Roman Kahramanları
Sarah Woodruff: John Fowles Romanı Fransız Teğmenin Kadını ve Filmi
-
Sarah Woodruff: John Fowles Romanı Fransız Teğmenin Kadını ve Filmi
Varoluşçuluk: John Fowles Romanı “Fransız Teğmenin Kadını” ve Film Adaptasyonu*
Makale Yazarı: Zehra Aydın
*Bu makale Roman Kahramanları Dergisi 37. sayısında (Ocak/Mart2019) yayınlanmıştır.Bir kadın… O, “Fransız Teğmenin … Kadını”: Sarah Woodruff… Onun için özgürlük toplum tarafın dan reddedilmek ve aşkı uğruna denizde hep sevdiği adamı beklemekti, ta ki Charles karşısına çıkana kadar. Bir toplum düşünün 1800’lerde. Fazlasıyla tutucu ve kadınların toplumdaki yerinin ev olması konusunda fazlasıyla ısrarcı. Viktorya döneminde bir kadın evlenmeliydi zamanı geldiğinde. Fakat Sarah bazı değerleri için toplum tarafından aşağılanmayı, dışlanmayı ve “öteki” olmayı kabul etmişti çoktan. Peki ne için? John Fowles’ın eşsiz kaleminden Fransız Teğmenin Kadını, Sarah ve Charles’ın hayat hikâyesini anlatıyor. Fowles, romanın bir kısmında roman yazmanın bir yerden sonra karakterlere kendi hayatlarına dair seçim haklarını vermek demek olduğundan bahsediyor. Yazarın romandaki yansıması olarak anlatıcının da romanda vücut bulduğunu ve Charles ile karşılıklı trende oturduğunu düşünürsek, aslında yazarın gerçek hayatın ve o hayattaki sorunların bir izdüşümünü ele aldığını görüyoruz. John Fowles, Jean-Paul Sartre’ın varoluşçuluk felsefesinin gerçek hayatta ne kadar uygulanabilir olduğunu karakterleri üzerinde gözler önüne seriyor.
Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluk
(Sarah:) Onların anlayamayacağı bir özgürlüğüm var.
Hiçbir hakaret, hiçbir suçlama beni rahatsız edemez.
Çünkü o sınırların dışına çıkardım kendimi.
Ben hiçbir şey değilim, artık insan bile sayılmam.
Ben Fransız Teğmenin O…’yum. (s. 185)[1]Sartre varoluşçuluğu açıklarken birçok terim kullanmıştır. Bunlardan biri “authenticity” yani insanın kendine karşı dürüst olması; diğer bir deyişle olduğu gibi görünmesidir. Sartre’ın derin varoluşçuluk felsefesinden esas olarak bu kısmı alan John Fowles, romanının temel taşını oluşturmuştur. Yalnız bu romanında ana karakterin Sarah mı Charles mı olduğunu söylemek biraz zor. Fowles romanın Viktoryen döneminde yaşayan bir toplumu, farklı ekonomik şartlara sahip insanları ve bu toplum içinde benliklerini toplum onayı dâhilinde yaşayan insanlarla toplumu karşısına almaya cüret edebilenleri anlatıyor. Asıl soru ise: “Birey seçimlerinde ne kadar özgürdür?” Aslında bizler de farklı şekillerde bu soruları kendimize soruyoruz. Mesela birey özgürlük için nelerden vazgeçiyor? Veya özgür olabilmek adına nelere katlanıyor? Peki gerçekten toplum içerisinde yaşayan bizler için toplumdan bağımsız bir birey olmak mümkün mü? Özgürce seçimler yapıp sorumluluklardan kaçmak mümkün müdür mesela? Yoksa yaptığımız seçimlerin bedelini ödemeli miyiz? Bakalım Fowles bu muhteşem romanında bu soruları nasıl ele almış…
Sarah ve Charles
Sarah kim? Hangi gölgelerden kopup geliyor? (s. 104)Sarah Woodruff özellikle romanın başlarında Viktoryen toplumu tarafından dışlanmış bir birey olarak sunuluyor. Charles Smithson ise bir Viktoryen beyefendisi; fakat bazı özellikleri ile bu çizginin içinde mi yoksa dışında mı kalacağı romanın ileriki bölümlerinde belli oluyor. Öncelikle Sarah, paraya düşkünlüğünden dolayı aklını kaybeden bir baba tarafından iyi bir eğitim alması sağlanmış düşük gelirli bir ailenin kızıdır. Kendi sınıfındaki erkekler için fazla “iyi” ve “üstün” kalmaktadır. Bu durum aslında Sarah için de bir ikilem yaratmaktadır. Bir tarafta bir hanımefendi gibi eğitim alması diğer tarafta düşük gelirli bir sınıfa ait olması… Viktoryen toplumundaki sınıf farklılıklarını düşünürsek, toplum her bireyin kendi sınıfından biriyle evlenmesini tasvip etmektedir.
