Suça Mahkûm Bir Anti-Kahraman Pascual Duarte

  • Suça Mahkûm Bir Anti-Kahraman Pascual Duarte

    Posted by romankahramanlari on 11 Temmuz 2024 at 14:49

    Suça Mahkûm Bir Anti-Kahraman Pascual Duarte*

    Makale Yazarı: Ayşegül Okka Tağman

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI dergisinin Temmuz/Ekim 2017 tarihli 31. sayısında yayımlanmıştır.

    İspanyol edebiyatının #Nobel ödüllü yazarı Camilo José Cela, ilk romanı olan “Pascual Duarte ve Ailesi”ni 1942 yılında yayımlar. On dokuz bölümden oluşan roman mektup-anı tarzında yazılmıştır. Hapishanede ölüme mahkûm edilmiş olan Pascual belki de bir vicdan muhasebesi yapmak için hayatını anlatmıştır. Yazdıklarını bulan kişi bir davranış örneği olduğu için bunları gün yüzüne çıkardığını söyler, “ama uyulacak değil, bucak bucak kaçılacak bir örnektir.”

    “Kötü bir insan değilim beyefendi; oysa kötü olmam işten bile değildi” diye başlar anılarına Pascual. İlk beş bölümde doğup büyüdüğü köyünü, evini, annesini, babasını ve kardeşleri Rosario ve Mario’yu anlatır. Babası da annesi de kendi deyimiyle bilgisiz, görgüsüzdürler, dürtülerine gem vurmayı bilmez, eğitimsiz insanlardır. Annesi okumasını istememiş, yoksulca yaşamayı öğrenmek için bilgin olması gerekmediğini vurgulayarak okulunu yarım bıraktırmış, bu durum derslerle arası olmayan Pascual’in de işine gelmiştir. Babası ters, kaba, dediği dedik bir adamdır. İkide bir öfkelenip annesini de Pascual’i de hiçbir neden yokken acımasızca döver. Kaçakçılıktan içeride de yatmıştır. Annesi ise tüm kusurların toplandığı biridir. Sinirli, kaba, hırçın ve ağzı bozuk bir kadındır. Dudak köşelerini tutmuş kır bıyıkları, tepesinde ufak bir topuz yaptığı, tarak yüzü görmemiş, çalı gibi saçları vardır. Kara yas elbiseleri dışında bir şey giymez, sudan hoşlanmaz. Ama şaraba bayılır, para bulur bulmaz, Pascual’i şarap almaya yollar. Babası ve annesi içkiye düşkün, kiliseye gitmeyen, kavga etmekten başka iletişimi olmayan insanlardır ve bu huyları Pascual’e de miras kalmıştır. Annesi, babası hayattayken başka erkeklerle yatıp kalkmış, hatta çocuk doğurmuştur; babası da kuduz bir köpek ısırması sonucu karısı tarafından kilitlendiği dolapta sefil bir şekilde ölmüştür.

    Pascual çok küçükken doğan kız kardeşi Rosario hepsinden akıllı çıkmış, tüm aile bireylerini parmağında oynatarak, bu aklını kötü yönde kullanmıştır. On dört yaşında ailesini ve evini terk ederek evde para edecek eşyaları da yanına alarak şehre fahişelik yapmaya gitmiştir. Yine de Pascual Rosario’yu sever. Zor zamanlarında Pascual’e destek olan, ona şefkat gösteren bir tek o vardır. Pascual kendi annesinden hiçbir sevgi ve ilgi görmediği için çocuk doğurmasa da Rosario’da analık yetisini görmüştür.

