Roman Kahramanları
Sanatoryum: Thomas Mann ve Büyülü Dağ Çağında Roman
-
Sanatoryum: Thomas Mann ve Büyülü Dağ Çağında Roman
Thomas Mann ve Büyülü Dağ Çağında Roman*
Makale Yazarı: Ersan Üldes
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI, Temmuz/ Eylül 2014, 19. Sayıda yayımlanmıştır.
Romanda modernizmi düşünmeye başlarsanız eğer, yolunuz mutlaka ondan geçer: Çünkü modernizmin neredeyse her safhasında üretimlerde bulunmuş bir yazar olarak #ThomasMann, farklı farklı netliklerde de olsa bir biçimde, en azından bir kereliğine karşınıza çıkar. 20. yüzyılın hemen başında yayımlanan ilk romanı #BuddenbrookAilesi‘nden 1954 tarihli yarım kalan son romanı Felix Krull Adlı Dolandırıcının İtirafları’na, yalnızca Mann külliyatına başvurarak bile başlı başına bir modern roman kronolojisi oluşturmak mümkündür.
1924 yılında yayımlanan #BüyülüDağ, hem tarihsel hem de yapısal olarak bu kronolojinin tam ortasında durur. Bu açıdan Mann romanını genel hatlarıyla tanımlamak yolunda belki de en uygun örnek sayılabilir.
Roman, Hans Castorp adlı genç bir mühendisin bir sanatoryumda tedavi gören kuzeni Joachim’i ziyarete gitmesiyle başlar. Rakımı fevkalade yüksek bir dağa kurulmuş olan sanatoryum; işleyişi, kuralları, tedavi mantığı, bir cücenin servis yaptığı yemekhanesi, bazen karanlık bazen de neşeli havasıyla metnin kimyasını belirleyen ana unsur olarak daima merkezde durur. Düşük rakımlarda yaşayan “düzlük” insanlarının dünyasından zamanla kopmaya başlayan Castorp, farkında olmadan “yukarı”nın dünyasına derinden bağlanır; ziyaretçi olarak bir ya da birkaç haftalığına gittiği sanatoryumda, bir süre sonra kendisi bilfiil bir vakaya dönüşür ve orada tam tamına 7 yıl kalır.
Mekân, zaman gibi unutkanlık getirir ve bunu bir insanı tüm ilişkilerinden koparıp onu özgür ve aslına dönebilecek bir duruma getirerek yapar ve gerçekten de bir anda ayrıntılara meraklı ya da ilkelerine bağlı birini bir serseriye dönüştürebilir.(1)
Aylar ya da yıllardır orada olanlar kafalarını yönlendirmeden ve fazla meşgul etmeden zamanı tüketmeyi çoktan öğrenmişler, zamanı geride bırakmanın ustası olmuşlardı.(2)
Modern ironi
En kısa zaman diliminin bir ay olduğu yukarıda kala kala, düzlükteki yaşamı garip ve çarpık bulmaya başlayan Hans Castorp, başta, kesinlikle sağlıklı bir insan olduğunu ve orada sadece bir ziyaretçi olarak bulunduğunu her durumda bildirmeyi görev sayan biriyken bir süre sonra kırılgan bir hastaya, vizite sırasında başhekimin onu tedavi etmeden atlamasına bozulacak kadar hastalık özlemiyle yanıp tutuşan birine dönüşür. Bir zaman sonra da başhekimin telkinleriyle herkesin bir biçimde hasta olduğunu ileri süren bilimsel (?) görüşe boyun eğer.Buradaki hava hastalıkla savaşmak için iyidir, sizce de öyle değil mi? Öyledir ama hastalık açısından da iyidir çünkü ilk önce hastalığı artırarak bedenin bir devrim yapmasını ve uyumakta olan hastalığın patlak vermesini sağlar.(3) (Dr. Behrens)
İşte Büyülü Dağ’ın bütün ironisi de başhekimin sahip olduğu bu anlayışın ve Castorp’un yaşadığı keskin dönüşümün temelleri üzerinde yükselir. Sanatoryumdaki insanların tedavi olmaktan çok ölmeye hazırlanmaları acı yüklü bir mizaha kaynaklık eder. Romanda modern tıbbın tedavi yaklaşımları ince bir alayla alaşağı edilir. Tıp ve bilim söz konusu olduğunda tam bir sadakat ve kabullenişi öğütleyen ve örgütleyen modern zamanlar, özellikle Castorp’un kuzeni Joachim’in kendi tedavisi ve başhekim hakkındaki yargıları ile teşhir edilir.
