Roman Kahramanları
Dostoyevski: GÖZLER KAPATIR KENDİNİ
-
Dostoyevski: GÖZLER KAPATIR KENDİNİ
GÖZLER KAPATIR KENDİNİ*
Makale Yazarı: Tekgül Arı
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ocak/Mart 2016) 25.sayıda yayımlanmıştır.
“Bir kadının, kendisini içgüdülerine özgürce bırakmasını, tutkularının peşinden gitmesini, genelde olduğu üzere kocasının kollarında, gözleri kapalı onu aldatmasından daha dürüstçe bulduğumu belirttim…”
Bir Kadının Yaşamında Yirmi Dört Saat / Stefan ZWEIGKilitli ruhlar aynı mekâna dokunurlarmış.
Kimi kilidi açar, kimi iyice çevirirmiş…
Böylesi bir parçalanmışlık, dün gece onun çaresizce oturduğu banka doğru sürükledi, beni. Birbirine karışmış, hangisinin bana ait olduğunu bilemediğim, kırmızı kırmızı köpüren iç seslerimle çöktüm banka. Karşımda duran karanlık boşluğun sert, iri dalgaları içime çarpınca, bedenim tir tir titremeye, yüreğim zonklamaya başladı. Hışırtılı boşluğun en derin yerine kadar sessizce gitmek, suya batıp yitmek istiyordum. Bedenim ihanet etmiş; kıpırdamıyordu. Mantığın uzaklaştığı, düşüncelerin toz duman olduğu sadece günün bitiminde, bende kalan yakıcı beş-on dakikaya kilitlenmek. Onun, canavara dönüşen ellerinin içerisinde hırsla üzerime doğru fırlattığı paraların, kabaca etrafımda uçuşurken otuz üç yıllık onurumun, savrularak, ayaklar altına alınmasına tanık olmak. Ah! Öylesine derin bir acı hissettim ki: Ölseydim! Ölseydim, dedim. Orada bulunanların, bana çevrilmiş ellerini, sert mimiklerini görmeliydiniz. Karamora dönmüş damarları insafsızdı. Oyunbozucu bir kadını defetmek için birleşmişlerdi. Kuzenimin aşağıya doğru hızla düşürdüğü siyahla örtülü kollarının altında, kızıla dönmüş elleri aşağılayıcıydı. Hemen kaçamadım oradan. Aptallaşmıştım. İlk defa böyle bir tepkiyle karşılaşıyordum. Nasıl karşılık verilir bilemiyordum. Sadece göz pınarlarımdan akan yaşların ılıklığını hissediyordum. Bir de o narin, Krupiye kızın omzuma dokunuşunu, beni dış kapıya doğru yönlendirişini… Hemen kaçtım oradan.Ahşap bankın üzerinde kaç saat oturduğumu, anımsamıyorum. Tüm yaşamım sanki onunla geçirdiğim yirmi dört saatten ibaretti. Ben ellerinin içine yaşadığım tüm zamanları bırakmıştım ve o, rulet masasında her kaybettiğinde, benim yaşamımdan bir anı harcamıştı. Bana kalan onunla yaşadığım geceydi. Elimi sıkıca tutup otelin içine çekmeseydi, ben sadece ona yardım eden bir kadın olarak kalacaktım. Odaya girdikten sonra bırakamazdım onu. Sıkıca #sarıldığında içli içli ağlıyordu. Bir erkeğin böyle sesli ağladığını hiç görmemiştim. Yatağa uzandık, sıkıca sarıldı, ben de yaşımı unutarak sarıldım. Yaşın peşine düşenler, tembel ve cesaretsiz olanlardır. Yeni bir şeyden hep korkarlar. Rahatlarını bozmak istemezler. Yaşı kabullenişle takındıkları o bilgiç ağırbaşlılıkları sahte gelir bana. İçinizi daha fazla karartmak için ha bire yaşınızı anımsatarak, yanlarına çekmeye çalışırlar sizi. Böyle bir dönemi kocam yaşattı bana. O öldükten sonra, oğlum, çevremde bulunanlar. Yas giysilerinden nefret ettim. Buna sırf etrafımda bulunanların yadırgayıcı, koyu kahverengi tenlerini görmemek için katlandım. O gece, onun kollarının arasında, intikam alırcasına hatırlatılan, o yaşlı sayıları üçer beşer sildim zihnimden. Yirmi dört yaşına indim. Benim gibi bir kadının bunlardan utanması gerekirdi. Yağmur yağmaya başlamasaydı belki bir ömür boyu da utanacaktım. Önce burnumun üzerine bir damla düştü. Soğuktu. Ardından damlaların şiddeti arttı. Soğuk bir duşun altında, yeniden can buluyordum. Düşüncelerim parlamaya başladı. Utanma duygum yok olmuştu. Daha doğrusu #utanmak için, geçmişin size dayattıkları olmalıydı. Ben geçmişimden kalanları da onun dudaklarının arasında zaten bitirmiştim. Size garip gelebilir, ama böylesi rahatlatıcı, ışıyan #düşünceler beni harekete geçirdi. Beynimin tüm gözenekleri yıkanmış, yüreğimin içi temizlenmişti.
