Ahmet Arslan: KARDEŞİMİN HİKÂYESİ YA DA SESSİZ KORTEJ

  • Ahmet Arslan: KARDEŞİMİN HİKÂYESİ YA DA SESSİZ KORTEJ

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 13:51'de 11 Temmuz 2024

    KARDEŞİMİN HİKÂYESİ YA DA SESSİZ KORTEJ*

    Makale Yazarı: Koray Feyiz

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ocak/Mart 2017) 29. Sayıda yayımlanmıştır.

    Sevgili Meslektaşım, Sevgili Ahmet Arslan;

    Başkahramanı olduğun Zülfü Livaneli’nin Kardeşimin Hikâyesi adlı romanını okurken seni tanıdım. Sana bir mektup yazmak ve merhaba demek istedim. Rahatsız etmemişimdir umarım. Yazar seni romanında çok ayrıntılı anlatıyor. Kurtlarla dövüşürken kaptırmasın diye iki kulağı da kökünden kesilmiş olan köpeğin #Kerberos, #ikizkardeşin #Mehmet ve “#sevgili” dediğin, dünyada daha çok otistikleri ya da insanlara dokunma fobisi yaşayanları tedavi etmek, rahatlatmak amacıyla kullanılan ve adına genellikle “#HugMachine”, yani kucaklama makinesi denilen bir tıbbi alet, ayrıca düşüncelerini yazdığın bir not defteri ve Necip bey briyantinin… İlginç biri olmalısın sen #AhmetArslan. Hele o mor tavşanların yok mu! Ya o #MelodyGardot tarzı albümler? Bayıldım. Sana meslektaşım dedim. Ben de bir mühendisim. Ben de #parasızyatılı #TED’de ve #ODTÜ’de okudum. Tesadüf bu ya benim hayatım da şantiyelerde geçti. Ben de bir dönem #ENKA’da çalıştım. Ne kadar ortak noktamız çıktı seninle bakar mısın, Kardeşimin Hikâyesi’ni okurken. Ama ben emekli olmadım ve halen çalışmaya devam ediyorum. Hatta sana bu mektubu şantiyedeki odamdan yazıyorum. Ben de odamı senin gibi #kitaplık biçiminde düzenledim. Dört duvarın ikisinde boydan boya her çeşit kitap var. Ancak benimkisi hepi topu bir oda. Tavanından örümcekler sarkıyor. Seninkisi gibi yedi odam yok benim ve her birinin girişinde de intikam odası, kıskançlık odası, aşk odası, cinsellik odası, savaş odası, intihar odası, cinayet odası gibi mimari kalemle yazılmış kartlar asılı değil. Benim odamın girişinde yalnızca el yazımla yazdığım bir iş programı asılı. Bu programdaki iş bölümlerini ve iş saatlerini her sabah yineliyorum. Her sabah program değişebiliyor çünkü. Ayrıca senin kadar da düzenli değilim. Kim demiş ki her mühendis düzenlidir. Yok böyle bir şey arkadaşım. Varsa da ben ne gördüm ne duydum bu yaşıma kadar. Tam tersi düzensizlikten bir düzen sağlamaya çalışır her #mühendis, yaşamın doğal akışı içinde yapar bunu. Biliyor musun benim odamdaki kapının arkasında bir askılık var. O çok önemli. Çünkü bu askı, adeta benim bir kurtarıcım. Ortalıkta dağılmış duran, dağınık olan ne varsa her bir şeyi toparlayan ve bir düzene koyan o sanki. Ben değilim. Bu askı… Masa ve iki sandalye ile birlikte bir baret ve üst kısmı katlanabilir özellikte olan bir yatak da odamın içindeki eşyalardan bazıları. Projelerimi, çizimlerimi ve hesaplarımı bu masada yapıyorum. Bazen de yazmak ve okumak istediğimde bu masayı kullanıyorum. Ha #odamda bir de emaye saç tek fırınlı eski bir #kuzine var. Hani şu, Artvin ve yöresindeki köylerde çokça bulunanlardan. Üzerinde sürekli kaynar durur #çaydanlık. Genellikle yemek pişirmek ve ısınmak amaçlı kullandığım bu kuzine, bana ailemden kaldı. Atlamak olmaz. O çok önemli. Çünkü kışa girdik. Aralık ayındayız ve havalar soğudu artık. Özellikle geceleri, içi titriyor insanın… Bunları neden anlatıyorum ki sana?

