Bekoye Ewan: ROMANLARIMIN ÖYKÜSÜ

  • Bekoye Ewan: ROMANLARIMIN ÖYKÜSÜ

    Posted by romankahramanlari on 11 Temmuz 2024 at 12:14

    ROMANLARIMIN ÖYKÜSÜ*

    Makale Yazarı: Hesenê Metê

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Temmuz/ Eylül 2013) 15. sayıda yayımlanmıştır.

    Ve akşamlayın vaki oldu ki Davut yatağından kalktı, ve kral evinin damı üzerinde geziniyordu, ve yıkanmakta olan bir kadını damdan gördü.(…)
    (Kitab-i Mukades II. Samuel, BAB 11:2)

    #Tevrat’ta Davut’la ilgili bir hikâye vardır. #Davut kendi krallık köşkünün damında gezinirken, savaş komutanlarından Hitti Uriyan’ın karısı Bat Şeba’nın yıkandığını görür. Canı ve şehveti onu ister. Kral evine gelmesi için bir pusula yazıp ulaklarından biriyle #BatŞeba’ya gönderirir, onu çağırtır, kadınla yatar, hamile bırakır daha sonra kocası olan #HittiUriyan’ı savaşın ileri saflarında vuruşturur ki ölsün ve hikâye uzar… Ben uzatmayayım.

    #WillemDrost´den daha önce #Rembrandt bu anı, yani Davut’un kâğıt pusulasını alan Bat Şeba’nın bu anını resmeder ve adını da Bat Şeba koyar. Ben bu tabloya baktığımda, kocasını aldatma olaylarına adı ve canı karışan kadınlar bana çok masum gibi geldi. Ve hemen çok güzel bir hikâye konusu olabileceğini düşündüm. Not ettim: ‘Etsem mi, etmesem mi’ diye. Vuku bulan olaydan kelime anlatımına, kelime anlatımından resme, resimden tekrar kelimelere… ve bu olayın operası veya senfonilerinin de olduğunu düşündüğümüzde sanat ve sanatsal ruhların inceliğini, yaratıcılığını daha fazla anlarız diye düşünüyorum.

    Demek istiyorum ki her yazarın yarattığı ve yazdığı eserinde, roman ve anlatı kahramanlarının arka planında okuyucuya gözükmeyen bir hikâye vardır: hikâyelerinin hikâyesi. Gördükleri bir görüntüden, duydukları bir kelimeden, yaşadıkları çok küçük veya çok kısa bir andan etkilenip onu hikâye ederler.

    Anlatmak istediğim konuya geleyim:

    Labirenta Cınan

    İlkokul son sınıftayken köyümüzün okuluna Kürtçeden başka dil bilmeyen hanımıyla #Kürt asıllı bir öğretmen tayin edildi. Bu köylüler arasında kendilerine tanınmış bir imtiyaz gibi kabul edildi. Tıpkı köyden biriymiş gibi kendilerine sıcak davranıldı ve öğretmen de elinden gelen her iyiliği yaptı. Her iyi olan öğretiyi çocukların yanı sıra köylülere de öğretmeye çalıştı, elinden geleni yaptı.

    Ve 1972 geldi: gençlik, devrimcilik, Kürt olma, Kürt kalma çabaları, işkence, hapishane, #1980askeridarbesi, ülkeden ayrılmalar ve sonrasındaki ikametgâh adresi #İsveç… Kendimi anlatıyorum, yani ilkokulun son sınıfından sonra bir daha da ne öğretmenimi ne de köyü görmek nasip oldu bana.

