmış olabilirler ama o kendine bütün bunlarla özgürlük alanı yaratır. Hiç kimsenin -bu hükümet ya da cezaevi komutanı olabilir- bedenine kendisinde daha fazlasını yapmalarına izin vermez. Gittikçe keskinleşen fraksiyonların arasında kalmamaya dikkat eder. Aynı zamanda denge kurmaya çalışır ve bunu başarır da.
“Burası sivil hapishane değil, koğuş ağalığına kimse özenmesin”
Bütün kitap boyunca aslında bu cümleyi kuracak tek kişinin Sevgi olabileceği hissini yaşarsınız zaten. O kendi dengesini korumak için koğuştakilerin dengesini sağlamaya çalışmıştır. Sevgi “küçük burjuva”dır, gruplar arasında tarafsız bölgede durur. Kolay değildir bunu yapmak, Kızıldere vardır, üç gencin, üç fidanın idamı konuşulur. Dik durmak zorundadırlar, boyun eğmemek için çaba gösterirler. Yaşamak gerekmektedir, sıkıyönetime inat, sisteme inat, gardiyanlara inat.
“Tutuklu’ ya da ‘asker’, burada kapatılmış olan bizleriz ve yaşamak zorunda olduğumuz bir yerde, yaşamanın yollarını da bulacağız.”
Yaşamanın yolunu bulur Sevgi. Bazen mizahla, bazen kendine yarattığı kişisel özgürlük alanlarıyla, okumakla, yazmakla, dinlemekle, anlamakla, anlatmakla. Direnmenin, yaşamanın bir yolunu tarif eder okura. Bütün bu haksızlıklar arasında insan kalabilmeyi, bireysel zaaflarımıza rağmen bir arada olabilmeyi, mizahın bir direnme yöntemi olduğunu.
Asker selamı çabukluğuyla okur bitirirsiniz kitabı, küçük bir gülümsemeyle birlikte buruk bir tat kalır ağzınızda. Sevgi yazar olmaktan çıkar, kitabın kahramanı olarak dikilir karşınıza.
Sonrası ne mi?
Sonrası “yaşasın bağzı kitaplar.”——————
* Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Sevgi Soysal, Anılar, İletişim Yayınları 5. Baskı, 2012.#sayı16 #insanavı #bağzı #12mart #sevgi #ayşeakaltun #yıldırımbölgekadınlarkoğuşu #sevgisoysal
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.