YAŞAR KEMAL’İN ROMAN DÜNYASINDA ÇUKUROVALI MECBUR BİR EŞKIYA TİPİ

  • YAŞAR KEMAL’İN ROMAN DÜNYASINDA ÇUKUROVALI MECBUR BİR EŞKIYA TİPİ

    Posted by admin on 12 Temmuz 2024 at 09:58

    YAŞAR KEMAL’İN ROMAN DÜNYASINDA ÇUKUROVALI MECBUR BİR EŞKIYA TİPİ*
    (Sosyal ve Soylu Bir Eşkıya Olarak İnce Memed)

    Makale Yazarı: Aziz Şeker

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Nisan/Haziran 2011, 6. Sayıda yayımlanmıştır. 

    EŞKIYA KAVRAMI İnsanlığın, tarih öncesi devirlerden başlayıp, uygar toplumların oluşumuna kadar geçen süre içerisinde devamlı birlikte yaşamak zorunda kaldığı toplumsal bir olgu vardır: “Eşkıyalık.” #Eşkıya, Arapça “şeka” mastarının öznesi olan “şaki”nin çoğulu olarak Türkçeye, Arapçadan geçmiş bir isimdir. (1) Eşkıya kavramıyla ilgili olarak bazı kaynaklarda haydut ya da gangster nitelemesi de yapılmaktadır.

    Birçok tarih kitabının yanı sıra birçok romanda üzerinde durulan #başkaldırı ve eşkıyalığı, genelde bir “başkaldırı ve protesto olayı”, bir “#direnme ve #muhalefet hareketi” ve bir “toplumsal patlama” olarak özetleyebiliriz. (2) Kuşkusuz 21. yüzyılda yaşıyoruz ve dünyada güçlü olan da eşkıyalık yapabiliyor zayıf olan da! Sorunu kavramak arka planda yer alan diyalektik temellendirmeleri ve gerekçeleri görmekle ilgili. Bu süreci eşitlik ve özgürlük düşü mü besliyor yok etme düşüncesi mi? Bu soruların yanıtını hakkıyla verebilmek önemli olan nokta…

    Özellikle tarihin belirli dönemlerinde sık rastladığımız eşkıyalık, çeşitli sınıflara, zümrelere, ideolojilere ve dünya görüşlerine göre değişik biçimlerde yorumlanan ve değişik anlamlar kazanan bir olgudur. Bu anlamda, bir sınıfın ya da zümrenin şaki, âsi, haydut, yol kesen, kır uğrusu, bozuk kanlı, kanun kaçağı, katil ya da vatan hâini olarak gördüğü ve böyle nitelendirdiği eşkıya; başka bir sınıfa ya da zümreye göre pekâla haklı başkaldırıcı, kurtarıcı, güzel günler habercisi, mehdi olarak görülebilir ve kutsanabilir. (3) #Hobsbawm’a göre ise hukuki açıdan ücretleri dağıtmak üzere götüren mutemedi köşe başında soyanlardan, örgütlü asilere veya gerillalara (ki resmi çevrelerce bu şekilde adlandırılmazlar) kadar, saldıran ve zor kullanarak soygun yapan bir grubun üyesi olan herkes yasalara göre eşkıyadır. (4)

    Kısaca genel olarak eşkıyalık moderniteye ulaşamamış, bir anlamda “pre-modern” ve “pre-kapitalist” toplumların ve devletlerin varoluş serüveninde sürekli yaşamak zorunda kaldıkları sosyal bir realitedir.

    EDEBİYAT VE EŞKIYALIK

    Edebiyata nasıl yansımıştır bu sosyal olgu? Yani #eşkıyalık. Ona bakalım.

    Ne diyordu Dr. Xenia Celnarova: “#İsyancılık, halk edebiyatında #ezilen kitlelerin anti-feodal direniş ruhunun ideolojik ifadesini bulduğu şarkı, efsane ve destanlara malzeme sağlamıştır. Halk şarkılarındaki isyancı tipleri, halkın sahip olmak istediği bu özellikleri taşımış ve halkın kendi yapmak istediği eylemler gerçekleştirilmiştir. (…) İsyancı epiğin birçok ulusun folklor mirasının önemli ve zengin bir parçası olduğu gerçeği, isyancı geleneğinin ulusal bilinçte ne derin izler bıraktığını kanıtlamaktadır. Eşkıyalığın modern edebiyattaki yansıması başlıbaşına bir inceleme konusudur. Eşkıyalık modern edebiyatta daha çok roman, hikâye, tiyatro ve şiire konu olmuş. Bilindiği gibi bu temayı işleyen romanların en ünlüleri #Tolstoy’un #HacıMurat’ı ile Yaşar Kemal’in İnce Memed’idir. #MarioPuzo’nun Sicilya’nın efsanevi eşkıyası #SalvatoreGiuliano‘nun hayatını anlatan romanı Sicilyalı bu geleneğe eklenen önemli halkalardan biridir. (6) Bir roman yazarının romanlarında eşkıyalığı işleyişi çeşitli nedenlerle açıklanabilir. Örneğin toplumsal yaşamda, her kişide, kendi toplumsal durumunun, yaşam tarzının ve yetişmesinin etkisi altında oluşan çevresindeki gerçekliğe ilişkin belirli anlayışlar, kişinin kafasında, yaşamın çeşitli yanlarıyla ilgili belirli tasarımların, belirli siyasal, hukuksal, dinsel (ya da ateist) felsefi, etik ve estetiksel görüşlerin gelişmesine yol açar. Dünyaya ilişkin bütün bu görüşlerin bütünlüğü, ya da daha doğrusu, görüşler sistemi, sanatçının dünya görüşünü oluşturur ve hiç kuşkusuz, bu dünya görüşü, sınışı bir toplumda sınıfsal özellik taşır; çünkü kişinin gerçeklikle ilintisi, önünde sonunda, belirli bir sınıfın çıkarlarını yansıtır. (7) Anadolulu romancı Yaşar Kemal, yaşadığı toplumsal gerçekliğin ürünü olan bir sınıf insanıdır. Kimi romanlarına konu ettiği eşkıyalık sosyal realitesini yaşamının birçok döneminde görerek yaşamıştır. Eşkıya realitesini bir sembol olarak, bir trajedi kahramanı olarak kullanmış ve bu realitenin mitleştirilmesi sürecini işlemiştir. Çünkü yaşadığı ülkede hem eşkıyalar, hem de eşkıya mitleri, yaşamın gözardı edilemeyecek derecede önemli bir parçası olarak görülmekteydi. (8)

    Kendi yaşamından bir örnek vermek gerekirse. Kemal, eşkıyalık ile ilgili olarak yaşamına şöyle bir gönderme yapar: “Benim çocukluğum eşkıyalığın içinde geçti. Dayım en büyük eşkıyalardan biriydi. 1936’lara kadar, 500 dolayında eşkıya vardı o çevrede. Bunlardan biri de, Karamüftüoğlu ailesinden ünlü Remzi Bey’di. Kurtuluş Savaşı’nda #Kadirli‘yi ilk örgütleyenlerden… İlk İnce Memed hikâyesinde #çakırdikeni diye bir diken var. Onu bana #RemziBey anlattı. Remzi Beyle eşkıyalığın felsefesini yaptık. Amcamın oğlu Rıza da eşkıya oldu, dağda vuruldu. İlk romanımın İnce Memed olmasının nedeni bu. Başka türlü de olamazdı zaten. Bu kadar eşkıya tanımıştım, akrabalarımdan eşkıyalar çıkmış, dağlarda 500’den fazla eşkıya var. Ondan sonra da, en büyük eşkıyalardan biriyle yıllarca konuşmuş, tartışmıştım…” (9)

    Yaşar Kemal’in birçok romanında olay akışları içinde geçen eşkıyalık anlatıları İnce Memed ve #ÇakırcalıEfe eserlerinde farklı sosyal konularla örgülenmiş temel temalar olarak işlenmiştir. Yaşar Kemal’in birçok romanında ise eşkıyalığı yan konu olarak görmekte ya da roman olaylarının geçtiği dönemin yaşandığı toplumsal koşullarda, roman örgüsel bir zorunluluk olarak değişik şekillerde işlendiğine tanık olmaktayız.

