Sara, Homongolos: Çirkinlik Gururun, Gurur Erkekliğin Mayasıdır

  • Sara, Homongolos: Çirkinlik Gururun, Gurur Erkekliğin Mayasıdır

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 13:15'de 11 Temmuz 2024

    Çirkinlik Gururun, Gurur Erkekliğin Mayasıdır*

    Makale Yazarı: Altay Ömer Erdoğan

    *Bu makale Roman kahramanları dergisi 36. sayısında  (Ekim/Aralık 2018) yayımlanmıştır.

    “Varâk-ı mihr ü vefayı kim okur kim dinler”
    (Artık kimsede dostluk, sadakat ve vefa kalmadı.)

    Çirkinliğin tarihi yazıya geçmemiş olsaydı güzelliğin ne olduğuna dair tutarlı bir görüş edinemezdik! Umberto Eco, “Güzellik kimi açılardan sıkıcıdır. Güzellik mefhumu çağdan çağa değişse de güzel nesneler her zaman belirli kurallara uymak zorundadır… Çirkinlik tahmin edilebilir değildir ve barındırdığı olasılıkların sonu yoktur. Güzellik ölçülebilir. Çirkinlikse tanrı gibi, sonsuzdur” cümleleriyle konuya açıklık getirse de çirkinin “can alıcı” esteti, edebiyat tarihinin sağlam dayanaklarından biri olmayı başarmışsa zekâ ile gurur arasındaki doğru orantının sonucudur. Bu orantıdan aşka açılan patika, çirkinin ezeli ve ebedî kaderinin kapısını çalar ve kapıyı açan #Esmeralda, Türkçede Bir Kadın Düşmanı’nın Sâra’sından başkası değildir. Deliğinden şöyle bir bakıp kapıyı açmaması mümkünse de Batı’daki benzerlerindeki gibi o da kapıyı sonuna kadar aralamıştır. Yine de çirkinlik, kapıdan geçmeye olanak tanımayan bir cüsseye sahiptir. #Quasimodo aniden Homongolos kimliğine bürünür Türkçede.

    Sâra’nın Nermin’e adadan yazdığı mektuplarla tanımaya başladığımız Homongolos, melundur, “zaten bir menhus da suratı var”dır. (s. 35) İnsanları kendinden uzak tutmak için çeşit çeşit oyunlara başvuran Homongolos, karşısında oynayan bir Sâra bulur: “Bu truptaki rolümü tahmin etmişsindir Nermin… Ben onların bir nevi primadonnasıyım… Bu rolü büyük bir zevk ve ihtimam ile oynuyorum… Hâkimiyetim karşısında herkesin az çok boynu bükük…” (s. 43) Buradan bir melodram türetip dönemin romantizmine bağlama şansı olsa da Reşat Nuri bu şansı kullanmayı asla denememiştir. Güzelliği temsil eden kadın roman kahramanını realizmin en uç noktasına taşıyarak betimlemiş, söylemini bu uç noktadan uçsuzluğa bakan, gerçekten de tam bir “#primadonna”nın ağzından dökülen tirada eşitlemiştir: “Güzelliğim beni çok şımarttı. Etrafımdaki insanları kendime hayran ve esir etmekte âdeta marazi bir zevk duyuyorum… Bu belki de bir hastalık… Öyle sanıyorum ki etrafında hayret ve elem uyandırmayan bir güzellik ziyan olup giden bir şeydir…” (s. 26) Ama iyi bir okumanın cilvesidir ki Homongolos bu güzelliği itina ile ziyan etmekten çekinir. Çevresine fenalık yaptığının hayli farkında olan Sâra’nın karşısında doğal olan hiçbir şeyden korkmayan ama kendinden korkan bir Homongolos vardır.

