VARTUG: TÜRKÇE ROMANIN EMEKLEME YILLARINDA BİR KADIN KAHRAMAN

  • VARTUG: TÜRKÇE ROMANIN EMEKLEME YILLARINDA BİR KADIN KAHRAMAN

    Posted by romankahramanlari on 11 Temmuz 2024 at 14:09

    TÜRKÇE ROMANIN EMEKLEME YILLARINDA BİR KADIN KAHRAMAN:
    BİR SEFİL ZEVCE’NİN VARTUG’U*

    Makale Yazarı: Murat Cankara

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ekim/Aralık 2014) 20. sayıda yayımlanmıştır.

    Bir Sefil Zevce (1) romanı 1868 yılında İstanbul’da (kapakta “#Asitane” yazıyor), meşhur H. Mühendisyan (ya da Mühendisoğlu) Matbaası’nda, Ermeni harfleriyle Türkçe olarak basılmış. Yazarı Hovsep Maruş hakkında elle tutulur bir bilgiye ulaşamadım. Bunun müstear bir ad olması da mümkün. Roman, Turgut Kut’un saptamış olduğu ve “ilk Türk romanı” tartışmalarında genellikle adı geçen Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat ya da İntibah gibi romanlardan önce yayımlanmış beş adet Ermeni harfli Türkçe romandan tarih sırasına göre dördüncüsü (Kut, 1985:199); Hovsep Vartanyan’ın Boşboğaz Bir Adem’inin (1852) aslında bir roman olmadığı düşünülürse de, üçüncüsü. (2)

    BSZ’deki olaylar, “Şark muharebesinden üç sene mukaddem saltanat-ı Senie-i Sultan Abdül Mecid Han ⁄azi devrinde bir ahşam Naumın teatrosınde” başlıyor (20); “Neşr olan ilanat Stranyers Operası oynanacağını aşikâr i[tmektedir]” (21). Naum Tiyatrosu’nda Bellini’nin La Straniera adlı eserinin 1852-1853 sezonunda sergilendiği (Aracı, 2010: 202) ve Kırım Muharebesi’nin 1856 yılında sona erdiği düşünülürse, burada kastedilen savaşın bitiş tarihi olmalıdır. Maruş, romanına arka plan olarak Ermeni Katolik cemaatinin içindeki bir bölünmeyi seçmiş:

    “Bu naklietimizin vaktlerinde ammeye malûm dır ki, Ermeni Katoliklerinin beyninde böyük bir husumet hasıle gelmiş idi, şöyle ki Katolik milleti ikiye tevcih olmuş, ve bu intifake badi olan, Hamazkyat ıngerutyüni ismi ile ihtas olan bir şirket idi ki, anın esası kız çocukler içun bir mekteb inşa itdirmek ve ilmin ileru gitmesine ğayret itmek idisede ekseriet, bu şirket, aher efkâre mebni ihdas olunmış dır deyerek, ane karşu gelmiş idi. (27)” (3)