    ANADOLU EŞKIYALIĞININ NEDENLERİ VE SOSYAL EŞKIYALIK OLGUSUNA BİR BAKIŞ
    “eşkıyanın sonu kurşun…” Çakırcalı Efe

    #Anadolu’da eşkıyalık, Anadolu’nun sosyal tarihinde yer edinmiş bir olgudur. Halk tarafından benimsenen kimi eşkıyalar savaş yıllarına da damgasını vurmuşlardır: Osmanlı döneminde dağda bulunan çok sayıda eşkıya ve efe, Kurtuluş Savaşı anti-emperyalist bir yöneliş aldığında düze inmiş ve bu savaşta doğrudan görev almıştır ya da kullanılmıştır. #Ege’de Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe, Gökçen Efe, Cafer Efe, Gosat Efe; #Toroslar’da Gazik Duran; Antep yöresinde Karayılan; Urfa yöresinde Urfalı Nazif, Kurtuluş Savaşı’nda önemli görevler üstlenen binlerce eşkıyadan sadece bir bölümüdür ve bu “eşkıyalar”dan çoğu savaş sonrasında “kahraman” ilan edilmişlerdir. Demirci Mehmet Efe gibi kimileri de milletvekili seçilmişlerdir. Çerkez Ethem’in Kuva-yi Seyyare’sinin omurgasını da bu tür eşkıyalar oluşturuyordu. (10) Görüldüğü gibi Anadolu tarihinde ulusal kurtuluşa yardım eden eşkıyalar oldukça yaygındır; ulusal kurtuluş hareketinin, öğretmenler veya gazetecilerin dışardan getirdikleri yeni bir oluşum olmaktan çok geleneksel toplumsal örgütlenmelerden veya yabancılara karşı direnişten türediği yerlerde ise daha da yaygındır. Dolayısıyla eşkıyaların, temelde yabancılara karşı olmayan modern toplumsal ve politik devrim hareketlerine entegre olmalarının daha zor olduğu ortaya çıkmaktadır. (11)

    İnce Memed’te geçen Bayramoğlu bu açıklamaya güzel bir örnektir:

    #EşkıyaBayramoğlu onun dostu olurdu. Affa uğrayıp da düze inince ömründe bir kere bile olsun kasabaya uğramamış, Adana’ya gitmemişti, vekiller, paşalar onu çok görmek istedikleri halde, o hiç köyünden çıkmamıştı.

    Osmanlı devrinde on dört yıl dağlarda gezmiş, Maraşı, Adanayı, Antep’i titretmişti. Çok genç, on altı yaşlarında dağa çıkmış, hükümet onun için durmadan aşar çı- karmasına karşın o kabul etmemiş, hiçbir zaman da dağdan inmemişti. Kurtuluş Savaşı gelip çatınca da çetesini toplamış, düşmana karşı Torosların bir kanadını tutmuş savaşa girişmiş, böylelikle de dillere destan olmuştu. Savaş bittikten sonra köyüne çekilmiş, tüfeğini, fişeklerini, altın kabzalı hançerini, dürbününü, değerli tabancasını satmış, bir ev yapıp evlenmiş, bir çift de öküz almış babasından kalan birkaç dönümlük tarlada çiftçiliğe başlamıştı. O gün bugündür de o destanlar kahramanı, türküler yiğidinin adı unutulmuş, imi timi bellisiz olmuştu. Dünyaya onun kadar kurnaz bir eşkıya gelmemiş, tam on dört yıl koca Osmanlı’ya, üstüne gönderilen taburlara, alaylara kafa tutmuş, ne bir kurşun yarası almış, ne burnu kanamıştı. Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz, demişlerdir ya, Bayramoğlu dağda dolaştığı on dört yıl süresince dünyaya hükümdar olmuştu. İnce Memedin hakkından gelse gelse, bu eski kurt gelebilirdi. (12)

    Bu tip eşkıyadan merkezi otorite bazen yararlanma yoluna gider. İnce Memed roman kahramanıyla da bu tip karşı karşıya bırakılır. Bir sonraki ciltte olay akışı sürer:

    #Candarmaların, kuş olsalar da İnce Memed gibi halkın yüreğine derinlemesine yerleşmiş bir kişiyi bulmaları, bulsalar da yakalamaları kolay değildi. Onun için Memed’le başa çıkacak eski eşkıyalar gerekiyordu. Çivi çiviyi sökmeliydi. İlk akla gelen eşkıya, Kurtuluş Savaşı kahramanı Bayramoğlu’ydu. (13)

    Eşkıyalığın ortaya çıkmasını sağlayan birtakım nedenler vardır. Hatta bunlar eşkıyalığı evrenselleştiren özelliklerdir. Yaşar Kemal’in romanlarını göz önüne alarak Anadolu eşkıyalığının nedenlerine baktığımızda İnce Memed serisinin bu açıdan öncelikle üzerinde durulmaya değer bir nehir roman olduğunu görmekteyiz.

    Türkiye’de temel konusu eşkıyalık olan Yaşar Kemal, İnce Memed’deki kahramanlarını Alevi efsaneleriyle yoğrulmuş, halkçı “eşkıya”lar arasında seçmiştir. Ağalık düzenine, dağa çıkmadan, köylüleri bilinçlendirmeye çalışarak kavga veren Taşbaş gibi normal insanlar ise köy cemaatinin kolektif imgeleminde doğa değiştirecek ve “ermiş” statüsüne yükseleceklerdir. Elbette Yaşar Kemal’in romanlarında köylülerin demokratik kavgası eşkıyaların ve ermişlerin tekelinde değildir. Yazar Cumhuriyet yıllarında da devam ettiğini gözlediği eşkıyalığın gerçekçi bir tipolojisini yaptığı gibi, kahramanlarını da her sınıf ve zümreden seçmiştir. Fakat özellikle İnce Memed’in kazandığı büyük başarı dolayısıyla, Yaşar Kemal’de (#halkçı) eşkıyalık teması çeşitli değerlendirmelerin konusu olmuştur. (14) Eleştirel bir açıdan konuya eğilen Bakırcıoğlu’na göre de İnce Memed, bir eşkıya romanıdır. Romanın giriş bölümünde belirtildiğine göre “1925–1933 yılları arasında Toros dağlarında yüzelliden fazla eşkıya dolaşırdı. Hikâyesi edilen İnce Memed bunlardan biridir.” Demek oluyor ki roman, gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Bununla birlikte bu “gerçek oluş”un romana bir şey katmadığı söylenebilir. Anadolu’da Köroğlu’ndan itibaren yüzlerce eşkıya ve efe menkıbesi anlatı- lır. Değişik şekillerde kan dâvası, kız kaçırma, başlık parası gibi sebeplere dayanan sayısız olay her gün günümüzde bile mahkeme zabıtlarına geçiyor. Ama romanın gerek menkıbeden, gerek mahkeme zabıtlarından farklı bir tarafı olması lâzım gelir. İnce Memed’de buna dikkat edilmemiştir. (15)

    Birinci ciltte #Değirmenoluk köyünden kaçan İnce Memed yakın köylerden bir eve konuk olur. Ev, Süleyman’ın evidir. Ona sığınır. Geldiği köyü anlatır. Kaçış gerekçesi İnce Memed’i eşkıyalığa hazırlayan nedenlerdir aynı zamanda:
    “Süleyman emmi,” dedi “dur da sana hepiciğini söyleyim. Benim babam,” dedi, “ölmüş. Biricik anam var. Başka hiç kimsemiz yok. Ben Abdi Ağa’nın çiftini sürerim.”
    Buraya gelince gözleri doldu. Boğazı gıcıklanmaya başladı. Kendisini tuttu. Bıraksa boşanıverecekti.
    “İki yıldır sürerim çifti. Çakırdikeni beni yer. Dalar… Çakırdikeni adamın bacağını köpek gibi kapar. İşte o tarlada çift sürerim. Abdi Ağa beni döve döve her gün öldürür. Dün sabahleyin gene dövdü beni. Her bir yanım döküldü. Ben de kaçtım oradan. O köye gideceğim. Beni orada bulamaz Abdi Ağa. O köyde bir adamın çiftini sürerim. Çobanı olurum. İsterse oğlu da olurum.”
    Oğlu da olurum derken Süleyman’ın gözlerinin içine iyice baktı.
    Memed dolmuştu. Bir kelime daha söylese boşanacaktı. Onun için Süleyman, Abdi Ağa lafını değiştirtti:
    “Bana bak İnce Memed, madem böyle. Sen benim evde kalsana.”
    İnce Memedin yüzü ışıldadı. Bir sevinç dalgası onu tepeden tırnağa ürpertti. (16)

    İnce Memed’in birinci cildinde aynı köyden Mustafa ile Memed bir gün kasabaya gizlice giderlerken yolda karşılaştıkları ihtiyar bir adamın onlara anlattığı Koca Ahmet eşkıyası sosyal eşkıyalık olgusunun dinamiklerini göstermesi açısından ilginçtir:

    #KocaAhmet bu dağlarda bir destandı. Analar, ağlayan çocuklarını, Koca Ahmet geliyor diye avuturlardı. Koca Ahmet bir dehşet olduğu kadar bir sevgiydi de. Koca Ahmet bu iki duyguyu yıllar yılı bu dağlarda yan yana götürebilmişti. Bunun ikisini bir arada götüremezse bir eşkıya, dağlarda bir yıldan fazla yaşayamaz. Eşkıyayı korkuyla sevgi yaşatır. Yalnız sevgi tek başına zayıftır. Yalnız korkuysa kindir.