    Doğuştan zeka özürlü şanssız kardeşi Mario bu dünyayı bıraktığında daha on yaşında bile değildir. Zavallı çocuk yerde yılan gibi sürünmekten, gırtlağıyla burnundan sıçan gibi birtakım sesler çıkarmaktan başka bir şey öğrenemez. Daha dört yaşındayken domuzun her iki kulağını da yediği zavallı çocuk gece gündüz ağlayıp, ulur. Zaten sabrı olmayan annesi, bu tür durumlarda daha da ilgisizdir. Çocuk önüne ne atılırsa onu yer. En sonunda bir zeytinyağı küpünün içinde boğulmuş olarak bulunur. Okurun romanı okurken yüzünü buruşturacağı ve eserin en tiksinç bölümlerinden biri Pascual’in Mario’yu anlattığı bölümdür. Zavallı Mario’nun yaşadığı tüm sefillik, Pascual’in annesini öldürmesinde altta yatan sebeplerden biri de sayılabilir:

    “Babamın ölümünden beri efendisiymiş gibi evimize elini kolunu sallaya sallaya girip çıkan Rafael beye –bilmem neden- saldırıverdi; zavallıcığın aklına kart herifin bacağını ısırmaktan daha kötü bir şey gelemezdi ve yapmamalıydı bunu, çünkü Rafael Bey öbür ayağıyla kulak yaralarından birine öyle bir tekme indirdi ki, bilincini yitirip ölü gibi seriliverdi yere; yarasından da öyle bir sızıntı başladı ki kanı tükenecek sandım. İhtiyar budala marifet yapmış gibi gülüyordu. (…) Çocukcağız yerde boylu boyunca serili kaldı ve anam – o anda onu böyle habis görmek ürküttü beni- koşup onu yerden kaldıracağına, Rafael beye katılıp gülmeye başladı. (…) Rafael Bey gittikten sonra anam Mario’yu kucağına aldı, yeni doğuran bir köpeğin enciklerine yaptığı gibi bütün gece yarasını yaladı; yavrucak bu yaltaklanmayı alçakgönüllükle kabul etti ve gülümsedi. Kısacık yaşamı boyunca gülümsediğini ilk kez o gece görmüş olduğuma inanıyorum.”(1)

    Beşinci bölümün sonunda, Pascual ölen Mario’nun mezarı başında, sevdiği kız Lola’yla birlikte olur ve bu bölümde anılarını yazmaya ara verir. Pascual on beş günü hücresinde yazmadan geçirmiştir. O ana kadar yazdıkları ve ölüm üzerine kafa yorar, pişmanlığından dem vurur. Mutlu bir aile olabilme ihtimali üzerine düşünür. Diğer altı bölümde ise Pascual bir oğul ve kardeş olmasının yanı sıra artık bir koca ve baba olarak ortaya çıkar. Lola’yı hamile bıraktığını öğrenince onunla evlenmeye karar verir. Ancak balayının sonu kanlı biter. Lola’yı taşıyan kısrak onu üstünden düşürüp, bebeği düşürmesine neden olunca Pascual kısrağı en az yirmi kere bıçaklayarak öldürür. İlk çocuğu doğmadan ölen Pascual’in ikinci çocuğu da yalnızca on bir ay yaşamıştır.

    “Bebeği seyre dalınca içimde yükselen şu sevinç yok mu, hiçbir neden olmadığı halde adamakıllı kuşkulandırıyordu beni. Felaketin kokusunu her zaman çok iyi almışımdır ve bu önsezim de tüm öbürleri gibi kara bahtımı, kararmasının sonu hiç gelmeyecekmiş gibi görünen şu kara bahtımı daha beter karartmaya devam etmek istercesine, birkaç ay içinde doğru çıktı. (…) Bizi yüzüstü bırakıp gidecek, en kara umutsuzluklara düşürecek, kaba dikenlerle ısırganların, kara kurbağalarla kertenkelelerin sardığı yıkık çiftlikler gibi ıssız bırakacaktı bizi, biliyordum, çok iyi biliyordum; eninde sonunda başına geleceğinden kuşkusuz olduğum felaketiyle büyülenmiş gibiydim; içgüdümün kulağıma fısıldadıklarına karşı yapabileceğim hiçbir şey olmadığını kesinlikle bilmek, kopacakmış gibi geriyordu sinirlerimi.”(2)

