Gazeteci: Esrar-ı Cinayat

  • Gazeteci: Esrar-ı Cinayat

    Posted by romankahramanlari on 12 Temmuz 2024 at 10:56

    Esrar-ı Cinayat*

    Makale Yazarı: Sezen Lermi

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ocak/Mart 2015, 21. sayıda yayımlanmıştır. 

    #Türkedebiyatı‘nın gelişmesinde gazetenin çok önemli bir yeri vardır. Özellikle #TanzimatDönemi‘nde #Batı ile ilişkilerin güçlenmeye başlamasıyla gazete ve gazetecilik, toplumsal yaşamda önemli bir yer üstlenmiş, halkı aydınlatmak ve onlara yol göstermek konusunda rehber olmuştur.Tanzimat edebiyatının oluşmasında öne çıkan yazar ve düşünürlerden #AliSuavi, gazetenin önemini:
    “Anlıyor musunuz, gazete ne güzel bir mekteptir ve orada okuyanlar nasıl da uyanıyorlar!” sözleriyle açıklamış; eğitim sistemi kötü, okur -yazar oranı düşük bir toplumda gazetecinin aydın olmak zorunluluğunun altını çizmiştir. Bu amaçlarla çıkarılmaya başlanan birçok gazete ile roman, hikâye, tiyatro, makale gibi türlerin edebiyatımıza girişi sağlanmış, Tanzimat sanatçıları, halka yeni oluşan bu edebiyat türlerini tanıtabilmek ve öğretebilmek amacıyla gazeteyi kullanmışlardır.

    Tanzimat Döneminde romanlar ve diğer Batılı eserler önce gazetelerde tefrika edilirdi. Esrar-ı Cinayat da aynı şekilde, yazarı #AhmetMithatEfendi’nin gazetesi olan Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmiş bir romandır. Tefrika edilmeye başlandığı dönemin (1884) Beyoğlu mutasarrıfının ülkeyi terk etmesi ve romanda geçen mutasarrıfın da ülkeyi terk etmiş olması, Ahmet Mithat’ın, hem yazar, hem de gazeteci olarak bu iki gücü çok sağlam birleştirdiğinin ve bu romanı kaleme almasında gerçeği ortaya çıkarma amacı olduğunun kanıtıdır.

    1872’de çıkarmaya başladığı “#Dağarcık” adlı dergide yazdığı “#DuvardanBirSeda” yazısıyla “İslam aleyhtarlığı” gerekçesiyle #Rodos’a sürgün edilmiş ve bu sürgünde Ahmet Mithat roman yazmaya başlamıştır. Yine bu sürgün, yazı makinesi lakaplı yazarımızın “ruhi terbiyesini” sağlamış ve sürgün yıllarının ardından #Abdülhamit döneminde sıkı bir saraycı haline gelmesini sağlamıştır. Abdülhamit’in isteği üzerine yazdığı Üss-i İnkılap’ta Osmanlıcılık, İslamcılık, Türklük ve medeniyetçilik üzerinde dururken, birçok edebiyatçı ve tarihçiye göre popülist bir tarih yazmıştır. Yine, Esrar-ı Cinayat romanında da, hukuk alanında olan yeniliklerden bahsederken, Abdülhamit övgüsünü eksik etmemiştir. Romanın gazeteci kahramanı, yazarın ta kendisi olduğuna göre bu tarafının da bilinmesinde yarar var. Romanda yer yer diğer gazeteciler eleştirilmekte iken, istediğinde gerçeklerle oynayıp, yaratılan şekilde halka sunma olanağı olduğunun da farkında bir gazetecinin, “iyi gazeteci” romanına bakalım…

    Aslında #Türkedebiyatının ilk polisiye romanı olması özelliğini taşıyan Esrar-ı Cinayat, kendisi de bir gazeteci ve Osmanlı döneminde varlığını en uzun süre sürdürmüş bulunan Tercüman-ı Hakikat gazetesinin de sahibi olan Ahmet Mithat Efendi’nin, esrarengiz iki cinayetin görevine sıkı sıkıya bağlı bir müstantik (sorgu yargıcı) ve doğruların yanında yer almayı ve halkı eğitmeyi amaç edinmiş bir gazeteci tarafından, dönemin mutasarrıfına (en büyük yönetim amiri) rağmen ve hatta onu ifşa ederek, her gelişmenin gazete sayfalarında yer alması yoluyla halkın gözleri önünde aydınlatılmasını anlatır. Romanın taslağı, gazete haberleri, resmi yazılar ve gazeteye gönderilen mektuplarla oluşturulmuştur.

