Roman Kahramanları
YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ: BEN, SEN, O
-
YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ: BEN, SEN, O
YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ:
BEN, SEN, O*Makale Yazarı: İbrahim Dizman
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ocak/Mart 2018) 33. sayıda yayımlanmıştır.
#Devlet kavramı, siyasal literatürde net bir biçimde tanımlanabilir, oluşumu ve işleyişinin sınırları çizilebilir ancak onu sosyolojik olarak tanımlamak neredeyse olanaksızdır. Bırakın dünyayı; örneğin sadece Türkiye’de bile herkesin kendine göre bir devlet kavramı var; ondan beklentiler var, onun beklediği “ödevler” var; bunlara korku, kaygı, çekingenlik duygularını da ekleyin; bitmedi, korku ve çekingenlik “doğal olarak” her türlü alavere dalavereyi de ister istemez aklına getirir insanın. Tarihsel bir boyutu da var bu girift durumun. Bizler için devlet bir yandan sığınılacak (hadi, daha açıkça buna fırsatını bulunca nemalanılacak diyelim) “#baba” iken bir yandan da uzak durulacak, bulaşmamak için elden geldiğine kaçılacak bir ceberrut yaratıktır. Bu ikilem, yaşam boyunca hem davranışlarımızı hem siyasal düşüncelerimizi belirler. Sadece düşünsel açıdan belirlemekle kalmaz, hayatımızı da yönlendirir çoğu kez.
Aziz Nesin’in Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ı da bu iç içe geçmiş düşünce ve davranışların, sosyolojik vakanın çok yalın ve hayatın içinden anlatımıdır. Öylesine açık bir anlatımdır ki, yapıtın oluşumu ve tanınması süreci bile devletin işleyişinin belirlediği insan ilişkilerinin bir yansımasıdır. Başka bir deyişle, yapıtın içeriği, romanın kahramanın yaşadıkları kadar, romanın oluşumu ve serüveni de tam “#AzizNesinlik”tir! Bu serüveni bilmek, romanın kahramanının yaşadıklarıyla yan yana düşünmek, nasıl da şaşırtıcı bir sonuç verir. İşte Türkiye, denir buna!
#AnkaraRadyosu yapımcıları Aziz Nesin’den on iki dizilik #radyooyunu isterler. İsteksizce başlasa da bir rastlantıyla tanıdığı Yaşar adlı Roman çocuktan esinlenerek radyo oyununu yazar. Oyun, radyoda yayımlanınca çok sevilir. Devamını, Meral Çelen’in, Yaşar Yaşamaz’ın dilinden yazdığı yazıdan izleyelim:
Ankara Radyosu’ndan sonra bütün Türkiye radyolarını dolaştı. Artık herkesin dilinde “Yaşar Ne Yaşar, Ne Yaşamaz” vardı. Bu kez tiyatrocular gelip gitmeye, radyo oyununun, #sahneoyunu olarak yazılmasını istemeye başladılar. O da oldu, iki ayrı özel tiyatro oynamaya başladı. Bunlardan biri 1300’den fazla oynadı “Yaşar Ne Yaşar, Ne Yaşamaz”ı… Ama ne yazık ki. Aziz Nesin bunlardan telif hakkının pek çoğunu alamadı… Bundan başka bir de #korsantiyatrolar, Aziz Nesin’den habersiz ve izinsiz Anadolu’yu dolaşarak oynadılar…
“Benim başımdan geçenler, nedense sizleri o kadar ilgilendirdi ki, sonunda #filmciler gelip gitmeye başladı… Aziz Nesin bu kez oturdu, senaryomu yazmaya başladı… Ama filmciden telif hakkını alamayınca, tuttu mahkemeye verdi. Bana sorarsanız Aziz Nesin öyle mahkemeyle falan uğraşamazdı ya, bir vakıf kurduğundan ve #telifhakları artık bu vakfa ait olduğundan, bu bir görevdi.