    Evde üç kadınla başbaşa kalır. Annesi, karısı ve kızkardeşi. Annesi ve karısı bebeklerinin ölümünün ardından yaşadıkları acıyı Pascual’den çıkarmaya çalışır. Sürekli zayıf yerinden vurup, zaten acıyan yerini daha da acıtırlar. Huzur bulamadığı evinden çok uzaklara kaçma isteği duyar. Bir sonraki bölümde anlatıma yeniden ara verilir. Pascual bu sefer yazmadan 30 gününü geçirir. Günah dolu yaşamını düşünür, papaza günah çıkartır ve yeniden hevesle yazmaya koyulur. Bu sefer köyünden çok uzaklara, onu kimsenin tanımadığı yerlere kaçar. Amerika’ya gitmeye niyetlidir, ancak gidecek parası olmadığından iki yılı evinden uzak başka bir memlekette geçirir. Döndüğünde karısı başka bir erkekten hamiledir ve “yokluğunda dönen işlerde aracılık yaptığını bildiği anası”da kendisinden bucak bucak kaçmaktadır. Lola ilk başta Pascual’in köye dönüşünün felaketle sonuçlanacağını bilmenin korkusuyla, kimden hamile kaldığını söylemek istemese de kızkardeşi Rosario’yu da kandıran adam olan Sırık lakaplı Paco Lopez’den hamile olduğunu söyler söylemez ölür. Ölürken “sanki kan, yaşamının gübresiymiş gibi” demesi, Pascual’in zihnine mıh gibi kazınır. Sırık, Rosario’yu almaya, Pascual’in yanına geldiğinde de aslında onu öldürmeyecektir.

    “-Öldürmüyorum seni çünkü söz verdim ona.
    – Kime?
    – Lola’ya.
    -Demek beni seviyordu?
    Kabadayılığın bu kadarı fazlaydı artık. Dizimi biraz daha kuvvetle bastırdım… Göğüs kemikleri kavurma tavasındaymış gibi çıtırdıyordu… Ağzından kan fışkırmaya başladı. Üstünden kalktığımda, kafası cansız yana devrildi.”(3)

    Cezaevinde üç yıl yattıktan sonra iyi halden salıverilir. Evine döndüğünde Rosario ona yeni bir eş bulur. Esperanza Pascual’i öteden beri seviyordur ve onun hapisten çıkmasını beklemiştir. Pascual yeni umutlarla ikinci hayatına başlamıştır ancak annesi bu hayatı imkansız kılmış, önceden beri beslediği nefretle Pascual annesini öldürmüştür.

    Eserin başında köyünü ve evini anlatırken köyün en güzel evine sahip ve zengin kişisi Torremejia Kontu Don Jesús’tan bahseder. Romanda onu öldürdüğü anlatılmaz, ancak başta anılarını, “öldürürken bana gülümseyen Torremejia Kontu”na ithaf ettiği için onu da öldürdüğü anlaşılır.

    Karmaşık bir karakter olan Pascual her seferinde şiddete başvursa da şefkat göstermeyi de bilir. Babasının dolaba kilitlenerek ölmesine, kardeşi Mario’nun yerde sürüklenmesine, Rosario’nun güzelliğine ve aklına rağmen sefil yaşamasına üzülmüştür. Ya da eşi Lola’nın başka bir erkeğin çocuğunu doğurmasına başta karşı çıksa da sonradan ona acıyarak izin vermiştir. Ancak farklı bir öteki beni varmış gibi sırf kendisine suçlar gibi baktığı için köpeğini öldürmüştür. Kız kardeşini kandırdığı ve karısıyla ilişkiye girdiği için “Sırık”ı öldürmüş, karısının düşük yapmasına sebep olduğu için kısrağı öldürmüş, kendinde olmayan her şeye sahip olduğu için Torremejia Kontu Don Jesús’u ve en sonda tüm kötülüklerin kaynağı olduğunu varsaydığı annesini öldürmüştür. Tüm bu suçlar nedensiz ve kontrol edilemeyen bir nefret sebebiyle işlenmiştir. Bu da Pascual’in ilkel kişiliğinden, yetiştiği ortamın sefilliği ve cehaletinden kaynaklanmaktadır. Gullon’un da dediği gibi Pascual “kaçınılmaz cinayetlerin suçlusu”dur. Pascual işlediği cinayetlerden kendini sorumlu hissetmez; sorumlu olan içinde bulunduğu çevredir.

