Uwe Fertig: ALMANLAR KAZANIR ÇÜNKÜ FUTBOL OYUN DEĞİLDİR…
-
Uwe Fertig: ALMANLAR KAZANIR ÇÜNKÜ FUTBOL OYUN DEĞİLDİR…
ALMANLAR KAZANIR, ÇÜNKÜ FUTBOL OYUN DEĞİLDİR FUTBOLUN ÖLÜMÜ – THOMASS BRUSSİG*
Makale Yazarı: İzel Rozental
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Nisan/Haziran 2014) 18. sayıda yayımlanmıştır
“Futbol basit bir oyundur. 22 kişi 90 dakika mücadele eder, sonunda hep Almanlar kazanır.” Garry Lineker (Almanya’ya yenilmekten usanan İngiltere’nin eski gol kralı)
Thomass Brussig, yazar ve senarist olmadan önce mobilya taşıyıcılığı, müze bekçiliği, rehberlik, fabrika işçiliği ve otel kapıcılığı yapmış gerçek bir halk adamıdır; futbola ilgi duyması çok doğal. Ama o, futbola bir oyun olarak değil bir #sanayi olarak bakıyor. Kahramanına, futbol oyununun sistematik bir şekilde yok edildiğini söyletiyor. Futbolu yok edenlerse futbola köklü bir şekilde gönül verenlerden başkaları değil. “Zaten bir şeyi yok etmek istediğinizde, ona heyecanla bağlanmanız en kesin yoldur. Her zaman bir davayı uçuruma sürükleyenler, sözümona en şiddetli savunucuları, en ateşli hayranları, en angaje temsilcileri olmuşlardır. Komünistlerden başka kimse komünizmi uçuruma sürüklemedi.” (s.43)
Thomass Brussig’in Türkiye’de “Futbolun Ölümü”* adı altında bir araya getirilen monologlarındaki kahramanlar, tıpkı yazar gibi #DoğuAlmanya kökenlidirler. Duvar’ın yıkılmasıyla birlikte gizliden gizliye gıpta ettikleri, fakat yine de şüpheyle yaklaştıkları “#Batılı” olmuşlardır. Batı onlara özgürlüğün dışında başka fırsatlar da sunmaktadır. Batıda başarının karşılığı paradır, zenginliktir, rahata ermektir. Ama bunun için bir bedel ödenmelidir. Komünizm ideolojisiyle yoğrulmuş beyinler, inanılan değerlerden vazgeçmelidirler. Başarısızlık ise yıkımdır!
Kitaptaki iki ayrı monologda üç temel portre çiziliyor: Bir #futbolhakemi, bir #antrenör ve bir genç #futbolcu. #Karikatür tadında #portreler bunlar. Adeta tek kişilik bir sahne gösterisi için yazılmış metinler… Komik ile trajik iç içe… Final ise şok edici, mutlu sondan eser yok!
#Doğrucu hakem Fertig
Uwe Fertig hakemlik kariyerine çok genç yaşta atılmış. Binlerce Doğu Almanyalı çocuk gibi, o da on yaşında futbola başlamış. Ancak, henüz on altı yaşındayken gördüğü ‘haksız’ bir #kırmızıkart sayesinde kendisini hakem seminerlerinde bulmuş. O bu kartın #haksız olduğuna, doğruyu yakalamak ve futbol sahalarından haksızlıkları silmek üzere hakem olduğuna inanıyor (s.9). Ama bunu kimseye söylemiyor zira ciddiye alınmamaktan korkuyor.
Hayatı ve işini son derece ciddiye alan bir kural adamı Fertig. Hakemliğin yanı sıra #sigortacılık yapıyor. Her iki mesleğin ortak yanları #tarafsızlık, #tutarlılık, #güvenirlik ve ciddiyet. Mesleğinde hiç hata yapmadığı gibi hata yapanlardan nefret ediyor. Verdiği tüm kararlar tartışmasız doğru. Ama tartışıyorlar işte! Hem de kimler: Benzin istasyonundakiler, komşular, mahalle kasabı, kasabın karısı… Hemen herkes hakem kararlarını tartışır. Maçın bitiminde, üstelik pozisyonları defalarca yavaş çekimde göstererek tartışırlar. Oysa o ânın heyecanı içinde nasıl hızlı bir şekilde karar verildiğini hiç düşünmezler. Tek amaçları hakemin otoritesini sarsmaktır. “…ve hakem Fertig #düdük çalıyor! Çalıyor, çalıyor, çalıyor! Hakem Fertig penaltı çaldı! Sevgili seyirciler düdüğü duydunuz mu? İnanılmaz! Beş oyuncu görüşünü kapattığı halde hakem Fertig elle oyunu cezalandırıyor, şu hafif elle teması ve topu taşımayı, vay yavaş çekimde bile zor anlaşılıyor. Ne göz be? Şeytan herif, şu hakem Fertig! Uwe, sen bir hakem tanrısısın!” (s.39). Hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir yorumun yapıldığını düşlüyor Fertig. Olmayacağını biliyor, çünkü o bir günah keçisidir, ama yine de hayal etmekten kendini alamıyor.