Ama ben ilk geldiğimde dört hafta yatmak zorunda kaldım,” diye karşı çıktı Joachim. “Kalkmama, ancak ateşimin yatmakla geçmeyeceği anlaşılınca izin verdiler.”(4)
Bana pek iyi gözle bakmıyor çünkü ona her şeyimi söylemiyorum, yalnızca irdeleyecek bir şeyleri olsun diye ara sıra düşlerimden birini anlatıveriyorum.(5)
Burada modern edebiyatın genel çerçevesini çok iyi yansıtan bir alay sezilir. Çokluk karıştırılır; modern edebiyat zannedildiği gibi moderni kutsamaz, tam aksine modern değerleri, ilerlemeyi, gelişmeyi ve alıntılarda da gördüğümüz gibi modern tıbbı ironik bir biçimde afişe eder. Ama bunu çoğunlukla modernin kendi araçlarına başvurarak gerçekleştirir. Kısacası modern roman, bir anlamda modern zamanlar ve araçlar karşısında yabancılaşan bireyin kendini anlamlandırma çabası olarak değerlendirilebilir: “Buradaki şeylere alışmanın yolu belki de çok basitti ve buradaki şeylere alışmamaktan geçiyordu.”(6)
Yukarının “yüksek” tartışmaları Romanın bir diğer önemli kişisi de Settembrini’dir. Edebiyat, felsefe, din ve siyaset tartışmaları yaptığı, ama karşısında daha çok öğrenci olarak kaldığından bir bakıma kendisinden beslendiği bu İtalyan entelektüeli hakkında Castorp “onunla düzlükte karşılaşsaydım söylediklerini kesinlikle anlamayacaktım,”(7) diye düşünür. Castorp ve Joachim’in daha çok izleyici olarak katıldığı tartışmaların daha çetin olanları Settembrini ve Naphta arasında geçer. Devlet, ulus devlet, din, felsefe, yönetim, şiddet, idam, cinayet üzerine geçen bu uzun tartışmalar Büyülü Dağ’ın hem düşünsel yanına hem de bin sayfalık görkemli hacmine katkı yapar. Karakterler konuları çoğunlukla Dostoyevski’ce tartışır, diyolojik bir yapı söz konusudur; bu esnada yazar da geriye çekilip bu tartışmaları tarafsız gözle izler gibidir. Ancak bu çetin tartışmaların sonu saçma bir düello olur. İnsanlık onurunun zedelendiği iddiasıyla Naphta, Settembrini’yi düelloya davet eder. Fakat şiddet düşmanı bir hümanist olan Settembrini bu düelloya iştirak etse de silahını rakibine doğrultmayı kesinlikle reddeder. Şiddetin ve terörün gerekliliğine inanan Naphta’ysa bu durumda kendi kafasına sıkar: “Az önce öğrencilerimize Kilise’nin kanlı eylemlerinden ve onun cezalandırıcı hoşgörüsüzlüğünden söz ettiniz ama bu çok büyük bir saçmalık çünkü Tanrı sevgisinin tanımı barışçıl olamaz.”(8)
Castorp, sanatoryumun hasta misafirlerinden Madam Cauchat’ya âşık olur. Bu aşkın tetikleyicisi, ona çocukken tanıştığı bir erkek çocuğu olan Pribislav’ı hatırlatan kadının Kırgız gözleridir. Tabii bu her yönden umutsuz bir vakadır; zaten evli olan kadının sanatoryuma son gelişinde de yanında Peeperkorn adında eğlenceli bir entelektüeli getirmesi Castorp’u tümden kahreder. Peeperkorn karakteri, romanda zevk düşkünlüğünü simgeler ve bu düşkünlüğün nerelere kadar varabileceğini işaret eder. Bu karakterin intihar ederek romana veda etmesi ise elbette farklı şekillerde yorumlanabilir. Ancak Thomas Mann’ın zevk düşkünlüğünü bu yolla yargılayacağını düşünmek basit ve direkt bir çıkarım olur. Peeperkorn’un intiharının, ağrıları dayanılmaz boyutlara vardığı için, bir başka deyişle de bu acılara çare bulamayan tıp bilimine yüklenme imkânı tanıdığı için gerçekleştiğini iddia etmek sanki daha yerindedir.
Kuzen Joachim uzaktan âşık olduğu kadının dönüşüne yakın ani bir kararla aşağıya döner. Bu bir kaçıştır; amacıysa bir teğmen olarak orduda görev yapmaktır. Ancak bir süre sonra ordudan terhis edilir ve daha da hasta olarak geriye dönüp sanatoryumda ölümü beklemeye başlar. Amcasının da ölümünden sonra aşağıyla neredeyse hiçbir bağı kalmayan Castorp da yukarıda tam 7 yıl kaldıktan sonra, romanın son bölümlerinde henüz patlak veren savaşa katılmak amacıyla düzlüğe iner.