    Olaylar, Öreke taşı denilen yerde işlenmiş esrarengiz bir cinayetin (…) gazetesinde haber olmasıyla başlar. Aradan fazla zaman geçmeden intihar süsü verilmiş bir cinayet haberi daha gelir. İlk cinayet meçhul bir mektupla (…) gazetesine bildirilir ve iç olay ar bölümünde haberin yayınlanmasıyla romanımız şekillenmeye başlar. Haberi yapan gazeteci, halkın gerçekleri bilme ve olayın çözümü konusundaki yoğun ilgisini görünce olayın üstüne gider; araştırmacı ruhuyla müstantik Osman Bey’in ve mutasarrıfın kapısını çalar. Müstantik Osman, gazeteciye güvenmez. Bununla beraber mutasarrıf, gazeteciye son derece alçakgönüllü davranır ve müstantiğin gerçeği gizleme isteğini affettirici söylemlerle beraber, kendisine olayın gelişatını bildirme sözü verir. Bu anlatılar esnasında yazar (ya da gazeteci), müstantik Osman Bey’in işi açık etmeyen davranışını son derece erdemli görürken bir anlamda sansüre destek verir ve mutasarrıfın kendisine karşı tutumu ruhunu okşasa da davranışını devlet adına olumsuz, düşüncesiz olarak değerlendirir. Müstantiğe de sansürü haklı gösterecek şöyle bir güvence verir: “Affedersiniz birader! Bir gazete muharririne her irâe olunan evrak hemen gazeteye geçilmez. Gazeteler devletin menafini kendi menfaatlerinden ziyade gözetmeye mecburdurlar. Gerek politika ve gerek adliye vesairece muhafazası devletin menafine muvafık olan şeyleri herkesten ziyade gazeteciler muhafaza ederler. Zira devletin menfaati demek doğrudan doğruya milletin ve memleketin menfaati demektir.”

    Sansür; güç ve iktidar odaklarının kendilerini sağlama alma, bir ön savunma aracıdır. Kendi menfaatleri için, bazı bilgi ve belgelerin halka ulaşmasını engelleme mekanizmalarıdır. Bu anlamıyla gazetecimizi değerlendirdiğimizde meslek etiğine uygun hareket etmediğini görürüz. Fakat romanın ilerleyen bölümlerinde, haklı gördüğü sansürü deşecek yolu yine gazetecinin kendisi bulur: “İhtiyaç görülür ise bizdeki bilgilerin tamamını yazmaktan geri durmayacağız. Müstantik Osman Sabri Efendi’nin pek bilinen becerisine diyeceğimiz yok ise de, bir müstantik ne kadar yetenekli olursa olsun, bir gazeteciyi aldatamaz. Bu erdem ise, gazetecinin kendi gücünden, kendi yeteneğinden kaynaklanan bir şey değildir. Belki gazete sayfaları halkın gözü kulağı olup, halkın gözü ve düşünceleri ise, ne bir müstantiğin hatırı ve ne de bir büyük ailenin keyfi için gerçekleri saklamaya zorunluluk duymaz.”

    Gerçi bu yazıyla gazeteci, Osman Sabri ile yapılan anlaşma gereği, kendisine karşı sahte bir düşmanlık sergilese de, asıl amacı; olaylara adı karışan ve mutasarrıfın sevgilisi olan soylu bir aileye mensup Hediye Hanım’ın ricası üzerine soruşturmayı durdurmak isteyen mutasarrıfa, gerek duyması halinde sansürü önemsemeyeceğini bildirerek gözdağı vermesidir ki, bu davranış halk adına değerli bir duruş olarak nitelendirilebilir.

    Romanın ilerleyen bölümlerinde sansür tekrar karşımıza çıkar. Cinayetleri aydınlatmakta kararlı olan Osman Sabri Efendi’nin kasten hapse atılmasının ardından, kendisini ziyaret eden gazeteci kaymakamlıktan ayrılmadan önce bir görevli tarafından durdurulur. Elindeki notlar gösterilerek, bunları mutasarrıf Mecdeddin Paşa görmeden oradan ayrılamayacağı söylenir. Gazeteci, bu sefer de basına uygulanan sansüre değiniyor, ama bu sefer sansürü deşmenin devlet-i Ali-i Osman’ın yararına olacağını düşündüğünden, mutasarrıfın yüzünün rengini önemsemiyor.

