Fahrenheit 451: Kitap Yakmak ya da Mağaradan Çıkmak!
-
Fahrenheit 451: Kitap Yakmak ya da Mağaradan Çıkmak!
Fahrenheit 451: Kitap Yakmak ya da Mağaradan Çıkmak!*
Makale Yazarı: Tevfik Boz
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ocak/Mart 2021, 45. sayıda yayımlanmıştır.
Kitapseverler için kitapların yasak olduğu bir dünya korkunç bir dünyadır. Kişinin nefesinin kesilmesiyle aynıdır. Peki, kitap okumayı sevmeyen büyük çoğunluk için korkunç değil midir? Elbette korkunçtur. Sonuçları yıkıcıdır ama henüz bunun farkında değillerdir. Ray Douglas Bradbury, Fahrenheit 451 distopik bilimkurgu romanında bu soruna “parmak basar”. İnsanlar çoğu zaman elindekilerin değerini, kaybedince anlamaktadır. Bradbury, Fahrenheit 451 ile “henüz tümüyle kaybetmeden kitapların değerini bilin” uyarısında bulunur. Çünkü kitaplar salt kitap değildir, aydınlanmadır, özgürlüktür, mücadeledir, umuttur! Ve “her kitap bir insandır”.
Fahrenheit 451, Bradbury’nin başyapıtıdır ve 1951’de basılmıştır. Bradbury bu roman için “Fahrenheit 451’i yazmadım, o beni yazdı” der. Yoksul yaşam koşulları, kitap aşkı, öykü yazma tutkusu; okuduğu, duyduğu kitap yakma olayları ve yaşadığı sarsıcı şeyler romanı meydana getirir. Öte yandan Bradbury için romanını yayımlatmak çok daha büyük bir sorundur. Çünkü Amerika’da, Sovyetler Birliği’nin ve dünyada komünizmin yükselişi “Kızıl Korku”ya yol açar. McCarthy, anti-komünizm propagandası başlatır, orduyu bazı “kirli” kitapları denizaşırı kütüphanelerinden çıkartması için zorlar. Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi birçok Amerikalı sanatçı ve aydını soruşturmaya alır. Hükûmet içinde ve dışarıda komünist avı yapılır ve sıkı bir sansür uygulanır. Artık “hiç kimse, geçmişteki, şimdiki ve gelecek zamandaki sansürle ilgili bir roman için risk almak istemez”. Ama Bradbury’nin şansı yaver gider. “Korku dolu bir ulusun içinden cesur genç bir yayıncı çıkıp” kitabını alır ve dergisinde yayımlar. Anlaşılacağı üzere Fahrenheit 451, soğuk savaş yıllarında kapitalist kutbun liderliğini yapan emperyalist bir devletin Bradbury’nin bilincine yansıyan distopik imgesidir. Onu proleter kutbu temsil eden Sovyetler Birliği’ne karşı yazılan George Orwell’ın 1984, Hayvan Çiftliği ve Yevgeniy Zamyatin’in Biz’inden ve bilimsel belirlenimciliğe ve modernizme karşı çıkan Aldous Huxley’in Yeni Cesur Dünya’sından ayıran temel özelliği budur.
Fahrenheit 451 distopik bir roman olsa da Bradbury, anti-ütopyacı değildir. O, olandan olanaklı olanı çıkarır, neden öyle olduğunu ve olabildiğini düşünür ve daha çok çözüme odaklanır. Bradbury’nin belirli bir toplum veya devlet ütopyası yoktur ama gerçekleşmesini umut ettiği bir ütopya vardır. Bu ütopya “nitelikli insanlar” yetiştirmekle mümkündür. Bu amaç için gerekli araçlar ise kitaplar ve kütüphanelerdir. Bradbury insanı amaç olarak görür. Bu nedenle bir aydınlanmacıdır. Diğer distopik bilimkurgu romanlarında olduğu gibi insanın insan tarafından veya insanların yarattığı güçler tarafından nesneleştirilmesine, araçlaştırılmasına karşıdır. Buna karşın benzerlerinin tersine o nesneleşmeyi salt bilime, teknolojiye, ideolojiye ve devlete mal etmez –ki bunlar onun için özün görünüşleridir– “yaşamına ilişkin düşünme ve yaşama sorumluğunu üstlenmeyen” (Kant) insanlara mal eder. Sorun insanın “kendi aklını başkasının kılavuzluğuna sokmasından kaynaklanır.” Başka bir deyişle Bradbury’e göre “insan kendi suçu ile düşmüştür” ve kitapların –ve nitelikli insanların– yardımı ile yeniden ayağa kalkacaktır. Çünkü “kitaplar insanlara ne tür eşekler ve aptallar olduğunu hatırlatmak içindir”.