    Sevgili Ahmet Arslan, gelelim şimdi en önemli soruya. #ÖldürülenArzu senin sevgilin miydi, değil miydi? Bana karşı dürüst olmanı bekliyorum. Her bir şeyi tüm çıplaklığıyla bana anlatmalısın. Bu konuda romanın yazarı beni hâlâ ikna edebilmiş değil çünkü. Bir türlü inanamıyorum. Bu olanlar bitenler bana hiç gerçekçi gelmiyor. Hem neden bu soruyu sana daha önce soran gazeteci kıza, #Arzu’nun sevgilin olmadığını söyledin? O halde, Arzu ile bu samimiyetin neden? Kaldı ki Arzu’nun öldürüldüğü gece, sen de onların evindeki davetteydin. Hani sen, evinin temizlik işlerini yapan Hatice ve İngilizce dersi verdiğin geri zekâlı oğlu Muharrem dışında köy halkını pek tanımazdın. Peki, Arzu’nun eşi #ressamAli’nin sevgilisi ve bebekleri Emir’in mürebbiyesi olan #Svetlana’yı nasıl tanıyorsun? Biraz önce okudum Svetlana’yı maktul-şüpheli olarak, jandarma gözaltına almış. Ama hayır, ben cinayeti Svetlana’nın işlediğini düşünmüyorum. Senin de aynı görüşte olduğunu biliyorum. Bir kere bu kadın Arzu’nun kocası Ali’ye deli gibi âşık. Ayrıca bebekleri Emir’i de kendi çocuğu kadar çok seviyor. Dolayısıyla katil bir başkası. Oldu ya, Arzu’yu çok kıskandı da cinayeti işledi desem bu da pek mümkün görünmüyor. Çünkü bir kadın ne kadar kıskanırsa kıskansın sevdiği bir adamın karısına asla zarar vermez. Eğer zarar verirse bundan sevdiği adamın ve bebeğinin de zarar göreceğini bilir. Arzu’nun ölmeden önce boynunda bulunan altın kolyenin senin köpeğin Kerberos’un kulübesinde bulunmuş olması ise katilin sen olabileceğini düşündürüyor. Ancak, o zaman intihar ederek, bu suçtan kurtulabilmek mümkünken, sen bunu yapmıyorsun ve intihar etmeden az önce savcılığa hitaben yazıp bıraktığın mektupta katilin #Muharrem olduğunu açıklıyorsun. Evet, yukarıda da söyledim. İlginç bir kişi olduğun kesin. Ancak romanın sonunda sana biçilen hayat da pek o kadar sağlam yazılmamış. Açıkçası bu elbise sana dar gelmişe benziyor. Üstünde eğreti duruyor gibi… Ayrıca, insan bir okuyucu olarak, daha farklı ve bir o kadar da mutlu olabileceğin bir “son” görmek istiyor. Bu yok romanda. Emekli bir mühendisin bir cinayet için sorgulanması ve #gazeteci genç bir kızın bu olayda adı geçen Arzu’nun öldürülmesi ile ilgili mühendisle yaptığı konuşma ve mühendisin verdiği yanıtlar, birlikte geçirdikleri zaman içinde mühendisin ne kadar kendisi kabul etmese de ve şiddetle karşı çıksa da genç kıza olan ilgisinin kara bir sevdaya dönüşebilecek kadar büyük boyutlara ulaşması anlaşılabilir ve açıklanabilir gibi değil. Gerçekten anlamıyorum, inandırıcılıktan bir hayli uzak sanki bu okuduklarım. Ya da hepsi öyle gerçek ve öyle bir düzen içinde kurgulanmış ki okuyucunun ikna olmasa da inanası geliyor. Ya da ben çok gerçekçi biriyim. Aklım almıyor bütün bu olanları, bitenleri. Sonra arkadaşım, sen neden intihar ediyorsun ki? Bunun bir nedeni olmalı. Kaldı ki katilin kim olduğunu bildiğin halde. Sen katil değilsin ki. Seni intihara sürükleyen bir şeyler olmalı. Bir nedeni olmalı, bu intiharın. Savcılıktaki ifadende katilin adını verebilirdin ama vermedin ve karasevdaya tutulduğun (ya da ben öyle düşünüyorum) bu gazeteci genç kızla mutlu bir hayat kurabilirdin. Ya da bir umut ışığı olabilirdi bir araya gelmeniz için. Sen intihar etmekle bu umut ışığını da doğmadan söndürmüş oldun. En ilginç olanı da kendini yıllar önce ölmüş olan ağabeyin Ahmet’in yerine koyman. Bunca zaman Ahmet’in kimliği ile yaşaman. Bu nasıl