#Modernmimari
Büyülü Dağ’ın en etkileyici taraflarından birini, anlatıcının mekân ve coğrafyayı naklederken sergilediği teknik kusursuzluk oluşturur. Romanın açılış bölümünde Castorp’un sanatoryuma doğru yolculuğu, mimari açıdan dikkat çekici bir işçilik ve anlatımla yansıtılır.İlk önce, vadinin eksenini izleyerek demiryolunun kenarından giden, düzensiz yerleştirilmiş binaların olduğu bir sokaktan geçtikten sonra sola dönüp dar rayları ve bir dereyi aştılar. Artık, ağaçlık yamaçlara ve akşam olduğu için yanmaya başlayan ışıklarında, balkonlarının çokluğundan bir sünger gibi delikli ve emici görünen, yüzü güneybatıya bakan bakır kubbeli uzunca bir binanın göründü- ğü, inişli çıkışlı vadiye doğru yükselen hafif meyilli bir yolda ağır ağır ilerliyorlardı.(9)
Bu ayrıntıcı bakışın hâkimiyeti ilerleyen bölümlerde de çokça hissedilir. Hatta mekân tasvirlerinde ayrıntıcı bakış neredeyse başlı başına bir disipline dönüşür. Öyle ki bu noktada bir mimar-yazar olgusundan pekâlâ söz edilebilir. Çünkü Thomas Mann tasvir ettiği mekânları; iyi bir gözlemcinin de ötesinde ancak onları çizen, ortaya çıkaran, yaratan bir kişinin sahip olabileceği teknik bilgiyle aksettirir.
Bu küçücük oda, yemek odasına üç pencere yapıldığı için bu odanın evin ön cephesini tümüyle kaplaması sonucunda ortaya çıkmıştır. Yemek odasının üç penceresi yüzünden genelde bu tür evlerde olan üç oturma odasının sayısı yersizlikten ikiye düşmüş, bunlardan biri de oturma odasına dik açıyla yerleştirildiğinde orantısız uzun, derin ve tek pencereli olacağından, dörtte biri bölünmüş ve bu bölme tavanda açılan bir pencereden ışık alan dar bir odacığa dönüşmüştü. İçindeki eşyalar, senatörün puro dolabının durduğu bir etajer, çekmecesinde kartvizitler, oyun zarları ve pulları, arkalarında açılır kapanır destekleri olan marközler, kâğıttan puro tutacakları ve tebeşir tutacağıyla bir karatahtanın ve daha bir sürü şeyin durduğu küçük bir oyun masası, en son da dibe doğru camlarına içerden sarı ipekten perdelerin takılmış olduğu gül ağacından yapılma rokoko stilinde bir dolaptan oluşuyordu.(10)
Galerinin sütunları yarıya kadar verniklenmiş, geriye kalan bölümleri ise, duvarların üst yarısı ve alçak tavan gibi beyaza boyanmış, tavanın beyazının üzerine de, geniş kemerlerin iç bölümlerinde de devam eden canlı renklerde çizgiler çekilmişti. Salon, ayrıca, ince tellerle birbirine tutturulmuş üç çemberden oluşan ve en alt çemberlerinden ay biçiminde buzlu camdan küçük çanların sallandığı ışıl ışıl pirinçten, elektrikli avizelerle süslenmişti.”(11)
Mezarlığın düzgün bir biçimi yoktu; güneye bakan dar bir dörtgen biçiminde başlıyor, sonra iki kanada açılan iki dikdörtgene dönüşüyordu. Anlaşılan bir çok kez yandaki arazilerden alınarak büyütülmüştü.”(12)
Zaten modern edebiyat, kendisinden önceki -ve hatta sonraki- edebi akımlardan biraz da teknik ve analitik düşünceyle arasında tesis ettiği bu güçlü bağ vasıtasıyla ayrılır. Aralarında köklü farklılıklar olsa da Kafka’dan Joyce’a, Musil’den Broch’a modernist romancıların çoğu, bu hususta benzer eğilimler sergileyerek yapıları bir mimar ya da mühendis gözüyle inceler ve mekanı ya da olguları genelde teknik çerçeve içinde aktarırlar. Onlar için birinin bir yerden bir yere gitmesi, öncelikle bir nesnenin yer değiştirmesidir. Yağmurun yağması nereden bakarsanız bakın, nihayetinde bir yoğunlaşma ve yerçekimi problemidir. Ağlamak, gülmek, hüzünlenmek ve benzeri duygusal reaksiyonlar söz konusu olduğundaysa, modern romancılar o esnada daha çok hangi hormonların salgılandığıyla ilgilenirler. Thomas Mann da benzer şekilde mekanlara bir mimar, kişi ve olgularaysa daha çok bir doktor gibi yaklaşır (Kişilere mühendis, olgulara mimar, mekanlara da doktor gibi yaklaşan Musil ise apayrı bir vakadır; o bu eğilimin en uç noktasında durur ve biriciktir).