    Cahil, yoksul ve yabani bir köylüdür. Hiçbir zaman başına gelen olaylara bilinçli bir şekilde karşılık vermez, ancak sonuçlarını kabullenmekten başka çaresi yoktur. Pascual kendi anlatımıyla okuyucuyu, yaptıklarının suçlusu olmadığına, bunların kendi iradesinin dışında geliştiğine ikna etmeye çalışır. O bir nevi kendi kaderinin kurbanıdır. Kaçma eğilimi gösterse de her defasında başladığı yere geri döner, yani köyüne. Hiçbir şey değişmez, Pascual de değişmez, tek yaptığı eylem, öldürmek olur.

    Pascual kaderinin ona belirttiği yönde ilerleyen pasif bir nesnedir sadece, hareketleri başına gelenlere tepki vermekten öteye geçmez. İçinde boğulduğu çevrenin belirlediği şartlara mahkûm olmuş, kendi varoluşunu özgürce yönetmekten aciz kalmıştır. Eğitimsizliği, batıl inançları durumunun nedenlerini ve sonuçlarını belirlemesinde yetersiz kalmıştır. Başına gelen olumsuzlukları gizemli olaylara ya da kader dediği doğaüstü güce bağlamıştır.

    Okuyucu, işlediği cinayetlerin hiçbir detayını atlamadan anlatan bu caninin hareketlerini onaylamasa da onu anlamaya çalışır. Kurak, kuş uçmaz, kervan geçmez bir köyde doğmuş olan Pascual çevrenin kurbanı olmuştur. Yazar, kahramanın belki de başka şartlarda ve başka bir çevrede doğmuş olsaydı tamamen farklı bir insan olabileceğini hissettirmeye çalışır. Yaşadıkları belli bir determinizm içinde verilmiştir. Her şey tanrının emrettiği gibi olur. Pascual baştan beri yaşamı seçmenin imkânsız olduğu, iyi ya da kötü, kaderine boyun eğmek gerektiği inancına göre davranır. Kahramanın ilk önce ailesi tanıtılmış ve onların davranışları öne çıkarılmıştır. Pascual hayatın getirdiklerine karşı koymaktansa onun içinde yuvarlanmayı kabullenmiştir. “Aile yaşamının imrenilecek yanı yoktu doğrusu, gelgelelim seçim yapmak bize düşmediği, kimin ne olacağı –daha doğmadan önce- alnında yazılmış olduğu için, kısmetimle yetinip umutsuzluğa düşmemeye çalışıyordum.”(4)

    “Pascual Duarte ve Ailesi”nde, Pascual’in yalnızlığı da başat izlek olarak dikilir okurun karşısına. Kanlı biten bir iç savaş sonrası tüm dünyadan soyutlanarak kendi kabuğuna çekilen İspanya’nın da Pascual’le simgelendiği görülür. Pascual yaşamında hep yalnızlığı duyumsar, çevresindeki onca kalabalığa karşın. Çevresindeki insanların yozlaşmış değerlerinden, insanlararası ilişkilerdeki kokuşmuşluktan, insani değerlerin yitirildiği bir ortamdan kaçar ve doğaya sığınır. En çok mutlu olduğu anlar köpeği Kıvılcım’la geçirdiği saatlerdir. Köyün dışında yuvarlak ve alçak bir sandalye gibi basık taşla ilgili anıları “insanlarla ilgili olan anılarından daha güzel”dir.(5) Evinde, köyünde, hücresinde hep yalnızdır, yalnız ve terk edilmiştir. Ama bu terk edilmişlik tanrının değil, kendine uyumlu olmasını bekleyen ve içine almayan toplumun bir ürünüdür.