    Buradaki bölünmeyi kısaca şu şekilde özetlemek mümkün: Boğos Levon Zekiyan, Ermeni ulusunun sekülerleşme aşamalarından söz ederken, on dokuzuncu yüzyılda cemaat içerisinde yaşanmış olan “din kavgaları”na değinir. Söz konusu çatışma temelde Kilikya Ermeni Katolik Patriği Andon Hasunyan (1809-1884) ile İstanbul Başpiskoposu arasındadır. “Hasunyan/anti-Hasunyan çatışmaları” olarak da adlandırılan bu çatışma, Zekiyan’a göre, “Ermeni dini usullerini, özellikle kilise kanununu latinleştirme yönündeki son büyük çaba”dır (2001:98). #Mehitarist rahiplerin okullarından yetişmiş olan öğrenciler Hasunyan’a karşı güçlü bir tepki gösterirler. Bu noktada, 19. yüzyıl Batı Ermeni edebiyatının önde gelen şair ve yazarlarından Mıgırdiç Beşiktaşlıyan’ın (18281868) rolü önemlidir. Hasunyan karşıtlarının önde gelenlerinden #Beşiktaşlıyan, Ermeni cemaatini dinsel bölünmelerden kurtarıp ortak idealler etrafında birleştirmek istemektedir. Okullar vasıtasıyla halkın eğitim düzeyini yükseltmek ve cemaatin Avrupa’yla ilişkilerini güçlendirmek amacıyla, yukarıdaki alıntıda adı geçen #Hamazkyats derneğini kurar (99). Pamukciyan, derneğin 1846 yılında, S. Hekimyan ve G. Karakaş’la birlikte kurulmuş olduğunu, “hamazkyats” sözcüğünün ise “#birlik” anlamına geldiğini belirtiyor (2003: 125). Zekiyan’a göre ise sözcük “bütün ulusu ilgilendiren anlamında ‘ulusal’” manasına geliyor (2001: 99). Bilinen ilk Türkçe roman ve tıpkı BSZ gibi #Ermeniharfleriyle basılmış olan #AkabiHikâyesi’nin yazarı Hovsep Vartanyan da bu cemiyetin kurucu azalarındandır (Pamukciyan, 2003: 373).4 Her ne kadar Maruş önsözünde bu bölünmede taraf tutmadığını belirtse de, iyi ve kötülerin birbirinden net çizgilerle ayrıldığı, romantik ve melodramatik özellikler taşıyan metnin karakterleri bu dernek karşısındaki pozisyonlarına göre “iyiler” ya da “kötüler” arasına katılırlar. “İyiler” dernekten yanadırlar, “kötüler” ise onun ve taraftarlarının amansız düşmanıdırlar. Daha fazla ayrıntıya girmeden önce romanın olaylar dizisine kabaca göz atmakta fayda var.

    BSZ’de olaylar çizgisel bir sırayla ilerlemiyor. Hikâyenin bütününü zamanda ileri ve geriye sıçrayışlarla görebiliyoruz ve ana kadın karakterin sırrı da ancak son bölümde çözülüyor. Yazar bunu okuru meraklandırmak ve heyecanlandırmak için başarıyla kullanıyor ve roman, bu anlamda, burada adı geçen diğer tüm Ermeni harfli Türkçe metinlerden daha iyi bir bütünlüğe ve tekniğe sahip. Ana kadın karakter Vartug, yani “bir sefil zevce”, evlilik çağına geldiğinde Petersburg’dan İstanbul’a gelerek yerleşir, kısa zamanda da kısmeti çıkıp #Mardiros adlı bir sarrafla evlenir. Mardiros’un babası Melkon, 1810 yılında İran taraflarından İstanbul’a gelmiş, çok az bir sermayeyle #sarraflık yapmaya başlamış ve işlerini yoluna koyduktan sonra, 1817’de, bir esnaf kızıyla evlenmiştir. Evlendikten sonra işleri daha da açılan #İranîMelkonAğa’nın iki senre sonra bir oğlu olur ve ona babasının ismini verir. Mardiros geleneksel eğitim sisteminden geçer. Eve bir hoca gelir ve Mardiros’a azıcık hesap bilgisi, #Ermenice ve #Osmanlıca öğretir. Ahlak terbiyesine ise pek önem verilmez. Mardiros evin şımarık tek çocuğu olup çıkar. Yirmi yaşına kadar çarşıda çalışmaya başlamaz, Ermeniceyi güç bela söker. Nihayet Melkon Ağa oğlunu yanında çarşıya götürmeye başlar fakat onun kusurlarını, işi beceremediğini, ayrıca pek çalışkan olmadığını da bir türlü göremez ve işini yavaş yavaş ona devreder. Ermeni cemaatinde itibar sahibi bir sarraf olan Melkon Ağa’nın oğlu Mardiros, bu itibardan da yararlanarak, “Rusieden gelen […], aslı Deri Alieden dilber, zengin ve kemali ile terbie olmuş bir zat” (61) olan Vartug ile evlendirilir. Bu kısa özetten de anlaşılacağı üzere, romanın “esas kızı” Vartug’dur ama “esas oğlanı” Mardiros değildir. Esas oğlan #Sebuh, İstanbullu Hagop Muhib adlı bir tüccarın oğludur. #HagopMuhib, her ne kadar hali vakti yerindeyse de, ticaret yapıp servetini artırmak için 1820 yılında İspanya’ya gitmiştir. O sıralarda #İspanya Peru’yla “savaşmaktadır” ve bu nedenle İspanyol tüccarlar #Peru’ya gitmektedir ve kısa zamanda büyük paralar kazanmak çok kolaydır. Hagop Muhib de Peru’ya yerleşir, orada İspanyol bir kadınla evlenir, Sebuh adında bir oğlu, Tereza adında bir kızı olur: “Kız evladıne bulunduğu mahallde mümkini mertebe lazım olanı öyretdirdi isede, Sebuhın terbiesi hakkında ziyadesi ile, dikkat ve ğayret edib, İngilterra ve Fransanın meşhur medreselerine gönderdi, şöyle ki Sebuh yigirmi üç yaşına vardı ise eyi Evropa terbiesi tabir itdiklerini idinmiş idi” (144).