Bir futbolcu maç boyunca ne kadar saçmalarsa saçmalasın, tesadüfen de olsa güzel bir gol attığında kitleler tarafından #kahraman ilan edilir. Oysa hakem için durum tersinedir, en ufak bir hata on binleri ayaklandırmak için yeterlidir. Ama hakem Fertig kül yutmaz! O verdiği kararlardan son derece emindir. Karşısında kendisini ıslıklayan, hakaret ve tehdit eden seksen bin kızgın, kudurmuş taraftar olsa bile… Çünkü kendisinde tanrısal bir gücün var olduğuna inanıyor. Sahadayken, bu tanrısal güç ona doksan dakikalık bir maç değil, “totaliter bir hükümdarlık” yönettiği hissini veriyor.
Fertig aslında bir #faşisttir. “Ben topun kaleye girdiğini söylersem, girmiştir, üç perspektiften girmediği açıkça görünse bile. Ben karar veririm, kimse de buna karışamaz, hele hele etkisi altında olanlar hiç. Bu doğal olarak hiç demokratik değildir ve zaten amaç da budur. Demokrasi isteyen, hakemliği ortadan kaldırmalıdır.”(s.16
Düşünceleri bunlarla sınırlı kalsa iyi, ama #diktatör Fertig düşüncede sınır tanımıyor! Vücudunun tamamını kullanarak, #Goebbels’in deyişiyle “fanatik bir jest” olarak tanımladığı net ve kesik bir hareketle kırmızı kart gösterdiği oyuncuyu soyunma odasında duşa yollarken, gözünün önünden “#Auschwitz’den bir esinti” geçiriyor!
#BerlinDuvarı’nın dibindeki yirmibeş katlı evin kapıcısı, denetim hastası, #muhbir, çocuk düşmanı #Frigewski, Fretig’in aynı zamanda hem çocukluk kâbusu hem de hayatta örnek aldığı kişi olmuştur. Nitekim hakemimiz, bugünkü başarısını bu canavar ruhlu sadist kapıcıya borçlu olduğunu itiraf ederken, birer dini emir olarak kabul ettiği kuralları gaddarca yorumlayarak sahada tıpkı onun gibi hareket etmektedir.
Kayınpederi bay Lüdemann ise hakemimizin yaptığı işi küçümseyen nadir insanlardan biridir: “Senin hedefin gülünç olan ilkokul mantığı çerçevesinde hata yapmamak” (s.47). Tribünleri “#ayaktakımı standı” olarak tanımlayan #bayLüdemann‘a göre, hakemlikte her şey en ince ayrıntısına kadar tartışılırken boş yere zaman kaybedilir. Oysa hayatta ciddiyet gerektiren başka işler vardır, örneğin cerrahlık.
Hakem Uwe Fertig’in asıl trajedisi de budur aslında. Nasıl oluyor da bir cerrahın yaptığı ölümcül hata toplum tarafından hiç tartışılmazken, bir hakemin “girdi-girmedi” kararı günlerce toplumu meşgul edebiliyor? Sevgili eşini basit bir tıbbi müdahele sonucunda ameliyat masasında yitiren Uwe Fertig, hem davacısı, hem de sigortacı sıfatıyla davalısı olduğu davanın görüleceği mahkeme salonuna girerken bu sorunun yanıtını arıyor…
Fanatik futbol antrenörü ile saf futbolcu #Heiko
#Mahkemesalonu, kitaptaki ikinci monologda da önemli bir rol oynuyor. Hakem Uwe Fertig ne kadar dürüst, kuralcı fakat bir anti-demokratik faşist görüntüsü çiziyorsa, adını bilemediğimiz futbol antrenörümüz de bir o kadar ilkesiz ve iflah olmaz ayrımcıdır. Yazar Thomas Brussig, “Erkek Oluncaya Kadar” başlıklı monologda tanıdık bir stereotiple buluşturuyor bizi. Metin boyunca en az dört kez kadınları aşağıladıktan sonra “ben bir kadın düşmanı değilim” diyecek kadar azgın bir kadın düşmanı… “Futbol her şeydir!” diyecek kadar futbol fanatiği. Alman milli takımının zenci oyuncusu #Asamoah’ı şempanzeler yurdundan “kafadan Afrika ormanı” diye tanımladıktan sonra ben ırkçı değilim diyecek kadar #ırkçı; “Benim gözümde yabancılar arasında fark yoktur; ister ilticacı, misafir işçi, yahudi, zenci, Polonyalı veya her neyse – önemli değildir. Onlar yabancıdır, bu kadar. Ve benim gözümde bütün #yabancılar eşittir.” (s.72) Batıya gıpta ederken, Batılılardan hazzetmez. Doğu Almanya’ya nostaljik bir tutku ile bağlıdır, duvarın yıkılmasından sonra bile… Onun gözünde Amerikalılar futboldan anlamaz, İskoçlar keyifsiz bir ülkede yaşar, İngilizler kibirli, İtalyanlar “Gina Lollololo” gibi numaracıdırlar.
Yazar, kahramanının resmini şu cümleyle çizer: “Antrenör, elli yaşı geçkin, kısa, çarpık bacaklı ve bira göbeklidir.” (s.51) “#Biragöbekli” ifadesi boş yere değildir tabii. Antrenörümüzün çalıştırdığı futbol takımının sponsoru bir bira markasının üreticisidir. Kendisi de akşamları bira fabrikasında #gecebekçiliği yapmaktadır. Aslında metindeki bira, Alman toplumunun belli bir kesimini simgeliyor denebilir. “İnsanların hayatı zorlaştığında, daha fazla bira götürülür.” (s.74)
Bir insanın yaptığı işi sevmesi kadar sağlıklı bir şey olamaz. Ama bu sevgi tutkuya dönüşüp kahramanımızın gözlerini de karartınca, ailesi darmadağın olur. Önce sevgili karısı onu boşar, ardından biricik oğlu kendisinden uzaklaşır… Antrenör, esas suçlunun futbol olduğunu bilir ama eli kolu bağlıdır, zira onun için futbol tutkusu herşeyin üzerindedir. Bilinç altında ise futboldan nefret eder. Yeniden aşırı sevginin nefrete dönüşmesi durumu ile karşılaşıyoruz. Ona göre dünyanın başına gelen tüm felaketlerin sorumlusu futboldur. Futbolu icat edenlerin vurularak öldürülmesi gerekirdi! (s.84) “Çünkü futboldan bu yana, yapamadıklarımızı yapmaya çalışıyoruz. Sertçe ve gözlerimizi pek az kullanarak. Bu futbol duygusudur. Futbol 1867’den beri dünyayı değiştirdi ve bize kıyameti getirecek. Evet, kıyameti! Doğa sonsuzdur. Doğa büyük ve ebedidir.” (s.85)
Futbolcu doğaya karşı gelmektedir, bu yüzden başarısız olmaktadır. “Bizim futbolumuzu umursamayan Evrim’den dolayı beynimizde yeterince ayak bulunmamaktadır. Futbol açısından insanoğlu yanlış bir konstrüksiyon, bir yapı hatası.”(s.83) Kendi başarısızlığını futbolcularına, daha doğrusu insan doğasına aykırı bir oyun olan futbol oyununa yüklemektedir. Oysa o, saha kenarındaki bir “Jül Sezar”dır. Oyuncularını yönetir, yönlendirir, hatta onlar için düşünür bile. Çünkü futbolcu dediğin düşünmemelidir.
Nitekim öz oğlu kadar sevdiği gözde oyuncusu Heiko hiç düşünmez, antrenör ne derse onu yapar. Dokuz yaşında düşmüştür kucağına. O gün bugün antrenörün bütün talimatlarını harfiyen uygulamıştır. Hiç sorgulamadan… Antrenör ayakkabılarını bağla demiş, yere çömelip bağlamıştır; üstelik bağlı olduklarını bile bile! Antrenör “rakibi indir!” diye kükremiş, o da indirmiştir. Sevdiği kadından ayrılmasını istemiş, ayrılmıştır. Bir buçuk yıl erlik yapmak yerine üç yıllığına asteğmen olmasını istemiş, öyle yapmıştır. Heiko askerde de değişmemiştir. Komutan koş, demiş, koşmuştur. Yat, demiş, yatmıştır. Vur, demiş vurmuştur!
Ta ki Doğudan Batıya özgürlüğe sığınmak için kaçan “geri zekalı”yı (s.53) vurma suçundan yargılanana dek. Hâkim -üstelik kadın!- iki yıl verir Heiko’ya. Oysa o sadece emre itaat etmiştir. Yıkılır Heiko! Ve düşünmeye başlar…
Futbol antrenörümüzün dramı da burada başlar. “Futbol sadece bir oyundur” diyerek kandırmaya çalışır Heiko’yu, ama nafile, düşünen bir futbolcusu vardır artık. Futbolun oyun olmadığını kavrayan. Öyle bir savunma oyuncusu ki, “indir!” komutunu aldığında, indir(e)mez!
* Thomass Brussig. Futbolun Ölümü, çeviren: Fuat Han (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008).
#futbol #fanatikbirjest #fanatik
Sorry, there were no replies found.