Zahid ile Gune, Mahirbiy: Sürgünde Yaşayan Bir Ulusun Romanı

  • Zahid ile Gune, Mahirbiy: Sürgünde Yaşayan Bir Ulusun Romanı

    Posted by romankahramanlari on 11 Temmuz 2024 at 13:17

    Sürgünde Yaşayan Bir Ulusun Romanı*

    Makale Yazarı: Hüsniye Özgündüz

    *Bu makale Roman kahramanları dergisi 8. sayısında  (Ekim/Aralık 2011) yayımlanmıştır.

    Tanrının Çorbasını içmiştik, romanını kahramanları Çerkez olan romanlardan ayıran en önemli şey, onun bir Çerkez kahramanın, bir grup Çerkez’in hikâyesini anlatmaktan öte, sürgünde yaşayan bir milletin fotoğrafını çekmesidir.

    Recep Genel, romanda ustaca bir kurguyla bir araya getirdiği irili ufaklı öyküler aracılığıyla aydınından esnafına, işsizinden imamına kadar yaşamın her alanındaki Çerkezleri sürgün bir ulusun parçaları olarak bir araya getiriyor. Birbirinden farklı tüm o kişilikleri bu ortak tema üzerinde ustalıkla birleştiriyor. Hatta Çerkezlerin hikâyesini anlatırken de tarihsel gerçeğin zemininden ayrılmadan masalla gerçek arasında geziniyor. Yeri gelmişken, Uzunyayla’nın kendine özgü coğrafyasını da destansı bir üslupla arka fonda sürekli okura paylaşmayı da ihmal etmiyor.

    Roman, at sırtında dörtnala yol alan binicilerle açılıp bir öyküden bir diğerine hızla akarken, yer zaman ve mekân arasındaki ilişkiyi bir kenara koyarak usta bir kurgu ile bazen Hititlere kadar uzanıp “Çerkezlerin en eski yurtlarından biri Anadolu’ydu” derken, diğer taraftan sıkça 1970’lere kadar giderek geniş bir zaman dilimi içinde hikâyeleri birleştiriyor.

    Romanın bugüne kadar pek öne çıkmayan en önemli kahramanları ise Gune ile Zehid olsa gerek. Zira yazar, onların aşkını “Aslı ile Şirin”, “Leyla ile Mecnun” destansı bir aşk gibi resmederken roman boyunca tüm hikâyeyi onların aşk öyküsü ile harmanlayarak sunuyor.

    #Zehid ile #Gune romandaki diğer kahramanlardan ayrı olarak kendi aşklarının derdine düşmüş gibi görünse de yazar Recep Genel, onların aşkını bir ulusun her şeye karşın yaşama iradesi gibi resmetmekten geri durmuyor.

    Zehid’in Gune’yi kaçırdığı bölümde gece karanlığında Kayseri’den #Uzunyayla’ya doğru at sürdükleri bölümde şu cümleler ise zihinlere çakılı kalıyor:

    “Ortalık ağarmak üzereyken, karanlık bir denizin kıyıları döven ak köpükleri gibi, dalga dalga Hınzır’a doğru akan bulutları izleyerek, Panlı’nın, Akören’in içinden geçip Aygörmez’e ulaştılar.

    Atların toynakları Hatukuay çayırlıklarına değdiğinde, başarmanın sevinci, çocuksu mutluluğu atlıların yüzüne yerleşti. Yorgun atlarını dinlendirmek için yularlarını gevşetip başlarını Kayseri’ye doğru çevirdiler. Aldıkları onca yolu, kazandıkları zaferi görmek istercesine gülümseyerek bakıyorlardı. Çörmüşek Boğazı’na girmişlerdi.


    Yanından geçtikleri derenin üzerinde, dereyle koşut, küçücük bir bulutçuk asılıydı; neredeyse sabah olacaktı, atlar havanın soğuğuna karşın terliydi.

    Gece boyunca hiç mola vermeden, arkalarına bakarak at sürmüş, Gune’nin ailesinin onların ardına düşmesi ya da jandarma ile karşılaşma kaygısıyla yol almışlardı.

    Oysa şimdi Aygörmez’in kıyısındaki küçücük çayırlıkta, çiy tanelerinin ıslaklığı atların toynaklarında, ağır ağır ilerliyorlar, bundan sonrasını düşünmeye ihtiyaçları varmış gibi davranıyorlardı.

    Gune’nin heyecanı hepsininkinden farklıydı. Yeşil gözlerini ufka dikmiş, orada bir yere bakar gibiydi. Bir gecede, bir hayattan bir diğerine dörtnala at sürmüştü.” (s.159)

    Kuşkusuz bir ulusu resmediyorsanız, onlarca karakteri iç içe geçirmeli o ulusun sağlam bir portresini ortaya çıkarmalısınız. Recep Genel’in “Doğduğum topraklara vefa” olarak adlandırdığı roman onca kahramanın hikâyesini usta işi bir kurguyla iç içe geçirerek zor olanı başarıyor, heyecanla okunan bir roman ortaya çıkarıyor.