    On altı koca yılda Koca Ahmet’in burnu kanamadı. Koca Ahmet, on altı yıl süren eşkıyalığında yalnız bir tek kişi öldürmüştü. O da kendisi askerde iken anasına işkence ederek ırzına geçen adamı… Köye geldiğinde bunu duymuş, adamı vurup dağa çıkmıştı. Adam Hüseyin Ağa idi. (17)

    #Hobsbawm’a göre aşırı şiddet ve vahşet, eşkıyalığın genel özellikleriyle ancak belirli noktalarda çakışır. Ama yine de şiddet, toplumsal bir olgu olarak açıklanmayı gerektirecek kadar önemlidir. Olası iki neden kabul edilebilir, ama bunlar da aşırı şiddet olgusunun bütününü açıklamaya yetmez. Birincisi; Türkiyeli yazar Yaşar Kemal’in sözcükleriyle, eşkıyalar sevgi ve korku sayesinde ayakta durabilirler. Yalnızca sevgi tohumları serperlerse bu bir zayıflıktır. Yalnızca korku saçtıklarında ise nefret edebilirler ve hiç kimse onlara yardım etmez. Başka bir deyişle, en iyi eşkıya dahi gerektiğinde ‘korkunç’ olabileceğini göstermelidir. İkincisi; vahşet intikam almanın ayrılmaz bir parçasıdır ve intikam almak en soylu eşkıyalar için dahi tamamıyla meşru bir davranıştır. (18)

    Koca Ahmet aldığı parayı har vurup harman savurmazdı, zaten nereye harcasın? Dağ başı… Gezdiği bölgenin hastalarına ilaç, öküzsüzüne öküz, fıkarasına unluk alırdı. (19)

    Toplumsal eşkıya olarak nitelendirilen tipler kırsal kesimde köylüyü sömürme aygıtından çok köylünün sosyal koruyuculuğu gibi köylü üzerinde adalete dönük imgeler yaratan özelliklere sahiptirler.

    İnce Memed sosyal eşkıya tipine uygun özelliklere sahiptir:

    Dünya sosyal tarihinde gözlemlenebilen; varlıklıdan alıp, yoksula dağıtan ve doğal olarak onlardan yardım gören “sosyal haydut” tipi, Türkiye örneğinde çok açık ve seçiktir. #Çukurova’da İnce Memed, Ege’de “#efe” denen kişi, “efelik” denen kurum, “sosyal haydut” (sosyal eşkıya) tiplemesine uygun düşen “yerel” bir örnektir. (20)

    İnce Memed’i kaldığımız yerden analiz etmeyi sürdürdüğümüzde İnce Memed eşkıyalığının “meşru” gerekçelerini de bir bir görmüş oluyoruz. Memed aynı köyden Hatçe’ye yangılıdır. Köyün ağası Abdi ise Hatçe’yi yeğenine alır. Hatta Memedi çağırarak, “ben adamın ocağına incir dikerim” diyerek tekme tokat döver. Hatçe her şeyi göze alarak Memed’e kaçar. Onunla birlikte olur. Memed’in köydeki anasına Abdi ve yeğeni türlü işkenceler ederler. Abdi Ağa adamları ile iz sürücü Topal Ali, Memed ve Hatçe’nin ardına düşerler. Deneyimli iz sürücü ikisini de kıstırır. Bunun üzerine Memed, Abdi’yi yaralar, yeğenini de öldürür. Böylece İnce Memed eşkıyasının başkaldırı destanı başlar. Memed küçükken Abdi’nin zulmünden kaçarken gizlendiği Süleyman’ın evine gelir. Süleyman onu Durdu’nun çetesine yerleştirir. Süleyman, İnce Memed’e işte bu esnada eşkıyalığın sosyolojini anlatır:

    Memed:
    “Deli Durdu’nun çetesi büyük mü?” diye sordu.
    Süleyman:
    “Ne kadar it varsa buralarda onun başında. İpten kazıktan kurtulmuşun hepsi onun başında. Bak, daha çok gençsin. Ama, pişeceksin. Uzun zaman dağda kalır mısın, kalmaz mısın onun orasını Allah bilir. Dediklerimi iyi dinle. İşine yarar sanırsam. Eşkıyalarla çok düştüm kalktım. Bilirim. Çoğunun akıbetini gördüm. Varır varmaz çeteye öyle hemen herkesle can ciğer olma. Onlar, hemencecik seninle arkadaş olmak isterler, sana karşı hoş, yumuşak görünürler, arkadaş görünürler, seninle çok ilgilenirler, derdi olan derdini açar sana, insanlar böyledir. Sen kendini hiçbir zaman açmayacaksın. Kapıp koyuvermeyeceksin. Tesirin o zaman iyi olur üzerlerinde. Ağırbaşlı davranacaksın. Eşkıyalıkta yanındakilere tesir şarttır. Ha ne diyordum, hemencecik hepsiyle tanışıp, ahbap olayım deme. Bir zayıf damarını keşfederlerse ömrünün sonuna kadar rahat edemezsin. Onların yanlarında on paralık onurun kalmaz. Gün geçtikçe hepsini iyice tanırsın. İnsanları sözleriyle değil, hareketleriyle ölç! Ondan sonra da arkadaş olabileceğin insanı seç. İpin ucunu bir verirsen ellerine yandığın günün resmidir. Hapishaneyle dağın birbirlerinden zerrece farkı yoktur. İki yerde reisler var, geriye kalanlar reislerin kullarıdır. Hem de ne aşağılık kullar… Reisler insan gibi yaşarlar, ötekiler köpek gibi… Sen reis olacaksın. Ama ötekileri köle gibi kullanma. Senin yaşamayın sırrı bu olsun. Varır varmaz şimdi, Deli Durdu sana bir mavzer verir. Öteki silahları, sen gün geçtikçe temin edersin. Ben, şimdi gideyim de Deli Durdu nerelerde geziyor, onu öğreneyim.” (21)

    Roman yazarına göreyse İnce Memed Toroslar’daki yoksul bir dul köylü kadının tek oğlunun etrafında dönüyor. Yoksulluk ve aşk yüzünden bir cinayet işliyor, arkasından hayduta ve dağa çıkmış bir asiler çetesinin neredeyse masalsı şefine dönüşüyor. (22)

    Süleyman aynı zamanda sosyal eşkıyalığın değerlerini İnce Memed’e işler:
    “Bana bak! Oğlum İnce Memed,” dedi. “Suçsuz adamı, az suçu olan adamı, parası için adam öldürürsen iki elim yakanda olsun.”
    Memed, dingin:
    “Bundan sonra insan öldürmeyeceğim.”
    Süleyman, yakasını bırakmadan:
    “Eğer bir Abdi Ağa’ya daha rastlarsan, onu da öldürmezsen gene iki elim yakanda olsun. Yüz tane Abdi Ağa görürsen, yüzünü de öldür…”
    Memed, gülerek:
    “Söz,” dedi. “Yüz tane bulursam, yüzünü de…” (23)
    Durdu’nun birçok davranışını benimsemese de çeteye zorunlu olarak girmiş olur. Durdu’nun eşkıya çetesi sosyal özelliklere sahip değildir. Şu diyalogda bu açıkça görülmektedir:
    Cabbar:
    “Soyduğumuz elbiseleri, bari köylerin fıkaralarına dağıtsaydık. Belki köylülerin elinden kurtulurduk. Kurtulamadığımızın sebebi var, iki gündür. Dışarda hiç yardımcımız yok. Hele köylüler, Aksöğütlüler, ellerine geç sek, bizi havada yerler. Zulüm… Durdu yapmadığını bırakmadı Aksöğütte. Zulüm. Akla hayale gelmez işkenceler, hakaretler…”
    Memed:
    “Bana bak kardaş,” dedi, “İnsanların üstüne çok varmamalı. Öldürmeli, dövmeli, ama üstlerine çok varmamalı. Donsuz, çırılçıplak, köyüne, evine girmesi bir adama ölümden zor gelir. İşte bunu yapmamalı, insanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli. Ben Abdi Ağa’dan biliyorum. Yoksa… Korkmalı insanların bu tarafından. Aşağı görmemeli insanları…” (24)