bir duygu? Henüz çocuk yaştayken bir trafik kazasında yitirdiğin ikiz kardeşini daha tanıyamamışken bile, nasıl oluyor da onun gibi davranabiliyorsun? Sen, çevrendeki insanların sana dokunmalarını istemiyorsun, tamam, anladık. Sen de kimseye dokunamıyorsun. Bu da başka bir hastalık. Buna da evet. Geçmişte yaşadığın travmaların kötü bir sonucu olsa gerek tüm bu davranışların. Şöyle bir şey var, tıpta “#BluntedAffect” diye yorumlanan bir beyin anomali hastalığı… Bu hastalığın her insan gibi sende de bulunan aşk, nefret, kıskançlık, öfke ve pişmanlık gibi duygulardan senin yoksun kalmana neden olduğudur. Gelelim şimdi ikiz kardeşin Mehmet’e… Mehmet böyle biri miydi ki? Çok önceden ölmüş birinin -sanki o birini ikiz kardeşin bile olsa, çok iyi tanıyormuşsun gibi- yerine geçmen ve onun gibi davranman, romanın içinde roman düpedüz. O nedenledir ki bu romanın post-modern olması için bütün argümanlar hazır. Hiç şaşırmadım doğrusu. Burada duralım. Ya Mehmet’in sevdiği kadın #Olga’ya olan aşkına ne demeli? Sanki bu aşkı Mehmet değil de sen yaşıyorsun ya da yaşamışsın gibi, çünkü olayları evine gelen gazeteci kıza öyle bir anlatıyorsun ki, okurken, hayretler içinde kalıyorum. İster istemez aklını kurcalıyor insanın. Kuşkusuz ben de “Ya bu Ahmet mi acaba Olga’yı böylesine deli gibi seven” diye düşünmeden edemedim. Hem nasıl Mehmet iken Ahmet olabiliyorsun? Neden yaptın bunu sonra? Seni Ahmet olmaya ne zorladı? Neden kendi kimliğini gizledin? Neden kendi gerçek benliğine yabancılaştın? Bu soruya nasıl bir yanıt verilebilir, bilmiyorum. Sorun, insanlara dokunamıyor olman mı? Ya da insanların sana dokunmalarına izin vermiyor olman mı? Hâl böyleyken, insanların yerine bir makineye sarıldığını ve bu makineden kendine bir “sevgili” yarattığını yazan yazar, bunu yaparken senin psikolojik sorunları olan şizofreni hastalığına yakalanmış bir insan olduğunu söylemek istiyor açıkçası… Bunu kabul edemem. Ben böyle biri olduğuna inanmak istemedim önce; ama sonra baktım ki kendi mühendislik becerilerini kullanarak imal ettiğin anlaşılan ve adına kucaklama makinesi denilen bu tıbbi icada olan aşırı düşkünlüğün benim de senin hakkında böyle düşünmemi sağladı ne yazık ki. Kusura bakma arkadaşım. Savcı, öldürülen Arzu’nun cinayetini sana yıkmak için çok uğraşmış anlaşılan, ancak kitabın ilerleyen bölümlerinde bir şekilde Muharrem’in katil olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz ansızın. Şöyle olsa, belki daha gerçekçi olurdu roman. Kuşkusuz, katil sen olsaydın… Savcılıktaki sorgunda tüm becerilerini kullanıp, her ne kadar soğukkanlı bir tutum takınsan da savcının sorularına verdiğin yanıtlar, pek ikna edici gelmiyor ki savcı, senin delilleri karartma ve kaçma şüphene karşı gözaltına alınarak, tutuklanman talebiyle mahkemeye sevkine karar veriyor. Gerçi bir süre daha bekletildikten sonra, nöbetçi mahkeme tarafından serbest bırakılıyorsun. Hâkimler, senin bir katil olabileceğine pek ihtimal vermiyorlar nedense… Ya da yazar, böyle olmasını istiyor ve bu şekilde yazıyor. Ama ben kararlıyım. Bu romanı, bir başka şekilde yazmak istiyorum. Nasıl yazabilirim? Bir düşünelim bakalım. Aslında bu gazeteci kızla karşılıklı bir aşk ilişkiniz olabilirdi. Olmaz mıydı? Yok yok, olabilirdi. Konuştuğunuz onca bölüm içinde onunla onca sevişmek için yeterli enstrüman varken, bunu yapamamak ve ister istemez makineye sarılmak pek anlaşılır bir şey değil. Makine sapığı mısın