C. AYLAK ADAM: ANARŞİST BİR KAHRAMAN
-
C. AYLAK ADAM: ANARŞİST BİR KAHRAMAN
AYLAK ADAM: “ANARŞİST” BİR KAHRAMAN*
Makale Yazarı: Senem Timuroğlu Bozkurt
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ocak/Mart 2012, 9. sayıda yayımlanmıştır.
Yusuf Atılgan’ın 1959 yılında yayımladığı Aylak Adam romanı belki de Türk edebiyatının ilk #anarşist kahramanını okurla buluşturur. Türk edebiyatı tarihinde işin içinde sol ideoloji olmadan sert bir toplumsal eleştiri yapan az sayıdaki metinden biridir. Aylak Adam sıklıkla #psikanalitik çözümlemelere maruz kalmıştır. Davranışlarındaki benzemezliklerin, “anormalliklerin” nedenleri çocukluğunda yaşadıklarına bağlanmış, söylemek istedikleri bastırdığı cinselliğinden, hoyratlığından, öfkesinden dolayı acı çeken bir “hasta”nın sayıklamaları olarak dinlenmiştir. Aylak Adam’ı yalnızca psikanalitik çerçevede okumanın romana haksızlık olacağını düşünürüm. Elbette ki yazarın niyetinin ne olduğu hakkında bir iddia yürütmek değil amacım; ancak Yusuf Atılgan’ın romandaki psikanalitik malzemeyi C.’nin sıkıntısının nedeni olarak değil de tam da C.’nin roman boyunca direndiği, sorguladığı ve hesaplaştığı toplum düzeninin bir sonucu olarak okura sunduğu olasılığını da göz ardı etmemek gerek. Ben bu yazıda üzerindeki her çeşit tahakkümü yıkmaya çalışmasıyla bireysel bir anarşist olarak adlandırdığım aylak adamın derdini bu bağlamda anlamaya çalışacağım. Romandaki psikanalitik malzemenin de yazar tarafından parodileştirildiğini iddia edeceğim. Franz Kafka ile Yusuf Atılgan’ın benzer bir duruştan hayata baktığını düşündüğüm için bu yolda Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin Kafka Minör Bir Edebiyat İçin adlı yapıtı ile ana hatlarıyla anarşist felsefe rehberim olacaktır.
C.’nin sıkıntısı, Nurdan Gürbilek’in, Yer Değiştiren Gölge’de iddia ettiği gibi bir taşra sıkıntısı değildir. #Gürbilek bu sıkıntıyı dışta kalmaya, anneyle bir olmayı arzulayan çocuğun büyüklerin dünyasının taşrasında yaşamaya mahkûm olmasına bağlar. Aylak Adam için taşra metaforu olsa olsa çoğunluğun kıyısında, periferisinde kalmayı seçen birinin sıkıntısı olarak yorumlanabilir. Merkezden çeperlere kaçmanın olanaklarını araştırmakta, kendine bir kurtuluş yolu aramaktadır. Etrafı sımsıkı örülmüş bir sistemde, tıpkı bir hapishane inşa modeli olan “panoptikon” gibi düzenlenmiş toplumun içinde, tek otoritenin kendisi olduğu bir deneyimi yaşayacağı bir yer açmanın sıkıntısıdır bu. Dolayısıyla Aylak Adam ne bir mahkûmiyetin ne de bir imkânsızlığın romanıdır; #GillesDeleuze ve #FélixGuattari’ye atıfla söyleyecek olursak bir “çıkış”ın, bir imkânın romanıdır. Bu çıkışta izleyeceği haritanın ana ögelerini, dinamitlemek için seçtiği sistemin ana arterleri oluşturur. Bunlar sistemin tatmin edemediği mutsuz topluluğa sunduğu sisteme entegre olmaya yönelik tedavi seçenekleridir: Aile, ilaç, terapi, cinsellik, iş.
