ROMANDAN OPERAYA, PRÉVOST’TAN PUCCİNİYE MANON LESCAUT
-
ROMANDAN OPERAYA, PRÉVOST’TAN PUCCİNİYE MANON LESCAUT
ROMANDAN OPERAYA, PRÉVOST’TAN PUCCİNİYE MANON LESCAUT*
Makale Yazarı: Özlem Belkıs
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Nisan / Haziran 2015, 22. sayıda yayımlanmıştır.
“Onu yeniden görmenin verdiği sevinç, sadakatsizliğinin verdiği acıya üstün geliyordu.”
#Aşk, tehlikeli ve kaçınılmazdır. Benliği yavaş yavaş ama tümüyle ele geçiren tatlı bir duygudur. Her şeyi yıkar, yok eder. Akıl, bilgi, sağduyu, ahlak, din, onur, özsaygı, ne varsa emer, kendi içinde eritir. Eritemediklerini kalın ve delinmez zırhın dışına atar. Ancak onu var eden neden ortadan kalkınca etkisiz hale gelebilir. Manon ölünce Grieux özgürleşir.
Aşk algısı dönemlere göre farklılık gösterir. Siyaset ve sanat tarihi, aşkın türlü görünümleriyle doludur. Aşk bazen iblisin, bazen tanrının, bazen insanın, bazen de meleklerin elinde tuttukları bir güçtür. Yenilmez ve karşı konulmazdır. Kimi zaman kendi halinde, mütevazı, kimi zaman ülkeleri birbirine düşüren şiddettedir. Esrik bir çılgınlık halinden, hain bir şehvetten, masum ve dingin bir akşam esintisine varan türleri vardır.
Fransız romancı Abbé Prévost, Şövalye Grieux ve Manon Lescaut’nun Hikâyesi’nde yıkımla sonuçlanan bir aşkı ele almıştır. 1731 tarihli bu metin, Dünyadan Elini Eteğini Çekmiş Bir Centilmenin Anıları ve Serüvenleri adlı yedi ciltlik romanın son bölümüdür ve #Paris’in tanınmış ailelerinden bir gencin, #hafifmeşrep bir kadın uğruna hayatını tüketişinin öyküsüdür. Roman, aşk-ihanet çerçevesinde çeşitlenen olaylar dizisine sahiptir. Her şey, lüks yaşam tutkunu çekici Manon, ona kör bir aşkla bağlı genç #Grieux, Manon’un ahlaksız, kötü kalpli ağabeyi #Lescaut, Grieux’nun kadim dostu #rahipTiberge, babası #KontGrieux ve felaketlerinin nedeni Manon’un metres hayatı yaşadığı nüfuzlu baylar arasında geçer.
Chavallier des Grieux, #felsefe eğitimini tamamlamış, yakın arkadaşı Tiberge ile eve dönmektedir. O güne dek kadınlarla herhangi bir münasebeti olmayan bu delikanlı, #Amiens’de konakladıkları sırada karşılaştığı, eğlence düşkünlüğü nedeniyle ailesi tarafından manastıra gönderilmekte olan Manon’a âşık olur. Grieux’nun, onun manastıra gönderilmesine engel olma kararı ve Paris’e kaçışları, yıkımı başlatır. Manon, her parasız kaldıklarında Griuex’ya ihanet eder, kaçar, metres hayatı yaşar. Aşk tehlikeli ve kaçınılmazdır, Grieux’nun benliğini ele geçirmiştir. Ne aldığı eğitim ne de ailesinin ona kazandırdığı iyi nitelikler işe yarar.