    Eğitimini tamamlayan ve babasının vatanını ziyaret etmek isteyen Sebuh İstanbul’a gelerek burada bir süre devlet hizmetinde çalışır ve “bey” unvanını alır. Annesinin hastalanması üzerine İstanbul’u terk ederek Peru’ya döner ancak önce annesini, ardından da babasını kaybedince (kız kardeşi de bu arada evlenerek İngiltere’ye yerleşmiştir) babasının tüm servetini nakde çevirerek İstanbul’a yerleşir. Bu servet (“18 milyon İngiliz lirası”) onu İstanbul’un en zengin tüccarlarından biri yapacaktır. Mardiros’la Sebuh arasındaki karşıtlık çarpıcıdır: Mardiros, Hamazkyats Derneği’nin ateşli karşıtlarındandır; Sebuh ise derneği destekler. Mardiros tamamıyla geleneksel cemaat sisteminin ürettiği bir tiptir; Sebuh ise “dışarıdan gelen”in, “yeni bir terbiye”nin temsilcisidir.

    Olaylar, Sebuh İstanbul’a yerleştikten beş altı ay sonra, yukarıda bahsi geçen operada başlar. Vartug’u ilk kez gören ve evli olduğunu bilmeyen Sebuh ona âşık olur. Daha sonra, son derece mutsuz bir evlilik yapmış olan Vartug da ona âşık olacak ve aralarında yavaş yavaş bir ilişki başlayacaktır. Bu arada, bir yandan sarraflığı beceremeyen bir yandan da kumar oynayan Mardiros, devlete olan borcunu ödeyebilmek için karısının mücevherlerini ipotek ettirmiştir. Durumu öğrenen Sebuh, ismini gizleyerek bu mücevherleri açık artırmada satın alır ve Vartug’a iade eder. Roman boyunca Mardiros türlü hilelerle Vartug’un parasını ve ona kalacak olan mirası ele geçirmeye çalışır, Sebuh da Vartug’u kurtarır. Pek de akıllı bir adam olmayan Mardiros’a yol gösterense, yazar tarafından adeta bir şeytan olarak resmedilen #MikayelAğaKrikoryan’dır. “Vartug dudunın hakkınde kalbinde bir yabani aşk duya[n]” (68) Krikoryan, Mardiros’u kullanarak onu elde etmeye çalışır. Nihayetinde Mardiros borcu yüzünden hapisteyken, Vartug ve Sebuh birlikte yaşamaya ve kaçma planları yapmaya başlarlar. Üstelik bir de çocukları olacaktır. Durumu öğrenen Krikoryan ve Mardiros, önce Vartug’u daha sonra da çocuğunu öldürüp ona Petersburg’daki hamisinden kalacak muazzam mirasa (“On Bir Milion karbovants”) konmayı planlarlar. Nihayetinde, türlü entrika ve heyecan dolu sahneden sonra, İstanbul’u terk ederek Paris’e gitmeye hazırlanan Vartug’u kaçırıp bir mağaraya hapsetmeyi başarırlar. Bunu ancak Paris’e gittiğinde öğrenen Sebuh üç ay yataklara düştükten sonra İstanbul’a dönüp sokak sokak (tıpkı Kara Kitap’ın Galip’i gibi) sevgilisini arar. Onu bulduğunda Vartug için artık çok geçtir ancak çocuğu kurtarmayı, Rusya’ya kaçırmayı ve mirası onun üzerine geçirmeyi başarır. Roman aslında tam da bu noktada, Krikoryan’ın Rusya’daki çocuğu kaçırtma (başarısız) girişimiyle başlar. Ve okur son olarak Vartug’un hikâyesini öğrenir:

    “Vartug dudu müteber bir familyadan olub, Pederi Hovhannes Bahriyan mahlası ile tanılmış ıdı. Mersum Hovhannesin iki evladı var ıdı, biri erkek digeri kız. Birinin ismi Artin ve olbirinin ismi Vartug. Artin hemşiresinden on yaş kadar böyük idi. Bir gün son bahar esnasında köyden inmek için hızmetci karı yalınız Vartug ile birlikde kayığıla iner iken, zira Bahriyanın ehli Veronika dudu kefsiz olduğundan bir kaç gün evvel inmiş idi, yolda pek fena bir furtuna tutub batma kertelerinde bir gemiden yardım gönderib yalınız çocuğu kurtarabildiler, hızmetci karı ve kayıkcılar telef olub gitdiler. Çocuğu kurtaran gemi Kefeye gider olmasıyıla akrabasını aramağe Kapdanın vakti yok ve belki de biraz kaydsızlığından alıb doğru mahallı mezkûre vasıl oldu. Vartug dudu ol vakt daha üç yaşında hali ile bir şeyden haberi olamaz, yalınız ismini bilir. Kapdanı merkum Kefeye irişdikde, hal u keyfiyeti beyan ile orada milletden hayır sahibi ve zengin Sergey Petroviç Vartugu kabul iyledi. Deri Alieye bir kaç defa bu keyfiyet yazıldı idi isede, ol vaktler Devleteyn beyninde Postalar pek muntazam olmayıb bir cevab alınamadı idi. Sergey Petroviç çocuğun pederi ve validesi bulunacağına ümidi kat itdikde, gendinin evladı olmadığından memnuniyet ile Vartugu kızı yerine kabul itmiş idi. Beride Hovhannes Bahriyan kızını pek çok aratdırdı idi isede, bulamadı idi, ve üç beş aydan sonğra vefatı üste gelib büsbütün bu keyfiyet unuduldu. Mersum Sergey Petroviçin daima ikameti mahalli Karasu bazar olub, haylı zeman orada kaldıkdan sonğra, Vartuga terbie vermek vakti geldi ise, alıb Petersburga gitdi, ve Vartug dudu gendi müradı ile Deri Alieye gelene degin orade kalmış ıdı. Vartug dudunun Stanbola gelmesi, hem vatanını görmek, hem mümkin ise akrabasını bulmak, ve hem dahi kısmeti çıkar ise evlenmek niyeti ile idi. Gelir gelmez tezvici vuku bulduğunden ve sonğra serinden geçen felaketler ile pederini ve validesini bulmağa ğayret itdi isede pek dikkatlı aramağa vakti olamayıb, ve bundan mada ümidsiz cevabler alarak esef ile vaz gelmeye mecbur olmuş udu.” (298-301)