Charles Smithson ise orta sınıf (middle class) bir aileden gelmektedir. İngiltere’de orta sınıf aile, bizim kültürümüzün aksine maddi durumu çok iyi insanlar için kullanılmaktadır. Charles’ın da genel olarak babasından bahsedilmiştir romanda. Charles’ın kız kardeşinin doğumu esnasında karısını ve kızını kaybeden baba, acısını hızlı atlatmıştır. Charles’a bir sürü özel öğretmen tutarak iyi bir eğitim almasını sağlamıştır. Charles’ın babasının da Viktoryen toplumdaki ikiliği göze çarpmaktadır. Bir yandan oğlunun eğitimine önem vermesi diğer yandan ise ailesine bağlılığının olmaması… Babası ölünce karakter olarak bir miras bırakmıştır Charles’a: ikiyüzlülük.Viktoryen Toplumunda Birey Olmak
On dokuzuncu yüzyılda karşımıza neler çıkıyor? Kadının kutsal olduğu
bir çağ; on üç yaşında bir kızı birkaç pounda satın alabilirdiniz… (s. 281)Her Viktoryenin iki zihni vardı…(s. 383)
Fowles romanında alıntı yaptığı şair ve yazarları neden seçtiğinden bahsetmiştir. Özellikle Tennyson’ın âşık olduğu kişinin gayrimeşru yeğeni olması sebebiyle ona olan aşkından vazgeçen bir kişi olduğuna dikkat çekmiştir. Bu şair Viktoryen çağının başta gelen şairidir. Fowles’un vurgulamak istediği, aslında birey dışarıda kendini aksettirdiğinin yanı sıra başka bir kimliğe daha sahip olabilir. Buna sebep olan ise özellikle bir toplumsal baskı olabilir. Romanımızdaki baş karakterlerden biri olan Charles’ın da aslında iki zihni bulunmaktadır. Charles bir yandan Viktoryen toplumunda orta sınıf bir tüccarın kızı ile nişanlı olan bir centilmen iken diğer yandan aynı toplum tarafından mecazi anlamda aforoz edilmiş Sarah gibi bir kadına âşık olmuştur. Ve bunun farkına vardığında ise Charles zor bir ikilemde kalmıştır. Ya sevdiği kadına olan aşkını ilan edip Ernestina ile olan evlilik akdini ve nişanını bozacak veya toplumdaki prestijini zedelememek için zengin bir babası olan nişanlısıyla evlenip Sarah’dan vazgeçecektir. Charles toplum karşısında koruduğu izlenimi ile iki zihinden birine sahipti, diğeri ise Sarah’nın peşinden gitmeye karar verdikten sonra ortaya çıkacaktır. Sarah da iki zihne sahiptir. Biri topluma gösterdiği yüzü yani sevgilisini bekleyen umutsuz kadın diğeri ise özgürlüğünün peşinden bazı zorluklara katlanmamak için yalan söyleyen bir kadın. Romanda Fowles, Dr. Jekyll ve Hyde (1886) romanından bahsetmektedir. Bu romanı anımsayacak olursak: Dr. Jekyll Viktoryen toplumunda çok saygıdeğer bir insandır ve bir gün kendi ürettiği bir formülü içtiğinde Hyde’a dönüşerek geceleri türlü kötülükler yapmaktadır. Romanın sonuna dair bütüncül bir analiz yapmak gerekirse, aslında iki karakter de aynı kişidir ve tek bir bedeni paylaşmaktadırlar. Hyde sadece Dr. Jekyll’ın içindeki kötülüğü gün yüzüne çıkarmaktadır. Fowles’un romanında da vurgulanan bu durum Viktoryen toplumunu ve yarattıkları bireyleri eleştirmektedir. Bir centilmeni verdiği kararlarla yargılamak, bir kadını kötü kadın olarak ilan etmek bu toplum üyeleri tarafından yapılan eylemlerdir. Sarah ve Charles Dr. Jekyll’ın aksine fiziksel değil ama psikolojik bir değişim geçirmektedirler. “Özgürlük” adına gerçekleşen bu değişimler aslında bizlere bu bireylerin gerçek yüzünü göstermektedir. Ve bu hâlleri toplumun addettiklerinin tam da zıddıdır. Toplum bireylerinden mükemmeliyetçilik beklentisi içerisindedir. Yalnız insan olan bu bireyler de yanlışlar yapmaktadır. Böyle bir toplum içerisinde oldukları için yaptıkları yanlışları gizlemeleri gerekmektedir ve bu sebeple de iki karaktere sahiptirler: Kapıların ardında ve toplum önünde olmak üzere…
Peşinden Koşulan…
Roman Sarah’yı ana karakter olarak alsa da satır aralarındaki ipuçları aslında Fowles’un bizlere Charles’ın, varoluşun peşinden koşma hikâyesini de anlatmaktadır. Kendinden, isteklerinden ve nerede olmak istediğinden emin olan Sarah, aslında bu arayışlara yeni başlayacak olan Charles için bir rehber olacaktır. Yanında olarak değil aniden hayatından çekip giderek bunu yapmayı başarmış bir kadındır Sarah. Nasıl bir rehber olduğunu ise daha sonra analiz edeceğiz. Hikâyemizi baştan almak gerekirse: Sarah Woodruff: Lyme kasabasında yaşayan yalnız bir kadındır. Viktorya toplumu tarafından ormanda yalnız dolaşması, deniz kenarında uzun bekleyişleriyle dedikodulara sebebiyet vererek toplumda “öteki” olmuştur. Toplum tarafından dışlanmasının ilk sebebi ise romanın adını aldığı lakabıdır: “Fransız Teğmenin Kadını”. Bir kaza sonucu kasaba halkı tarafından sahip çıkılan Varguennes’e âşık olan Sarah, evlenme vaadine inanarak uzun süredir ona geri döneceğine dair söz veren adamı beklemektedir. Bu yüzden denize karşı durup uzun uzun ufka bakmaktadır bazı zamanlarda…
Sarah’nın vaktini geçirdiği başka bir yer de Ware Commons’dır. Burası romanda şöyle tarif edilmektedir: “… kasabanın daha saygın kesiminde bir delikanlı ya da kız hakkında ‘tam Ware Commons’lık’ demek, onu ömrü boyunca karalamaya yetiyordu. Böyle adı çıkan bir oğlan satir; kızsa hendeklerde sevişen bir o… sayılırdı.” (s. 100) Başlarda yalnız başına dolaşan Sarah, daha sonra Charles ile Ware Commons’da karşılaşmakta ve buluşmaktadır. Ware Commons’da bir kez daha karşılaşan Charles ve Sarah bir seferinde içinden çıkılmaz bir durum içinde buldular kendilerini. Sarah, Charles’tan kendisi ile son bir kez daha buluşmasını ve 18 ay önce Fransız Teğmen Varguennes ile ilgili neler olduğunu anlatmak istediğini dile getiriyordu. Başkaları tarafından görülüp itibarının zedelenmesinden korkan Charles ise reddetmeye çalışsa da Sarah bunun son ricası olduğunu dile getirip ısrar ettiği için kabul etti. Romanın bu kısmına kadar okuyucuya sunulan Sarah’dan farklı bir Sarah ile karşılaşıyoruz bu noktada. Sessiz, sorulara cevap vermeyen, içine kapanık bir kadın iken Ware Commons’daki bu karşılaşma esnasında iç dünyasını ilk kez Charles’a açmak istediğini ve buna ihtiyacı olduğunu dile getiriyor. Odak noktası Sarah ile ilgili gerçekler iken anlatıcı birden Charles’a odaklanıyor ve onun birden fazla kişiliği olduğunu söylüyor ve kitap bitene kadar da Charles’ın daha fazla kişiliğini göreceğimizi sorguluyor. Anlatıcının okuyucuyu sürüklediği ikilem kitabın ilerleyen sayfalarında daha da belirginleşecektir. Kimin gerçekten ciddi bir sorunu var? Sarah’nın mı? Charles’ın mı?
Bir yanda melankoli hastası olarak teşhis konan Sarah diğer yanda ise Charles… Sarah’nın bir diğer lakabı da “Trajedi”ydi. Toplum tarafından deli olarak addedilmekteydi. Anlatıcı tam da burada söze giriyor ve okuyucuya bir mesaj veriyor: “Gerçeği sezmiş olmalısınız: Sanıldığı kadar deli değildi… En azından herkesin bildiği anlamda. Utancını sergilemesinin[2] bir amacı vardı; bir amacı olan insanlar da onu ne zaman elde ettiklerini ve ne zaman bir kenarda bekleteceklerini gayet iyi bilirler.” (s. 74) Anlatıcının işlevine dair burada okuyucuya bir ipucu verilmektedir. O sadece olanları yansıtan üçüncü bir ses değil aynı zamanda gerektiği yerde hikâyeye uyarılarıyla dâhil olan bir kişidir. Anlatıcı olmasa biz okuyucular da Viktoryen toplumun bakış açısından bakarak Sarah’yı kötü kadın olarak düşüneceğiz. Fakat bu sözler sayesinde Sarah’nın bir amacı olduğunu ve bunları bu amacı için yaptığını anlayabiliriz.