Bir günün muhasebesini yapmaktan vazgeçtim. İkinci bir yirmi dört saat vardı önümde. Ya da diğer saatler. Son beş-on dakika içinde yaşamımı sarsan görüntülere takılıp, çaresizce oturup dibe vurmayacaktım. Kumarhaneye tekrar gidecektim. Karamora dönmüş ellere haddini bildirecektim. Ensemde topladığım topuzum ağırlaşmıştı. Öfkeyle firketeleri çıkarıp attım. Ayağa kalktım. Uzun saçlarımın uçlarından, kalçama doğru akan yağmuru çok sevdim. Üşüdükçe tenim, daha çok canlandım. Ağır adımlarla; üzerime çökmüş bir çocuk, ölmüş bir koca ve akrabaların gölgelerini arkama atım. Adımlarımı takip edenleri, tabanımla ezdim ezdim. Yağmura karışmış #rüzgâr hepsini uçuruyordu. Ya binaların, dükkânların saçakları altından çıkan, kulağıma kadar gelen zavallı sesler:
“Aman Tanrım! Kadın çıldırmış olmalı!” Çıldıran ben değildim, onlardı. Her zaman sığınacakları bir yer arıyorlardı. Bense, onların hepsini parçalamak istiyordum. Sığınağı kabul edenlerin kendilerine ait yaşamları olmaz. Bugüne kadar feda ettiğim kimliksiz, hasta yaşamım bir mucizeyle iyileşmiş ve bana dönmüştü. Sığıntı olmayacak, yüzleşecektim. Kendimle, sokakla, taş kaldırımla, saçak altında bekleyen bakışlarla… Korkmuyordum artık. Sıkça duruyor, başımı yukarıya kaldırıp gökyüzünden akan suyla dilimi ıslatıyordum. Yutkunmaktan tıkanmış bir gırtlağı #saf suyla temizliyordum. Çünkü öğretilmiş sözlerin zehrini atmalıydım. Az sonra açılacaktı dilim, çıkanlar bana ait, kimsenin bilmediği ya da bilip de söyleyemediği sözler olacaktı. Tekrar çocukluğuma dönmüştüm. Su birikintisinin üzerinde defalarca zıpladım. Kendimden başka hesap vereceğim kimse yoktu. Bunun tadını çıkarıyordum. Bir şarkı mırıldandım, sesimi biraz yükselttim. Külotuma kadar ıslanmıştım. Rüzgâra rağmen üşümüyordum. #Özgürlük duygusu sarıp sarmalayınca ısınıyormuş insan.
Kumarhaneyi görünce, bir an tereddüt edip durduğumu itiraf etmeliyim. Islak bir kadına alışık olmayan o züppe kumarbazlar ve etrafında kırıtan kadınlardan mı çekinecektim? Belki öfkeli olmam gerekirdi. Değildim, güldüm sadece. Kapının önünde bekleyen adamın gözbebeklerinin büyüdüğünü gördüm. Ellerine bakmadım. Kocam; ellerin dilini öğreterek, gözlerin ihanetinden korunmaya çalışmış beni. Bilmediği şey, ben tenlerin dilini de öğrenmiştim. Onun, güneşin rengini ve ışıltısını almış teniyle flört etmiştim. Bizi buluşturan tenlerimizdi. Gözler, kapatır kendini, oysa tenler hep açıktır.