Ünüm alıp yürüdü. Bir haftalık gazetede çizgi roman olarak yayımlandım. En sonra da televizyon rejisörlerinden #ÇetinÖner, “Yaşar Ne Yaşar, Ne Yaşamaz”ın televizyon oyunu olarak yazılmasını istedi… O zaman Aziz Nesin oturdu, bu kez #televizyonsenaryosu olarak yazdı beni… Bana kalırsa artık öfkelenmeye başladı sanıyorum… Benim başıma gelenlerden daha beteri, Aziz Nesin’in başına geldi galiba… Yıllardır “Yaşar Yaşamaz” üstüne çalışmaktan, başka işe zaman ayıramaz oldu.Şimdi siz, eh artık iş bitti, Aziz Nesin de rahat etti diyorsanız yanılıyorsunuz… Bu kez, okurlar kitapçı kitapçı gezip “Yaşar Ne Yaşar, Ne Yaşamaz”ın romanını aramaya başladılar… Oysa böyle bir roman yoktu. Beş altı kitaba dağılmış öykülerden derlenmiş bir oyundu bu… Aziz Nesin, daha önce yayımlanmış bu öykülerden, bir roman yazmak istemiyordu. Ne var ki okurların isteği, çevrenin baskısı, Aziz Nesin’i aştı… Oturdu, düşündü, baktı ki o derlenmiş öyküler bir araya gelince yeni bir boyut kazanıyor, bu kez “Yaşar Yaşamaz “ı roman olarak yazmaya karar verdi.” (1)
Gerçekten de ünü Aziz Nesin’i aşmıştır Yaşar Yaşamaz’ın; neredeyse bir deyime dönüşmüştür. Devletle işi bir türlü hallolmayan, kayıt ve evrak hataları nedeniyle bin bir çile çekenler için “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” denir. Aziz Nesin’in böyle birkaç karakteri, roman kahramanı daha vardır; tek bir örnek bile yeter aslında: Zübük! Devlet bürokrasisinin ve halkın elbirliğiyle var ettiği Zübük gibi; yine halk ve devlet Yaşar Yaşamaz’ı da yok etmeyi aklına koymuştur.
Yaşar Yaşamaz karakteri, nüfus müdürlüğü kayıtlarındaki hata nedeniyle ölmüş görünen, bürokratik çarklar içinde yok olmaya mahkûm edilen ve nüfus kâğıdı bir türlü çıkarılamayan birinin yaşadıklarından ibarettir. Bir başka türlü “Memleketimden İnsan Manzaraları”dır.
Roman iki ana eksende ve #insanportreleri kanalında akar; biri Yaşar Yaşamaz’ın yaşadıkları çerçevesinde, bürokrasinin, neredeyse bütün devlet birimlerinin eleştirisi; diğeri ise cezaevi koşulları ve o koşullarda biçimlenen insan tiplemeleridir. Roman, teknik olarak kimi kusurlar taşısa da karakterlerin oluşumunda yer yer yalınkat bir sığlık sezilse de yaşanan gerçeklikle uyuşması, romanı da karakterleri de başarılı kılıyor. Bunu belki başka türlü söylemek gerekirse, diyebiliriz ki yazınsal derinlik değil yaşamsal derinliğin romanıdır bu. Gerçekten de #devletintemsilcisi irili ufaklı #memurlar, #bürokratlar, #politikacılar arzıendam eder sayfa sayfa. #Nüfusmemuru ve müdürü “Sen yaşamıyorsun!” diyerek nüfus kâğıdı vermezler, #jandarmakomutanı “Yaşıyorsun işte ulan!” diyerek askere alır; askerde komutanı “Nüfus kağıdın yok, seni nasıl terhis edeyim?” deyip yaşamadığına hükmeder; #okulmüdürü “Yaşıyorsun” deyip okula yazdırmaya çalışır; #mahkeme yaşamadığına hükmedip babasının mirasını vermez; #tahsildar “Yaşıyorsun, çabuk babanın vergilerini öde” der… Bu döngü yaşamı boyunca sürer.