Charles’ın varoluşçu hikâyesinin başlaması, Sarah’nın ortadan kaybolması ile başlayacaktır. Ondan önce Sarah hikâyesini Charles’a anlatmaktadır. Fransız teğmene âşık olan ve ardından onunla buluşmak için Weymouth’a giden Sarah, “Nasıl olduğunu anlatamam ama değiştiğini biliyordum… Bir yalancı olduğunu görebiliyordum…”(s. 183) demektedir Charles’a. Aslında teğmenin gerçek yüzünü hisleri sayesinde görmüş ama yine de orada onu terk etmemiştir ve itirafına devam etmektedir: “Kendi kaderime hükmettiğimi kendime kanıtlamak zorundaydım sanki… Orada kaldım… Orada kalmaya karar verdiğim andan itibaren masumiyetim yalandı… Kendimi ona verdim.” (s. 184) Burada Sarah bir seçim yaptığını ve bu seçimin bedelini ödemesi gerektiğini hissettiğini belirtmektedir. Tam da Sartre’ın “authenticity”[3] kavramında olduğu gibi. Sarah oraya gittikten ve teğmenin yalancı olduğunu anladığında geri dönebilirdi. Kimseye bir şey söylemeyerek bu hatasını hayatı boyunca gizleyebilirdi. Ama ona göre bu yanlıştı. Kendi kaderine kendisi yön vermeliydi ve yaptığı seçimin bedelini sonuna kadar ödemeliydi. Bu sebeple teğmen ile kendi rızasıyla birlikte oldu ve ekledi: “Yani çifte damgalı bir kadınım ben. Hem koşullar hem de kendi seçimim yüzünden.” Peki ama bunu neden yapıyor Sarah? Günah çıkartmak için mi? Rahatlamak için mi? Birinin onu tüm gerçekliğiyle görmesi için mi? Yoksa anlatıcının da söylediği gibi başka bir amacı olduğu için mi?
Sarah’nın itirafı belki de bir düzmece idi… Charles’ı da toplumu kandırdığı gibi kandırmak istiyordu belki de… Ama neden? Sarah’nın sözlerine dönecek olursak, itirafına devam eden Sarah kendi yaptığını neden yaptığını anlatmaya çalışıyordu Charles’a: “Bir daha eski Sarah olmamak için yaptım bunu… Benim acı çekmiş olduğumu… Hâlen acı çektiğimi bilsinler diye yaptım… Bunun rezilce bir şey, bir … günah olduğunu biliyordum; ama kendimden kurtulmak için başka bir yol göremiyordum.” (s. 185) Sartre’ın varoluşçuluk felsefesine dönecek olursak, insanların kendi benliklerini bulabilmek için önce hiçliği tecrübe etmeleri ve yaşamaları gerektiğini söylemektedir ünlü filozof. Sarah da tam olarak Sartre’ın kastettiği bir hiçliğe ulaşmak için kendini teğmenin kollarına bıraktığını anlatmaktadır ve eklemektedir: “Beni ayakta tutan bu utancım, diğer kadınlar gibi olmadığımı bilmek oldu… Onların anlayamayacağı bir özgürlüğüm var. Hiçbir hakaret… Beni rahatsız edemez. Çünkü o sınırların dışına çıkardım kendimi.” Belki de Sarah’nın yaptıklarının cevabı bu son sözlerinde gizlidir: özgürlüğü için…
Charles’ın Kendine Yolculuğu
Kendisi (Charles) nasıl İngilizlere has
iki niteliğin, ironi
ve gelenekçiliğin karışımıysa, Sarah’nın da
yine İngilizlere has iki özelliğin karışımı
olduğunun farkına varamamıştı.
Tutku ve hayal gücü… (s. 199)Sarah’nın sorunu toplum içerisinde sınıflara tanınan ayrıcalıklardı. Bir keresinde Charles’a kendisinin eski patronunun karısından veya Charles’ın nişanlısı Ernestina’dan ne farkı olduğunu sormuştu. Charles belki onları ve sosyal statüsünü kıskandığını düşünüyordu ama durum bu değildi. Sarah sorguluyordu. Sarah, kitabın tam merkezinde yer alıyor. Sarah’nın merkezde olduğunu ve etrafında gitgide genişleyen daireler hayal edin: En yakınındaki dairede Charles, bir sonrakinde yanında çalıştığı Bayan Poulteney, bir sonrakinde Dr. Grogan -Sarah’nın hâlini melankoli olarak tanımlayan doktor- en büyük daire ise kasabanın halkı. Sarah bu merkezde yer alırken; gizem, dedikodu, bilinmeyen olaylar tarafından sarılmıştır. Okuyucu, bu gizemi çözebilmek için anlatıcı tarafından yönlendirilmektedir. Sarah kendi bulunduğu noktaya Charles’ı çekip koymakta ve Charles’ın benliğini bulması için onu terk etmektedir. Charles ne kadar Sarah’yı anlarsa o kadar o çemberin içerisine girmektedir. Adım adım… Ama bu sürecin başlangıcı olan Sarah’nın Charles’ı terk etmesinden önce son birkaç olay daha olmuştur.
Bayan Poulteney’in evinden kovulan Sarah için Charles ve Doktor Grogan planlar yapmaktaydı: Onu bir akıl hastanesine göndermek… Ve yeniden anlatıcı müdahale ediyor: “Kendisi (Charles) zan altında kalmamak için onu mahkûm etmemiş miydi? … Neden Grogan’ın onu (Sarah’yı) kendisi adına yargılamasına izin vermişti? Çünkü ruhundan çok görünüşü kurtarmaya çalışıyordu. Çünkü bir ammonit kadar iradesizdi.” (s. 247) Charles’ın sorunu: iradesizlik. “Viktorya çağında… birçok erkek gibi Charles da bütün yaşamını bir idealin peşinde geçiren tiplerdendi.” (s. 237) Sarah bir ideal miydi Charles için? Yoksa uzak durulması gereken biri miydi? Charles’ın bir itirafına bakacak olursak: “Hiçbir ahlaki amacım yok, hiçbir şeye karşı kendimi sorumlu hissetmiyorum.” Charles’ın bir başka sorunu da: sorumsuzluk.
Sarah kasabayı terk edince bir otele gitmişti. Onu ziyaret etmesi için bir not göndermişti Charles’a. Sadece üç kelimeyle kaldığı otelin adını notta yazan Sarah, “Charles’ı bir seçim yapmaya zorluyordu… Varoluşçu terminolojinin kazançlarından yoksundu ama o anda asıl hissettiği şey kesinlikle özgürlük endişesiydi; yani insanların özgür olduğunu hissetmesi ve aynı zamanda özgür olmanın dehşet verici bir durum olduğunu da fark etmesi.” (s. 354) Charles gittikçe az önce bahsedilen çemberin içine daha da fazla çekilmeye başlamıştı Sarah tarafından. Ve Charles’ın Sarah’yı ziyaret ettiği gece birlikte olmuşlardı. Bir süre sonra Sarah’nın aslında bakire olduğunu anlayan Charles şok olmuştu. Sarah’nın anlattıklarının yalan olduğunu anlamış ama bunlara bir anlam verememişti. Sadece yaptığı karşısında şaşkın olan Charles, kendisini teğmenden daha kötü bir adam olarak nitelendirmişti. Onun yanından ayrıldığında Sarah da Charles’dan habersizce otelden ayrılmıştı. Gitmeden söylediği sözlerden biri de: “Evet, seni kandırdım.” (s. 369) oldu. Ve devam etti: “Sana daha önce de söylemiştim. Hiçbir erkeğin tahmin edemeyeceği kadar güçlüyüm ben…” (s. 370) Burada anlatıcı belki de sessizce biz okuyuculara başka bir mesaj daha veriyor: bilmeden yargılamak. Sarah için de durumlar böyle gelişmemiş miydi? Diğer kadınlar gibi davranmaması ve bir aşk hikâyesi olması onun hakkında birçok dedikoduya sebep olmuştu. Zavallı Trajedi… Peki ya “güçlüyüm ben” derken neyi kastediyordu Sarah? Sarah’nın amacı özgürlük ise neden insanlara doğruyu söylemek yerine sadece yalanları bir kalkan olarak kullanıp hayatına devam ediyordu? Ve asıl sorulacak olan soru: Sarah Sartre’ın bahsettiği gibi “kendisi gibi olan” bir insan mıydı? Hayır. Bir rehber miydi? Belki, yokluğunda… Bir insanın toplum karşısında özgürlüğünü koruması, seçimler yapması ve bunların sorumluluğunu taşıması varoluşçu felsefenin esaslarını oluşturuyor. Ama Sarah için bunların yapılış şekli doğru değil ve o şekil: yalanlar ile kuruluyor. Peki Charles?