    Bir erkek için kendinden korkmak, vicdani değil tarihseldir. Oysa #ataerkil toplumda yetişmiş kadınlar cesarete tapar, erkekten cesaret gösterileri beklerler. Homongolos’un cesaret gösterileri ise dozu ağır şakalardan ibarettir. Çirkinliğinden ötürü çocukluğunda maruz kaldığı diğer çocukların kendisini bir hayvan gibi görerek yaptıkları kötü muameleler yüzünden sert görünmek zorunda hisseder. Kendini bir topluluğa kabul ettirme isteği de bulunmadığından çirkinliğini sevimsizlikle de beslemiştir üstelik. Bir tek Necdet, kendine ne fiziksel olarak ne ruhen benzeyen Necdet’e güvenmiş, yalnız onu sevmiştir. İçinin derinliklerine gömerek unuttuğu sevgi bir kadına yöneldiğinde, bunu yalnızca ölmüş arkadaşı #Necdet’e yazdığı mektubun satırlarının arasına sıkıştırmıştır. Yıllarca kendini müzmin bir hüzün ve yeis içinde kıvrandıran soru şuydu: “Fakat ya bu çirkin çehre ile seversem hâlim ne olurdu?” (s. 185) Çirkin erkeğin güzel kadına karşı yedeklediği temkin bir tekinsizlik hâli almaya başladığında, Necdet’e içini döktüğü şu satırlar trajedisinin de kalbine yenik düşüşünün de sözcüsü olur âdeta:

    “Bu Sâra, tarif ettiklerinden, düşündüğümden o kadar başka bir insandı ki onu meclislerin başköşesinde pırıl pırıl yanan, şımarık şımarık gülen, küstah bir hâkimiyetle mütemadiyen eğlenen ve söylenen bir mahluk tasavvur etmiştim. Hâlbuki daima gölgeden ve karanlık köşelerden hoşlanan, halim, sakin ve biraz mahzun bir genç kızdı.

    Yüzüme bakarken hayret ve nefret göstermeyen yalnız o vardı.
    (…)
    Güzel gözlerinde görünüşlerden ziyade iç yüzlere, çehrelerden fazla ruhlara bakan insanların halim müsamahası vardı.
    (…)
    İnsanların hepsi onun nazarında birdir. En güzel çehre ile en çirkin bir insan, mesela bir Homongolos ona daha ziyade zihin ve gönül huzuru verir.” (s. 188-189).

    Melodramda bile gönül huzuruna yer yoktur. Huzursuzluk düzeni hâlinde tanımlanabilecek bir yatay ilişkiler çerçevesinde aşk, nefret, acıma, acınma, kavuşmalar, ayrılıklar, uzaklaşmalar, sürekli bozulan dengeler söz konusudur ve bütün bu dengeler “güzellik” ile ilintili değişir. Victor Hugo’nun “güzel, sadece en basit hâliyle düşünülmüş olan form, çirkin ise büyük bütünün bizi ayrıştıran detayı, insanla değil tüm yaratılış ile uyum içinde olan” biçimindeki tanımlama girişimi bile felsefi olmaktan öteye geçmez. Algıların çirkinliğin göndergelerinden önde gittiği bir dünyada, gözün hikâye edici işlevi her defasında “güzel”e çalışır. O yüzdendir ki Homongolos olmak, ne gündelik hayatta ne de Bir Kadın Düşmanı gibi bir romanın satırlarında kolay değildir. Aslında #Foucault, “Doğada çirkinlik yoktur” dediğinde bunu tersine çevirerek okumamız mümkün olduğu hâlde bunu denemememiz bile, az çok fikir sahibi yapar bizi. Foucault, “Doğada çirkinlik yoktur” derken hayvanlar dünyasından örnekler vererek doğanın süslenmesine yardım etmeyen ve zevk vermeyen bir düzenden söz eder çirkinlik yerine. Bu düzen insanlar için içselleştirilerek kavramlaştırıldığında, fiziki çirkinliğin katlanılabileceği eşik iç güzelliğine dek uzanır ki Homongolos iç güzelliğinden yana hiçbir gösteriye ya da karşısındakine fikir verebilecek ipucuna fırsat bırakmaz. Dolayısıyla katlanılmaz bir erkek profili çizer. Bir erkek için katlanılmaz olmak ise kadınlarla ilişkisiz kalmak anlamını da içerdiğinden yalnızlığı çirkinliğin kaderi olarak çirkinin kişisel tarihine ekler. Eklemekle kalmaz, her çirkin erkek eğer ki iç güzelliğine sahipse bu iç güzelliğin fark edilip merhamete maruz kalmamak için güzel kadın ile arasına çektiği sınırı ihlal etmemeye özen göstererek hayatını sürdürür. (Ya da Homongolos gibi hayatına son verir.)