“İlkin, işimi yapacak memuru arayıp bulmak var. Buldum. Sıraya girip beklemek var. Bekledim. Bakalım, sıra gelir mi? Nah, gelir… Paydosa denk getirmeden dilekçeyi vereceksin. Öyle yaptım. Aldı dilekçemi. Şöyle bir baktı, sonra çenesiyle taa ötede, başka masadaki bir memuru gösterdi. Yahu, adamın bir çene işareti yapması için bigün masasının önünde bekleyip durmuşum. Neyse, götürdüm ona. Bu kez bu, okumadı, hatta bakmadı bile, dilekçe kâğıdımın üstüne, elindeki mührü öyle bir çarparak vurdu ki, de ki mühür basmadı da, şamar çarptı; de ki tokat vurdu, de ki yumruk attı. Elindeki o mührü bırakıp bir damga aldı, bu kez damgayı, düşmanının ümüğüne çöker gibi kâğıda bastı. Artık zavallı memur, karısına mı kızmış, çocuklarına mı kızmış, ev sahibine mi, müdürüne mi kızmış, komşusuyla mı kavga etmiş, alacaklısından mı canı yanmış, her ne olmuşsa olmuş, bütün kızgınlığını benim dilekçemden çıkardı. Biriki #mühür, biriki #damga vurdu. Son damgayı kâğıda bastıktan sonra, damgayı kaldırmadı da, bütün ağırlığıyla damganın üstüne öyle bastı ki, bu sırada kalçası sağa sola sallanıyordu. Neyse, uzatmayalım, ben o masadan ötekine, öteki masadan berikine, beriki masadan şu odadakine, şu odadakinden bu odadakine, aylarca koşuştum durdum. O benim zavallı dilekçeme ne damgalar “vurdular, ne mühürler bastılar, ne imzalar attılar, ne tarihler yazdılar, hele hele ne numaralar koydular… Bütün bu imzalara, damgalara, pullara, tarihlere, hele o numaralara benim dilekçem yetmediğinden, üstüne daha ne kâğıtlar eklediler. Benim dilekçem büyüye büyüye oldu bir koca tomar. Allah Allah! Gel de şaşma! Babamın borçlarını ödeyeceğim zaman, şıp diye parayı elimden alıverdiler. O zaman işlem, böyle aylarca değil, günlerce değil, bir saat bile sürmemişti. Sıra alacağımı almaya gelince, git-gel, git-gel, bitmeyen bir sürünceme.” (2)
Yaşar Yaşamaz, saf ve iyiniyetli bir Anadolu genci karakteri olarak belirir romanda. Aziz Nesin, Yaşar Yaşamaz üzerinden, bürokratik devleti temsil eden küçük memura kıyamaz, onları bu hale getiren de yoksullukları ve bin bir türlü dertleridir ona göre. Romanın akışında işi yokuşa süren müdürlere, memurlara kızarız ama bir yandan da acırız:
“Babamın nüfuskâğıdına bakan memur bikaç hımmm daha çektikten sonra, arkasındaki kara perdeyi kaldırdı. O kara perdenin ardında tahta raflarda kalın kalın kara kaplı büyük defterler vardı. Bu zar adam, o kalın defterleri raflardan indirmeye kaldırmaya başladı. Her defter, memurdan daha kalın ve de daha büyük olduğundan, memur defteri omzuna alınca sendeliyor, ha düştü ha düşecek… Derken derken, nasıl oldu bilemedim, memur kendini mi yitirdi nedir, o koca koca kara defterlerle kavga etmeye başladı. Artık kavga mı, güreş mi, belli değil… Zavallı zar adam, defterlerle alt alta üst üste boğuşup duruyor. Her defteri raftan alıp gene yerine koyunca zavallıdan “hıh” diye bir ses çıkıyor ki, duysanız, zavallı son soluğunu veriyor sanırsınız. Yürekler acısı bir görüntü… Memur kan ter içinde kaldı.” (3)
Memleketten insan portreleri
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’da bir insan olarak tasarlanan ve fakat gözlerden ırak tutulan ama aslında romanın bütün sayfaları boyunca varlığını sürdüren temel karakter –kanımca- #KarakaplıNizamiBey’dir… Yaşar, #cezaevikoğuşunda her akşam toplanan dinleyicilere, başında geçenleri anlattıkça onlar “Keşke Karakaplı Nizami Bey’e başvursaydın”, “Tüh, o tereyağından kıl çeker gibi hallederdi” deyip dururlar. Kimdir bu Karakaplı Nizami Bey? Zavallı Yaşar devlet dairelerinde, kışlada, mahkemelerde yaşadığını kanıtlamak için bin bir çile çekerken, nasıl olur da Karakaplı Nizami Bey hemen hallediverir işleri? Nerede bulunur?