    Memed, Cabbar ve Recep Çavuş birçok davranışını onaylamadıkları eşkıya Durdu’dan ayrılırlar. Abdi’yi öldürmeye giderlerken konuştukları, eşkıyalıklarının diğer eşkıyalardan sosyal farklılığını ortaya koymaktadır. Adil’in öldürülmesi keyif için değildir, Abdi’nin seçtiği zulmün sonucudur:
    Konuşmadılar. Memed, gene derin bir düşünceye dalmıştı. Diyordu ki, kendi kendine, “Abdi ölümü hak etmiştir.” İneklerini çekip götürüşleri geliyordu gözünün önüne… Çakırdikenlikte, bıçak gibi ayazda, ayaklarını, bacaklarını dikenler yiye yiye çift sürüşü geliyordu. Ayazda, dikenlerin yırttığı yerler ateş düşmüş gibi cayır cayır yanar, adamın yüreğine işler. Zehir gibi acı, kahırlı çocukluğu toptan geliyordu aklına… Abdi ölümü hak etmiştir. Hele varalım köye. (25)

    Abdi kaçmıştır. İnce Memed bu esnada annesi Döne’nin öldüğünü öğrenmiştir. İnce Memed ise arkadaşlarıyla Abdi Ağa’nın izini sürerek Aktozlu köyüne varır. Abdi’nin saklandığı evin önünde dururlar. Abdi telkinle re rağmen teslim olmayınca evi yakarlar. Abdi yaralı olarak kurtulur. Toprak ağası Ali Sefa Beye sığınmayı başarır. Baskın anı şu şekilde ifade edilir:
    Mehmed de konuştu:
    “Ben de İnce Memed’im,” dedi. “Anamın, nişanlımın intikamını almak için geldim,” dedi. “Köylülerimin intikamını almak için. Fakir fukaranın intikamını almak için. Onu çıkarın dışarı. O içerden çıkmadan biz buradan gitmeyeceğiz.” (26)

    Görüldüğü kadarıyla potansiyel eşkıyaların kaynakları hep kolektiftir, yani, diğer toplumsal kategorilerin üyelerinin herhangi birisinden eşkıya olmaya daha fazla aday olan adamların oluşturduğu toplumsal kategoriler… Bu kategori, ezilen köylünün uysal ve edilgen toplumsal rolünü kabul etmeyen inatçı ve baş eğmez bireysel isyancılardan oluşur. Onlar, klasik köylü tabiriyle, kendilerini saydıran adamlardır. Bunlar adaletsiz bir durumla veya eziyetle karşılaştıklarında, kuvvete ya da toplumsal olarak üstün olana boyun eğmez, direnişi ve kanundışılığı seçerler. (27)

    Yazar, İnce Memed’in dağa çıktığı dönemin toplumsal koşulları hakkında da bilgi verir. Bu koşullar İnce Memed’i eşkıyalığa iten psikososyal çelişkileri de barındırır içleminde. İnce Memed yaşamının ona sunduğu koşullar içinde eşkıya olmaya mecburdur. Onda her başkaldırı bir suçsuzluk özlemi, varlığa yönelen bir sesleniş olarak belirir. (28) Onunkisi romantik bir başkaldırı olarak görünse de köken olarak eşitsizliğin toplumsalda yaşayan bireye yansımalarını yaşadığından bir zorunluluğa bağlı başkaldırıdır. Bu kişisel çıkış kırsal toplumda önemi olan eşkıyalık olgusunun sürekliliğini sağlar. Yaşar Kemal İnce Memed’te, hem kendi edebiyatımızda hem başka ülkelerin edebiyatında yer alan soylu eşkıya anlatılarının kalıplarına sadık kalarak kurar olay örgüsünü. El attığı topraksız köylü sorunu kuşkusuz gerçek bir sorundur, ama konuya yaklaşımına ve işleyişine gerçekçi diyemeyiz. İnce Memed gerçek dünyayı değil, insanların özlemlerine karşılık veren, kötülerin cezalandırıldığı, yoksulların bolluğa kavuştuğu ideal bir dünyayı dile getirir. Öyküye şekil veren gerçeklik değil, daha önce yazılmış, sanatsal bir düzenleme sergileyen anlatı formlarıdır. Zaten yazınsal şekil (biçim, form) yaşamda bulunmaz, yazınsal gelenektir onun kaynağı. (29) Topraksız köylünün en yoksul dönemine, İnce Memed’in dağa çıkışı bu zamana, ağaların çıkarları uğruna dağlarda eşkıyaların birbirlerini yedikleri, Çukurova’da, toprağı zorla elinden alınmış köylülerin inim inim inledikleri zamana rastlar. (30) Toprak ağalarının bir sermaye sosyal gücü olarak yeni cumhuriyetin bağrında yeşermeye başladığı bir dönemdir.

    Bayrak’ın Hobsbawm’ın “Sosyal İsyancılar” adlı incelemesinde yer alan sosyal eşkıyalar (sosyal isyancılar) konusundan aktardığı bilgilere bir göz atalım: Devlet otoritesi ve feodal beylere göre suçlu sayılan sosyal eşkıya, gerçekte yasa dışına düşmüş köylüdür. Oysa köylülerin gözünde o, bir kahraman, sınıfının yandaşı, öç alıcı, adaletsizliği düzeltmek için dövüşen biri, belki de onları özgürlüğe kavuşturacak olan bir liderdir. Ona hayran olunur, yardım edilir ve desteklenir, sıradan köylülerle (kanundışı) isyancı ve soyguncu arasındaki ilişki sosyal eşkıyalığa ilginç ve anlamlı bir içerik kazandırır. Aynı ilişki, onları, kır kesiminde görülen adi çapulculardan ayırır. Sosyal eşkıyalık tarihte en yaygın ve en evrensel toplumsal olaylardan biridir. Olayın evrenselliğini tayin eden, o toplumun kültürel yapısı değil, köy topluluklarının değişmez karakteristiğidir. (…) Sosyal eşkıyalık toplumsal olarak kapitalist ve endüstriyel toplum biçimleri ve akrabalık bağlarının çözülerek tarımsal kapitalizme geçiş aşamasında bulunan bütün toplumlarda görülür. Tarihsel gelişmenin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkan modern tarım sistemlerinin hâkim olduğu kapitalist ve sosyalist toplumlarda sosyal eşkıyalık görülmez. (…) Sosyal eşkıyalık, tarım esasına dayanan ve halkın çoğunluğu; toprak ağaları, hukukçular, yöneticiler ve bunlar tarafından sömürülüp baskı gören köylülerle, ırgatların oluşturduğu toplumlarda görülür. Günümüz dünyası sosyal eşkıyalığı ortadan kaldırdı. Fakat ilkel başkaldırışın ve suçun kendine özgü yeni biçimlerini yarattı. (31)

    Ağaların korkulu rüyası olan İnce Memed zamanla halkın sevgisini kazanır. Biliyoruz ki eşkıyalığın sürmesi için gerekli olan unsurlardan birisi de sevgiydi:
    İnce Memed’in adını duymadık, ona sevgi bağlama dık insan kalmamıştı dağ köylüklerinde. O sebepten yerini bilseler bile, kimse haber vermiyordu. Vermezler de. Bu, ta eskiden beri gelenekti. Sevilen eşkıyanın yerini hiç kimse kolay kolay bulamazdı. (32) Halkın sevmediği eşkıya ise barınamazdı. Örneğin İnce’nin ilk girdiği çetenin lideri olan Durdu’yu eşkıyayı sevmeyen halk öldürmüştü.

    Eşkıyanın beslenme kaynağıdır onu seven halk:
    Allah #Çiçeklideresi köyünün yokluğunu vermesin. Besleyip duruyorlar bizi. Memed, Çiçeklideresi’nin hem ağası, hem hakimi, hem hükümeti. Çiçeklidereliler hükümete gitmiyorlar gayri. Her işi Memed görüyor. Memed de bir adil ki… Sen görmeyeli işler böyle işte. (33)
    Öte yandan toplumlar için önemli sosyal ve politik sonuçlar doğuran başkaldırıya, ayaklanmaya yönetimin ve yönetim yandaşlarının bakışı son derece olumsuz ve eşkıyalık gibi küçümseyici tanımlar içinde olmasına karşın, sürece halkın açısından baktığımızda başkaldırıcılar, asiler, eşkıyalar halk için “kahraman”, ulaşılacak güzel günlerin “hazırlayıcısı”, “umudu” ve “desteklenecek” insanlar olarak görülmüş ve destanlaştırılmışlardır. Yönetimin eşkıya olarak nitelendirdiği, aşağıladığı insanlar, pekâlâ halkın umudu, sevgilisi olabilir. Çünkü ezilmiş, yılmış, haksızlıklara uğramış halkın gözünde “erdemli” sosyal haydutlar, ezilmiş, yılmış yığınların sözcülüğünü yapan bir umuttur ve gelecek güzel günlerin hazırlayıcısıdırlar. (34)