İlk ihanetle dine dönen, kiliseye girerek etkili bir rahip olan Grieux, güzel Manon’un pişmanlıkla af dilemesiyle bu hayatı kolayca bırakır. Tanrının yolu, bir kadın için terk edilmiştir. İkinci ihanetle, Manon’u elinde tutmak istiyorsa ne pahasına olursa olsun para sahibi olması gerektiğini öğrenir. Lescaut’nun ‘Manon gibi bir kızın kendisini, sevgilisini ve ağabeyini geçindirebilmesi gerektiği’ düşüncesi Grieux’yu çılgına çevirir, ancak zamanla ve farkında olmayarak bu yönde bir yaşam içine girer. Görmez, duymaz, kuşkulansa da sormaz ve kalbi, aklının sesini dinlemez. Lescaut’dan hile yapmanın inceliklerini öğrenir ve kumarla para kazanmaya başlar. İyi bir aileden geldiğini belli eden temiz yüzü, onun onurlu bir oyuncu olduğu izlenimini bırakmaktadır. Aldığı eğitim, onun doğru yolda yürümesine yardım edemez. Kötülük kötülüğü doğurur ve çevrilen dolaplardan haberdar olan hizmetçileri onları soyarak kaçarlar. Aynı gece Manon, Mösyö J.M.’nin metresi olmayı kabul eder. Üçüncü ihaneti daha uysal bir öfkeyle kabullenen Grieux de yeğen olarak tanıtılır. Dolandırıldığını anlayan J.M. onları yakalatır. Grieux, St. Lazare’dayken aklını başına toplamak, davranışlarını sorgulamak yerine tek bir şeyi düşünür: bir an önce kaçıp Manon’u kurtarmayı. Hapiste olduğu süre boyunca #StLazare’ın aynı zamanda bir din adamı olan yöneticisini #tövbekâr olduğuna inandırır. Kaçarken kendisine güvenmiş olan bu adamcağızı rehin alır, onları durdurmaya çalışan bir gardiyanı öldürür ve her şeye rağmen Manon’u hapisten kaçırmayı başarır. Sonraki ihanet, öncekiyle aynı sırayı izler. Bu kez ikisi de #Chatelet’e kapatılır. Manon’un diğer #fahişe ve mahkûmlarla beraber Amerika’ya gönderilmesine karar verilir. Manon nihayet Grieux’nün aşkının büyüklüğünü anlamış, yaptıklarından pişmanlık duymaktadır. #NewOrleans’ta yoksul ama mutlu, erdemli ve huzurlu bir hayat kurarlar. Herkes onları evli sanmaktadır. Bir gün evlilik kararı alırlar ve Vali’ye başvururlar. Şimdiye kadar yaptıkları yanlışların, haksızlıkların cezasını çekmeye başlamışlardır. Vali, evli olmayan kadınların Amerika’daki erkeklere verildiğini hatırlatarak, Manon’u onu öteden beri beğenen yeğenine vereceğini açıklar. Kaçmaktan başka çareleri yoktur. Uçsuz bucaksız çölün ortasında günahları ve aşkları ile baş başa kalmışlardır. Manon pişmanlık ve keder içinde ölür. Grieux tüm olanlardan sonra, yakın dostu Tiberge tarafından ülkesine getirilmiştir. Şimdi mutsuz ama muhtemelen günahsız bir yaşam sürmeye başlayacaktır.
Prévost’un amacı, iyi eğitim almış, tanınmış bir ailenin genlerini taşıyan, doğası iyi bir gencin aşkı ve tutkuları uğruna aklın, ahlak ve yasaların nasıl kolayca dışına çıkabileceğini göstermektir. Dönemsel bakış, insanın karmaşık bir varlık olduğu ve psikolojik yapısının araştırılması gereği üzerinedir. Prévost, bireyi uzlaşmaz karşıtlıklarla donatıp çatıştırarak toplumsal ahlakı sorgular. Bir yandan insanı psikolojik derinliğiyle işlemeye çalışırken diğer yandan eski düzenin çöküşünü, bir sınıfa ait olmanın insanı suçtan ve ahlaksızlıktan uzak tutamayacağını göstermeye çalışır. Öte yandan, önceki dönem tragedyalarının belkemiği olan katı ahlak kavramlarının yerini tensel zevkler almıştır. Prévost’un romanında da bu iki karşıtlığı ve birinin diğerine üstün gelmek için acımasız savaşımını izleriz. Kahramanımız âşık şövalye Grieux, sonunda huzura kavuşur, ancak sevdiği ve suç işlemesine neden olan kadın öldükten sonra. Başka bir deyişle aşk olmayınca ahlak ve onur dışı yollara sapmanın da bir nedeni kalmaz.