    Romanda intihar süsü verilmiş ikinci cinayeti incelemek için olay yerine gelen doktor, maktulün kloform adı verilen ve hiçbir belirti vermeyen bir zehirle öldürüldüğünü tahmin ediyor ve bunu yine bir Fransız gazetesinde yazılmış bir olaydan esinlenerek çözdüğünü bildirirken; gazetenin yine o dönem toplum yaşamında her konuda öğretici bir araç olduğunu gösteriyor.

    Ahmet Mithat, kendi gazetesinde tefrika edilen ve o dönem oldukça ilgiyle karşılanan romanını yazarken, gazetesini ve gazeteciliğini de diğer gazete ve gazetecilerle kıyaslayarak, her gazetecinin her habere ulaşamayacağını, diğer gazeteleri yalan yanlış ya da eksik haber yapmayla ve haber hırsızlığıyla suçlayarak bir anlamda gazetesinin iyi bir reklamını da yapmıştır: “Her ne kadar memlekette yalnız bir gazete bulunmayıp daha başkaları var ise de, kendi başına haber ve bilgi almak öyle her gazeteciye nasip olmayıp, bir takımları birbirlerinden haber çalma alışkanlığında olduklarından, başka gazetelerin verdikleri bilgi, bu ilk haberden fazla değildi.” Yazarımız burada da şu şekilde haklı oluyor; ilk cinayet haberi yazarın bir emek harcamasına gerek kalmadan kendisini buluyor, meçhul bir mektupla gazeteye olayla ilgili ayrıntılı bilgi gidiyor. Dönemi ve piyasayı iyi analiz etmiş yazarımız dikkate alındığında, yine kendi gazetesinin seçilmiş olması, tesadüf olmaktan çıkıyor.

    Romanın ikinci bölümünde cinayetlerin kilit ismi de yine müstantik gibi gazeteciyle bağlantı kurar ve yazdığı mektupların gazetede yayınlamasını ister. Kalpazan Mustafa lakaplı kişi, bir cinayet ve kalpazanlık dahil birçok kirli işe bulaşmış olduğu halde, belli aralıklarla gazeteye yazdığı mektuplarla nasıl bir oyunun içine çekildiğini anlatmış, halkın sempati ve anlayışını kazanmış, mutasarrıf ve halkın kaymak tabakasından bir kısım suçluyu ele vererek olayın tamamen çözümünü sağlamıştır. Kalpazan Mustafa, cinayet olayından sonra yurtdışına kaçmış ve mektuplarını farklı adreslerden gazeteye göndermiştir. Gazetenin gücüne ve gazeteciye öylesine inanmıştır ki, eğer adil bir yargılanma olursa ülkeye döneceği ve ilk önce gazeteye gideceğinin sözünü bile vermiştir. Kuşkusuz bu zafer gazetecinin dürüstlüğünün ve kim olursa olsun suçlunun ortaya çıkması için harcadığı çabanın ürünüdür. Olaylar birden ülkenin gündemine oturuyor ve saray tarafından gönderilmiş yeni bir mahkeme heyeti soruşturmayı üstleniyor. Halk, Hediye Hanım ve Mecdettin Paşa’nın davalarını takip etmek için mahkeme salonunu boş bırakmıyor. Yazarımız, müstantik Osman Sabri Bey ile ortak başarısını, ortak cesaretlerine bağlar ve kendisine şöyle der: Tanzimattan önce, hatta ondan sonra dahi bu gibi cinayetler üzerine, gerek sizin ve gerekse benim göstermiş olduğumuz cesaretler böyle başarılı bir sonuç vermek şöyle dursun, yine bizim için felaket olabilirdi.

    Gözler önüne serilen bunca gerçekliğin ardından yazarımız, romanını Mecdettin Paşa’yı Avrupa’ya kaçırarak cezasız bırakırken; Kalpazan Mustafa’yı ceviz ağacından düşürüp öldürerek, tüm kötülüklerin kaynağı Hediye Hanım’ı ise gözleri akmış bir dilenci haline getirerek “ilahi adalet”in tecellisi ile bitiriyor ki, okuyucuya tam bir hayal kırıklığı yaşatıyor. “Devletler bile adaletin uygulanmasında Tanrı’nın yolunu izlerler” diyen yazarımız, pek hayran olduğu Abdülhamit devrinde dahi Osmanlı Devletini adalet uygulayıcı olarak görememiş olsa gerek.