Yolculuğuna yeni başlıyordu Charles… Şimdilik sadece sorumsuz olduğunu, özgürlükten korktuğunu itiraf edebilmişti kendisine… “Kendi gibi olmak” yolunun en başındaydı ve sanki sonunda. Kaybolmuş gibiydi. Sarah şimdiye kadar size aksettirdiğimin gerçekten de tam aksine davranan bir kadındı evet. O dünyasını insanları kandırarak, yalanlar söyleyerek kurmuştu. Varoluşçu felsefenin bahsettiği hiçliğe ulaşmıştı ama kendi benliğini saklayarak, hâlbuki bunu duyurması ve ilan etmesi gerekirdi Sartre’a göre… Sarah anlatıcı tarafından öyle lanse edilmiştir ki başlangıçta okuyucu da ona inanmıştır. Bu da romanın yazarının başarısını ortaya koymaktadır. Charles ile birlikte bizler de Sarah’nın gerçek yüzünü görünce şok oluyoruz. Charles’ın yolculuğuna dönecek olursak, Charles her şeyden vazgeçmeye karar vermiştir. Nişanını bozmuş, bunun neticesi olarak centilmen olarak addedilmekten men edilmiştir. Daha da fazlası nişanlısının babası ona bir evrak imzalatmıştır: Nişanlısını kötü bir kadın adına terk ettiğini ve kendisinin ne kadar kötü bir insan olduğunu itiraf ettiği bir doküman… Ve o zamanın şartlarında bu dokümanı gazetede bastırma hakkı dahi vardı Ernestina’nın babasının…
Sarah neden tüm bunları yapmıştı Charles’a? Anlatıcıdan edindiğimiz bilgiye göre: “Sarah’nın onu neden aldattığını anlamaya başlamıştı. … diğer numaraları, onun gözünü açmak için kullanılan stratejilerdi; Charles her şeyin farkına vardıktan sonra bütün söyledikleri, onun gözlerinin açılıp açılmadığını sınamak içindi aslında…”. (s. 382) Amaç, Charles’ın yaşadığı toplumun sorunlarını görmesi için gözlerini açmaktı. Bu anlamda Sarah bir rehber olabilmiştir Charles’a ama Sarah’nın kendisi “kendisi gibi” olamamıştır. Bakalım Charles için olay örgüsü nasıl devam edecektir? Charles aslında evliliğin kendisine uygun olmadığını anlamış ve bunun sebebinin kendi mizacını anlamaması olduğunu itiraf etmiştir.
Anlatıcının Kaleminden…
(Anlatıcı:) … insanın okurlarına
çevresindeki dünyayı
nasıl gördüğünü iletmesidir. Karamsar mı
iyimser mi, yoksa başka bir şey mi? (s. 420)Romanın en başından itibaren anlatıcıyı analiz edecek olursak aslında söyledikleri bir yerde sorgulanabilir bilgiler olarak karşımıza çıkıyor. Sarah’yı zavallı trajedi olarak tanıtması, sonrasında aslında ne kadar yaptıklarının farkında bir kadın olduğunu göstermesi, Charles’ın nasıl bir centilmen olduğu, ama sonra ne kadar farklı ve kendi benliğinden habersiz oluşunun farkına varmaması gibi… Romanın sonlarına doğru ise anlatıcının biz okuyuculara son bir oyunu daha yer almaktadır: İki son yazmak. Ve ekliyor: “… bir tarafı tutmamanın tek yolu iki son yazmak. Geriye bir mesele daha kalıyor: İkisini birden aynı anda yazamam, bu sefer de son bölümün gücü yüzünden, ikinci yazdığım son “gerçek gibi görünecek.” (s. 420) Bu sözlerine rağmen Fowles iki son yazmıştır.
Önce Charles’ın ne yaptığına bakalım. Sarah’nın ortadan kaybolmasının üzerinden tam 20 ay geçmiştir. Charles ise “…kendisi ile hiçlik, sonsuz boşluk, tam bir amaçsızlık arasında duran incecik duvarlar…” (s. 439) narasında dünyayı dolaşmaktaydı. Seyahat edip duruyordu ama aynı zamanda da tuttuğu dedektife Sarah’yı aramasını emretmişti. Sarah onun için ne ifade ediyordu? Ve daha da önemlisi Charles bunun farkına varmış mıydı? Anlatıcımız yine bizlere bu soruların cevaplarını sunuyor: “Çağından, atalarından, sınıfından ve ülkesinden kurtulduğunu hissettiğinde özgürlüğünün Sarah’da hayat bulduğunun farkında değildi; paylaşılan bir sürgün hayalinde. Artık o özgürlüğe inancı kalmamıştı… Toplumdışı biriydi o (Charles), diğerleri gibi olmayandı, son tahlilde ister aptalca olsun ister akıllıca pek az insanın alabileceği bir kararın sonucuydu.”. (s. 442) Tam bu esnada bir telgraf aldı Charles kayıp olan Sarah hakkında: “BULUNDU.” Bir ressam ve şair olan Dante Gabriel Rossetti’nin evinde olduğunu öğrenen Charles için yeni sorular zihninde belirmeye başlamıştı. O evde ne olarak bulunuyordu? Mürebbiye mi? Ortaya çıkmak için neden bu kadar bekledi? Ve daha birçok soru…