Prévost’un 1731 tarihli romanı, döneminin genel karakteristiğini taşımaktadır. Tam anlamıyla bir psikoloji çağı olan XVIII. yüzyıl, doğal olarak roman türüne önceki dönemden daha çok önem vermiştir. Bu önem, insanın araştırılmasına, insan ruhunun irdelenmesine duyulan ilginin bir uzantısıdır. Tüm bunlar, bireysel duyguların ve bunların dramatik yapıya en uygun olanı aşkın yansıtılması için zemindir. Lesage, Voltaire, Laslos, Diderot, Goethe, Marivaux’nun psikolojik çözümlemelerine Prévost’un yaptığı ek azımsanamaz. Arnold Hauser’ın saptamasıyla “belirsiz ve değişken çizgilerle betimlenmiş gerçek portreler ve gerçek yaşam renginin çeşitli tonlara dönüşmesi, #Marivaux ve Prévost’dan önce görülmez. Eğer eski romanı yeni romandan ayıracak bir sınır çizgisi varsa, o çizgi burada çizilmiştir” (1). Önceki yüzyılın aksine romanlar artık sadece somut eylemlerin aktarılmasından oluşmaz, tarihsel ve psikolojik çözümlemeler, bireyin iç dünyasının irdelenmesi, dahası birinci tekil anlatım öne çıkar.
XVIII. yüzyılın en önemli özelliklerinden birisi, sanatsal figürleri yiğitlik, #kahramanlık kalıplarından çıkarıp insanlaştırmış, erişilmezliklerini kaldırmış olmasıdır. Aşk, önceki dönemdeki gibi uğruna dünyalar feda edilecek bir kahramanlık vesilesi değil, günün gerçeklerine uygun olarak bir felaket, bir hastalık, yıkım getiren bir tutku olarak gösterilmeye başlanmıştır. Prévost’un Manon Lescaut’su, aşkın bir erkeği ne gibi onursuz, aşağılatıcı ve utandırıcı durumlara düşürdüğünün, suça ve dinden çıkmaya ittiğinin bir kanıtı gibidir.
Şövalye aşkı dönemi kapamış, yanlış kişilerle kurulan aşk ilişkilerine savaş açılmıştır. Aşk yavaş yavaş #Stendal ve izleyicilerinde görülen şehvetli aşka dönüşecek ve sonraki yüzyılda artık hastalıklı, marazi bir kimlik kazanacaktır. XVIII. Yüzyılın başında aşk, Prévost’un elinde akla, mantığa, inanca egemen olan yırtıcı ve zavallılaştırıcı bir duygudur. Aşk temasının ele alınışı, dönemin günlük yaşamın gerçeği ile alakalıdır.
“Aşkın buradaki soysuzlaşması, toplumsal bir savunma mekanizması niteliğindedir. Ortaçağdaki feodal toplum ve hatta 17. yüzyıl saray çevresi toplumu, aşkın getireceği tehlikeler tarafından tehdit edilmiyorlar, yaşamı ciddiye almayan kimselere karşı korunma zorunluluğunu duymuyorlardı. Fakat toplumdaki kastlar arasındaki sınırların giderek daha sık aşıldığı ve burjuvaların da en az soylular kadar toplumda kendilerine ayrıcalık sağlayacak olan yeri korumaya zorunlu oldukları bir çağda, topluma egemen olan düzeni tehdit eden ve önceden hesaplanamayan aşk tutkuları aforoz ediliyor ve sonunda, Le Dame aux Camelias’ya ve bizim çağımızda Garbo’nun filmlerine dek uzanan yeni bir edebiyat türü doğuyordu.” (2)
Prévost’un tutuculuğunu biraz geniş açılı algılamak gerekir, çünkü romanın kahramanı gibi oldukça çalkantılı, savruk bir yaşam sürmüştür. Bu anlamda roman biraz da günah çıkarmadır. 1697 – 1763 yılları arasında yaşayan Antoine – François Abbé Prévost d’Exiles’nin çocukluğundan beri Grieux’nun zayıflıklarını taşıdığı aktarılır. İki kez gönüllü olarak orduya yazılmış, iki kez #Cizvit tarikatında keşiş adayı olmuştur. Bu tarikattan çıkarıldığı yıl #Benedikten keşişi olarak ant içmiş, papaz olmuş, daha sonra İngiltere’ye kaçmıştır. Yaşadığı pek çok aşk serüveninden biri öğretmenlik görevini yitirmesine, Hollanda’ya gitmesine yol açmış, buradaki alacaklılarından kaçarak İngiltere’ye dönmüş ve sahtekârlık suçuyla kısa bir süre Londra’da hapis yatmıştır. Sürgün sırasında #Protestan olmuş, gizlice Fransa’ya döndükten sonra yeniden #Katolik kilisesine girmiştir. Kendi yaşamı ile paralellikler kurduğu Grieux’nun öyküsünü bu nedenle büyük bir ibret ve uyarı tonunda anlatır. Öyle ki Grieux, her adımda doğrunun farkında olan fakat ısrarla yanlışa sapan tavrıyla daimi bir keder içinde öyküsünü aktarır. Biz ona tükürdükçe o arınacak gibidir.
Manon Lescaut öyküsü, sadece barındırdığı karşıtlıklar düşünüldüğünde bile güçlü bir dramatik yapı taşır. İnsan doğasını inceleme hevesi öylesine uzlaşmaz nitelikleri bir araya getirmiştir ki dramatik anlatımda bu özelliğin çekiciliği yabana atılamaz. Aşkın tüm ihanetleri bağışlayabileceği varsayımının, bağlılık ile aşırı bağsızlığın, temiz yüreklilik ile ahlak tanımazlığın sınırına varan hafifliğin, ruh soyluluğu ile bayağılığın, hoppalık ile ağırbaşlılığın, masumiyet ile güzelliğin ahlaksızlık ve her türlü sadakatsizlikle bir arada bulunabileceği tek yerin insan ruhu olduğunu gösteren bir öyküdür bu. Kişileştirme kurgusu genel görünümüyle sade ve dengelidir. Manon’un karşısında onu kıyaslayabileceğimiz başka bir kadın karakter göremememize karşın.Grieux dışındaki genç kuşak erkeklere bakıldığında Manon’un soysuz ağabeyi Lescaut ile daima doğrunun ve ahlakın sesi olan kadim dost Tiberge görülür. Bunlar, Grieux’nun çevresindeki iyi ve kötü seçeneklerdir. Genel yapılarında tutarlı, dönüşüme uğramayan, yüklendikleri kavramları baştan sona sarsmadan taşıyan kişilerdir. Derinlikleri yoktur ama kurgu içinde dış aksiyonu yönlendirecek büyük görev üstlenirler, ayrıca asal karakterler olan Grieux’nun ruhsal açılımları için de aracıdırlar. Romanda Manon’un metres hayatı yaşadığı Mösyö B., Mösyö J.M. ve oğlu genç Mösyö J.M. ile diğer nüfuzlu beyler, genel olarak kurulu düzenin temsilcileri de dikkati çeken bir gruptur.
Dramatik anlatıma genel yapı olarak bu derece uygun, karakterleri ve ilişkileri bakımından sahneye uyarlanmaya bu derece hevesli Manon Lescaut öyküsü, 1856’da #DanielAuber, 1884’te #JulesMassenet, 1893’te #GiacomoPuccini ve 1952’de #HansWernerHenze tarafından #opera formunda bestelenmiş, Massenet’nin müziği kullanılarak #SirKennethMacMillan tarafından düzenlenen koreografiyle 1974’te #LondraKraliyetBalesi’nde sahnelenmiştir. Hemen belirtilmeli ki bu operalardan Massenet’nin Manon’unun -kimi garip değişikliklere gidilmiş olmasına rağmen- romanı daha iyi yansıttığı hatta edebi bir tat taşıdığı söylenebilir. Auber’in Manon Lescaut’sunun librettosunu dönemin kurgu ustası #EugeneScribe yazmıştır ama yine de bu opera üç Manon arasında en az sahnelenenidir. Puccini’nin Manon Lescaut’su ise romandan kimi uzaklaşmalar taşısa da, ele alınışındaki özgün bakışla ihanetler kraliçesi Manon, Puccini’nin sempatisiyle yansıtıldığı için belki de en çok sahnelenen ve en beğenilen Manon olmuştur.
Edgar’ın başarısızlığı Puccini’ye önemli bir şey öğretmiştir: operada metnin, dramatik kurgunun önemini. Manon Lescaut, bestecinin bu dersle yola çıktığı ve bu sayede adını duyurduğu bir yapıttır. Metin yazarları olarak Marco Praga, Domenico Olivio, Giulio Ricordi, Giuseppe Giacosa, Luigi Illica ve Giacomo Puccini’nin adı geçer. Ayrıca bu opera, kadın karakterin dramatik yapıya neden ve egemen olduğu La Boheme, Tosca, Madama Butterfly, Altın Batının Kızı ve Turandot gibi operaların öncüsüdür.