“- Bizim koğuşta olacak değil ya hey avanak Yaşar, helbet Beyin koğuşunda. (Zengin mahkûmların yattığı koğuş İ.D.)
– İyi ama ağbicim, anlattığınıza göre, idamlıkları ipten çekip alan, usta avukatlara derslerin en incesini veren, zamanımızın bir Hızır Aleyhisselam’ı olan Sayın Karakaplı Nizami Bey, bunca marifetleri, görülmedik hünerleri varken, nasıl olur da aramıza düşer ve de kendini hapisten kurtaramaz.İdareci, Yaşar Yaşamaz’a, Karakaplı Nizami Beyin, yalnız cezaevinde değil, herzaman, heryerde olduğunu anlattıysa da, Yaşar bundan bir anlam çıkaramadı. Üstelik cezaevinin Beyler Koğuşundaki Karakaplı Nizami Beye acımaya bile başladı. Demek bu adamın iyiliği kendinden başkalarına diye düşündü.
O günden sonra Yaşar, Karakaplı Nizami Beyi tanımak için, Beyler Koğuşundaki hükümlülere yakın oldu. #BeylerKoğuşunda seksenden çok hükümlü zengin vardı. Bunlardan hangisiydi Karakaplı Nizami Bey?” (4)
Yaşar, cezaevinden çıkarken öğrenecektir onun kim olduğunu: iş bitiren, devletin bürokratlarını kafakolla, rüşvetle halleden, her türlü alavere dalavere ile problemleri çözen herkes Karakaplı Nizam Bey’dir. Ne o öyle mahkemelere filan koşmalar; Nizami Bey halleder!
Romanda, #Zübük’te beliren politikacı tipinin bir benzeri de önümüze çıkıyor. Karşılanacak bir partiliyi alkışlama, parti yöneticilerini omza alıp alana taşıma hazırlıkları sırasında alt kademe partililerin ikiyüzlü halleri ve bir süre sonra karşımıza çıkacak olan #SatıBey. Bu aslında Yaşar’ın köylüsü #Satılmış’tır.
Satılmış’ın yerini öğrenince, açlığımı neyi unutup seğirtirken baba dostu ardımdan seslendi: “Aman haaa, dalgınlığa gelip de sakın Satılmış deme şaşkınlıkla, şimdi Satılmış değil, Satı Bey oldu, Satı Beey… Bizim ordan gidenlere yüz vermiyormuş emme, sen başka, seni tanır… Satı Bey diyeceksin, unutma!”