    Genel olarak bakıldığında BSZ, arka planında 19. yüzyılda özellikle İstanbul’daki Ermeni (Katolik) cemaati içerisindeki bir bölünmenin yer aldığı ve Vartug’un mektuplaştığı Olga İvanovna’yı ve Sebuh’un kaçırılan sevgilisini ararken “her milletten” insanla konuşmasını saymazsak- yalnızca Ermeniler arasında geçen bir #melodram. Arka plandaki bölünme yalnızca Hamazkyats derneği ve Kilikya Ermeni Patriği Andon Hasunyan etrafında şekillenmiyor. Daha geniş bir bağlamda düşünüldüğünde, cemaat içinde iktidarın yeniden paylaşımı için süregelen bir mücadeleden söz etmek gerekir. Kabaca 19. yüzyıl başından 1863 yılında yürürlüğe girecek olan #ErmeniNizamnamesi’ne giden bu yolda, Osmanlı İmparatorluğundaki ve buna paralel olarak da Ermeni cemaatindeki geleneksel konumları sarsılan sarrafamiralar5 ve iktidardan pay isteyen yeni bir ittifak arasında bir mücadeledir bu. Söz konusu ittifak esnaf ve zanaatkârlarla; Avrupa’da eğitim görmüş, Batı siyasal düşüncesiyle tanışmış, diplomalı, eğitimli, liberal Genç Ermeniler arasındadır. Daha ziyade statükoyu ve muhafazakârlığı temsil eden sarrafamiralar Osmanlı bürokrasisindeki yerlerini adım adım Genç Ermenilere bırakacaklardır.6 Bu yazıda adı geçen Ermeni harfli Türkçe romanlardan üçü (Akabi Hikâyesi; Karnig, Gülünya ve Dikran’ın Dehşetlü Vefatleri; Bir Sefil Zevce) işte bu yeni ittifakın, Ermeni cemaatini dönüştürmek isteyen Genç Ermenilerin bakış açısından yazılmıştır. Yazarlar; birkaç dil bilen, diplomalı ve meslek sahibi, gazete okuyan, dernek kuran, yeni yeni filizlenmeye başlayan milli bilinci temsil eden Genç Ermenilerin otoriteye karşı verdikleri savaşı, cemaat içi bir bölünme ve bu bölünme etrafında şekillenmiş mutsuz bir aşk hikâyesi üzerinden anlatırlar. Olayların akışı, okurda merak uyandıracak ve onu duygulandıracak biçimde, rastlantı ve entrikalar tarafından belirlenir. Gündelik Türkçe kullanılarak yazılan bu romanlarda -ki Ahmet Mithat Efendi’nin bu romanlardan 20-30 yıl sonra yazdıklarında bile bu kadar gündelik bir Türkçe yoktur- diyaloglar önemli bir yer tutar ve akışı sağlar. Burada dil bakımından BSZ’ye özel bir durumdan bahsetmek de yerinde olacaktır. Romanı okuyan biri yazarın, Kapalı Çarşı’daki mücevher ustalarının dünyasına ve dönemin ticaret terminolojisine aşinalığını hemen fark edecektir. Hatta, kendisinin de çarşıda esnaflık yapmış olduğu bile düşünülebilir.

    Bunlar dışında BSZ’nin en dikkat çekici özelliklerinden biri, tıpkı yukarıda değindiğim Ermeni harfli Türkçe iki diğer romanda olduğu gibi, kadının toplumdaki konumunun sorunsallaştırılarak patriyarkal otorite tarafından nasıl ezildiğinin her fırsatta vurgulanmasıdır. Maruş, tıpkı Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta yaptığı gibi, kadınla erkeğin evlenmeden önce birbirleriyle tanışıp anlaşmaları gerektiğini savunur. Ona göre genç kadınların mutsuzluklarının sebebi çoğunlukla erkeklerdir. Bu bakımdan Servet-i Fünûn dönemi romanlarını yaklaşık otuz yıl önceler:

    “Pek çok kimseler zevc u zevce beyninde muvafıklık olmadığı halde daima taksiratı diş ehletine verirler, fakat bitaraf nazar ile bir eyice dikkat olunsa fehm olunabilir ki, ekseri noksaniet kocalerin tarafınden zuhur ider deyu. Genc çağınde bir duhter evlenib, kalbi aşk ve ümid ile memlu, heyalinde şunca zeman dolaşan muhabbeti kocasınde mevcud memul iderkan anın fehmine dahi kudreti olmayan bir kimse ile bütün ömrüni geçirecegini anladığı zeman, güneşin şafkınden mahrum kalmış bir çiçek misillu boynunı eyib kalır.” (63-4)

    Dahası, Vartug’un bir “dil”i vardır. Yani yalnızca yazar/anlatıcı konuşmaz kadınlar adına. Hem romana yayılan diyaloglarda hem de arkadaşı Olga’ya yazdığı mektuplarda kadınlar adına konuşur; kendi duygularından, arzularından, hayal kırıklıklarından söz eder Vartug:

    “Dikkat eyle sende benim sevgülü Olgam, çözülmez bağ ile bend olmazdan evvel intihab itdiyin adem senin celladın olub, bütün ömrünü ah u vah ile geçirtmeye sebeb olmasın, zira muhabbet ne kadar güzel ise, bulmasıda ol kadar müşkil dir. Zavallu bir genc kız dünyaye aklı irer irmez, gendine gülen ademin kalbini gendi kalbi gibi lekesiz belleyib tevekkülen teslim olur… fakat aldandığını anladığı zeman yas perdeleri yatağının iki tarafınden aşağı enib, bir dahi küşadı mümkin olmaz….” (130-1)

    Rusça, İngilizce, Fransızca bilen; okuyan, aşkı bulduğuna inandığı noktada onun peşinden giden, sevdiği adama kavuşabilmek için kendi evinden onun çiftliğine tünel kazdıran, eğlenceyi ve meclisi seven güçlü bir kadındır Vartug. Evli olduğu halde Sebuh’la birlikte yaşar, hamile kalır, onunla birlikte yeni bir hayata başlama planları yapar ve eylemini sahiplenir: “Sizden hiç bir esrarım yokdur, bilesiniz kızımın pederi ruhim gibi sevdiyim Sebuh dur, ve şimdiye kadar gendisinden başkasını sevmemişimdir” (296). Üstelik ne Vartug ne de Sebuh yazar/anlatıcı tarafından lanetlenirler.

    Son olarak da, Maruş’un kadınlara dair bu perspektifi nasıl derinleştirdiğinden bahsetmek gerekiyor. Bu aslında yukarıda adı geçen diğer iki Ermeni harfli Türkçe roman için de geçerli olan ve başlı başına incelenmeyi gerektiren bir durum. Her üç romanda da, cemaat içindeki bir bölünme etrafında anlatılan mutsuz aşk hikâyesi anne-kız arasındaki bağın kopmasıyla ilişkilendiriliyor. Anneler ya kayıp ya tanınmıyor ya da kızlarını patriyarkal otoritenin elinden kurtaramıyorlar. Böylece annenin yazgısı çocuğuna aktarılmış oluyor, hikâye tekil olmaktan çıkıyor. Örneğin BSZ’deki en çarpıcı ayrıntılardan biri, Vartug’un annesi Veronika Dudu’nun kızını tanımadığı için Mardiros ve Krikoryan’ın şeytani planlarına alet olmasıdır: onların Vartug yerine evdeki hizmetçi kızlardan birini geçirdiklerini fark edemez; hizmetçi kız Paris’e kaçırılır, Veronika’nın kızı ise mağaraya. Dahası, Veronika’yla kızı Vartug arasındaki bu durum, Vartug’la doğacak olan kızı için de geçerli olacaktır: “Ben validemi tanımamışım, kızım dahi benim gibi validesini tanımayacak” (296-7).

    Tüm bunlar bir araya getirilerek, özelde Bir Sefil Zevce’nin genelde ise erken dönem Ermeni harfli Türkçe romanların, gerek Osmanlı/Türk gerekse Batı Ermeni romanlarını pek çok açıdan öncelediğini ve bu nedenle de tartışmalara katılmaları gerektiğini belirtmek gerekiyor. Zira bu metinler bize, modern Türk ve Batı Ermeni edebiyatlarında 1880’lerden itibaren görülmeye başlandığı öne sürülen bazı eğilimlerin aslında öncesinin olduğunu gösteriyor. Ayrıca, Jale Parla’nın Tanzimat romanını baba-oğul ilişkisi bağlamında okuduğu hatırlanırsa, Ermeni harfli Türkçe romanlardaki anne-kız ilişkisi karşılaştırmalı çalışmalar açısından epey verimli bir imkân sunuyor.

