Anna Karenina: Anna’nın İntiharı
-
Anna Karenina: Anna’nın İntiharı
Anna’nın İntiharı*
Makale Yazarı: Ataol Behramoğlu
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ekim/Aralık 2016, 28. sayıda yayımlanmıştır.
#Flaubert’in #MadameBovary’si 1857’de yazıldığına göre #LevTolstoy’un #AnnaKarenina’sının yazılış tarihi bundan yaklaşık yirmi yıl sonra, 1873-77 yıllarındadır.
Lev Tolstoy’un Bovary üzerine ne düşündüğü konusunda bir araştırma yapmış değilim; fakat mutlaka yapmak gerekir. Bu romanı okumuş ve Anna Karenina’yı tasarlamada Flaubert’in etkisini duymuş olduğu bence kuşkusuzdur.
İki romanı da etkilenerek okudum. Madame Bovary’de Flaubert’in dili bir şiir dilidir. (Kitabın Türkçesini okudum. Tahsin Yücel’in çevirisi eşsizdir.)
Tolstoy’un dilinde şiir bulamazsınız. Fakat Anna ile Vronski’nin ilk karşılaşmalarının betimlendiği büyükçe bir paragraf var ki olağanüstüdür. Yaklaşık yarım yüzyıl sonraki modern şiirin, bilinç akımının öncüsü niteliğindedir.
Konumuz intihar olduğuna göre, bu yönde bir karşılaştırma yapalım:
Madame Bovary’nin, o küçük, aldatılmış, tatlı kadının ölümü beni öylesine üzmüştü ki onun için bir şiir yazmışlığım bile var… Nedense yayımlamayı düşünmediğim bu şiirin ilk birkaç dizesi aklımda kaldığınca şöyledir:
Emma Bovary, güzelim
Yüreği özgürlükle yaralanmış
Koşarken ökseden ökseye
Hep aldanmış…Bovary’nin intiharı, kocasına ihanet etmiş, fakat aşkı ve tensel hazzı ararken elden ele (ökseden ökseye) düşerek kimliğini, olduğu kadarıyla bütün değerlerini yitirmiş, yapayalnız bırakılmış bir kadının intiharıdır. Acınası, üzüntü verici bir şeydir. Saf ve iyi yürekli bir adam olan kocasına acır, kadınlığından yararlanıp onu yüzüstü bırakanlara kızar, fakat en çok Emma için üzülürsünüz. Flaubert her ne kadar “Madame Bovary benim” demişse de, kadıncağızı neden o kadar acıdan kıvrandırarak ölüme gönderdiğini anlamış değilim…
Anna Karenina farklıdır… O güçlü bir kadındır. Kocasını aldatışı sıradan bir tensel haz arayışı değildir. Bronski’ye, denebilir ki yıldırım çarpmış gibi bir aşkla tutulmuş, aşkının karşılığını da görmüştür. Fakat aynı zamanda onu ölüme götürecek süreç de başlamıştır… Romanının sonunda Bovary’yi intihar ettireceğini Flaubert yüzde yüze yakın olasılıkla biliyordu…
Tolstoy’un Anna için bunu en baştan düşündüğüne çok emin değilim… Bana kalırsa olayların akışı, yazarın da karşı koyamayacağı bir güçle onu ölüme sürükledi…
Olaylar dediğim şey, bir yanıyla, Lev Tolstoy’un nefret ettiği iki yüzlü toplumsal çevrenin düşmanca tutumu, kilise ahlâkının egemenliği gibi etkenlerdir…
Yanılıyor olabilirim; fakat bence asıl sorun Anna’nın kendinde, kişiliğindedir. Çevre baskısını aşabilecek kadar güçlü bir kişiliğe sahiptir. Bu konuda en zayıf yanı çocuğunun kendinden koparılmış olmasıdır. Fakat bunun da ötesinde, yine bana kalırsa asıl sorun, onun yetinmezliği, aşkın da üstünde bir şeylerin arayışında olmasıdır…
Evlendiği adam kendinden epeyce yaşlı ve sıkıcı bir bürokrat olan kocası Karenin değil de aşk duygusuyla bağlanacağı Bronski de olsa, Anna bence bir yerden sonra yine yetinmezlik duygusuna kapılacaktı. Çünkü iki dönem arasında kalmış bir kadın kimliğidir o. Bir yanıyla eskiye, geleneksele bağlı, bir başka yanıyla da bağımsız ve özgür bir kadın. Ne birine ne ötekine ait olarak kurtuluşu aşkta bulacağını düşünmekte, fakat anlamsız kıskançlıklarla hem kendisinde hem sevgilisinde aşk duygusunun acıya, anlamsızlığa sıkıntıya dönüşmesine yol açmaktadır…
İntiharına yol açan nedenler toplumsal çevrenin baskısı, çocuğunun kendisinden koparılışı, sevgilisini kıskanışı gibi her birinde gerçeklik payı olan olgular mı yoksa Anna’nın ruhundaki çatışkılar, bir ara dönem kadını olmanın yarattığı kimlik sorunları mıdır?
Flaubert’in kahramanı Emma’nın intiharında yorumlanması gerekecek bir yan, anlaşılmayacak bir şey yoktur. Adları arasında bir ses benzerliği de olan Anna’nın intiharı ise her zaman tartışılacak, farklı yorumlara konu olabilecektir.
Sorry, there were no replies found.