    İnce Memed’in ikinci cildinde rahat yüzü görmeyen İnce’nin takibine ağalar ve eski eşkıyalar çıkar:
    Ali Safa Bey, Ali Saim Bey, öteki Çukurova ağaları… Memed uzun bir süre Çukurova ağalarının kendisine niçin düşman olduklarını anlayamamıştı. Abdi Ağa’yı öldürmüştü, Abdi Ağa onların akrabası değildi ki… Memed onlara ne yapmıştı da, salt kendisi için bütün Torosu candarmayla doldurmuşlardı? Daha da bunun sebebini o kadar anlayamıyordu ya doğrusu. Niçin öteki eşkıyalara bu kadar düşman değillerdi? Üstelik de birçok eşkıyayı da koruyorlardı? Ağaları, beyleri anladık, diyelim, köylülere ne oluyordu? (35)

    İnce Memed için Ankara’ya sayısız telgraflar çekilir. Bunu duyan Adana valisi kasabaya gelir. Murtaza Ağa’nın ağzından aniden çıkan cümleler ağalarca da beslenen eşkıyaların varlığını doğrular:
    Bir gün de kasabaya #Vali geldi. Ağaları, beyleri, memurları Hacı Halil Ağa’nın evinde başına toplayıp bir konuşuk yaptı. Ankara’ya çekilen teller üstüne konuştu. Zinhar bir daha böyle işler yapılmamalıydı. Ankara bu tellere çok kızıyordu.
    “Bu kasabayı topa tutarım,” diye bağırdı Vali. “Hepinizi sürgün ederim. Hem de ta Fizana… Şu İnce Memed mi nedir, birisi türemiş. Onu da sizden isterim. Yakalayacaksınız. Ağalar himaye etmezse dağda eşkıya yaşayamaz. Anladınız mı?”
    Gene #MurtazaAğa ayağa kalkıp söze karıştı:
    “Anladık ama, biz himaye etmeden dağda eşkıya yaşıyor. İşte bu İnce Memed’i biz himaye etmiyoruz. Vallahi de billahi de etmiyoruz. Şimdiye kadar biz de öyle bilirdik. Biz himaye etmeden dağda eşkıya yaşamaz sanırdık. Vali Bey, gel gör ki, biz de şaştık, yaşıyor yaşıyor işte. Hem de nasıl! Kasabamızın gül adını beş paralık ederek. Yaşıyor, yaşıyor ki yaşıyor. Hepimizi de öldürecek,” dedi, gene dili diline dolaşıp ter içinde kaldı. (36)

    Anlatılandan yola çıkarak ağa-eşkıya olgusunun değişimi açısından tarihsel bir göndermede bulunacak olursak toplumsal eşkıyalığı tarihsel olarak belirli sosyo-ekonomik koşulların bir çıktısı olarak değerlendirebiliriz: Toplumsal eşkıyalık, coğrafi olarak, Kuzey ve Güney Amerika’da, İslam dünyasında, Güney ve Doğu Asya’da ve hatta Avustralya’da bile görülür. Öyle görünüyor ki, toplumsal eşkıyalık, kabileye ve kanbağına dayalı örgütlenmenin evrimleşmeye başladığı aşamayla modern kapitalist ve endüstriyel toplum arasında bulunan, ama kanbağına dayalı toplumun çözülme ve tarımsal kapitalizme geçiş aşamalarını içeren bütün toplumlarda görülebilmektedir. (37)

    Görülmesinin nedenleri olarak şunlar da sayılabilir: Devletlerin çöküşü, adaletsizlik, özgürlüğün olmaması, uygarlıktan uzak olmak, sosyo-ekonomik yapıdaki çöküntüler, yoksulluk, toplumsal katmanlardaki dengesizlikler ve zulüm gibi. (38)

    Bu bağlamda bir yandan halk içinde İnce Memed’le ilgili mitsel söylentiler alır başını gider:

    Diyormuş ki, “Benim canım sağ oldukça şu fakir fıkarayı, tüyü bitmemiş yetimleri şu hükümete, kan içici ağalara beylere yoldurmayacağım, icabederse de onların hepsini ortadan kaldıracağım. Ağalara son!”

    Ağalar, beyler korkmaya başladılar. Şu yoksul köylüler, bu canavarlar sürüsü zaten bir kıvılcım bekliyordu. Ağaların beylerin ta derinlerdeki, açığa vuramadıkları ezeli korkularıydı bu. (39)

    Eşkıyalığın tarihinde sosyal eşkıyalık gerçekliğiyle sık karşılaşırız. Sosyal eşkıyalık, tarihte bilinen en evrensel ve tekbiçimli toplumsal olgulardan biridir. Toplumsal eşkıyalar, lord ve devlet tarafından suçlu sayılan ama köylü toplumu içerisinde varlığını sürdüren ve köylüler tarafından kahraman, yenilmez, intikam alan, adalet için dövüşen, belki de özgürlüğün lideri olarak görülen ve her durumda saygı duyulan, yardım edilen ve desteklenen kanun kaçağı köylüler olarak nitelendirilmektedir. (40)
    İnce Memed, Abdi’den sonra Değirmenoluğa ağa olan Abdi’nin zalim kardeşi Hamza’yı da öldürür. Diğer yandan ise ağalar Çukurova’nın bereketli topraklarını köylülerin elinden kapma yarışındadırlar. Örneğin İnce Memed’in çetesine katılmaya karar veren Çerkez İdris Beyin topraklarını türlü dalaverelerle Arif Saim Bey almıştır. İdris Bey’i eşkıya olmaya zorlayan bu süreç ne yazık ki, Arif Saim Bey’e konuşmaya gelen İdris Beyin arkadan kurşunlanmasıyla sonlanır

    İnce Memed üçüncü ciltte Memed’in namı bütün Anadolu’ya yayılmaya başlamıştır. Murtaza Ağa eski eşkıyalardan Bayramoğlu’ndan yardım istemeye geldiğinde Bayramoğlu’nun İnce Memed için söylediklerini Yaşar Kemal kimi söyleşilerinde İnce Memed mecbur bir insandır diyerek dile getirmiştir:
    “Böyle adamlar vardır, onlar mecburdurlar.”
    “Sen?”
    “Ben onlardan değildim.”
    “Onlar…?”
    “Onların içinde ayrı, bambaşka bir ateş yanar. Mecbur ateşidir o, İnce Memed dağa çıkmaya, Abdi Ağa’yı, Ali Safa’yı öldürmeye mecburdu. Sonuna kadar gidecektir. Bari acele etmese…” (41)

    İnce Memed romanının temelinde geleneksel sözlü edebiyatın anlatısı vardır. İnce Memed’in dört cildi de, Çukurova betimlemesi ile başlar, belirli bir biçim içinde sürer. O biçim içindeki öz, mecbur insandır. Kavga etmeye, başkaldırmaya mecbur insan. O mecbur insanlar kuruyor dünyayı. Mecbur insanlar ve yüreklerindeki kurt. Mecbur insan, bizden önce de vardı, sonrada var olacak. İnce Memed, tüm tarih boyunca, Anadolu tarihi boyunca, başkaldıran insanın destanıdır. (42)

    ‘Erdemli sosyal eşkıyaya’ ya da ‘soylu soyguncuya’ atfedilen çeşitli niteliklerden söz edilir. Soylu eşkıyanın rolü, yiğit olanın, yanlışları düzeltenin, toplumsal eşitliği ve adaleti getirenin rolü ile aynıdır. Köylülerle ilişkisi tam bir dayanışma ve özdeşleşme üzerine kuruludur. İmge her ikisini de yansıtır, bu dokuz noktada özetlenebilir:

    Birincisi, soylu soyguncu kanun kaçaklığı yaşantısına, bir suç işleyerek değil ama bir adaletsizliğin kurbanı olarak ya da halkın göreneklerine göre bir suç oluşturmayan, ama otoritelerin suç kabul ettiği bir eylemde bulunmaktan dolayı zulüm görmekle başlar.
    İkincisi, o, yanlışları düzeltir!
    Üçüncüsü, o “zenginden, yoksula vermek için alır.”
    Dördüncüsü, o “yalnızca kendini savunmak veya intikam almak için adam öldürür.”
    Beşincisi, eğer ömrü vefa ederse halkına şerefli bir vatandaş olarak geri döner. Aslında, topluluğunu hiçbir zaman fiilen terk etmez.
    Altıncısı, halkı ona hayranlık duyar, yardım eder ve onu destekler.
    Yedincisi, o da herkes gibi bir gün ölür, ama topluluğun hiçbir namuslu üyesi ona karşı otoritelerle işbirliğine giremeyeceğine göre ölümü ihanet yüzündendir.
    Sekizincisi, o -en azından teoride- görünmez ve “efsunludur.”
    Dokuzuncusu, adaletin kaynağı olan kralın veya imparatorun değil, ama yalnızca yerel ‘gentry’nin, rahiplerin veya diğer zalimlerin (Anadolu’daki biçimiyle ağaların, haksız servet edinenlerin) düşmanıdır. (43)