Romanın psikanalitik açıdan yorumlanmasına en büyük dayanak, C.’nin başını sevgilisi #Ayşe’nin kucağına yasladığı, adeta bir #terapi seansında divana uzanan bir hasta gibi gevşeyerek çocukluk ve ilk gençlik anılarının saldırısıyla içini dökmeye başladığı sahnedir. C.’nin küçükken başından geçen “#travmatik” deneyim, analist- hasta düzeneğine uygun düzenlenmiş bir sahnede ve ödipal çerçeve etrafında kurulmuştur. Bu aktarılan deneyim C.’nin sıkıntısını #ödipal bir sorun olan babadan bağımsızlaşma meselesine bağlama konusunda okuru yanıltmaya çok müsaittir. Romanın başından beri parçalara ayrılarak romanda yer almış, semptomları roman boyunca tekrarlanmış bu #çocuklukdeneyimi, bu sefer bütünlenmiş ve terapi dekorunda okurun önüne konulmaktadır. Ancak hem deneyimin bu şekilde konumlandırılması, ayrıksı bir yapı, okurun gözüne sokulan bir fazlalık olarak belirmesi gariptir; hem de bu fazlalıkta bir gariplik vuku bulmaktadır. Bu gariplik deneyimin psikanalitik yorumunun analist tarafından değil de bizzat hastanın kendisi tarafından yapılmasından ileri gelmektedir. Psikanaliz biliminin deneyimi yaşayanla deneyim arasına girerek deneyimi bizzat yaşayana yabancı kıldığı durumların aksine burada C. kendinden çok emin bir biçimde hatta bilgiççe bir analist edasıyla Ayşe’ye “bende gördüğün her şey babamla başlar” diyerek (s.125) tüm sözde “araz”larının nedenlerini birer birer yorumlayacaktır. Bu, C.nin kendi deneyimine hiç de yabancı olmadığını göstermektedir. Diğer yandan bu sahneyle birlikte romanda okura sunulan tüm ödipal örüntülerin bir parodisi yapılmış olmaktadır. Deleuze ve Guattari’nin #Kafka’nın romanlarında tespit ettiği “fazla aşırı bir #ödipus”tur Aylak Adam’da karşılaştığımız. Böylece her iki roman da ödipusu yerinden etmiş olur. Romanda ödipal arzunun yalnızca parodisi yapılmaz, C. kutsal üçgeni, hiçbir zaman üçüncü noktayı birleştirmeyerek kurmaz da. Romanda vurgu devamlı iki kişilik toplum üzerine yapılacaktır. Aylak adam teyzesinin yüzüne ikame edeceği kişiyi sokakta arayarak yani ödipal arzuyu evden sokağa taşıyarak, tahakküm eden ile tahakküm altında kalanı temsil eden babasında simgeleşen değerleri romanda rastladığımız her karaktere yayarak, özlemini duyduğu ikili ilişkiye bir üçüncü kişiyi katmayı, evlenip aile kurmayı reddederek ödipusu yersiz yurtsuzlaştıracaktır. C. aradığı kişiyi romanın sonunda bulamayarak yersiz yurtsuzluğunu yani çıkışını korur. Aylak Adam, bu anlamda Franz Kafka’nın Dönüşüm’ündeki Gregorla aynı kaderi paylaşmaz. Deleuze ve Guattari’nin belirttiği gibi Dönüşüm, Gregor’un ölümü ve ailesinin yeniden birleşip hayatlarına devam etmeleriyle bitmekle ödipal aile düzeneğini yeniden üreten bir yapıyla karamsar bir sona sahiptir. Oysa Aylak Adam ilişkilerinde de aylaklık yapmış, hiçbir ilişkisinde konuşlanmamış, romanın sonunda da arayışına, devingenliğine devam edebilmiş olmasıyla umut dolu bir sona sahiptir.
Psikanalizin ilaç boyutunun eleştirisi de romanda yer alır. C.’nin bir afiş üzerinde gördüğü roman boyunca aklında dolanan “boş yere azap çekmeyin, bir derman için” (s.60) cümlesindeki #azap bedensel olduğu kadar ruhsaldır da. Toplumsal düzenin bir sonucu olan #sıkıntı, analistin otoritesi altında insanı kendi deneyimine yabancılaştırarak, sisteme bir uyum projesi olarak tedavi edilir. C., dermanın ilaç da ya da sistemin önerdiği geçici, kolay tedavilerde olmadığını bilir. C. için derman yapmacıksız sevgidedir. İnsanların tatmine ulaşmak için cinsellik dahil her şeyi tüketerek geçici ve kolay rahatlamalarını C. düşünmemelerine bağlamaktadır: “Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. Büyüklerinizden korkarsınız. Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde #boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen?” (s.39). İçindeki hayvani cinsel hazzı tatmin etmek için eline fırsat geçmesine rağmen, kadın bedenini, kendi ifadesiyle “etini” tüketmeyi istemez, sonrasında içindeki boşluğun daha çok artacağını bilir. Sıkıştıkça içkinin kurtarıcılığına düştüğünde bile kendinden utanacak kadar deneyimini ayık, uyanık yaşamak ister.