sen? Kendine gel hele! Bu nedenle düşündüm de bu romanı ben yazsaydım eğer, sana daha iyi bir son hazırlardım. Ne bileyim. Belki seni öldürmezdim. Belki gazeteci kız ile birlikte ikinizi öldürürdüm. Belki gerçekte bu kız Olga’ydı. Sen bizlere onu gazeteci, genç bir kız olarak anlatıyordun. Düşünsene birlikte karasevdaya tutulup kavuşamıyorsunuz ve birbirinizin ellerini birbirine bağlayıp, Podima’nın serin ve dalgalı sularına atlayarak birlikte intihar ediyorsunuz. Üzücü bir son, fakat başka da yapacak bir şey yok. Nice sonu böyle talihsiz biten romanlar okudum. Belki de senin gazeteci kızla mutlu bir hayat yaşamanı kurgulardım. Bu da olabilirdi. Düşün ki sen emekli olmuş bir mühendissin ve ekonomik bir sorunun yok. Kendi yağınla kavrulup gidiyorsun. Podima gibi Karadeniz’in çok şirin bir köyünde yaşıyorsun. İnsanlardan kaçmak yerine, insanlarla iyi ilişkiler kurabilirsin. Herkese yardım elini uzatan bir yardımsever olabilirsin. Tamam, emekli maaşın sana ancak yetiyor ama her şey de para değil üstelik. Örneğin, günün bir bölümünde balığa çıkabilirsin ve tuttuğun balıkların fazlasını orada bulunan yoksul halka dağıtabilirsin. Diğer bölümünde ise köyün bağlı olduğu ilçe belediyesi için teknik işlerle uğraşabilirsin. Köprü, yol, içme suyu, kanalizasyon ve benzeri pek çok iş için belediyeye katkı verebilirsin. Bu gibi ilçelerdeki belediyelerin teknik kadroları yetersiz oluyor. Senin kadar deneyimli bir mühendis bilgilerini ve becerilerini Podima’nın, ilçenin ve buradaki insanların hizmeti için kullanmalı. Ben böyle bilirim, böyle söylerim. Ayrıca, gazeteci genç kız için de başka bir hayat kurgulayabilirdim. Örneğin, eşi iyi bir insan değil. Baskıcı, kıskanç ve kötü bir insan. Kız onu sevmiyor. Bir gün çocuğunu da alarak çarpıp kapıyı çıkıyor. Ve geliyor İstanbul’dan uzakta Podima adlı bu şirin köye. Amacı herkeslerden kaçıp kurtulmak. Kimseyi görmek istemiyor çünkü. Yorulmuş artık. Yeni bir hayat kuracağına olan inancını da yitirmiş bir halde… Tam o sıra, seninle tanışıyor. İkinizin arasında bir yakınlık başlıyor. İkiniz de okumaktan ve yazıp çizmekten çok hoşlanıyorsunuz. Bu yakınlık gün geçtikçe kaçınılmaz olarak bir aşka dönüşüyor. Bir gün bir karar veriyor ve bu kararını çocuğuyla ve seninle paylaşıyor: “Bundan sonra ki hayatımı çocuğumla ve seninle birlikte yaşamak istiyorum.” Ancak, ayrıldığı eşi, peşini bırakmıyor bir türlü, adam bela bir tip, arıyor, soruyor, araştırıyor, soruşturuyor ve sonunda izini bulmakta gecikmiyor kızın. Öncelikle, “yavrumu çok özledim, onu benden kaçıramazsın, o benim de çocuğum” gibisinden beylik sözlerle kızın kafasını karıştırmak, aklını çelmek için bin bir çeşit yalan söylüyor. Kızın, bu arada, eski eşinin tacizlerine ve şiddetlerine maruz kalmakta olduğundan bir çıkış yolu bulması gerekiyor. Ne yapsındı ve nasıl kurtulsundu bu adamdan? Çözüm, sende işte Ahmet… Ya da Mehmet… Birlikte bir karar vermeniz ve romanın bu “son” bölümünü yeniden yazmanız gerekiyor. Şimdilik hoşça kalınız. Görüşürüz.

    KAYNAK:
    Zülfü Livaneli, Kardeşimin Hikâyesi, Doğan Kitap, İstanbul, Nisan 2013

    #Necipbeybriyantini #mühendisromankahramanı #mortavşanlar #intikamodası #kıskançlıkodası #aşkodası #cinsellikodası #savaşodası #intiharodası #cinayetodası #katilkim

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
KARDEŞİMİN HİKÂYESİ YA DA SESSİZ KORTEJ* Makale Y…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi