Saatleri Ayarlama Enstitüsü
-
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ*
Makale Yazarı: Evren Akaltun
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Temmuz/Eylül 2014) 19. sayıda yayımlanmıştır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı için Türk edebiyatının en şaşırtıcı ve en eğlenceli romanlarından biridir desek sanırım abartmış olmayız. Şaşırtıcıdır, çünkü 1961’de kaleme alınmış olan roman sanki bugün için yazılmış gibidir. Günümüz sosyal hayatında, eğitimde, mimaride, kısacası hayatımızın hemen her alanında o yıllarda olduğu gibi hâlâ en büyük meselelerimizden birisinin “nasıl modernleşeceğiz” ya da “geçmişle ilişkimiz nasıl olmalı” sorusu olduğunu düşünürsek, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün güncelliğini ve çekiciliğini belki de burada aramak gerekir. Ne de olsa, aslında hiç bir iş üretmeden ülkenin en önemli ve “#modern” kurumlarından biri haline gelen ve “modern dünya, modern çalışma”yı temsil ettiğini iddia eden bu enstitünün sırf bu sözde başarısı bizden modernleşmenin nasıl anlaşıldığını ve uygulandığını sorgulamamızı ister. Eğlenceli olansa şehirde birbirini tutmayan saatleri ayarlamak maksadıyla kurulmuş olan ve romana adını veren gene enstitünün kendisi ve etrafında gelişen olaylardır.
Romanın konusuna gelince, anlatıcımız #Hayriİrdal’ın anılarından oluşan roman, “Büyük Ümitler”, “Küçük Hakikatler”, “Sabaha Doğru” ve “Her Mevsimin Bir Sonu Vardır” başlıkları altında dört bölüme ayrılır ve bu dönemler Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün öncesi ve sonrası gibi düşünülürse, roman zamanı algılama konusunda birbirinden farklı iki zamansal döneme işaret eder.
#Edebiyateleştirmeni #BernaMoran, elli yıllık bir zaman dilimine ayrılan romanın toplumumuzun #Tanzimat öncesi, Tanzimat dönemi, #Cumhuriyet dönemi başlarını ve devamını içerecek şekilde daha geniş bir tarih süreci içinde geçirdiği bunalımı hiciv yoluyla anlattığını ileri sürer. (1) Kesin çizgilerle bu dönemsel ayrımı yapmak mümkün olmasa da, ilk bölüm olan “Büyük Ümitler”de adeta modern zaman algısından önceki bir zaman diliminin tasvir edildiğini fark ederiz. Hayri İrdal’ın çocukluğunu ve ilk gençliğini kapsayan bu bölüm, “Her şeyin mümkün olduğu bir âlemi” anlatır. En büyük amaçları #simya yoluyla #altınyapmak ve #KayserAndronikos’un hazinesini bulmak olan #AbdüsselamBey, #eczacı #AristidiEfendi ve gaipler dünyasıyla haşır neşir olan ve hatta orada #Aselban adlı bir sevgilisi olduğunu iddia eden #SeyitLütfullah”’la paylaştığı bu dönem Hayri İrdal için “gerçeğin dışında”, “yalanın sihirli çizgisi içinde” geçirilen sonsuz geniş zamana yayılmış bir #masalâlemi gibidir. Bunu, #tulûat kampanyasında, ortaoyununda ve tiyatroda oyunculuk gibi Hayri İrdal’a kendisi dışında bin bir karaktere bürünebilme fırsatını veren bir dönem takip eder. Daha sonra sıkça vakit geçirdiği #Şehzadebaşı‘ndaki “bir ayakları daima eşikte” yaşayan insanların gittiği tuhaf kıraathanenin müdavimliği, #PsikanalizCemiyeti’nde kaçık #psikanalist #DoktorRamiz’le beraber “bilimsel” çalışmalar, bir grup insanla beraber #ruhçağırma seansları düzenledikleri #İspiritizmacılarKulübü’nün muhasebeciliği gibi aslında Hayri İrdal’ın gerçek anlamda çalışma hayatına hiç girmediğini, “şakadan bir âlem”de yaşamış olduğunu gösteren uğraşlarla devam eder.
Hayri İrdal’ın #HalitAyarcı’yla tanışmasıyla beraber Ayarcı’nın anladığı ve takdim ettiği anlamda “#Batılızaman”a geçmiş oluruz. Ayarcı, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü kurar, Hayri İrdal müdür yardımcılığına getirilir. Günümüzde rahatlıkla başarılı bir #pazarlamacı ya da #reklamcı diyebileceğimiz Halit Ayarcı tarafından her şeyin zaman ve ayar üzerine kurulduğu bu sistem, Halit Ayarcı’nın insanları #ikna kabiliyeti sayesinde yürür. Ne de olsa Halit Ayarcı’ya göre “adı olan her şey mevcuttur” ve “Saatleri Ayarlama Enstitüsü her şeyden evvel kendisine inanılmağa muhtaçtır.” (2) Dolayısıyla ortada gerçek bir üretim ve iş olmasa da bunun öyle olduğuna inanmak ve o şekilde pazarlamak yeterlidir. Bu tam olarak ne yaptığı belli olmayan, yeni şubelerle sürekli genişleyen enstitüde her şey bildiğimiz iş kurumlarının tersine işler. Önce birçok tanıdık insan işe alınır, var olan işe göre değil, bu kişilerin karakterine ve becerisine göre önce yapacakları işin adı uydurulur, sonra bu adın kendi fonksiyonunu yaratacağı düşünülür; olmayan verileri gösteren #istatistikler çıkar, böylece yapılan iş bilimselleştirilir; saatleri durmuş kişilerin bozulan saatlerin ayarlarını ayaküstü düzeltmek için “#prezentabl” genç insanların çalışacağı #ayaristasyonları kurulur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün çalışmalarını destekleyecek, halk arasında fikirlerini yayacak #SaatSevenlerCemiyeti faaliyete geçer; hatta enstitünün inandırıcılığını artırmak için enstitünün babası olduğu iddia edilen #AhmetZamanî Efendi adında bir âlim uydurulur, Hayri İrdal onun biyografisini yazar, her yıl mezarı başında (elbette biyografisi gibi mezarı da sahtedir!) anılır… Enstitü o derece genişler ki, sadece #zamanayarı üzerine kurulu bu sistem ister istemez #ütopik bir boyuta da taşınmış olur. Herkesi saatlendiren bir #SaatlemeBankası, bir milyon köylü çocuğa satılan #oyuncaksaatler, yolda eteklerini kaldırıp saatli jartiyerlerinden saatlerine bakan binlerce kadının varlığı gibi detaylarla yazarımız bizi hayal gücünün sınırlarında dolaştırır.
Anlaşılacağı üzere, enstitünün modernleşme iddiasıyla öncülüğünü yaptığı tüm bu işler, tam da Tanpınar’ın eleştirdiği anlamda modernleş(me)meyi temsil edercesine, geçmişle bağı olmayan, #Batıtaklidi, gerçek anlamda üretimden yoksun, insanların çıkarları uğruna sahteleştiği, yapılanlara yarı inanıp yarı inanmadığı bir modernleşme yanılsamasından ibarettir. Enstitünün fikir babası Halit Ayarcı’ya göre bu eleştirilerin bir önemi yoktur, çünkü modern dünya kesinlikle eskiden kopmak ve kayıtsız şartsız yeniliğe adapte olmaktan geçer. “#Yenihayat, #yeniinsan…”, “Bu dünyada yeni diye bir şey var! Onu inkâr edenin vay haline!” gibi sözlerle modernleşmenin sadece yeniye inanmaktan ibaret olduğunda ısrar eder. Hayri İrdal, bu telkinlere hiçbir zaman tam olarak inanmaz ve sürekli enstitünün işlevini sorgular: “Hayatta yeri neydi bunun?” Ama “#abes denen şeyin bataklığında” olduğunu anlasa da ve insanların enstitüye kapak atıp kolay hayat için tüm değerlerinden vazgeçtiklerini eleştirse de kendisi de zamanla elde ettiği şöhret, para ve konumunu riske atmak istemez. Dolayısıyla anlatıcımız Hayri İrdal, hem bütün bu saçmalıkların farkında olan ve eleştiren hem de rahatını bozmamak için işine geldiği zaman bu dünyaya katılmayı ve inanmayı tercih eden, bir türlü “kendi” olamayan biri olarak romanın diğer birçok karakteri gibi eşikte yaşamaktadır.
#Eşikteolma durumunun “Ne içindeyim zamanın / ne de büsbütün dışında” dizelerinin sahibi Tanpınar’ın baş temalarından biri olduğunu biliyoruz. Bir süreklilik içinde değişimden yana olan Tanpınar’a göre, eşik dediğimiz arada kalmışlık hali, en büyük sorunumuz olan bir medeniyetten öbürüne geçmemizin yarattığı karmaşayla bağlantılıdır. “Medeniyet Değiştirmesi ve İç İnsan” makalesinde “medeniyet değiştirmesi hastalığı” adını verdiği bu meseleyi, Tanzimat’tan sonra toplumumuzun iki farklı medeniyet karşısında bocalamasıyla ilişkilendirir. Ona göre, Tanzimat ile Batıya yönelen toplumumuz ne eskiyi tam olarak atabilmiş, ne de yeniye tam olarak adapte olabilmiştir: “Daima içimizden ikiye bölünmüş yaşadık” diye yakınır Tanpınar. (3) Zira Tanpınar’a göre Tanzimat’la birlikte kaybettiğimiz devam ve bütünlük fikri ve geçmişten kopuş bizi bir buhranın içine sevk etmiştir:
“Bizi sadece yaptığımız işlerden değil, onların hız aldıkları prensiplerden de şüphe ettiren, mühim ve hayati meselelerimiz yerine bir şaka denebilecek kadar hafif şeylerle uğraştıran yahut bu mühim ve hayati meselelerin mahiyetini değiştirip bir şaka haline getiren bu buhranın sebebi, bir medeniyetten öbürüne geçmemizin getirdiği ikiliktir.” (4)
İşte bu bölünme ya da çoğalma tam da eşikte olma durumudur ki, Tanpınar’a göre kendimizi artık sahici bulmamamıza, kendi hayatımızı yaşamama, kendi ağzımızla konuşmama kuruntusuna kapılmamıza neden olmuştur. (5) Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün yarattığı girdapta bireylerin yaşadığı deneyim tam olarak da budur.
Bu düzenin sonunu getiren de ne ilginçtir ki, bir mimari projedir. Halit Ayarcı, enstitünün yeni merkez binasının imarı için bir proje yarışması düzenler. Yarışmanın şartı, hazırlanacak planın “müessesenin modern mahiyetine ve adına uygun bir şekilde orijinal ve yeni üslupta” olmasıdır. Bu şarta, “adına dıştan ve içerden uygun şekilde” ibaresi de eklenince sonunda elenen yarışmacılar arasından Hayri İrdal’ın çizdiği içi ve dışı saat biçiminde olan binanın planı büyük bir sükseyle kabul edilir. Elbette, abesin baş mimarlarından biri olan Hayri İrdal, bu sayede Milletlerarası #MimarlıkCemiyeti’nin fahri azası olur, madalyalar kazanır. Gazetelerde çıkan eleştiriler ve övgüler ise, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün yeni binasının gene modernleşme projesi kapsamında değerlendirildiğini ve beğenildiğini gösterir. Bir eleştirmen gazete köşesinde şöyle der: “Türkçede yeni sentaksın başladığı devirde yeni mimari de feyzini verdi. Devrik cümle düşmanları Hayri İrdal’ın muvaffakiyeti karşısında bakalım ne yapacaklar?” (7) Bu şekilde, Tanpınar, Hayri İrdal’ın mimari başarısını dildeki yenileşmeyle özdeşleştirerek modernleşmeyi sorgusuz sualsiz her türlü yenileşmeyle bir tutan zihniyeti alaya almaktan geri kalmaz.
Fakat İrdal’ın yaptığı binanın #SaatEvleri adında tasarlanıp bu evlerden mahalle oluşturma, insanları bu evlerde yasamaya teşvik etme fikrine, o ana kadar Halit Ayarcı’nın peşinden sürüklenen güruh destek çıkmaz, Saat Evleri’nde oturmaya bir türlü yanaşmazlar. Çünkü Hayri İrdal’ın dediği gibi, menfaatlerini düşünen bu insanlar “Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı. Hâlâ da o şartla severler. Fakat hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ediyorlar.” (8) Böylece hayal kırıklığına uğrayan Halit Ayarcı, kendi yarattığı pazarlama harikası enstitüden desteğini çeker.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü bu şekilde iflasa götüren olaylar dizisi, günümüzdeki zorlama, suni, ihtiyaca göre değil, bir takım çıkarlar uğruna yapılan ve modern yaşam vaadiyle insanlara pazarlanan mimari anlayışı bir kez daha sorgulamamızı sağlar. Sırf bu yüzden Saatleri Ayarlama Enstitüsü, modernleşme maceramız sürecinde Batıyla kurduğumuz ilişki üzerine kafa yoran okuyucu kadar, bu meselelerin mimariyle sıkı sıkıya ilişkili olduğunu kavrayan mimarlarımız için de son derecede önemli ve güncel bir eserdir. Romanın bu kapsamlı yönü, dünyaca ünlü yayınevi #PenguinClassics tarafından da tanınmış olacak ki, roman Ocak 2014”te #MaureenFreely çevirisiyle İngilizce olarak yayımlanır. Böylece Tanpınar, bu romanıyla dünya edebiyatında hak ettiği yeri bir kez daha perçinlemiş olur.
NOTLAR:
(1) Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1983), 224.
(2) Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 259.
(3) #AhmetHamdiTanpınar, Yasadığım Gibi, (İstanbul: Dergah Yayınları, 1970), 37.
(4) A.g.e., 34
(5) A.g.e., 38.
(6) Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 384
(7) Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 387.
* Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları
Sorry, there were no replies found.