C.’nin “dünyanın en zor işi” olan aylaklığı Walter Benjamin’in endüstri devriminin keyfini çıkararak dolaşan “#flâneur”ünküyle aynı değildir; iç sıkıntısını avutacak en önemli uyum aracı olan iş bölümünden kaçmak içindir. Nasıl Franz Kafka’nın Dönüşüm’ünde #Gregor, tahakküm altında olduğu kapalı devrenin dışına çıkışı insan-dışı bir varlığa dönüşmekte bulmuşsa, C. de adam-dışı bir varlık yani “#aylak” olmuştur. İşin avuttuğunu söylediği babası gibi avuntular istemez. İş ve uzmanlaşma insanları tek tip kalıplara sokmak, otomatikleştirmek, makineleştirmek demektir: “Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. (…) Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak” (s.41). C. aylaklıkla yani iş bölümünün tahakkümünden sıyrılmakla sistemde kendine gedik açabilmiştir. Aylak toplumsal düzende belirsizliğiyle korku yaratır. Nitekim sevgilisi Ayşe’nin bir yakınının ağzından bunu işitiriz: “Normal bir insan değil. Korkmuyor musun ondan? (s.120). Aylaklığıyla C. gözetim yoluyla kurulan denetim ağlarının dışında kalmayı başarır. Sürekli hareket halindedir, yer değiştirir ve bir gittiği yere bir daha gitmeyerek her yerde yabancı kalmayı başarır. Aylak adam, “çıkış”ını babasının parasıyla sağladığı için eleştirilebilir. Ancak C. için baba mülkü, sınıfsal bir niteliğe bürünmemekle birlikte iktidar aracı olarak da kullanılmaz; “zengin değil paralıdır”. Para, C.’nin çıkışına giden yolda sadece bir araçtır; çünkü C. için içinde bulunduğu dünya paraya aittir ve “bu dünyada onun başka türlüsü yok”tur (s.66). Alın teriyle kazanılan para da çalıntı para da aynı sistemin bir parçasıdır. C.’nin parayı ve mülkünü paylaşmaması anarşizmini bireysel kılar.
Yabancılaşmış ya da #yalnızlaşmış bir birey değil, aksine kendi deneyimine #yabancılaşmış bir toplumun içinde kendiliğindenliğe, otantik deneyime, yapmacıksızlığa, yaratıcılığa, aşka ve oyuna yer açmaya çalışan biridir. C.’nin roman boyunca tutkuyla oynadığı #oyun, romanın ilk cümlesinde kendini gösterir; kendine sıkıntısını giderecek yani yaratıcı sevgiyi onunla birlikte yaşayacak oyun arkadaşını arıyordur. C.’ye kendi gibi düşünebilen birinin varlığının olasılığını düşünmek bile yetmektedir. Sistemin dayattığı, çoğunluğun yaşadığı hesaplı, ölçülü yaşanan, öğrenilmiş, kalıplaşmış davranışların, cümlelerin sarf edildiği, sürtünmelerle yetinilen sözde aşklar yerine, rastlantının ve spontane karşılaşmaların sunduğu bir imkân olarak yapmacıksız davranışlar ile süssüz sözlerin, yaratıcılığın baş köşede olduğu otantik bir aşk hikâyesinin kahramanı olmak ister. Bu aşkta üçüncü kişilere yer olmamalıdır. İki kişinin mahrem dünyasında toplumsal düzeneğin etkili olduğu “ilişki”lerinde kadınların sevişmeden önce pencereyi kapatmaları ya da kapıyı kilitlemelerinde görülür. Bu, panoptikonun başarıyla işlediğini bize hatırlatır: “Çünkü bu ses geçmez, ışık sızmaz odada bile başkaları bizimle birlik. Ama bir gün babanı, başkalarını kovup geleceksin. O zaman keskin ışıkta soyunup açık pencerede sevişeceğiz” (s. 88). Kalemi ilk defa eline aldığında insan-dışı varlıkların yani insanın yarattığı sistemin dışında kalan karıncaların “bilmeden sevdiği”ni (s. 42) yazacaktır. #Sistemindışında kalan bir sevgidir aradığı.
