Sevgili Zackarina
-
Sevgili Zackarina
Sevgİlİ Zackarİna*
Makale Yazarı: Mavisel Yener
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Nisan/Haziran 2011, 6. sayıda yayımlanmıştır.
Çoktandır haberleşemedik, iyi misin? Kumkurdu, annen, baban iyiler mi? Babanla balık tutuyor musunuz yine? Sana yazmak için masanın başına tam oturdum, annem geldi yanıma; ne yaptığımı sordu. “Zackarina’ya mektup yazıyorum” dedim, başladı söylenmeye. Yok efendim başka işim yok muymuş, roman kahramanına mektup yazmak da nesiymiş, seni gerçek mi sanıyormuşum, üç yaşımdan beri böyleymişim…
Biliyor musun Zackarina, anne-babaların hepsi aynı galiba. Ama sen benden biraz daha şanslısın. Hiç olmazsa Kumkurdu’yla konuşuyorsun diye seni doktora götürmediler. Evet evet, yanlış okumadın; beni doktora götürmüş annem (sanki marifetmiş gibi anlatır hâlâ). “Doktor bey bu kızdan çok korkuyorum, galiba aklını oynattı. Bütün gün kendi kendine konuşuyor, güya arkadaşları varmışmış da onlarla konuşuyormuş. Hep hayal dünyasında dolaşıyor,” demiş. Doktor “telaşlanmayın, büyüyünce geçer…” diye rahatlatmış onu. Oh işte canıma değsin, doktoru yalancı çıkardım, büyüdüm ama geçmedi!
Geçenlerde bir yerde okudum, şöyle diyordu: “Kumkurdu, Zackarina’nın hayali arkadaşıdır.” Yani, demek istiyorlar ki: “Aslında Kumkurdu yok! Hepsi kızın uydurması!” Böyle düşünmeleri ne komik değil mi? Onun arada bir burnunu karıştırması da mı uydurma yani?
Ayy, burnunu karıştırmak dedim de, aklıma bir şey geldi. Geçenlerde albümlerime bakıyordum. İlkokulda bizim sınıfta bir sümüklü Bülent vardı. Ya burnunu karıştırır, ya sümüklerini koluna silerdi. Sinir olurdum oğlana. Sınıfça çektirdiğimiz bütün fotoğraflarda onun olduğu yeri kesip çocuğu çıkarmışım, iyi mi? Hani sen kitap ayracı koleksiyonunu düzenliyordun bir gün, ayraçlardan biri uçuverince peşine takılıp sahile gitmiştin. İşte o gün, Kumkurdu’nun bir anısını da yakalamıştın. Neredeyse rüzgârla uçup gidecekti anı. Sen onun iyi bir anı olduğunu sanarak geri vermiştin Kumkurdu’na. Oysa hüzünlü bir anıydı. Kumkurdu’nun hüzünlü bir anıyı niçin saklamak istediğine bir türlü akıl erdirememiştin. İşte o zaman Kumkurdu sana demişti ki “Yalnızca neşeli anıların kaldığını bir düşünsene. O zaman hüzün denen şeyin ne olduğunu bilemezdin.” Ben böyle düşünseydim, gıcık olduğum o oğlanı fotoğraftan kesmezdim tabii. Sevdiklerimin yanında, sinir olduklarımın da fotoğraflarını saklardım. Ama anımı kaybettim sayılmaz pek, çünkü fotoğraftaki o boşluk sümüklü Bülent’i hatırlatıyor, bir de babası okul taksitini ödemedi diye müdür muavininin dersten alıp götürdüğünü…
Neyse, eskileri bırakalım. Söyle bakalım baban yine öyle nefis kekler yapmaya devam ediyor mu? Ah, onun pişirdiklerinin tadı damağımda. (Biliyor musun, bizim buralarda babalar pek yapmaz böyle işleri.) Baban hâlâ Kumkurdu’nun uydurma olduğunu mu düşünüyor? “Kumkurdu yalnızca bir uydurma, benim arabamı tamir edemez herhalde,” diye huysuzlandığı gün iyi ki sizinleydim. İşte o gün Kumkurdu’nun nasıl da yaratıcı biri olduğuna tanık oldum. Kimin aklına gelirdi ki, benzin hortumunu bir farenin kemirmiş olabileceği. Gerçi baban, yine de arkadaşınla konuştuğuna inanmamış, bu buluşu senin yaptığını sanmıştı. Belki ona da hak vermek gerekir. Büyükler Küçük Prens’in varlığına da inanmıyor zaten!