Ve gelelim romanın iki sonuna… İlki Fowles tarafından şu şekilde kaleme alınıyor: Charles Sarah’yı görmeye gidiyor ve gördüğü kadın karşısında şunları düşünüyor: “… olağanüstü kadındı; ama çiçek açmış, kendini bulmuş, kozasını delmişti.” (s. 457) Sarah bu ressamın asistanı ve kâtibiydi. Kendisi ile evlenmek istediğini belirten Charles’a cevabı şöyle olmuştu: “Evlenmek istemiyorum. Evlenmek istemiyorum çünkü… Bir kere geçmişim beni yalnızlığa alıştırdı… Yaşamımı paylaşmak istemiyorum. Neysem o olmak istiyorum, ne kadar iyi ve müşfik olsa bile bir kocanın evlilik içinde benden olmamı bekleyeceği kişi değil.” (s. 464) Buna karşılık Charles da kendisinin çok değiştiğinden, sahteliklerinden kurtulduğundan bahsetmektedir. Konuşmanın başında Charles’ın gazeteye kendisini bulmak için verdiği ilanlardan haberi olmadığını belirten Sarah şimdi kendi ağzıyla bunları gördüğünü dile getiriyordu. Ve aslında o hâlâ yalan söylüyordu. Tam bu esnada orayı terk etmek isteyen Charles’ı bırakmayan Sarah, gitmeden birini görmesi gerektiğini her şeyi onun açıklayacağını belirtti. Ve bu kişi bir bebekti… Bir sessizlik oluştu ve Charles anladı, o onların bebeğiydi. Bu Fowles’un romanı için yazdığı ilk sondu…
Romanın ikinci sonuna gelecek olursak, Fowles’un daha önceki cümlesini hatırlamakta yarar olacağını düşünüyorum: “ikinci yazdığım ‘son’ gerçek gibi görünecek.” (s. 420) Sarah’nın yalan söylediğini fark ettiği andan alıyor anlatıcı olayları. Sarah bu sefer çok daha kararlı ve onu eş olarak sevemeyeceğini dile getiriyordu. Deliye dönen Charles hızla evden uzaklaşmak için harekete geçmişti ki koridorda evin hizmetçisinin kucağında bir bebek gördü ve evden çıktı. Anlatıcı bu son için şöyle demektedir: “… bunun ilki kadar akla yatkın bir son olmadığını düşünmemelisiniz… (Charles) hayatın bir simge olmadığını, tek bir bilmece ve onu bilememekten ibaret olmadığını, tek bir yüzü olmadığını ya da zarlar bir kere kötü gelmişse hemen bırakılamayacağını anlamaya başlamıştı; her ne kadar yetersiz, boş, ümitsiz olsa da katlanılmalıydı hayata…” (s. 480) Bana kalırsa romanın ikinci sonunun Fowles’un tarzına uygun olduğu fikrindeyim. Romanın tamamını ele alırsak tüm hikâye sosyal problemlerden ve onların birey üzerinde yarattığı etkilerden oluşmakta ve sonunda da bireylerin hayatlarına dair nelere mal olduğundan bahsedilmektedir. Bireyleri ele alacak olursak; bir yanda Sarah… Kendi gerçekliğini oluşturmuş bir kadındır. Yalanlarla… Topluma karşı durmak yerine işin kolayına kaçmayı ve etiketlenmeyi kabul eden bir kadın. Kim onun “authentic” yani olduğu gibi görünen biri olduğunu iddia edebilir ki? Romanın sonunda bile yalanlarına devam etmektedir. Öte yanda ise Charles… Bir kadın tarafından masum olduğuna inandırılan, üstüne kendisinin onun hayatına leke sürülmesine sebep olacağını düşünen, Sarah’nın ise masum olduğunu sanan bir Viktoryen centilmeni… Her ne kadar centilmenliğini kaybetse de… Seçimlerinin sonucunda karşılaştığı hayatın karşısında durduğunda yaptıklarından zaman zaman şüphe duymasına rağmen hayatın ne demek olduğunu anlamaya başlayan ve kendisi gibi olması gerektiğini düşünmeye başlayan ama bunu eylemlerine döküp dökemeyeceği belli olmayan bir birey… Fowles bu muhteşem romanında varoluşçuluğun gerektirdiği “authenticity”nin gerçek hayatta imkânsıza yakın olduğunu çünkü bireyin bir toplum içerisine doğmuş olduğunu ve bu toplumdan sıyrılmasının pek de mümkün olmadığından bahsetmektedir.