    Romanın en önemli karakteri olan Mahirbiy aynı zamanda Recep Genel’in dedesinin öz yaşam öyküsünden hareketle kurgulanmış. Mahirbiy, gerek Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşadıkları, gerekse Uzunyayla’daki hayatı ile Çerkezlerin anavatanlarından sürüldükten sonra yaşadıkları tarihsel acıları kendi bünyesinde birleştirdiği gibi, romanda sık sık Çerkez ulusunun sağduyusunu temsil eden bir kişilik olarak ortaya çıkıyor. Sanki onun savaş yıllarında yaşadığı acılar Çerkezlerin ortak acısı olduğu gibi onun “Kaç vatan için öldükten sonra, vatansız olmaktan çıkacağız” (s.219) sorusu da ortak bir sorudur.

    Yazar, Mahirbiy’in hayat hikâyesini anlatırken şöyle diyor: “Kitabın önemli kahramanlarından Mahirbiy’i yazmak da kolay olmadı. Onun hakkında benim de ailemin de bildikleri klişelerden ibaretti. Birinci Dünya Savaşı’nda askere alınmış, önce Yemen ardından Amman’da savaşmıştı. Sonra kentin İngilizlerin eline geçtiği gece Amman Çerkezleri dedemi kurtarmıştı. Dedem o andan sonra 15 yıl Amman’da yaşamış, evlenmiş üç çocuk yapmıştı. 1930’larda ise ailesini bırakıp Türkiye’ye dönmüştü. Nitekim ‘80li yıllarda benim öz yeğenim Ankara Ürdün Konsolosluğu’na atandı. Yıllarca Ürdün Konsolosluğunda memur olarak çalıştı. Emekli olduktan sonra Suriye’ye yerleşti. Karısı Suriyeli bir Çerkez’di. Yani ailemin trajedisini anlatmak bir bakıma Çerkez halkının trajedisini de anlatmak anlamına gelecekti.”

    (12 Kasım 2009’da Hürriyet ve Referans gazetelerinde yayımlanan söyleşi)

    Dikkat edilirse bu hikâye aynı zamanda Çerkezlerin yaşadığı büyük trajedinin küçük ölçekli bir tarifi ya da kişisel bir hikâyede vücut bulmasından başka bir şey değil. Yazar, aslında dedesinin otobiyografik hikâyesini anlatmaktan çok bir ulusun yaşadığı ortak acıların simgesi olarak Mahirbiy karakterini yaratmayı tercih etmiş.

    AZINLIK POLİTİKALARI DA ELEŞTİRİLİYOR

    Recep Genel, Çerkezleri resmederken dönemin Türkiye’sinin iyi bir portresini çıkartmaya da önem veriyor. Çerkezlerin Türkiye’deki yaşamlarının, çektikleri acıların doğru bir zeminde değerlendirilmesini sağlamak için ülkede uygulanan asimilasyon politikalarını da sert bir dille eleştirmekten geri durmuyor.

    Romanda Çerkezler arasında büyüyen Ermeni asıllı Ahmet şahsında Tehcir’e uğrayan Ermenileri, Kriyaki’nin istanbullu ile ilişkisini anlatırken, mübadelede Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakılan Rumları, Dersim olaylarından sonra Kürtlerin yaşadığı acıları da Çerkezlerin acılarıyla yan yana koyuyor. Recep Genel bu yaklaşımını “Anadolu’da yaşayan herkes biraz sürgünde yaşar gibi yaşıyor. Bu tarife ülkeyi ekonomik ya da politik nedenlerle terk eden milyonlarca mülteciyi de eklerseniz hepimizin biraz göçmen ve biraz yurtsuz olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Bu yüzden sık sık geriye dönüp kendi benliğimizi, eksik ve yarım bir taraflarımızı tamamlama ihtiyacı duyuyoruz.” şeklinde tarif ediyor.

    “DI TILEYS”

    Kitabın final bölümünde Mahirbiy’in, Zehid’e “Dı Tileys” (Tıleyiz) , (s. 219) demesi ise aslında aynı yaklaşımın bir sonucu. Yazar, Çerkezlerin anayurtlarından ayrı sürdürdükleri yaşamı “Tıley” olarak adlandırıyor.

    Tıley, eski Çerkez kültürü içinde özel bir yere sahiptir.

    Romanda yer alan Adigece Sözlük’te Tıley için şu sözlere yer veriliyor: “Adigeler, bir daha asla geri dönmemek üzere sefere çıkan savaşçılarını Tıley olarak adlandırırdı. Eski çağlara kadar uzanan bu geleneğe göre, gönüllü savaşçı için yola çıkmadan önce sade bir tören düzenlenirdi. Törende, Tıley’in kız kardeşi, kırmızı kumaşa ilk makas darbesini indirirdi. Kırmızı kumaşa vurulan makas darbesiyle birlikte Tıley’in yaşamla arasındaki bütün bağların kesildiğine inanılırdı. Bu dinsel tören sırasında sadece saldırı silahlarını kuşanan Tıley, çıktığı seferden geri dönmezdi. Zaten Tıley, Adigece Kayba verdiğimiz, anlamına gelir.” (s.227)

    Böylece Recep Genel anayurtları Kafkasya’dan koparılan Çerkezlerin sürgün yaşamlarının bir “Tıley” hikâyesi olduğunun altını çizmek istiyor.

     

    #Sayı8 #tıley #çerkez #çerkezler #hüsniyeözgündüz #mahirbiy #recepgenel #çerkezedebiyatı #tanrınınçorbasınıiçmiştik

    romankahramanlari replied 1 year, 3 months ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: romankahramanlari
Sürgünde Yaşayan Bir Ulusun Romanı* Makale Yazarı…
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now