    * Yrd. Doç. Dr., Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Öğretim Üyesi

    NOTLAR:
    (1) Bu noktadan itibaren BSZ.
    (2) Turgut Kut’un saptadığı bu beş metin sırasıyla şöyle: Hovsep Vartanyan’ın Akabi Hikâyesi (1851) ve Boşboğaz Bir Adem: Lafazanlık ile Husule Gelen Fenalıkların Muhtasar Risalesi (1852), Hovhannes H. Balıkçıyan’ın Karnig, Gülünya ve Dikran’ın Dehşetlü Vefatleri (1863), Hovsep Maruş’un Bir Sefil Zevce’si (1868) ve Viçen Tilkiyan’ın Gülünya yahut Kendi Görünmeyerek Herkesi Gören Kız’ı (1868).
    (3) Ermeni harfleriyle Türkçe metinlerin, özellikle de romanların dili hakkında bir fikir verebilmek amacıyla alıntılara hiç dokunmayacak, harfleri mümkün mertebe Batı Ermenicesinde seslendirildikleri haliyle Latin harflerine aktaracağım.
    (4) Pamukciyan cemiyetten ikinci kez söz ederken “hamazkyats” kelimesinin karşılığını “ulusal birlik” olarak veriyor (2003: 373).
    (5) “Amira” sözcüğü Arapça “emir” kelimesinden gelmektedir. Amiralar en genel anlamıyla (bilhassa İstanbul) Ermeni cemaatinin önde gelenleridir. Osmanlı yönetimiyle sıkı ekonomik ilişkiler içinde olup 19. yüzyıl ortalarına kadar etkinliklerini sürdürmüşler ve iltizam sisteminin çözülmeye başlamasıyla birlikte cemaat içerisindeki lider rollerini kaybetmişlerdir. Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz. (Barsoumian, 2013).
    (6) Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz. (Barsoumian, 1982) ve (Artinian, 2004).

    KAYNAKLAR:
    -Aracı, Emre, Naum Tiyatrosu: 19. Yüzyıl İstanbulu’nun İtalyan Operası, İstanbul, Yapı Kredi Yay., 2010.
    -Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu, 1839-1863, Çev. Zülal Kılıç, İstanbul, Aras Yayıncılık, 2004.
    -Barsoumian, Hagop, 1982. “The Dual Role of the Armenian Amira Class within the Ottoman Government and the Armenian Millet (1750-1850).” Christians and Jews in The Ottoman Empire: The Functioning of a Plural Society içinde. Yay. Haz. Benjamin Braude ve Bernard Lewis. Cilt 1. New York ve Londra: Holmes & Meier Publishers. 171-84.
    -İstanbul’un Ermeni Amiralar Sınıfı, Çev. Solina Silahlı, İstanbul, Aras Yayncılık, 2013.
    -Kut, Turgut, “Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Romanlar,” Beşinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi: Tebliğler (II. Türk Edebiyatı), Cilt 1, İstanbul, Edebiyat Fakültesi Basımevi, 195-214, 1985.
    -Maruş, Hovsep, 1868. Bir Sefil Zevce, Asitane: H. Mühendisyan Tabhanesi.
    -Pamukciyan, Kevork, Biyografileriyle Ermeniler, İstanbul, Aras Yayıncılık, 2003.
    -Zekiyan, Boğos [Boghos] Levon, Ermeniler ve Modernite: Gelenek ve Yenileşme / Özgüllük ve Evrensellik Arasında Ermeni Kimliği, Çev. Altuğ Yılmaz. Aras Yayıncılık, İstanbul, 2001. #BatıErmeniEdebiyatı #Ermeniyazar #Mühendisyan #MühendisoğluMatbaası #müstear #İlkTürkromanı #StranyersOperası #NaumTiyatrosu #ErmeniKatolikcemaati #BoğosLevonZekiyan #dinkavgaları #KilikyaErmeniKatolikPatriği #AndonHasunyan #muratCankara

    romankahramanlari replied 1 year, 3 months ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: romankahramanlari
TÜRKÇE ROMANIN EMEKLEME YILLARINDA BİR KADIN KAHR…
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now