Fahrenheit 451’de Bradbury, Platon’un “Mağara Alegorisi[1]”ne gönderme yapar. Çünkü roman kahramanı Montag bir aydınlanma yolcusudur. Platon’un mağara alegorisi ile onun ideal devleti çelişir. Alegoride mağaradan çıkmak amaçken devletinde mağaraya zincirlenmek amaçtır. Çünkü ideal devletinde iş bölümü ve sınıflar insanların birlikte yaşamasının temel koşuludur. Bradbury, bu çelişkiyi sezer ve mağarada kalarak mağaradan çıkılamayacağını romanın en başında vurgular. Bradbury’nin kahramanı Montag’ın “kendisine dayatılan ve içinden çıkamayacağı belirli ve kesin bir faaliyet alanı” (kitap yakan itfaiyeci) olduğundan aydınlanma yolculuğunda ilk itilimi rastlantısal olarak dışından (çılgın kız Clarisse’den) alır. İlk itilim her açıdan karşıttır: Karşı cinsti, gençti, akıllıydı ve yaşam doluydu. Ve itilim soruları (Ne zamandır bu işi yapıyorsun, yaktığın kitapları okuduğun oldu mu? Neden bu işi yapmayı istedin? Mutlu musun?) öylesine çarpıcı ve sarsıcıydı ki Montag’ın karanlık mağarasına ışık olduğu gibi mutluluk maskesini düşüren ayna da olmuştur. Tabii itişe karşı Montag direnç de gösterir, mağarasına sığınır, mağarasının gücünü gösterir. Ama itişe (metalar dünyası büyürken insanların dünyasının küçüldüğünü gösteren bilgilere: araçlar hızlandığı için reklam panoları uzatıldı, sabahları çimenlerde çiy tanecikleri olur.) fazla dayanamaz; gerçek saydığı her şeyin gölge olduğunu anlar ve “artık hiçbir şey bilmiyorum” der kendine. Bu Sokratesçi kabulleniş kendini bilmedir ve “insan doğası, ancak kendisini bildiğinde diğer yaratıklardan üstünleşir. Kendisini bilmediği anda ise vahşi hayvanların düzeyinden de alta iner.” (Boethius).
Aydınlanma Yolculuğunun Zorlu Aşamaları
Aydınlanma yolculuğunun ilk aşamasında kendini bilen (yalnızdır, mutsuzdur ve boştur) Montag, bu süreçten sonra gerçeğin çekim etkisine bırakır kendini; her şey üzerine düşünür, çünkü dolmaya ihtiyacı vardır. Tabii bu doluş ihtiyacı edilgin bir alış değil, tersine etkin bir özümlemedir, kendini toplumsal bir varlık olarak yeniden inşa etmedir. Montag insan olmanın toplumsal olmak olduğunu Clarisse ve ailesinden gördükten ve öğrendikten sonra ilaçlara ve TV’ye bağımlı karısının bitkiden farksız, düşünmeden yaptığı işin (kitap yakmak) hayvanca/robotça, evliliğin ise duygusuzca olduğunu düşünür. Öte yandan insan ve insan, insan ve doğa arasına giren teknolojilerin birbirlerine ve doğaya ne denli yabancılaştırdığını fark eder. Toplumsal yaşam alanlarının yok edilmesinin insani olanın yok edilmesi olduğunu ve kitaplar için ölen insanların da insanlar için öldüğünü anlar.