Film Adaptasyonu
1969 yılında yazılan romanın film uyarlaması 1981 yılında yapılmıştır ve romandaki anlatıcı sesinin aksine bu durum farklı şekilde yansıtılmıştır. Filmin içinde bir film daha çekilmiştir… Romandaki Sarah’yı ve onun modern izdüşümü bir oyuncu olan Anna’yı oynayan Meryl Streep, romandaki Charles karakterini ve onun yansıması olan oyuncu Mike’ı oynayan Jeremy Irons başrolleri almaktadır. Biraz karışık görünse de aslında farklı bir yöntem izlemiştir uyarlamayı gerçekleştiren Harold Pinter ve Karel Reisz. Anna ve Mike adındaki oyuncular romanın uyarlamasını çekmek için seçilen oyunculardır. Film adaptasyonu bu uyarlamanın hem kamera önünü hem kamera arkasını bizlere sunmaktadır. Anlatıcının rolü burada ortadan kalkmıştır. Bu sebeple bizleri aydınlatacak biri yoktur Sarah’nın oyunları karşısında. Ve aslında Sarah’nın romandaki rolleri çok belirgin şekilde verilememiştir bu sebeple… Film romandaki merkezde olan varoluşçuluğu yansıtmak yerine “ikilik” üzerinde durmuştur. Karakterlerin film uyarlamasında iki rol oynaması modern dönemde oyuncu olmaları ve film çekiminde Viktorya döneminde yaşayan Sarah ve Charles olmaları üzerinden ele alınmaktadır. Sarah çok zayıf ve aşkına yenik düşen bir kadın olarak yansıtılmaktadır, Charles ise kendinden emin bir Viktoryen centilmeni olarak. Modern izdüşümleri olarak uyarlamada kamera arkası olarak bizlere sunulan Anna ve Mike ise bu rollerin tam tersini kendi hayatlarında yaşamaktadırlar. Film seti dışında yasak bir aşk yaşayan Anna ve Mike evlidirler. Anna, Mike gibi kendisini ilişkiye kaptırmamış ve hayatına devam etmiştir yalnız Mike bu konuda takıntılı olmuş ve Anna’nın kendisini bu kadar kolay gözden çıkarmasını anlayamamaktadır. Romandaki Sarah’nın gerçek yüzünü bizlere gösteren Fowles’a karşılık Pinter Anna’ya Sarah’nın güçlü karakterini vererek 20.yüzyılda bir kadın yaratmış ve Sarah rolündeyken de naif ve zayıf bir kadın rolü yüklemiştir. Romanda yer alan Charles’ın rolünü oynayan Mike ise, romandaki Sarah’yı kaybeden Charles’ın hayatındaki ruh hâline sahiptir. Film setinde Charles olan Mike ise kendine güvenen tam bir Viktoryen beyefendisidir. Romandaki birçok detay bir uyarlama olması sebebiyle çıkarılmış ve yeniden bir kurgu oluşturulmuştur. Varoluşçu felsefeden ziyade toplumda bireylerin çift karakterli olmasından bahsedilmektedir. Bu da bizleri Fowles’ın romanında Viktoryen bireylerin “iki zihni” olduğu cümlesini hatırlatmaktadır. Pinter’a göre ise bu ikilik kendi zamanlarında yani 20. yüzyılda bile hâlen devam etmektedir. O zaman şöyle bir analiz yapılabilmektedir: Bireylerin karakter olarak tecrübe ettikleri ikilikler sadece zamana ait olgular değil aynı zamanda toplum içerisinde yaşayan birey olmanın da doğurduğu sonuçlardır. Toplum sadece bireyin dışında değil iç dünyasında da yer almaktadır…
————————–
[*] Arş. Gör., İstanbul Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü.[1] Makale içerisinde verilen sayfa sayıları John Fowles’un romanı Fransız Teğmenin Kadını romanından alınan alıntılardır.
[2] Sarah’nın Ware Commons’da dolaşması veya sahilde denize karşı uzun bekleyişleri yanında çalıştığı Bayan Poulteney tarafından “utancını sergilemesi” olarak adlandırılmıştır.
[3] “olduğu gibi görünmek”
Kaynakça
• Fowles, John, Fransız Teğmenin Kadını, Çev. Aslı Biçen, Ayrıntı Yayınları, 1969.• Reizs, Karel (Yönetmen), French Lieutenant’s Woman, Oyuncular: Meryl Streep ve Jeremy Irons, United Artists, DVD, 1981.
• Sartre, Jean-Paul, Being and Nothingness, Çev. Hazel E. Barnes, Washington Square Press, 1966.
• Stevenson, R.L. , The Strange Case of Dr Jekyll and Mr Hyde, Penguin Books, [ilk basım: 1886] 1994.
—————————–
#sayı37 #varoluşçuluk #sartre #merylstreep #jeremyirons #zehraaydın #johnfowles #sarah #charles #sarahwoodruff #fransızteğmeninkadını #fowles
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.