    Bu özelliklerinden dolayıdır ki Hobsbawn, “sosyal eşkiyalar, halkları için Napolyon ya da Bismark’tan daha önemliydiler ve haklarında özlem ve gurur dolu türküler yakıldı” diyor. (44)

    İnce Memed dördüncü ciltte, İnce Memed eşkıyalığı bırakıp yerleştiği Akdeniz kasabasında bir çeltik ağası olan Şakir Bey’i öldürüp tekrar dağa çıkar. Gördüğü bir düşte, çetesinde yer alan soylu, sosyal ve inançlı eşkıya Ferhat Hoca’ya söylettikleri aslında yazarın düşünsel imgelemini yansıtmaktadır:
    Ferhat Hoca uzun, uç şerefeli minareye çıkmış ezan okur gibi bütün dünyaya vaaz ediyordu. Yeni, güzel, görkemli, kanatlı düşüncelerini söylüyordu. İnsanlar her şe ye, her şeye başkaldırmalı, diyordu. İnsanlar böyle uyudukça, insanlar böyle zulüm altında inlemeyi kabul ettikçe insanlığın bir sinekten ne farkı olur, insanlar, eğer en küçük bir haksızlığa, bir zulme başkaldırmayı akıl etmezlerse, insanlık bundan böyle daha da beter hale düşecektir. Allah, başkaldır ya kulum, demiş ve insan onun cennetine başkaldırmış. Allah, başkaldır ya kulum, demiş, insanların bir kısmı başkaldırmış, onlar, Allah indinde mutlu kişiler olmuşlar, bir kısmı, yani çoğunluğu Allah’ın emrine uymamış, Allah onlara cehennemini vermiş. İnsan kendine, kendi yüreğine, kendi korkusuna toptan başkaldırmadıkça insan soyu bundan da beter olacak, aşağılanacak, zulüm, korku iliklerine işleyecek, insanlıktan çıkacak, bir solucandan da daha mutsuz olacak. Solucanın gözü yok, kulağı, ağzı, dili yok, insanın var. İnsan soyu başkaldırmayı yemek, içmek, yaşamak, uyumak, çocuk yapmak gibi bir yaşama biçimi yapmazsa bugünden de bin beter olacak, içi boşalacak, duymayı, düşünmeyi, sevmeyi, sevişmeyi, dostluğu, arkadaşlığı, göğün, yerin, kurdun kuşun, akar suyun, tanyerindeki ışığın, yürekteki sıcaklığını unutacak. Allah buyurdu ki, ben sizi yarattım ki başkaldırasınız, siz beni dinlemediniz, önce kendinize, sonra başka insanlara, sonra her şeye, her şeye boyun eğdiniz, ne buldunuz, ne öğrendinizse, ne yarattınızsa hepsi boyun eğme üstüne oldu. Ve boyun eğdiniz, ve boyun eğdiniz, ve boyun eğdiniz, boyun eğmeyenleri lanetlediniz, öldürdünüz, kustunuz, ve boyun eğdiniz, boyun eğmeyi, yemek yemek, su içmek, sevişmek gibi bir yaşama biçimi yaptınız. Ve de öldünüz. Ve de solucandan beter oldunuz. Daha da olacaksınız. Hoca coşmuştu, bağırıyordu, güzel sesi dağı taşı eritiyor, insan yüreklerine işliyordu. Hoca, o güzel, ışıklı kara gözleri yaş içinde kalarak, daha vakit varken, daha her şey bitmemişken, eeeeeey, insanoğlu başkaldır, diye bağırıyordu, korkma, içindeki o yüz bin yıllık ağının, korkunun üstüne yürü, ona başkaldır. Önce içindeki, yüreğindeki zinciri kopar, başkaldır. Sonra dünyanın bütün zincirlerini kır, tekmil kötülüklere başkaldır, iyilik getir. Getirdiğin iyilikler de, belki bir gün insanlar için kötülük olur, kendi iyiliğine de başkaldır. Eeeey, insanoğlu, sen solucan, sen karınca, sen böcek değilsin. Allah seni bir tek şey, bir tek, bir tek şey için yarattı, başkaldırman için yarattı. Allah sana büyük bir hazinesini, tek kıymetli varlığını armağan etti, yüreğindeki umudu verdi sana… Baş kaldırman için umuttan daha değerli bir şey, bir silah veremezdi sana. Onun verdiği umutla, sen eğer başkaldırmayı öğrenseydin ölümü bile yenerdin. (45)
    Aynı romanda İnce Memed’in Akdeniz’de yerleştiği kasabada Zeynullah Efendi’nin dükkânında kasaba ileri gelenlerinin tartışmalarında Kemalist öğretmen Zeki Nejad’ın ilettikleri, Anadolu halk ayaklanmalarına gönderme yapmaktadır:
    Zeki Nejad:
    “Evet Beyler, İnce Memed’i halk yüceltti, onu evliya, peygamber seviyesine getirdi. Demek ki buna ihtiyacı var. Demek ki, biz halkın ihtiyacını karşılayamadık. Ona zulmettik. Onu hâlâ insandan saymıyor, onu aşağılıyoruz. O da başkaldıran birisini bulursa kendi adına, kendisinden birisini bulursa onu koruyor, evliya yapıyor, başına da taç ediyor. Adı Memed’se, kendisi de yediden yetmişe adını değiştirip Memed oluyor. Onu yakalamak kolay olmayacak…” (46)

    Halk ayaklanmalarının teorik nedenleri şu şekilde açıklanabilir: Halkın dolaylı ya da doğrudan bir biçimde yönetime katılamadığı sistemlerde, halk egemenlerin istenci çerçevesinde yönetilir. Egemenler mekanizmayı, kendi istençlerine göre işletirler ve halkın refahı yerine, kendi çıkarları doğrultusunda buyurganlıklarını kurarlar. Bu sistemlerde halk, beklentilerine ulaşamaz; elde ettiği kazanımlar ise, egemenlerin ‘lütuf’larıdır. Lütuflarla sürdürülen yönetimlerde adalet ve eşitlik söz konusu değildir. (47)
    Bu ise henüz daha demokratik bir eksene girmemiş yönetim koşulları için söz konusudur. Ve eşkıyalığın temel bulduğu feodal toplumsal yapılar bu tür niteliklere sahiptir. Bu nedenle eşkıyalık, büyük oranda feodalizmin oluşum süreçleriyle bağlantılı olarak da açıklanabilir. (48) Yine feodalizmden bir üst toplumsal evreye geçildiğinde eşkıyalık, ekonomik krizin yaşandığı ve halkın yoksullaştırıldığı dönemlerde yaygınlaşma eğilimi gösterir. Fernand Braudel’in dikkat çektiği gibi 16. yüzyıl sonlarında Akdeniz eşkıyalığındaki çarpıcı artış, bu dönemde köylülerin yaşam koşullarındaki kötüleşmeden ileri gelmekteydi. (49)

    Kimi edebiyat yapıtlarında işlenen köylünün toprağa olan bağlılığı, kendi malını elde etme ve koruma savaşı, açgözlü ağalara, insafsız memurlara karşı bağımsızlık aramak çabası, halk edebiyatının tükenmez esin kaynaklarından birisidir. Eşkıya, halk edebiyatında, adalet arayan, toprağa kavuşmak için savaşan kahramanı temsil eder. Çoğu kere soylu biridir, toprak sahibinin ya da devlet memurunun adaletsizliğine dayanamaz, dağa çı- kıp kendi adalet kavramını uygular, köylüye yardım eder. Eşkıyalığın ana sebebi, devletin bütün ülkede üstünlüğünü, kanunlarını eşit bir şekilde yayamaması, yani eski bir yaşayıştan artakalan derebeyliği bastıramamasıdır. (50)

    Çukurova ağaları İnce Memed’i yakalayamayınca İnce’nin atını ödül karşılığında ele geçirip, (onun gerçek atı değildir) öldürürler. At bölge insanı için bir özgürlük adalet timsalidir. İnce’nin yerleştiği kasabada öğretmen Zeki Nejad türlü zorluklar karşısında evliyalar yaratan Anadolu insanının sosyal karakteri hakkında da ipuçları vermektedir.

    Öyle ki, son ciltte, İnce Memed gizliden yerleştiği kasabada çeltik ağaları tarafından vurulan Kemalist öğretmen Zeki Nejad’ın ölümünden sonra, bir çeltik ağasını öldürüp çetesine geri dönmüştür. Çete Yelpınar köyüne gelir. Köy ileri gelenlerinden birisi olan Cafer Dedeye göre Pir Ocağıdır köy. Çetenin manevi lideri, Ferhat Hoca, çok eskiden bu yana Pir Ocağını, ocağın dedelerini duymuştu, biliyordu. Bunlar, Baba İshak soyundan geliyorlardı. Baba İshak on üçüncü yüzyılda başkaldıran Türkmenlerin, Ağaçerlerinin piriydi. Bu pir ocağının şimdiki Dedesi de Cafer Dede’ydi. İshaklıların soy kütükleri de buradaydı. Ferhat Hoca, Baba İshaklıların maceralarını gençliğinde bir tekkeden ele geçirdiği elyazması bir kitaptan okumuş, ondan sonra da Baba İshak’a, onun piri Baba İlyas’a merak sarmıştı. Bu, Anadolu’nun, bilinen ilk büyük başkaldırısı üstüne ne bulmuşsa okumuştu.

    Baba İshak ayaklanmasında ilk başkaldırma gene bu Toros dağlarında başlamıştı. Ağaçerleri adı verilen ağaç işleme, tahta biçme ırgatları haksızlığa, yoksulluğa, zulme dayanamamışlar, eriş ya Dede Sultan, diyerek, baltaları, nacakları, kargılarıyla dağlardan ovalara günlerce akmışlar, ovalardaki, onlar gibi başkaldırmış Türkmenlerle birleşmişler, köyler, kasabalar, şehirler ele geçirmişler, geçtikleri yerlerde hakka, adalete dayalı yönetimler kurmuşlar, Adıyaman’dan Malatya’ya, Malatya’dan Kayseri’ye, Sivas’a, başkent Konya’ya kadar, bütün Anadolu bozkırlarını buyrukları altına almışlar ve adalet ve müsavat ve hürriyet ve hem de uhuvvet üzre bir dünya kuracaklarına kızıl bayrak ve kızıl taca el basarak ant içmişlerdi.
    Selçuki Sultanlarının onlara karşı gönderdikleri ağır silahlı ordular, bu ant içmiş, eli baltalı, nacaklı, mızraklı, demir dirgenli kalabalık önünde yele karşı konmuş kar örneği erimişlerdi. Anadolu bozkırından şimdiye kadar hiç duyulmamış hürriyet, uhuvvet, müsavat çığlıkları sevinç türkülerine karışmış geliyordu. İnsanoğlu insanoğlu oldu olalı, bu çoluklu çocuklu, kadınlı kızlı, yaşlı genç kalabalığından gelen, dünyayı dalga dalga dolduran sevinç türküleri gibi türküler, sevinç oyunları gibi oyunlar duymamışlar, görmemişlerdi. Bir bozkır dünyası otu ocağı, suyu toprağı, börtü böceğiyle sevince, güzelliğe, yürek sıcaklığına kesmişti. Ve az kalmıştı başkent Konya’yı almalarına. Konya’yı alacak, zulmün sultanını ele geçirecek, bunca kötülüğün, çürümüşlüğün, zulmün hesabını ondan soracaklardı. Ondan ve hem de adamlarından. Ve gene bir şafak vakti başladı savaş. Yediden yetmişe bütün obalar, hastası yatağından kalkarak, yaşlısı değneğine dayanarak, kadını erkeğine yardım ederek savaşa giriştiler. Bu son savaştı. Ya yenecek, ya toptan yok olacaklardı. Ve netsin neylesinler ki, ve bilmiyorlardı ki Selçuklu Sultanı’nın kendi ordusundan da daha ağır silahlı ve atlı ve hem de demir zırhlı ordular kiraladığını komşusu Bizans’tan. Kıyasıya bir savaş oldu. Ve eli baltalılar, en yiğitlerini yitirdiler önce. Dayandılar. Sonra geriye kalan yiğitlerini… Sonra geriye kalanlarını… Baba İshaklılardan hiç kimse, bir yaşlı, bir çocuk bile geriye dönüp kaçmadı. Zulmün kılıcı, tolgası, zırhı altında ezildiler. Kadınlar, genç kızlar çıktılar bu sefer de bu kapkara esen zulmün, ölümün karşısına. Onlar erkeklerinden daha çok dayandılar, dişleri, tırnaklarıyla, içlerinden bir teki bile kalmayıncaya kadar dövüştüler. Birkaç gün önceki bu sevinç türküleri ölüm ağıtları oldu. Ve Selçuklu’nun ve Bizans’ın, Konya ve İstanbul’un gözü dönmüş azgın kanlılarının atlarının ayakları altında ezildi el değmemiş genç kız memeleri, sırma saçları. Baba İshakı da kalede kuşattılar. Koca ordular, atlarının ayakları bileklerine kadar kana batmış zulmün azgın binicileri hep bu küçücük kalenin yöresinde birikiştiler. Saldırdılar küçücük kaleye, bir anda duvarlarını yerle bir ettiler. Baba İshak kır atının üstüne binmiş, yeşil maşlahını örtünmüş, bir top ışık içinde yalp yalp ediyordu. Demir donlular, atları sırma koşumlular yetiştiler, Baba İshak’ın üstüne kılıç, ok, mızrak üşürdüler. Baba İshak’tır, onlara şöyle bir uzaktan baktı, netsek neylesek zait, bir kez yenilmişiz, dedi, arkasından da bütün kalabalığı titreten sesiyle, eriş ya Dede Sultan, diye bağırdı, atını üzengileyerek, kalabalığın üstünden göğe ağdı, bir top ak bulut oldu, bir süre kalabalığın üstünde, eriş ya Dede Sultan, diye dolandı, uzaklaştı gitti.

    O gündür bugündür, işte o ak bulut Anadolu bozkırının üstünde dolanıp durur. Bir günü geldiğinde de…” (51)

    Tüm Osmanlı tarihi boyunca bir olgu, yan yana yaşayan iki farklı gerçeklik biçiminde sürekli gözlenmiştir. Bir tarafta adaletli, kulunun hakkını koruyan, kendi yöneticilerinin haksız ve adaletsiz tavırlarına karşı acımasız, genel kural olarak köylüden yana tavır alan, yani “haksızlıkları soruşturan ve cezalandıran devlet” ama diğer yandan da “rüşvet, yolsuzluk ve adaletsizlik”, yani sürekli bir yönetici ve devlet zulmü. Her ikisi de yan yana yaşadı; birbirlerini besleyen iki kaynak gibi. Böylesine bir oluşum da eşkıyalık hareketlerinin zemini demekti. (52)

    Anadolu coğrafyasında yaşamış insanların tarihine sosyal açıdan bakılırsa; gözümüzün önünde sürekli bir manzara yer alır ki, o da “ayaklanma”, “başkaldırı” ve “direniş”tir. Anadolu tarihinde, 13. yüzyılda #Babaİshak’tan başlayıp, 20. yüzyılda Çakırcalı Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Tekelioğlu, Kamalı, Çamlıcalı, İnce Mehmet ve bunların yanında bugün adları bilinen, bilinmeyen bin, on bin, hatta yüz binlerce kişi neden “başkaldırır” ve kelleyi koltuğu alarak ölümcül bir mücadeleye girişir ve “başverir”? Neden başkaldıranlar anayı-sevgiliyi, çoluğu-çocuğu, eşi-dostu bırakıp çıkarlar dağlara da; Osmanlı sarayına “kümelenmiş”, saraya yandaş olmuş, sarayın ve yandaşların “lütuf” larına “mazhar” olup, “kul” olmuş olanlar çıkmazlar? Neden hep yoksul kişiler yapar bu işi? On binlerce, yüz binlerce kişi, hiçbir güvenceleri yokken ve basit gerekçelerle insan yaşamının sona erdirildiği bir ortamda niçin başkaldırırlar? (53)

    Başkaldırıların nedeni sosyo-ekonomiktir, sınıfsal çelişkilerden kaynaklanmaktadır. İşte tüm bu nedenledir ki, 13. yüzyılda Amasya yöresinde bir Baba İlyas, Baba İshak; 15. yüzyılda Aydın ve başka yörelerde fieyh Bedreddin, Börlükce Mustafa, Torlak Kemal, Teke sancağının Elmalı köyünde bir Karabıykoğlu; 16. yüzyılda ve daha sonraları Şahkulu, Köroğlu, Nurali Halife, İçel köylülerinden Sülün Hoca, Baba Zünnun, Domuzoğlan, Tokat yöresinde Bozoklu Celâl (Celâlilere adını veren başkaldırıcı); Kırşehir yöresinde Kalender Çelebi; Sivas yöresinde Pir Sultan Abdal ve Düzmece Şah İsmail ve Kalenderoğlu Piri Mehmet, Kara Sait, Dağlardelisi, Tanırbilmez, Baldırıkısa, Kâfir Murat, Ağaçtan Piri, Yağmur, Şahverdi, Kekeç Mehmet, Dadaloğlu, Katırcıoğlu, Canbulatoğlu, Kara Haydaroğlu; daha da bireysel başkaldırılarıyla Hekimoğlu, Sepetçioğlu, Kozanoğlu, Elbeylioğlu, İslâmoğlu, Sandıkçıoğlu, Çakırcalı, İnce Memed ve bunların yanında adları bugün bilinen bilinmeyen binler, on binler, yüz binlerce kişi söz konusu toplumsal çelişkiler ve adaletsizlikler sonucu başkaldırmış ve ölümcül bir mücadeleye girmişlerdir. (54)