    Ahmed Mithat Efendi, ilk öykücülerimizden biri. Türk edebiyatının ilk hikâye koleksiyonu olan #LetaifiRivayat’ı kaleme almıştır. Batı yazınıın ilk çeviri örneklerini yapmıştır. Gazeteci, matbaacı, çevirmen, yayınevi sahibi, araştırmacı, yazar kimlikleriyle roman, hikâye, oyun, seyahatname, anı, monografi, kara mizah ve daha birçok yazın türünde, hayatı boyunca iki yüzden fazla eseri yayımlanmıştır. En büyük arzusu kitap okuyan bir toplum yaratmaktı. Fakat geçen zaman, tarih olunca taşlar daha iyi yerine oturmuş ve bina daha net görünmüş olacak ki, “Kırk beygir gücünde yazı makinesi” lakaplı yazarımızın, halkçılık karşıtı, İslamcı, Osmanlıcı, Abdülhamitçi bir politika izlemesi aydın kesimin ve halkın gözünden düşmesine neden olmuştur. Bir vakit, bu coğrafyada ilk feminist fikirleri bile dillendirme ce sareti göstermişken, olgunluk (!) döneminde hayatındaki tek Avrupa seyahatinin ardından yazarımız, kadın özgürlüğünün toplumun başını belaya sokacağı gibi yoz fikirlere sürüklenmiştir. Rodos sürgününden sonra, Abdülhamit’in desteğiyle çıkardığı Tercüman-ı Hakikat gazetesi padişahın gazetesi olmuş, Ahmet Mithat Efendi de saadet merdivenlerini hızla tırmanmıştır. Anlaşılan o ki, “yandaş medya” kavramı daha o yıllarda, bu topraklar gazeteyle ilk tanıştığı zamanlarda oluşmaya başlamış. Yine Abdülhamit’in isteği ile Üss-i İnkılap ile suni bir tarih var etmeye çalışmıştır. Nitekim girişimci ruhuyla kazandığı servet de yaşlılığında kendisini mutlu etmeye yetmemiş, adına öğreticilik dediği, sürekli kendi fikirlerini empoze etmeye çalıştığı eserleri köhne bulunarak, okuyucu tarafından tercih edilmemiştir.

    Esrar-ı Cinayat’ta sıklıkla bir gazetecinin her konuda bilgili olması gerektiğinin, toplum ve devlet yararını gözetmesinin öneminin altını çizen Ahmet Mithat’ın, gerçek hayatta kendi çıkarları uğruna fikirlerini değiştirmesi, halkın değil iktidar erkini elinde tutanların yanında yer alması ve eserlerini de onların faydalarını göz edecek şekilde kaleme alması edebi çevrelerdeki imajını olumsuz etkilemiştir. Gazeteci ya da yazar, hangi tarafından değerlendirirsek değerlendirelim, aydın kişi olmak zorundadır. Ahmet Mithat gerçeğe ihanet etmiş bir yazar-gazeteci olarak tarihin sayfalarında yerini almaktan kaçamadı.

    Bugün bulunduğumuz noktada, gazete ve diğer basın organlarında yapılan haberler hükümet çıkarları doğrultusunda ve bizzat halkı yönetenlerin onayından geçmek zorunda. Bu anlamda Ahmet Mithat’ı tanıdığımız kanaatindeyim; bugün “kara” dediğine, yarın “ak” diyebilen zihniyet… Yaşadığımız döneme tanık olma olanağımız elimizden alınırken; özgür olmayan bir basının, magazin ve dizi kültürünün şekillendirdiği karakterler yarattığı popülist bir hayat tarzını benimsemiş bir toplum olduk. Yıllar sonra, bugünü tartışacak bilgi, görgü ve tecrübeden yoksun olmamızın birincil faktörü, uyandığımız andan, gece yatağımıza girene kadar hayatımızın her alanına soktuğumuz medya ve içimize sindirdiğimiz yandaş tutumudur. Kendimizi özgür zannediyoruz; oysa avucumuzun içinden kolaycacık alınan bütün insani değerlerimizin yerine, aynı ağırlıkta bıraktıkları kendi yediklerinin dışkılarıdır. İyi bir tarihçi kuşkusuz bunları daha açık ve net yazacak.

    Ahmet Mithat Efendi’nin, örnek olması umuduyla…

    #gazetecikahramanlar #roman #AhmetMithatEfendi

    romankahramanlari replied 1 year, 3 months ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: romankahramanlari
Esrar-ı Cinayat* Makale Yazarı: Sezen Lermi *Bu m…
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now