Kar taneleri çok düzenliydi, oysa aynı madde yaşam söz konusu olduğunda aynı düzenliliği göstermiyordu. Yaşam böylesine kusursuz bir düzenlilikten ürküyor ve ölümün gizi gibi böyle bir şeyi ölümcül diye algılıyordu. Hans Castorp eski tapınakların mimarlarının bilinçli olarak dizi sütunların arasına fark edilmeyen küçük sapmalar yapmalarının nedenini anladığını düşündü.(13)
Yukarıdaki tespitler, bizi modern romanın tamamen teknik, soğuk ve matematik bir anlayış ve düzenle üretildiğine dair bir yanlışa sürükleyebilir. Tam aksine ve paradoksal biçimde modern roman, aslında metinle yazar arasındaki duygusallığın son raddeye vardırıldığı, hatta neredeyse kutsallaştırıldığı bir noktada yeşerir.
Thomas Mann ve çağının romanı
Ne var ki Büyülü Dağ’ın modern bir metin olarak kimi yönlerden sorunlar da içerdiğini belirtmeden geçemeyiz. En başta hem anlatımı hem de romansal anlayışı bakımından çağının diğer modern üretimleriyle (Örn. Swann’ların Tarafı 1913, Ulysses-1918, Zeno’nun Bilinci-1923, Niteliksiz Adam-1930 vs.) kıyaslandığında bir nebze ‘klasik’ kaldığını ve ayrıca mimari ve mekânsal anlamda gösterdiği uyumlu içselleştirmeye diğer alanlarda pek rastlayamadığımızı söylemeliyiz. Özellikle biyoloji, tıp ve kimya gibi alanlarda yer yer ansiklopedik bir bilgi yığmasıyla karşılaşırız. Aynı durum sanat ve müzik için de geçerlidir. Mesela başhekim sanatoryuma bir gramofon aldığında bir müzik tutkununa dönüşen Castorp’la beraber birçok aryanın her birini, sırasıyla ve öyküleriyle beraber okuruz.(14) Bu böyle hiç azalmadan, romana neredeyse hacim dışında bir katkı yapmadan ve aynı tonda sayfalarca sürer.Ayrıca Büyülü Dağ, modern bir roman için çok geniş sınırlarda hareket eder bir yapıda kurgulanmıştır. Aslında roman konusuyla ilk elden tipik bir Kafka romanının karanlık ve belirsiz atmosferini duyumsatır: Yüksek bir dağda kurulmuş, gelenin kolay kolay geri dönemediği tuhaf bir sanatoryum. Hastalıkları açığa çıkaran bir iklim. Castorp’un zamanla alışıp kurallarına boyun eğdiği bir işleyiş. Garip alışkanlıklar vs. Ancak mesela Castorp, tipide kaybolduğu esnada metnin birden bire bir macera romanın özelliklerini devraldığı görülür. Avantür metinlere özgü sürükleyici bir merak duygusu sayfalarca sürer. Sonra doğaüstü güçleri olduğuna inanılan Ellen’in hikâyesinde roman aniden mistik-gotik bir roman olur. Baş kişisinin en koyu derdini kovaladığımızda söz ettiğimiz zaten bir aşk romanıdır. Tartışmaların yoğun olduğu bölümlerde tipik bir röportaj romanken düello sahnesinde bir on dokuzuncu yüzyıl Rus klasiğine dönüşür. Tabi bu sorunlar yirminci yüzyılın en güçlü metinlerinden biri olan Büyülü Dağ’ın romansal önemini ne oranda düşürür? Tartışılır.
1 Büyülü Dağ, Thomas Mann, Can Yayınları, Çev: İris Kantemir, 4. Basım, Eylül 2007, İstanbul, Cilt I, s.12.
2 A.g.e., s. 337.
3 A.g.e., s. 226.
4 A.g.e., s. 213.
5 A.g.e., s. 29.
6 A.g.e., s. 313.
7 A.g.e., s. 252.
8 A.g.e., cilt II, s. 78.
9 A.g.e., s. 17.
10 A.g.e., s. 33.
11 A.g.e., s. 60.
12 A.g.e., s. 396.
13 A.g.e., cilt II s. 171.
14 A.g.e., cilt II, s. 370-380
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.