    İç savaşın hemen sonrasında çıkan bu roman o zaman okunan romanlardan farklı olarak şiddetli bir etki yaratmıştır. Lirik kişilerle dolu, kahramansı durumları öven savaş romanları arasında Pascual Duarte bir anti-kahraman olarak ortaya çıkmıştır. Tiksinç verici durumları, acımasız insanları ve vahşetiyle diğer romanlardan ayrılmış, yüceltilmiş bir ideali olmayan kahramanıyla, alışılagelmiş kurgulardan sıyrılmıştır. Aslında dönemin durumunu ayna gibi yansıtan, ülkenin öfke ve şiddet halini kahramanları üzerinde kişileştiren bu eserin Franco rejiminde uygulanan sansürden nasıl kurtulup da yayımlandığı da merak konusudur.

    Roman, İspanyol edebiyatına özgü tremendismo olarak nitelendirilen akımın da başlangıcı olmuştur. Tremendismo, gerçeğin şiddet yönünde devşirilmesi, tatsız ve hatta itici olayların sistematik bir şekilde sunulmasıdır. Kara tonların, şiddetin, acımasız suçların, bazen tiksinç olabilen zalim bölümlerin vurgulandığı bir gerçekçilikten bahsedilir.(6) Bu katı gerçekçilik tüm roman boyunca hissedilir. Köpeğini, kısrağı ya da annesini öldürdüğü anları anlattığı satırlar bol kanlıdır:

    “Üstüne atılıp sımsıkı yatağa yapıştırdım. Bir ara meme başımı –sol meme başımı- ısırıp kökünden koparıverdi. İşte tam o anda bıçağımı gırtlağına saplayabildim… Kan oluk gibi akıyor, yüzüme fışkırıyordu. Bir kucak gibi sıcaktı ve tadı kuzu kanının tadından farksızdı.”(7)

    Pascual’in hayatı #yalnızlık, #iletişimsizlik, #haksızlık, #zalimlik, #nefret, #şanssızlık ve acımasızlıklarla doludur. Biraz da olsa aşk, şefkat ve dindarlıktan da bahsedilebilir. Pascual Duarte, sevgisiz ve ilgisiz, alkole düşkün, ahlaktan yoksun anne babanın yanında, fahişe bir kız kardeş, mazlum bir erkek kardeşin ve yine hiç de iyi olmayan bir toplumun olduğu çevrede büyümüş, iki çocuğunun ölümüne tanık olmuş, en sonunda annesinin ve Torremejia Kontunun ölümünü gerçekleştirmiş ve kendi hayatı da #darağacı nda bitmiştir.

    1 Camilo José Cela, Pascual Duarte, Can Yayınları, İstanbul, 1990, s. 48-49.
    2 A.g.e., s. 83.
    3 A.g.e., s. 121.
    4 A.g.e., s. 32.
    5 Nil Ünsal, Sabahattin Ali’nin ‘Kuyucaklı Yusuf’u ile Camilo José Cela’nın ‘Pascual Duarte’nin Ailesi’ Üzerine İzleksel Bir İnceleme, Littera. 13, 2003, s. 34-35.
    6 José María Martínez Cachero, Historia de la novela Española entre 1936 y 1975, Valencia, Castalia, 1979, s.108.
    7 Cela, s. 146.

    #PascualDuarte #CamiloJoséCela #ispanyoledebiyatı #antikahraman

    romankahramanlari replied 1 year, 3 months ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: romankahramanlari
Suça Mahkûm Bir Anti-Kahraman Pascual Duarte* Mak…
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now