C.’nin “eli paketliler, diye adlandırdığı güruha karşı öfkesi, adeta #mizantrop bir kişiliğe varan insanlara karşı nefreti, kendi iç çatışması ya da öfkesinin dışa vurumu değildir. İçinde bulunulan karabasanı kabullenenlere, yeniden üretenlere hoş davranmaktan vazgeçtiği anlamına gelmektedir. Öfkesi “bir kırgınlık, bir başkalarına küsme duygusuyla karışık”tır (s.18). “Bu pis dünyada yaşadığı, ona bu yaptıklarını yaptırdıkları için kızgındır” (s.91). C. toplumun iş bölümü, ilerleme, endüstrileşme, uygarlaşma gibi amaçlarla geldiği noktada insanların insanlıklarından nasıl çıktığını, nasıl tek tipleştiklerini, ruhlarının nasıl güdük kaldığını oldukça başarılı gözlemlerle gözler önüne serer. İnsanların eleştirel düşünememesi, aile, iş, eğlence kıskacında uyurgezer bir yaşama kendilerini bırakmalarıdır onu kızdıran. Yoldan geçen bir kadını öperek ya da dilenciden sigara isteyerek ufak tefek ezber bozma oyunları oynar onlarla. Uygun davranış zorbalığının tahakkümü altına kolayca girdikleri için onları alaya alır. Dökme kalıplarıyla yaman bulduğu bu insanlar, hem tahakküm altındadır hem de tahakküm altına alanlardır. Oyunu sistemin oyununa göre oynamayı reddeder ve insanların içine iyice yerleşmiş uyumluluk doğrultusunda koşullandıkları tepki verme tarzlarını deşifre ederek okurda eleştirel bir bilinç yaratma amacı taşır. Hoş, kalıbına uygun, ölçülü, biçimli davranışın mutluluğu sağlayamayacağını, rutini ve yalnızlığı çoğaltacağını anlatmak ister bize.
C.’nin aklına birkaç kere intihar etmek gelir; dünyada olmayanı aramaktan bitkin düştüğü bir anda arabanın tekerleklerine bakıp “kısa yoldan kurtuluşu düşünür”. O sırada sanki kendisini bu düşünceden vazgeçirebilecek bir neden bulmak için etrafına bakınır; sağdaki kaldırımda duvara dayanmış bir ilkokul çocuğudur gördüğü, elindeki elmayı ısırır ve “vardı işte der, çocuklar, elmalar vardı” (s.41). Bu sahne belki de çocukluğunu analiz ettiği sahneden bize daha çok şey söylemektedir. Çocukta kendi çocukluğunu görmüş ve bir gün onun da kendisi gibi olabileceği olasılığı onu umutlandırmış olabilir. Ya da C. kurtuluşa giden yolda oyun, aşk, hesapsızlık, süssüz sevgi, samimiyet gibi çocuğa ait erdemlerde bir gizil işlev görüyor olabilir. “Boşuna azap çekmeyin, derman için” cümlesindeki dermanın C.’nin teyzesi Zehra’nın kucağıyla ilişkilendirilmesi, azaplardan kurtulmanın sevgiyi çocukça deneyimlemekten geçtiğine dair bir ipucu sunuyor olabilir.
Aylak adam sorguladıklarını eyleme dönüştürmüş bir kahramandır. Kendi biricikliğini yaşamak istemektedir. Aylak Adam babası gibi olmamayı düstur edinerek kendine bir çıkış haritası hazırlar. Güçlüğü umutsuzca zorlamak bile onun için güzeldir. C.’nin aylaklığı hayatı ve insanı olumlar, okura bağımlılıklardan, alışkanlıklardan sıyrılmayı, kendini şimdiki zamanda var etmeyi önerir. Romanın sonunda “Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu, anlamazlardı” (s.159) diyen C.’yi bize anlattıkları kadarıyla anlamış olduğumuzu ümit ediyorum.
* Senem Timuroğlu, Özyeğin Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi
KAYNAKLAR:
-Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, ‹stanbul, YKY, 2007. Deleuze, Gilles ve Félix Guattari, Kafka Minör Bir Edebiyat ‹çin, Çev. Özgür Uçkan ve Işık Ergüden, ‹stanbul, YKY, 2001.
-Gürbilek, Nurdan, Yer Değiştiren Gölge, ‹stanbul, Metis Yayınları, 2005.
Sorry, there were no replies found.