    Görülüyor ki, Osmanlı topraklarında yaygın bir “halk kahramanları” geleneği vardır. Yüzyıllardır halkın bağrında geniş bir yazılı ve sözlü mitler repertuvarı gelişmiş ve 21. yüzyıla kadar yaşamıştır. Bu edebiyat, özellikle köylülüğün tarıma dayalı büyük devlet tarafından sömürülmesini inceleyen Marksist araştırmacılar toplumsal eşkıyalığı bir köylü isyanı türü olarak ele aldıklarında büyük ilgi görmüştür. Köylülerin sömürüye tepkisi topraklarını terk etmek ve askeri ve adli hükümet görevlilerine saldırarak kanun kaçağı olmak şeklinde olmuştur. (55)

    Halk ekseninden eşkıyalığa eğildiğimizde eşkıyalığın halk anlatılarında önemli bir yer işgal etmesinin yanı sıra eşkıyalığın halkta bir imgelem yarattığını görmekteyiz. Eşkıyalıkla ilgili gerçekler söz konusu olduğunda bazen halkın belleğinin ve mitlerin dile geldiği şiirler ve baladlar güvenilmez olurlar. Bununla beraber, gerçek olaylara dayanan şiirler ve baladlar, eşkıyalığın toplumsal çevresi hakkında epey bilgi vermektedir. Kuşkusuz bu durum gösteriyor ki, eşkıyalar, kitaplardaki resmi tarihe değil, hatırlanan tarihe aittir. Olaylar ve onları şekillendirenlerin kayıtlarından ibaret olan tarihin değil, teoride denetlenebilir olsa da fiilen denetlenemeyen yoksulların dünyasını belirleyen etkenleri sembollerin, yani halka adalet getiren kralların ve kahramanların tarihin parçasıdırlar. (56)

    Yaşar Kemal’in yapıtlarında konu edinilen eşkıyaların birçoğu tiplemeleri bakımından “sosyal” nitelikleri ağır basan halka dönük eşkıyalar olarak belirginleşmektedir.

    Yazarın, yaşamının geçtiği bölgenin toplumsal gerçekliğinde eşkıyalığın yaygın olması hatta yakın akrabalarından eşkıya çıkması ve bunlar üzerine yakılan halk söylencelerinin, eşkıyalık konusunu ele aldığı romanları için bir zemin oluşturduğunu söyleyebiliriz.

    Sonuç olarak denilebilir ki, dünyanın birçok yöresinde gerçeklik bulmuş olan sosyal (soylu) eşkıyalık olgusu Anadolu coğrafyasında da çeşitli nedenlerden dolayı varlık bulmakla birlikte birçok yazarın yapıtlarında kullandığı temalar arasında yer almıştır.

    NOTLAR:
    (1) YETKİN, Sabri; Ege’de Eşkıyalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003, s. 7.
    (2) BAYRAK, Mehmet; “Eşkıyalık ve Türküleri.” Folklor/Edebiyat, 1994, No: 1: 67-75.
    (3) BAYRAK, “Eşkıyalık ve Türküleri.” s. 67-75.
    (4) HOBSBAWN, J. Eric; Eşkıyalar. Çev. Orhan Akalın/Necdet Hasgül, Aveste Yay. İstanbul, 1997, s. 11.
    (5) YETKİN, Ege’de Eşkıyalar. s. V.
    (6) BAYRAK, “Eşkıyalık ve Türküleri.” s. 67-75.
    (7) Kagan, Moıssej; Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat. Çev. Aziz Çalışlar. Altın Kitaplar Yay. 1982, s. 353.
    (8) HOBSBAWN; Eşkıyalar. s. 165.
    (9) KIŞLALI, A. Taner; “Demokrasi, Roman, Dil Eğitim, Sanat, Politika Üzerine.” 1987.
    (10) BAYRAK, “Eşkıyalık ve Türküleri.” s. 67-75.
    (11) HOBSBAWN, Eşkıyalar. s. 128.
    (12) MAL, Yaşar; İnce Memed 3. Adam Yay. İstanbul, 2000, s. 302–303.
    (13) KEMAL, Yaşar; İnce Memed 4. Adam Yay. İstanbul, 2000, s. 392.
    (14) TİMUR, Taner; Osmanlı-Türk Romanında Tarih Toplum ve Kimlik. İmge Yay. Ankara, 2002, s. 384.
    (15) BAKIRCIO⁄LU, N. Ziya; Başlangıçtan Günümüze Türk Romanı. Ötüken Yay. İstanbul, 1996, s. 150
    (16) KEMAL, Yaşar; İnce Memed 1. Adam Yay. İstanbul, 2000, s. 19.
    (17) KEMAL, İnce Memed 1. s. 67.
    (18) HOBSBAWN; Eşkıyalar. s. 74.
    (19) KEMAL, İnce Memed 1. s. 68.
    (20) YETKİN, Ege’de Eşkıyalar. s. 6.
    (21) KEMAL, İnce Memed 1. s. 118-119.
    (22) KEMAL, Yaşar; “Fransadaki Accueıllır Dergisiyle Söyleşi.” Zulmün Artsın. Adam Yay. İstanbul, 2000, s. 190-199.
    (23) KEMAL, İnce Memed 1. s. 120.
    (24) KEMAL, İnce Memed 1. s. 154.
    (25) KEMAL; İnce Memed 1. s. 223.
    (26) KEMAL, İnce Memed 1. s. 226.
    (27) HOBSBAWN, Eşkıyalar. s. 32-33.
    (28) CAMUS, Albert; Başkaldıran İnsan. Çev. Tahsin Yücel. Kuzey Yay. Ankara, 1985, s. 51-101.
    (29) MORAN, Berna; Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1. Yay. Haz: Nazan Aksoy-Oya Berk. İletişim Yay. İstanbul, 1998, s. 16.
    (30) KEMAL, İnce Memed 1. s. 283.
    (31) BAYRAK, “Eşkıyalık ve Türküleri.” s. 67-75.
    (32) KEMAL, İnce Memed 1. s. 323.
    (33) KEMAL, İnce Memed 1. s. 340.
    (34) YETKİN, Ege’de Eşkıyalar, s. 4.
    (35) KEMAL, Yaşar; İnce Memed 2. Adam Yay. İstanbul, 2000, s. 134.
    (36) KEMAL, İnce Memed 2. s. 316-317.
    (37) HOBSBAWN, Eşkıyalar. s. 13.
    (38) YETKİN, Ege’de Eşkıyalar. s. 8.
    (39) KEMAL, İnce Memed 2. s. 385.
    (40) HOBSBAWN, Eşkıyalar. s.12.
    (41) KEMAL, Yaşar; İnce Memed 3. Adam Yay. İstanbul, 2000, s. 315.
    (42) KIŞLALI, A. Taner; “Demokrasi, Roman, Dil Eğitim, Sanat, Politika Üzerine.” 1987.
    (43) HOBSBAWN, Eşkıyalar. s. 43.
    (44) BAYRAK, “Eşkıyalık ve Türküleri.” s. 67-75.
    (45) KEMAL, Yaşar; İnce Memed 4. Adam Yay. İstanbul, 2000, s. 331-332.
    (46) KEMAL, İnce Memed 4. s. 171.
    (47) YETKİN, Ege’de Eşkıyalar. s. 11.
    (48) POSPELOV, Gennadiy: Edebiyat Bilimi. Çev. Yılmaz Onay. Evrensel Yay. İstanbul, 1995, s. 142.
    (49) HOBSBAWN, Eşkıyalar. s. 16.
    (50) KARPAT, H. Kemal; Çağdaş Türk Edebiyatında Sosyal Konular. Varlık Yay. İstanbul, 1971, s. 68-69.
    (51) KEMAL, İnce Memed 4. s. 342–343–344.
    (52) YETKİN, Ege’de Eşkıyalar. s. 37.
    (53) YETKİN, Ege’de Eşkıyalar. s. 4-5.
    (54) BAYRAK, “Eşkıyalık ve Türküleri.” s. 67-75
    (55) BARKEY, Karen; “Toplumsal Bir Tipoloji Olarak Eşkıyalık.” (Eşkıyalar ve Bürokratlar; Devletin Merkezileşmesinde Osmanlı Mirası) Çev. O. Akalın/N. Hasgül. Unuversty Press London. 1997, s. 180
    (56) HOBSBAWN, Eşkıyalar. s. 9-167.

    romankahramanlari

    admin replied 6 months ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: admin
YAŞAR KEMAL’İN ROMAN DÜNYASINDA ÇUKUROVALI MECBUR…
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now