“Satılmış denilen bu sütü bozuktan bizim orda yaka silkmeyen kalmamıştı. Benden bikaç yaş büyüktür ama kavruk kaldığından benden küçük görünürdü. Anası oynak karı olduğundan evini ocağını boşlayıp kaçıp gitmişti. Babası Cırık Hakkı öldüğünde Satılmış küçüktü. Akrabaları da yoksul olduğundan, babam rahmetli Satılmış’ı epiy kolladı. Gelgeldim bu Satılmış bir Allahın belası oğlan, ele avuca sığmaz. Ne kadar muzurluk varsa, hepsi bunda toplanmış. Herkesin dediği şu: “Bu oğlan adam olursa sokaktaki itler de adam olur.” Ama olmuş işte. (…) Ertesi gün sabahtan, ben bunun nutuk çekeceği filan yere vardım. Hani bir büyüğümüzü sırta kaldırışımı anlatmıştım ya, bu bizim Satılmış iti de aynen o büyüğümüz gibi olmuş, tıpkı o büyüğümüz gibi sırtlarda, eller ve başlar üstünde taşınaraktan nutuk çekeceği kürsüye konuldu. Ordan bir nutuk çekti ki ağbiler, dinlenilmeyince nasıl bir nutuk olduğu anlaşılamaz ki… Ben bile, bu Satılmış rezilinin geçmişini bildiğim halde, açlığımı, yorgunluğumu, işsizliğimi, bunca bin derdimi unutup onun nutkuna kapıldım gittim… Ne dediğini anladığımdan değil, bağırıp çağırmasından ve birilerine sövüp saymasından dinleyenin yüreği ağzına geliyor. Nutkunu bitirdi Allaha şükür, birden davullar zurnalar çalmaya, o renkli renkli balonlar patlatılmaya, evlerin üstlerinden renkli kâğıt parçaları atılmaya başlandı. Mehter takımı kılığına girmiş ilkokul çocukları, cüce yeniçeriler gibi zil, davul, def, dümbelek çalarak Satılmış’ın üstüne vardılar.” (5)
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ın ikinci katmanı ise cezaevidir. Bir yandan Yaşar’ın, yaşadığını kanıtlamak için bürokrasi ile mücadelesi anlatılırken, öte yandan, bütün bu yaşadıklarını anlattığı cezaevindeki insanlar da romanda belirir. Birbirini kazıklayanlar, boğaz tokluğuna çalışanlar, esrar çekenler, babacan mahkûmlar, gardiyanlar. Cezaevindeki yaşam ve işleyiş de, romanda ülkenin bütünü gibi, Yaşar Yaşamaz’ı bürokrasinin çarkında ezen devlet gibi çiziliyor. #Gardiyanlar iktidardır. “#Yarımporsiyon” lakaplı gardiyanın, memurlardan, müdürlerden farkı yoktur:
Bu Yarımporsiyon, hükümlülere, “İçeri!” diye bağırırken, görevini yapmaktan çok öte bir mutluluk duyuyordu. Düdük öttürürken yada içeri diye bağırırken, ayaklarının ucunda yükselerek kısa boyunu uzatmaya çalışması, eğri büğrü gövdesini kabartması, şişinmesi, biçimi bozuk kafasını yana eğip de çalkalanması, uzun boylu hükümlülere bile yukarıdan bakmaya çalışması, onu mutlandırıyordu. Onca hükümlüyü, düdük öttürüp, içeri diye bağırıp koğuşlara tıkıyordu; onun için bundan daha büyük nasıl bir mutluluk olabilirdi! (6)
Oynandığı ve okunduğu günden sonra bir edebiyat yapıtının karakteri olmayı aşarak, toplumsal bir figüre dönüşen Yaşar Yaşamaz, bugün de hâlâ devlet dairelerinin koridorlarında koşuyor, tozlu raflardaki defterlerin değilse de bilgisayar belleklerinin içinde varla yok arası yaşamını sürdürüyor; bazen kendini kanıtlamaya çalışıyor, bazen onun yakasına yapışıyorlar…
NOTLAR:
(1) Aziz Nesin, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Nesil Yayınevi, 11. Basım, İstanbul, 2011, s. 11-13
(2) a.gy., s 68-69
(3) a.g.y., s. 32-33
(4) a.g.y, s 280-281
(5) a.g.y., s. 177-178
(6) a.g.y, s 247
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.