    12 sene sonra 1984’te İsveç’teyim. Ülkeye gidip gelebilen, öğretmenim ve hanımından haberi olan tanıdığım bir bayan, bir gün aile ziyaretine geldi. Ona “#Öğretmenim #Kevanot nasıl”, diye sordum (Öğretmenimin asıl adı bu değil, aşikâr olmasın diye bu ismi ben koydum.) Bayan, el ve kol işaretiyle acınarak öğretmenimin ruhsal durumunun iyi olmadığının ve hatta öğretmenliğe bile elverişli olmadığının resmi makamlarca kendisine haber verildiğini söyledi. Bunu duyunca başka bir şey sormadım, soramadım. Akıllı, hümanist, iyiliksever, cana yakın, köylülerin her türlü işinde yardımına koşup el uzatan, eğiten, öğreten, Kürtleri ve Kürtçeyi de iyi bilen öğretmenimin psikolojisi bozulmuş, köylü dili ile delirmiş ya da cinlere yakalanmış. Bu haberi bize misafir olarak gelen bayandan işittiğimde bir şey söylemedim, yorum yapmadım ama o an yazarlığımdan veya yazma eylemciliğimden dolayı bir kitap kadar uzun bir hikâye oluştu zihnimde.

    O günden sonra bu öğretmenimi hikâye etmeğe koyuldum, yazdım, defalarca bozdum tekrar kurgulayıp anlatmaya çalıştım, öğretmenimin bilinmeyen yanlarına inmek ve anlamak için. Kitap on sene sonra 1994’te İsveç’te özgün dili Kürtçe olarak “#LabirentaCınan” adıyla yayımlandı. Kitabıma almadığım ama henüz elyazmalarımda var olan son cümlesini Türkçeye çevirerek veriyorum: ‘Sabahları erkenden uyanmayı adet edinen köylüler, öğretmen Kevanot’un buzağı yularıyla her zaman kuş avladığı dut ağacına kendisini asmış olduğunu gördüler.’

    Ama günümüzde herkesin ölmeyi, öldürmeyi çok istediği, bunu marifet bildiği dünyamızda, ben kitabımda bu ölüm olsun istemedim ve bu son cümlesini değiştirip öyle kitaplaştırdım. Değiştirilip kitaba alınan son cümle ise şöyle: ‘O yıl, kışın ilk karı düşmeden önce bu hikâye, köyden ve köy sakinlerinin arasından çıkıyor, hastanelere ulaşıyor, oradan da uzak şehirlere yayılıp yüksek makamlardaki birinci dereceden memurların kulaklarına kadar gidiyordu.’(#EcinniLabirenti, Sel yayıncılık 2005, Türkçeye çeviri: #MuhsinKızılkaya.)

    Kitabın ilk baskısı 1994’te İsveç’te yayımlandıktan altı sene sonra, yıl 2000, her zaman rastlanmayan garip bir yıl. Stockholm’den dört saat uzaklıkta Karlstad şehrinde bulunan bir dostum yılbaşı gecesini kendilerinde geçirmemizi önerdi. Kabul ettim ve yılbaşı gecesi oradaydım. Davetliler arasında ülkeye gidip gelebilen, öğretmenim Kevanot’u ve hanımını yakından tanıyıp haberi olan, on altı sene önce bana onun ruhsal bozukluğundan bahseden, belki yazdığım kitabımdan da hiç haberi olmayan hanım da bulunuyordu. Onu görür görmez öğretmenimi, yazdığım kitabımı düşünmeden edemedim. Ve tekrar sordum kendisine ‘Öğretmenim Kevanot nasıl?’ diye. Bu kez çok hayıflanıp yüz hatları da değişerek, bana öğretmenimin kendisini asarak intihar ettiğini söyledi. Donup kaldım. Çok üzüldüm, çok da korktum desem yeridir. Halen de manuskriptimde var olan ama kitap olmadan önce değiştirdiğim son cümleyi düşünür dururum. Fantezi olarak kurguladığım şeylerin hayatta gerçeğe dönüşmesi tesadüfi olmazsa eğer, Nostradamusi hislerimin olabileceğinden biraz korktum gibi. Bu korku ve bu düşüncelerle o yılbaşı eğlencesinde o gece ne yaptık şimdi bile pek hatırlamıyorum desem yeridir, ama sanılmasın ki içkinin fazlasından olmuştur.