Hani, bir gün gerçek ve düşün ne anlama geldiğini birlikte sorgulamıştınız Kumkurdu’yla. Orada ne güzel bir soru sormuştun, hatırlıyor musun? Kumkurdu sana “Peki gerçek ne?” diye sormuştu, sen de “Bence önemli olan her şey gerçektir” demiştin. Önemli olanlar herkese göre değişiyor, o zaman gerçekler de değişkendir. Büyükler için önemli olanlarla çocuklar için önemli olanlar aynı şey değil ki, o halde, gerçeklerimiz de aynı değil! Geçenlerde Natalie Babbitt diye bir yazarın, Nefis Şeyler Peşinde adlı kitabını okudum. Orada “nefis”in nasıl da göreceli olduğunu anlatıyordu. Kitap bittiğinde, kendime sordum: “Sahi, nefis nedir?” Senin soruların kadar cesurca olmasa da benim sorum da fena değil, ne dersin?
İtiraf etmeliyim, ben senin kadar cesur değilim. Sen annene, babana kızınca hemen belli ediyorsun, ben içime atardım doğrusu. Ama doğru olan seninki (ha ha haa, şimdi sen “doğru ne?” diye sorarsın). Duygularını söyleyince, onlar da seni anlamak için daha çok çaba gösteriyorlar değil mi? Geçenlerde anlattım babama, dedim ki; “Zackarina, kendisine zaman ayıramayan babasına kızınca, hıncını mutfak saatinden almaya karar vermiş. Mutfak saatini kuma gömecekmiş.” Köpürdü, köpürdü… Çocukluğumda yapamadıklarımı Zackarina’nın kişiliğinde görünce, onun öykülerini pek sevmişim diye başladı psikolojik çözümlemeler yapmaya. Diyorum ki “yok baba, öyle değil. Kumkurdu, zamanın saatle ilgili olmadığını, aslında kimsenin hükmedemeyeceği bir şey olduğunu söyledi zaten Zackarina’ya. O da vazgeçti saati gömmekten…” Ama dinlemiyor ki beni, çocukluğumda içinde kalanları, romandaki kız yaptı diye uyduruyormuşum. “İşte kitap orada, inanmıyorsan oku,” dedim. Yaşımla bozmuş kafayı, “bu yaşın işleri değil, bırak artık şu çocuk işi romanları” deyip duruyor.
Ah, babamı Kumkurdu’yla bir konuşturabilseydim Zackarina. Kumkurdu ona anlatsaydı, “yapraklarda, dallarda, helikopter böceklerinde ve tornavidalarda ve kaybolmuş eldivenlerde, her yerdedir masallar” diye. Senin gözlerin çok keskin Zackarina, çocuk olduğun için mi? Sözgelimi, güz yapraklarını kucaklayıp eve götürüyorsun, “bakın masal buldum” diyorsun. Sana inanmayanları da takmıyorsun! Birden aklıma geldi, babanın seninle ilgilenmek yerine hamakta gazete okumasına sinirlendiğin gün, çıkıp gittiğin kumsalda, babanın içine düşmesi için çukur kazmıştın. Galiba Kumkurdu’nu o çukurda bulmuştun, yoksa o mu seni bulmuştu? Bak orasını çıkaramıyorum anı kumbaramdan.
Ha, babamı anlatıyordum. “İnanmıyorsan, oku” deyip kitabı koydum dizlerine. Gözlüğünü takıp şöyle bir baktı, sonlara doğru bir yerini açtı, yüksek sesle okudu: “Cenaze Töreni, sayfa iki yüz elli… Çocuklara ne saçmalıklar anlatmış böyle?” Önyargılı olmamasını biraz daha okumasını söyledim. Dört, beş dakika sessizce okudu. Sonra “Bir kuş ölmüşmüş de, ona cenaze töreni düzenlemişlermiş de, Zackarina ‘hüzün ölümün kız kardeşi’ diye düşünmüş de… Hadi canım, o yaştaki çocuk düşünemez bunları, saçma!” dedi. “Bunları Zackarina düşünmüyor ki Kumkurdu düşünüyor ona söylüyor,” dediğimde tuhaf tuhaf baktı yüzüme. Burada da deniz kenarı olsaydı keşke; sinirlenince senin yaptığın gibi kaçıverirdim oraya, saklanırdım. Merak edip ararlardı, ne güzel!