    Bakın bu fiziki çirkinlik Sâra tarafından nasıl betimlenmiştir: “Homongolos’u heykel gibi iri yapılı korkunç ve karanlık bir heyula olarak düşünmüştüm. Hâlbuki o orta boylu, hatta ortadan da biraz kısa bir adamdı. Ellerine, ayaklarına âdeta küçük denilebilirdi. Fakat vücudunun hareketlerinden kaplan gibi kuvvetli ve sert bir insan olduğu anlaşılıyordu. Çehresine gelince onu sana bilmem nasıl anlatmalı Nermin? Hani coğrafya kitaplarının başında beyaz, sarı, kara, kırmızı ırkların her birinden bir numune gösteren resimler vardır. O resimleri gözünün önüne getir. Afrika zencilerinin kısa kıvırcık sivrice başını al. Onun altına Avrupalının biraz çıkık alnını yapıştır. Sonra, Çinlilerin, Japonların uçları havaya kalkmış kaşlarını badem gibi çekik gözlerini tak. Amerikan vahşisinin iri kemikli yırtıcı çenesini ilave et. Sonra yine onun kırmızı rengiyle bu çehreyi baştanbaşa badana et… İşte sana Homongolos’un başı… Artık bu çehrenin karşısına geç… Bak, bak, için açılsın. Kudretin neler yaratmaya kadir olduğuna hayret et. Cenabı Hakkın binbir isim ve vasfı içinde ‘ya müstehzi’ var mı? Herhâlde kudret bu Homongolos’u yaratırken çok uğraşmış, harikulade bir karikatür bediası vücuda getirmiş…” (s. 58)

    Bu satırları okuduktan sonra okurun aklına Sâra’nın Homongolos’u niçin kendine âşık etmeye ve evlilik teklifine sürüklemeye dair bir oyuna giriştiği düşmektedir. Aslında sorunun yanıtı Sâra’nın Nermin’e yazdığı mektuplardan birinin hamişinde gizlidir: “Dünyanın aksiliklerine akıl ermez…” (s. 30) Hangi okur akla gelir ki güzelliğin de kendini kanıtlamaya gereksinimi vardır. Çirkinliğin yokluğunda ya da bir kategori olarak sınıflandırılmadığı her durumda “güzel” de yoktur ve kategorik olarak sınıflanamaz. Homongolos, Sâra için bir turnusol kâğıdıdır. Sâra, güzelliğinin sınırlarını Tanrının kudreti ile sınayacak ve can sıkıntısını “bir kadın düşmanı”nı alt ederek giderecektir. “Zafer öyle şey ki muharebe meydanlarında bu emel için birbirini boğazlayanlara âdeta hak veriyorum Nermin…” diye yazacaktır. Sâra’nın kibrinin Homongolos’un gururu ile muharebesinde, Sâra’nın tek niyeti Homongolos’un gururunu mükâfatsız bırakmaktır.

    Gururunun mükâfatını alamayan her erkek ölüme mahkûmdur. “Çünkü sevenler sevdikleriyle beraber geçirdikleri en mesut saatlerin farkında olmazlar. Daima daha büyük saadetler getirecek bir yarın ümit ederler… Hâlbuki Homongolos için böyle bir yarın yok”tur. (s. 205) Mucize melodrama aittir. Gerçekte, erkeğin “onun gözlerinde başka bir dünyaya baktıktan sonra etrafındaki şeylerde bir tat bulması kabil değil.”dir. (s. 206) Çirkinliğin tarihi her ne kadar Batı’ya aitse de gerçekliği Doğu’da gururun tarihini satır satır kaleme almaktadır: “Ah Homongolos sen yine kalpsizliğe kurban gittin. Sabırsızlıkla yolunu bekleyen Sâra’ya şiirsiz bir spor müsabakasını tercih etmeseydin böyle mi olacaktı? Belki biraz gururun incinecekti. Fakat bu sonbahar gününün güzel güneşi altında yaşamaya devam edecektin. İlah ilah…” (s. 143)

    —————-

    #Sayı36 #homongolos #sara #reşatnurigüntekin #altayömererdoğan #reşatnuri #birkadındüşmanı #çirkin #çirkinlik #umbertoeco #erkeklikhalleri

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Çirkinlik Gururun, Gurur Erkekliğin Mayasıdır* Ma…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi