Banyo: Postmodern Tembel

  • Banyo: Postmodern Tembel

    Posted by romankahramanlari on 12 Temmuz 2024 at 11:22

    Postmodern Tembel*

    Makale Yazarı: Altay Ömer Erdoğan

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Nisan/Haziran 2016, 26. sayıda yayımlanmıştır. 

    #TembellikHakkı’nın yazarı #Lafargue’un Vergilius’tan alıntıladığı dize aynen şöyledir; “Ey Meliboeus, bir tanrı bağışladı bize bu aylaklığı”. (Çoban Şiirleri) Oysa modern zamanlarda aylaklık, bağışlanan değil bireyden esirgenendir. Çalışmanın kutsandığı ve bireylerin ekonomik kodlarla sınıflandırıldığı modern dünyada aylaklık, bir mit ya da başkaldırı olarak ortaya çıkar ki, bedeli toplum dışı kalmakla ödenir. #JeanPhilippeToussaint’in #1985’de yayımlanan ilk romanı Banyo’nun roman boyunca adını söylemekten imtina eden, eleştirmenlerin “bir tür modern Oblomov” diye nitelediği kahramanı da bu bedeli kendine rağmen ödemektedir. Zamanını bir banyo küvetine uzanıp hareketsiz ve kafa dinleyerek geçirmek isteyen biridir kahramanımız. Kendini iyi hissettiği tek yer banyosudur. Suç işleyen çocukların sığınacakları bir kömürlük aramalarındaki gibi kahramanımız da kimi giyinik, kimi çıplak hâlde banyosuna sığınmıştır. Romanın gerçek kahramanının banyo olduğu bile düşünülebilir. Ali Akay, “Kahramanın özne olmadığı hikâyelerde mekânın egemenliği söz konusudur. Bir hâkim mekânın içinde insan, silinip giden bir yaratık olarak düşünüp durur. En işe yaramaz öğe, artık ön plana çıkar. Kurtuluş nesnelerdedir” saptamasıyla düşüncemizi desteklemektedir. Toplumsal iş bölümünün herhangi bir halkasında yer almamayı göze alan bireyin, anlamsızlıkla anlam ürettiği bir alandır burada mekân. Ve kahramanımız, görece özgürlüğünü ya da kurtuluşunu gözlerini duvara diktiği bir küvetin içinde bulur. Kahramanımızı hayatını bir fıçıda geçiren Diyojen’e de benzetebiliriz.

    Banyo için Olivier Bessard-Banquy, “kişisel adanmışlığın, kopuşun ve bırakılmışlığın romanıdır” nitelemesinde bulunur. Bireyin mutluluk ve denge arayışının toplumdan soyutlanarak ifade bulduğu Banyo’da atalet hâkimdir. Kahramanımız için banyo, bir ihtiyaç hâlini almaya başlar. Zaman kendi kendine akmaktadır ve onu öğüttüğünü sananları öğütmektedir. O yüzden kahramanımızın zamanla da bir sorunu kalmamıştır. Toussaint’in zaman anlayışına paraleldir bu; yalnızca şimdide yaşanır, geçmiş ve gelecek yoktur. Birinci bölümdeki 14. paragrafta yer alan tek sözcüğün “Şimdi” olması, okuru sarsmasa bile silkeleyecektir bu yüzden. Kahramanımızın şimdiden beklentisi, hayatını özetlemekten ibaret olmasını istediği sükûnetten başka bir şey değildir.

    Kahramanımızı klasik tembelden ya da aylaktan ayıran ince bir felsefi duruş vardır romanda; Kafka’nın bile iki büyük günahtan biri olarak gördüğü tembelliğin yaratılış değil bir seçimin sonucu olması anlatıyı anlaşılır kılmaktadır. “Bir tehlikeyi göze almalıydım” derken bunun hayatının dinginliğini tehlikeye atmak olduğunu açıklar. Kaldı ki çalışma ya övgü ya da yergi niteliği taşımayan Banyo, modern bireyin açmazları üzerine, en çok da dış dünya ile ilişkisini (daha çok çelişkisini) resmetmektedir. Dolayısıyla nesnelerin önemi daha çok ortaya çıkar romanda. Tıraş bıçağından köpüğe, diş macunundan diş fırçalarına, en çok da yavaş yavaş evin kitaplığından banyoya taşınan kitaplara varan ince ayrıntıların anlatı içindeki kurgusal değerlerine tanık oluruz. Duvardaki yıkıntıları gözlerken kahramanımızın varlık ile yokluk arasındaki düşünce gel-gitleri, varoluşu sorgulamasına kapılar aralamaktadır. Boşluğa düşse de hiçliğe düşmediği için onu nihilist sayamayız bu yüzden.