Aydınlanmanın ikinci aşaması Montag’ı, üçüncü aşamaya yani “kitap okuma” ve “büyük bir şeyler yapmaya” geçişe zorlar. Montag bu geçişle birlikte tüm sistemi karşısına alır: işini, iş arkadaşlarını, mekanik tazıyı; evliliğini, karısını; yasaları, yasakları… Ama daha ilk adımında eşi dikilir karşısına. Montag’ı düşündüğünden değil mutlu bitkisel hayatının ve “yatırımları”nın yok olacağı korkusundan. Montag eşi ile her şeyi baştan kurmaya çabalar ama eşi eskiyi olduğu gibi sürdürmekte diretir. Mekanik Tazı gizlice Montag’ı takip eder. Sonra itfaiye şefi dikilir karşısına. Etkileyici ses tonu ve sofistlere taş çıkartacak güçlü retoriğiyle Montag’ı girdiği yoldan geri dönmeye ikna etmeye çalışır. İtfaiyecileri yangın söndürmeden kitap yakmaya yönelten şeyin devletin yukarıdan isteği değil teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanların kitap okumayı bırakması ve artık kitapların insanların huzurunu kaçırması olduğunu, itfaiyecilerin mutluluk dağıttığını uzun uzadıya anlatır ve üstü kapalı tehditle bitirir konuşmasını. Karısının geriye çekici tavrı ve itfaiye şefinin kafa karıştırıcı konuşması Montag’ı yolundan döndürmez. Kitapları okumaya başlar ve tepelerinde uçan bombardıman uçaklarını, (romanın yazıldığı yıllarda Kuzey Yarım Küre’de komünizm ve kapitalizm arasında egemen olma mücadelesi sonucu Kore Savaşı patlak vermişti) savaşı, dünyadaki yoksulları, açlıktan ölenleri, ağır şartlarda çalışanları düşünür. Kitapların yarım da olsa insanları mağaralarından çıkaracağına, aynı çılgın yanılgılara, hatalara düşmekten alıkoyacağına inancı artar.
Kitap okumaya çok geç başladığından Montag’ın anlamadığı çok şey vardır. Kendisine yardımcı olacak bir öğretmene ihtiyaç duyar ve bulur onu. Yaşlı öğretmen anlamanın üç temel koşulunu yerine getirmesini ister. Bunlar nitelikli kitaplar, okumak ve düşünmek için boş zaman ve ikisinin birleşiminden çıkan uygulamadır. İlk ikisi görece kolaydır, zor olan üçüncüdür. Çünkü “itfaiyecilerin evlerine kitap saklamak, ihbar ederek yanışlarını izlemek” uygulamaydı. Plan yapılır, Montag harekete geçer. Ama Montag özgür olduğu konusunda kuşkuya kapılır. Sadece kendine söyleneni yapıyordur ve kendine ne yapacağının söylenmesi için taraf değiştirmek istemiyordur. Yaşlı öğretmeni böyle düşünmekle zaten özgür bir kişi olduğunu söyler. Çünkü “bir şeyin sınırının kavranması aynı zamanda o sınırın aşılmasıdır.”(Hegel)
Montag sabırsızdır, bir an önce bilgi açlığını gidererek kendi aklını kullanmak, kitapları yakanları yakmak ve katil itfaiye şefine haddini bildirmek ister. Öğretmeni daha önce icat ettiği kulak telefonunu Montag’ın eğitimini hızlandırmak için kullanır. “Hem sürekli irtibatta olacaklardı hem öğretmeni ona kitaplar okuyacaktı hem de zihinsel ve psikolojik bariyeri (itfaiye şefini) birlikte alt edeceklerdi. Teknoloji doğru kullanıldığında ne kadar faydalıydı”. Öte yandan Montag kitapların yakılması sorununun itfaiyecilerin yakılması ile çözülemeyeceğini anlayacak bir olayın etkin parçası olur. TV şovu izlemek için karısının kadın arkadaşlarının geldiği akşam, kadınların seferberliğe çağrılan kocaları hakkındaki “kaygısız”, “bağımsız” konuşmaları, çocuk doğurma ve bakımı konusunda duygusuz olmaları, siyaseti siyasilerin görünüşüne göre yorumlamaları Montag’ı hayretler içinde bırakır ve sabrını taşırır. Öğretmenin uyarılarını dinlemez. Gözünü karartarak kadınlara bir kitaptan şiir okur.
Şu dünyanın ne sevinci var ne sevgisi ne de ışığı,
Ne güvenliği ne huzuru var ne de ızdıraba çaresi…
Sonra kadınları ergin olmadıkları için sert bir biçimde eleştirir. Bu Montag’ın insanlar önünde ilk cesur eylemidir. Ama zavallı, aptal kadınların durumuna üzülür ve onları daha fazla mutsuz ettim diye pişmanlık duyar. Öğretmeni “Artık sırf itfaiyeci olamazsın, hata yapmaktan korkmamalısın.” der. Tabii bu doğru için yapılan yanlışın bir bedeli olacaktı. Bu bedeli kadınların ve karısının verdiği kitap alarmı ile kendi evini yakarak öder. Ama bu bedel bir ceza değil ödül olmuştur. Zincirlerinden kurtulur. Aynı zamanda zihinsel bariyer (itfaiye şefi) “sorunuyla uğraşmadan yok eder”. Artık devlet tarafından aranan bir suçludur ve mekanik tazılar peşine düşer. “Kaçıyordu, gidecek bir yeri yoktu ama gitmek istediği yöne koşuyordu. O tercihini özgürlük yönünde yapmıştı. Kaçarken bile savaşıyordu; yolunun üzerinde bir itfaiyecinin evine kitap saklayıp alarm verdi”.