Zackarina, hatırlar mısın, bana demiştin ki, “yaşam değişim ve dönüşümden ibarettir, gerisi boştur!” Haklıymışsın biliyor musun? Ama değişmeyenler de var tabii; sözgelimi, annemle yaş farkımız değişmedi. Hâlâ, o benden 28 yaş büyük! Hâlâ, terliksiz dolaşmama kızıyor. Görüştüğünüzde bu konuyu Kumkurdu’na danışır mısın, bakalım değişim ve dönüşüm teorisine dayanarak bunu nasıl açıklayacak?
Tam mektubumun burasında annem yine dikildi başıma. Diyor ki “Sen bu Zackarina’yı niye kafana taktın biliyorum ben.” Niyeymiş, diye sordum. İşte yanıtı: “Çünkü o da tek çocuk, sen de… Kardeşi olmayan çocukların hayali arkadaşları daha çok olur. Onu kendine yakın buluyorsun. Benim yaptığım hatayı yapma, çocuğunu asla tek bırakma; mutlaka doğur bir tane daha…” Annem nasıl ama Zackarina? Canı yeter ki iki ilgisiz şey arasında ilgi kurmak istesin, hemen başarır. Haa, bir de diyor ki “Zackarina da kıskanç; annesi ve babasını bile kıskanıyor (anlıyorum ki, gizli gizli okumuş kitabı). İşte böyle tek çocuk olursa kıskanç olur, paylaşmayı bilmez.” (Aklı sıra gönderme yapıyor bana)
Kardeşsiz çocukları paylaşımcı değil sanıyor. Yanlış tespit! Yaban çileklerini Kumkurdu ile nasıl paylaştığını okumamış anlaşılan. “Bisikletli Tatil Resimleri” öyküsü vardı ya, belli ki ona gönderme yapıyor. Hani sen yaptığın resmi asacak yer bulamayınca, anne babanın yer aldığı bir tatil fotoğrafını kaldırmak ve resmini onun yerine koymak istemiştin. Aslında, kaldırmak istediği fotoğraf senin bulunmadığın bir tatilde çekildiği için sinirlenmiştin ya. İşte onu söylüyor annem. Sonunu anımsamıyor besbelli, aman neyse boşver!
Zackarina, biliyorum, gelecek yıl okula başlayacaksın, ne güzel. Hem o zaman mektubumu kendin okuyabilirsin. Dilerim Kumkurdu’nu tanıyan bir öğretmenin olur da sorularının hepsini yanıtlayabilir. Bak şimdi aklıma Bilgin Çocuk adlı kitaptaki Bilge geldi. Bilge sana çok benziyor (sizi uygun bir zamanda tanıştırırım), her şeyi sorguluyor. Bir gün aklına “nasıl bir çağda yaşıyorsunuz?” sorusu takılıyor. Herkesten aldığı yanıt farklı: “Sosyal Bilgiler kitabına göre yakın çağdayız. Din bilgisi dersi öğretmenine göre ahir zamanda yaşıyoruz. Televizyondaki reklamlarla göre iletişim çağında yaşıyoruz. Babaanneme göre tüketim çağında yaşıyoruz. Babama göre atom çağında yaşıyoruz. Fen bilgisi öğretmenime göre bilgi çağında yaşıyoruz.” Kesin sonuçlara varmak bazen ne zor!
Zackarina’cığım, mektup uzun olunca okumak sıkıcı olabilir, artık bitireyim. En fenası da hareket etmeden bacaklarını sakince tutabilmek. Dur bakayım tahmin edeyim: Kumlarda zıplıyorsundur sen şimdi. Sana mektubumu Kumkurdu okuyordur. Ona da selamlarımı söyle. Son yaptığını duymadım sanma, “kabanım küçülmüş, ben çok büyük oldum,” diye ağlamışsın. Hiç yakışmadı sana ağlamak. (Tamam tamam kızma, ağlamak olmasa gülmenin kıymetini anlayamazdık.)
Lütfen sözcüklerin tadına bakmaya devam et, kırmızının lezzetini unutma. Mektubumu Zackarinaca bitireyim: Pastelli, börelli, şekelli hopa lup, dondulelli, çikolelli, şapırt şup!
Seni seven dostun Mavisel
Şubat-2011-İzmir
—————Gönderme Yapılan Kitaplar:
• Kumkurdu Üçü Bir Yerde, Asa Lind, Çeviren: Ali Arda, Kanat Çocuk, 2009
• Küçük Prens/ Antoine de Saint-Exupery/ Çeviren: Yaşar Avunç/ Mavibulut Yayınları, 2009
• Bilgin Çocuk, Nuran Direk, Pan Yayıncılık, 2009.#sayı6 #kumkurdu #küçükprens #bilginçocuk #asalind #zackarina #maviselyener

Sorry, there were no replies found.