    Kahramanımızın seçimi münzevi bir hayat da değildir. O, kendisini kuşatan dünyadan ve devinimden kaçmaktadır. Ama hâlâ küçük, iddiasız ve herhangi bir sıfatla sınıflanamayan anlamların peşindedir. Toplum düşmanı olduğu ise, akıldan bile geçirilemez. “Kimi zaman, küçük bir aynada yüzüme, aynı anda saatimin yelkovanının devinmesine bakıyordum. Ancak yüzüm hiç görünmüyordu. Asla!” (s.12) Akıp giden zamanın ve hız ile temsil ettiği modern toplumun içinde kimliksizleşen bireyin yansısıdır bu, bir bakıma. Dış dünya ile ilgisini az da olsa sürdürür. Bir dostu onu ziyarete getirir, oğlunun durumundan endişelenen annesi ona pasta getirir, iki Polonyalı boyacı ile sohbet eder, Fransa ligi futbol karşılaşmalarını dinler, daha sonradan eşi olduğunu öğrendiğimiz Edmondsson ona dışarıda olup bitenleri iletir ve dış dünyadan haberdar olmasını sağlar. Kahramanımız, kimi zaman banyodan çıkar, pencereden sokağı ve yağan yağmuru seyreder. Yağmur, zamanın akışını ve devinimi temsil ettiği için, sanki kahramanımızın içine içine yağmaktadır. İç dünyası fırtına sonrası sessizliği andıran kahramanımız için Oblomov’dan ya da klasik tembelden kendini farklı kılanın geçmişe ait bir yıkıntı değil de, modern toplumun standartizasyonundan ya da gündelik hayatın totalitarizminden kaynaklanan bir bezginlik olduğu okur tarafından anlaşılacaktır. Nasıl ki #Oblomov ölmekte olan derebeyliği temsil ediyorsa, kahramanımız da ölmekte olan modern toplumu temsil etmektedir. Bir nevi postmodern bireye örnektir. Kendi zamansızlığı ile reel zamanın çakışmadığı…

    Russell’in “Aylak sınıf olmasa insanlık barbarlıktan hiç kurtulamazdı” önermesini cepte tutarak, banyoya sığınan kahramanımızın modern çağın simgesel vahşetinden korunduğunu da göz önünde bulundurmalıyız. Aylaklık, bir bakıma kapitalist toplumun kefaretinden sıyrılmak anlamını içerse de, kahramanımız çağın vicdanını taşımak gibi bir sorumluluğa zaten angaje olmadığından ve belki de yalnızca yaşamaktan dolayı kendini suçlu saydığından olsa gerek, bir kurtuluş öğesi olarak kavradığı toplumdan soyutlanmanın onun iş bölümünden de soyutlanmak anlamını içerdiğinden; kahramanımızın aylaklığı bir süreç değil şimdiye ait sonuçtur. Daha önce de belirttiğim gibi aylaklığa övgü ya da yergi boyutlarında felsefi bir duruş sergilen- mez romanda. Değişim için entelektüel bir isteme sahip değildir kaldı ki. Bütün aylakların ortak özelliği olan zamanın boşa harcanması da, #Banyo’da algısal bir yalnızlığa eşitlenmiştir. Kaldı ki romanda 27 yaşında, yakında 29’a girecek genç bir adamdır yalnızlığa “yalınlık” anlamını kışkırtarak sokulmuş olan. Önünde yıllar vardır. (28 yaş bilinçli olarak es geçilmiştir. 28 yaş, okurun imgelemine terk edilmiştir.) Dış dünyaya bağımlılıkları kendisinde daha fazla olan insanlarla sorunlu ilişkilerinde de hayata karşı dirençsiz ve güçsüz olmasının izlerini taşımaktadır. Ama bu bile aylak olmak için yeterli neden değildir. Çünkü çalışmanın kutsandığı toplumsal yapıda, çalışan, artı değeri üreten yığınlar da dirençsiz ve güçsüz bireylerin oluşturduklarındandır.

    Aylakların bile bağlandıkları toplumsallaşma süreçleri vardır. Ne var ki kahramanımız bağlantısızdır. Yani toplumsal yapının bireye yüklediği bütün kimliklerden, onların sorumluluklarından ve sonuçlarından muaftır. Eşiyle bile dış dünyayla bağ kurmak dışında bir ilişki geliştirdiğini söyleyemeyiz metinden hareketle. Kahramanımız, daha çok sıradan olaylarla, eve gidip gelen kişilerin sözleri ve küçük dünyaları ile ilgilenir. Romanın ikinci bölümü, “#Hipotenüs” başlığını taşımaktadır. 80 paragraftan oluşan bu bölüm, bir devingenliğe de işaret eder. Hipotenüsün üçgenin dik açısının karşı kenarı olduğunu hesaba katarak bir devingenliğin daha ilk paragrafta belirdiğini okuruz; “Birdenbire yola çıktım.” (s.45) Kahramanımız, Venedik’e gider ve bir otel oda- sına kapanır. Odada Glasgow Rangers – Inter Milan takımları arasında oynanan Avrupa #ŞampiyonlarLigi çeyrek final karşılaşmasını TV’den seyreder, dart oynar, eşiyle uzun telefon görüşmeleri yapar. Zamanı durduğuna inanır o anlarda. Kendisini Paris’e geri götürmeye gelen Edmondsson’u öfkesini yenik düşerek alnının ortasından ok ile yaralar. Kadın hastaneye kaldırılır ve kahramanımız bu süreçte iç hesaplaşmalar yaşar.
    Üçüncü bölümde, kadın iyileşir, bu kez de kahramanımız geçirdiği sinüzit atakları dolayısıyla hastaneye yatar. Burada kendisini tedavi eden doktor ve doktorun ailesiyle yakın ilişkiler kurar. Bunlar, hayata bağlılığının göstergeleri olarak akar romanın satırların- da. Kahramanımız, taburcu olduktan sonra Paris’e döner ve banyosuna kavuşur; “Bütün öğleden sonra banyo teknesine uzanmış kalıyordum ve orada sessizce düşünüyordum.” (s.122) Avusturya Büyükelçiliğinden gelen bir çağrıyla, tereddütlerine rağmen banyo- dan çıkmaya ve hayata katılmaya karar verir. Modern toplum uyaranlarının aylaklık hakkı tanımadığına, toplumsal kurumlardan ve kurallardan soyutlanmadan hakiki bir aylaklık durumunun mümkün olmadığına karar veririz biz de okur gözlüklerimizin ardından.