Montag öğretmenin yönlendirmesi ile kendisi gibi aranan, nitelikli insanların olduğu yere doğru yola çıkar. Yolda “bir insanın kaldıramayacağı” şeyler yaşar ama mekanik tazılardan ve böceklerden kurtulur. Karanlık ve sessiz ormanda yürürken bol bol düşünür. Sonunda aradığı nitelikleri/insanları bulur. Onlar da Montag’ı bekliyordur. Montag kitapların cisimleştiği insanlarla tanışır. Platon’un Devlet’i, Marcus Aurelius’u, Charles Darwin, Schopenhauer, Einstein, Aristophanes, Mahatma Gandi, Gautama Buddha, Konfüçyüs… Hepsi oradadır. Hep beraber portatif TV’den devletin Montag’ı öldürme şovunu izlerler. Yürüyüşe çıkan zavallının biri günah keçisi seçilmiştir. Ve “Ekranda Montag öldü. Topluma karşı işlenen bir suç cezalandırıldı.” denir. Sonra bir kitap Montag’a “Ölüler diyarından hoş geldin, biz hepimiz tarih, edebiyat, uluslararası hukuk, Byron, Tom Paine, Machiavelli…in bölümleri ve parçalarıyız” der. Montag kitaplarla tanıştıktan sonra itfaiyecilerin evine kitap saklamak, sonra alarm yollamak gibi, her şeyi kendi yoluna göre yapmakla bir kör gibi davrandığını düşünür. Kitaplar ona “yapman gerekeni yaptın. Bütün ülke çapında yapılabilse, çok mükemmel bir şekilde işleyebilirdi. Fakat bizim yolumuz daha basit ve iyi. Bütün arzumuz ilerde ihtiyaç duyacağımız bilgiyi, dokunulmamış ve temiz bir şekilde saklamak.” der. Montag, hepsinin yüzlerini inceler. İçlerinden biri, “cildine bakarak bir kitap hakkında hüküm verme. Bizler, kitaplar için şömizden başka bir şey değiliz; bunun dışında hiçbir anlamımız yok.” der. Montag da okuduğu ama hatırlamadığı bir kitap olarak aralarına katılır. Bu sırada bombardıman uçakları şehirleri yerle bir eder. Montag karısını düşünür ama onu hiç özlemez. Çünkü anlamlı hiçbir şey yapmamıştır. Kendi de yapmamıştır ama şimdi her şeyi yeniden yapabilecek durumdadır. Artık küller, hiçlik ve Denham Diş Macunu (meta/sermaye hegemonyası) yoktur. Kitap dostları vardır. Montag “Şimdi her şeyi görmek istiyorum –ve onların hiçbiri, içime aldığımda benimle ilgili olmasalar da bir süre sonra, içimde birleşerek ben olacaklar… Onu öyle kavrayacağım ki, hiçbir zaman kaçamayacak. Bir gün dünyaya sımsıkı sarılacağım. Artık parmağımı üstüne bastım” diye düşünür. Kitaplardan biri “Bir gün, o kadar çok şey hatırlayacağız ki, tarihin en büyük buharlı kazı makinesini yaparak bütün zamanların en büyük mezarını kazıp, savaşı içine ittikten sonra üstünü örteceğiz. Gelin artık, öncelikle bir ayna fabrikası kurmaya ve gelecek yıl boyunca sadece ayna imal ederek onlara uzun uzun bakmaya gidiyoruz.” diye konuşur. Kitaplar ve Montag kabartma tozu yığınına dönmüş şehre doğru yürürler, insanların kendilerine ihtiyaç duyacağı umuduyla.
Sonsöz
Fahrenheit 451 distopik bir bilimkurgu romanından daha fazlasıdır, bir aydınlanma serüvenidir. Bradbury bu yapıtı ile karanlığa ışık tutar. Karanlığın cahillikten, bilgisizlikten ve hâliyle insanların kendi aklını kullanmamasından kaynaklandığını ortaya koyar. Panzehir ise kitaplar ve kütüphanelerdir.