-Bayan Virginia Wolf, çok ıslanmışsınız.
Sesimi çıkarmadım, gülümsedim. Tuvalete gideceğimi sanıyor olmalıydı:
-Bayan Wolf, sol tarafta…
Duymazdan geldim arkamdan seslenen adamı, durup bakarken söylenen garsonları. Parlak zeminde yürürken, giysilerimden süzülen yağmur suları, bana eşlik ediyordu. Tenim ısınıyor, bedenimden yumuşacık dağılan buharı görebiliyordum. İçeri girdiğimde, sadece iç sesimle söyleştiğimi, oradakilere ne diyeceğim konusunda mantıklı bir plan yapmadığımı fark ettim. Mantık, şu an için olması gereken bir amaçtı. Gerisi ayrıntıydı ki artık ayrıntılarla da işim olmazdı. Neden şaşkınca bakıyorsunuz. Genç bir kadının yaşlı kocasını bırakıp o gençle kaçışını, o kadar yadırgamamış, aksine ele avuca gelir sözler söylemiştiniz. Şimdi, bu hikâyeyi sessizce dinlerken, teninizin dilinden anladığım; buradan kaçmak. Bu kez kaçamayacaksınız. Sonuna kadar dinleyeceksiniz.Tüm gözler üzerimdeydi. Garsonlar zeminin kirlenmesinden korkuyor, kumarbazlar oyunlarının. Ya kendilerini tutamayan o gölge kadınlara ne demeli.
-Aman Tanrım. Çıldırmış bu kadın!
Aynı ayarda yaşayanlar aynı sözleri tekrarlar. Ayarı bozmak akıllarına bile gelmez. Ben onların yükledikleri ayarları bozmuştum. Yeni bir ayarla yürüyor, onların gözlerine vuruyordum. Bilinçle gelen cesaret erdemli bir duyguymuş. İnsana kendini sevdiriyor. Onu gördüm. Kazandıklarını birkaç saat içinde kaybetmişti. Rulet çarkı onun için son kez dönerken, kırmızının içinde yosunlaşmış gözleri fırıl fırıl, çarkı takip ediyordu. Kaybettiği paralar değildi, kendi yaşamıydı. Ona bir şans vermiştim, kullanamadı. Bana verilen şans; kalıplara sıkıştırılmış ruhumun kilidini kırmaktı.
Şimdi sizinle neden konuşmak istediğimi daha iyi anlamışsınızdır. Siz yerine, Fyodor Dostoyevski mi demeliyim? Susun lütfen! Siz kumarda her şeyinizi kaybederken ben yaşamı kazanmıştım. Krupiye kızı kendime çekip dudaklarından öpüşümü kimsenin unutmadığını biliyorum. Kızın, kıpkızıl yüzünü, hızla kaçışını hep anımsarım. Sizin ilk kez soğuk su çarpmış gibi kumardan başınızı kaldırıp irkilmiş halde, oradan kaçışınızı gördüm. Yıllardır beni takip ettiğinizi biliyorum. O kızı neden #öptüğümü anlamak, onu yazmak istiyorsunuz. Salt gerçeğin, bir romanda inandırıcı olmayacağını biliyorsunuz. Sadece yeniden kurgulayacağınız yazın gerçeğiyle inandırıcılığı sağlayabilirsiniz. Bir kadının bir kadını neden dudaklarından öptüğünü, kilidi açan başka bir kadın bilebilir. Bu hikâye sizi aşar #BayFyodor. Benimle olduğunuz o gece de… Siz kumarhaneden kaçtığınızda, kaba sesler yükseldi. Kuzenim Ted, utançtan kıpkızıl olmuş bir tenle bağırıyordu bana. Yüzüme doğru savurduğu elini yakaladım, var gücümle ittirdim onu. Bunu yaparken ölümüne içerlediğim, ince ruhlu Sylvia’yı düşündüm. Sonrası bir kâbustu. Garsonlar kollarımdan tuttuğu gibi dışarıya attılar beni. Yere düşmüştüm. Kemiklerim ağrıyordu, ya kalbim? Özgürlüğün bedelini bilmişçesine coşkuyla çarpıyordu, Bay Fyodor.
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.