    Aylaklığı toplumsal bir farklılaşma, modern bireyin daha evcil bir metamorfozu olarak da algılayabiliriz. Sınıf bağlamı içermeyen bu algımızı, daha az iş bölümü, daha çok boş zaman ve sosyal sermaye olarak betimlenen geleceğin eşitlikçi toplumsal yapılarına geçirgenlik taşımayan çaresizlikle pekiştirebiliriz. Kaldı ki kahramanımızın nesne saplantısı ya da mülk edinme tutkusu da bulunmamaktadır. Horkheimer’ın “İnsanın eşya üzerinde iktidar kurma isteği ne kadar yoğun olursa, eşyanın onun üzerindeki tahakkümü de o kadar ağır olur ve insan da gerçek bireysellik özelliklerinden o kadar uzaklaşır, zihni giderek bir biçimsel akıl otomatına dönüşür” dediği türden bir tutulma da yaşamamaktadır kahramanımız. Onun tek sorunu, iç hesaplaşmalarından bir aylaklık türevine yol açabilecek bir kuramsal bütünlük elde edememesidir. Yabancılaşmayı bir tür aylaklık kalıbında yaşadığı söylenebilir en fazla. Yine de kıta Avrupa’sının üç rengi edindiği tarihsel yaşantının başkenti Paris’ten öteki bir var olma hâline çalışma etiğinin bütün hakikatini tersyüz edebilecek bir kesit sunabilmesiyle önemli bir yapıttır Banyo. Biçimde bunu, roman yazma tekniklerini ters yüz ederek, romanı daha “küçük” bir büyüklüğe taşıyarak başarmıştır Jean Philippe Toussaint. Yazarın Türkçeye çevrilmiş aynı çizgideki Fotoğraf Makinesi ve Mösyö adını taşıyan romanlarını da anmalıyız bu bağlamda.

    Kahramanımızın roman boyunca adının ünlenmemesi, kendine yabancılaşmasının göstergesi olduğu kadar, onu herkesleştiren de bir yazar tavrıdır. “ ‘Kendini Bil!’ yazılıydı Antik Dünya’nın kapısının üzerinde. Yenidünyanın kapısının üzerinde ‘Kendin Ol!’ yazılı olacaktır” diyordu #OscarWilde #Sosyalizm ve İnsan Ruhu’nda. Kendilerini gönüllü olarak düzenin sanal rehinesi ya da kölesi hâline getirenlerin dünyasında aylaklığın değeri, ‘kendi’ olmaktan geçiyor. Böylelikle yeni bir dünyanın kapısını aralayabilecekler. Belki hayatın tüm banyolarının da kapısı aralanacak. Ve aylaklık tarihsel olduğu kadar toplumsal değerini de, böylelikle kanıtlayacak. Aylaklığın bu görünümü, iyilik, güzellik, hakikat ve bilgi gibi Antik Dünya’ya ait kavramlara yenidünyadaki değişen anlamlarını da sunabilme fırsatı da tanıyacaktır. Aynaya baktığında yüzünü göremeyen kahramanımız da, adını olduğu kadar yüzünü de geri kazanacaktır. O, hızın ve karmaşanın yürüklükte olduğu, insan görüntülerinin profil fotoğraflarına ve avatarlara eşitlendiği, insanların sahici ilişkilerden kaçınıp sanal ilişkilerle tatmin olduğu bir çağda, bir bakıma postmodern bireyin erken tarihini yazmaktadır.

    Kitlelerin kendi tarihlerini kendilerinin yazmalarından yanaysanız, tembelliğin tarihinin yazılamayacağının da farkında olmalısınız.

    *Banyo, Jean Philippe Toussaint, (Çeviren: Mustafa Balel), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1990

    #FransızEdebiyatı

    romankahramanlari replied 4 months, 4 weeks ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: romankahramanlari
Postmodern Tembel* Makale Yazarı: Altay Ömer Erdo…
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now