Bradbury’e göre insanı hayvandan (Anka kuşundan) ayıran şey ne yaptığını bilmesidir. Yani akıl, bilinç, düşünce insanların yaşamını belirleyen temel yetilerdir. Ve insanlar bu yetileri kullanmadığında “koruyucular despot olur”, iş bölümünün/mağaranın, sermayenin/metanın, teknolojinin, devletin nesnesi olur, savaşlara ve felaketlere yol açar. Tersinden aklını kullanmaya başladığında her türden kötülüğü ve yabancılaşmayı ortadan kaldırır. Bradbury önsözünde bunu şöyle açıklar:
Eğer öğretmenleri, öğrencileri ve aileleri yargılar, onları aynı ölçüde sorumlu tutarsak; eğer öğretmen, öğrenci ve aileleri gerçek bir sınamadan geçirirsek; eğer herkesi niteliklilikten sorumlu tutarsak, eğer altıncı yaşlarının sonuna doğru tüm ülkelerdeki bütün çocukların kütüphanelerde yaşayarak hemen hemen ozmos (geçişme) yoluyla öğrenmelerini sağlarsak, işte o zaman, uyuşturucu, sokak çeteleri, tecavüz ve cinayet rakamlarımız sıfıra yaklaşacaktır.
Ama sorun şu ki roman kahramanımız Montag özgülünde ifade edildiği gibi insanlar aklını kullanmada geç kalmıştır. Artık karşılarında insanları cahil ve aptal hâline getiren, akıllıları özümleyen ya da baskı altına alan bir sistem vardır. Mağaranızdan çıkmak istediğinizde karşınıza her yandan dikilmektedir. Buna göğüs geren insanlar bedel ödemeye ve her şeyden vazgeçmeye hazır olmalıdırlar. Bu tersi durumda yaşanan nesneleşmeye, yabancılaşmaya ve felaketlere kıyasla çok küçük bir bedel sayılır. Zaten aydınlanmaya karşı insanın direnci kırıldı mı artık onu hiçbir engel ve güç durduramaz. Aydınlanmış insan gerçek karşısında duyarsız, tepkisiz ve hareketsiz kalamaz, kendi yolunda ilerler. Kahramanımız Montag da öyle yapmıştır. Çok kere düşmüştür ama kalkmasını bilmiştir. Öte yandan Bradbury bir işçiyi nesnel mağarasından çıkarıp öznel bir mağaraya hapsetmekle Platon’un çelişkisini tersten sürdürür: Tıpkı aydınlanma filozofu Kant’ın teorik us ile pratik us arasındaki aşılmaz çelişkisi gibi. Ama yine de Hegel’in dediği gibi çelişki biliniyorsa aşılmış demektir. Bradbury de okuyucuya “hiç kimsenin kesin bir faaliyet alanına sahip olmadığı, dilediği her alanda kendini yetiştirebildiği bir toplum” (Marx) ütopyası kurmaya itiyor. Son olarak bu romanı 30 yaş öncesi okunacaklar listesine alanlar kahramanımız Montag gibi çok önemli şeyleri fark etmekte geç kalacaktır. Bu nedenle Montag’a ayna olan ve sahte mutluluk maskesini düşüren Clarisse’in yaşlarında (18) okunması tavsiye edilir.
Kaynakça
Karl Marx, Alman İdeolojisi
Immanuel Kant, Aydınlanma Üzerine
Boethius, Felsefenin Tesellisi
Platon, Devlet
Hegel, Mantık Bilimi
Wikipedia
[1] Platon, Devlet adlı eserinde insanların zincirlere vurulup bir mağaraya kapatıldığı bir durum imgeler. Burada kişiler sadece önlerindeki duvara bakmak zorundadır ve denetleyici kişiler çeşitli nesnelerin gölgelerini duvara yansıtarak onlara gösterir. Kişiler bu gördüklerini gerçekliğin kendisi sanır ama bir gün bir tanesi bu mağaradan dışarı çıkıp gerçek dünyadaki nesneleri güneşin ışığı altında görme imkânına kavuşur. Dahası kişi en son tüm nesneleri görünür kılan mutlak ışığa, Güneş’e de bakar. Aldığı bu önemli bilgiyle mağaraya dönüp onları bilgilendirmek istediğinde kimse ona inanmaz, tersine içinde bulundukları cahil durumu görünür kıldığı için şiddet uygular.
Sorry, there were no replies found.