    #Tofan

    2000 senesine bir yıl kalmıştı. Bir olay gelişti ve bir şeyler yapıldı, bir şeyler oldu, herkes birilerini suçladı, birçok yalanlar söylendi: Yalancı, fesat, hain, dalkavuk… ama belki de dalkavukluklarından haberleri olmadan. Bana kalırsa #2000yılı tam da yalanlar yılı oldu, elimde olsaydı eğer, sene 2000’i #yalanlaryılı ilan ederdim. Ben, ne oldu ve kimler ne konuda bu yalanları dile getirdi, diye bir izahta bulunmak istemiyorum. Demem o ki ben kendi kitabımı izah etmek istemiyorum.

    Ve bir yazı motifi oluştu bende: “Tofan”. Konu ise: Ahmedi Xani’nin Mem u Zin’i yazıp bitirdiğinde Tanrı bir lütufta bulunur: Her 303 senede bir Bekoye Ewan’ı ilahi bir hikmetle diriltip Cizira Botan’da dolaştıracaktık. #AhmediXani’nin kalemiyle bu lütfu ben kurgulayıp ben yazdım… Hazretleri beni affetsin. 303 sene sonraki tarih ise bizim 2000 yıllına tekabül eder.

    Bir müslümana en büyük yalancı kimdir diye sorulursa eğer, alınacak cevap şüphesiz ‘Şeytandır’ olacak. Bir Kürt’e ise #enbüyükyalancı kimdir diye sorulursa, ilk akıllarına gelen sembol ve kişi #BekoyeEwan olacaktır. Genelde bütün Kürtlerin bulunduğu yerlerde Bekir ve Beko ismi çok nadirdir, #CiziraBotan’da ise bu ismin hiç olmaması bundan olsa gerek. İşte ben de biz Kürtlerce bilinen, tanınan en büyük yalancıyı kendi diliyle, kendi hisleriyle, kendi düşünceleriyle vermek istedim. Ahmedi Xani hazretlerinin yazdığı ve en büyük yalancı olarak yarattığı Bekoye Ewan’a 2000 yılında sarf edilen yalancılık sanatı karşısında kendi yalancılığını savunma hakkını verdim. “Tofan” adlı eserim bir nevi Bekoye Ewan’ın kendisini savunma metnidir, yalancılığını inkâr etmeden ve gerekçesini de ‘ilahi bir aşkın bu dünyada kirlenmemesine’ bağlayarak Ahmedi Xani’nin türbesinde, onun huzurunda bunu edep ve marifet çerçevesinde anlatır, kendisini savunur ve kendisini böyle büyük bir yalancı olarak tasvir ettiği için yakınır Ahmedi Xani’ye.

    Kurgulayıp yazarken bana en zahmetli gelen yanı dil meselesi oldu. Ahmedi Xani ile aramızda 300 senelik bir boşluk var. Bu zaman zarfında #Kürtçe‘nin bu gününü 300 sene evveline bağlamak en zor şey bence. Yazdıklarınla okuyucuyu ikna etmen lazım, yazdıklarının gerçeklerden uzak olmadığını kanıtlaman lazım. İşte en büyük sorun bu dil meselesi oldu “Tofan”ın yazımında. Ahmedi Xani hazretlerinin Tanrı’ya olan lütuf dilekçesini eski Kürtçe, eski Osmanlıca, Arapça ve Farsçadan (Farsçayı da bildiğimden) yararlanarak yazdım. #İpekyolu’na denk gelen Cizira Botan kervansaraylarına yolu düşen Hindistanlı remilcilerin Cizira Botan’ın geleceğiyle ilgili yaptıkları kehanetlerin Kürtçesi, Bekoye Ewan 303 sene sonra mezarından kalktığında Cizira Botan’da konuşulan Kürtçe ve marifet… yani bu “Tofan” adlı eserimin stil, kurgu, anlatımı, konuların uyumu bana hiç zor gelmedi, sadece dil konusunda çok titiz ve gerçekliğe yakın olma konusu beni yordu diyebilirim. Ne kadar başarılı oldum bilemiyorum.

    #hikayelerinhikayesi #romanlarımınöyküsü #HeseneMete

    romankahramanlari replied 6 months ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: romankahramanlari
ROMANLARIMIN ÖYKÜSÜ* Makale Yazarı: Hesenê Metê *…
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now