Romandan operaya dönüşen bu öyküye bakıldığında temel ayrım, türsel özellikler dışında, anlatım şekli ve aktarım açısıdır. Prévost’un romanı, türün acemilik dönemi diyebileceğimiz bir aşamada üretilmiştir. Yazar henüz öykünün dışında tutmaktadır kendisini ve yargılarını. Anlatıcı tek bir kişidir, özneldir ve onun deneyimleri aracılığıyla “doğru olan” tartışılır. Öykü, Grieux’nun ağzından, onun gözü ve duygularıyla “aktarılır”. Griuex’dan öyküyü aktaran, başka bir ifade ile onun anlattıklarını dinleyen ise sözüne ve değerlendirmelerine güvenilecek bir beyefendi, romanın adından da anlaşılacağı gibi, “dünyadan elini eteğini çekmiş bir centilmen”dir.
Romanın yazıldığı 1731 tarihi ile operaya dönüştüğü 1893 arasındaki yüz altmış iki yıllık süre, düzyazı ve anlatım sanatının dev adımlarla geliştiği bir dönemdir. Edebiyat tarihinin en önemli yapıtları bu yıllarda yaratılmıştır. Dolayısıyla Puccini ve libretistlerin Manon öyküsünü opera sahnesine uyarlamak için çalıştıkları dönemde anlatım sınırları ve olanakları gelişmiş, öykü anlatımı üzerine seçenekler çeşitlenmiş durumdadır. Kısaca artık opera sahnesindeki öykü, Grieux’nun anlattığı öykü olmaktan çıkmış, Puccini ve metin yazarlarının aktardıkları, kimi değişimlere uğratarak yeniden ürettikleri bir metin olmuştur. Böylece romanın ahlakçı, yer yer didaktik, tek açılı, keskin yönleri törpülenmiş, daha tarafsız bölgeden bakan bir yaklaşım kazanmıştır. Bu da Manon ve Grieux kişiliklerinin ehlileştirilmesi anlamına gelir. Yani Manon romandaki kadar hain, sadakatsiz ve acımasız değildir artık. Şimdi daha masum görünür ve sadakatsizliğinde ağabeyi Lescaut’nun daha büyük payı olduğu için de kabahati paylaşır. Türsel yapı bakımından onun ihanetlerinden sadece bir tanesini görmemizin de bu masumiyette elbette önemi büyüktür.
Öykü operaya aktarılırken doğal olarak temel dönemeçleriyle, daha kompakt bir hale getirilerek ele alınmıştır. Roman, yaklaşık dört yıllık bir sürede geçen olayları ele alır. Dört perdeden oluşan opera da metnin en keskin ifadeli, duyguların yoğunlaştığı, dış aksiyonu güçlü durumlarla kurulmuştur. Her biri bir perde oluşturan bu dramatik durumlar şöyledir:
Manon ve Grieux’nin Amiens’deki karşılaşması ve Paris’e kaçış,
Manon’un Mösyö J.M.’nin metresi olması ve ondan aldıkları para ve mücevherlerle Grieux ile kaçarken yakalanmaları,
Manon’un diğer fahişe ve suçlularla birlikte Amerika’ya gönderilmeden az önce zindandaki buluşmaları ve Grieux’nun kaptanı ikna ederek Amerika’ya gitme kararı,
Manon’un New Orleans’da ıssız çölün ortasında perişan şekilde ölümü.Elbette türsel farklar göz önünde tutularak yapılan bu #adaptasyon, kimi farklılıkları da zorunlu kılmıştır. Ayrıca anlatım açısındaki değişiklik de –romanda Grieux’nun olmadığı, gözleriyle görmediği sahnelerin ele alınmadığı da düşünülürse– sahneye canlılık ve neşe katmıştır. İlk perdedeki genç öğrenci Edmondo’un serenadı ve şenlik havasını açılış durumu tamamen özgündür, romandan bağımsızdır. Ayrıca Manon’un yaşlı zengin Geronte’un evindeki yaşamı romanda yer almaz. Öyküyü Grieux anlattığı için görmediği, yaşamadığı şeyleri anlatamazdı. Ama şimdi Puccini bize, biraz da Manon’un ihanetini yumuşatmak ister gibi bu metres yaşamı içindeki mutsuzluğunu göstermiştir.
#Kişileştirme düzeninde, dramatik aksiyonun varlığına neden ve gelişimine etken olan üç asal kişi, Manon, Grieux ve Lescaut operada da aynı işlevle kullanılmışlardır. Romanda isimlerinin baş harfleriyle yer alan kişilerden Mösyö J.M., operada Geronte de Ravoir olarak var olur.
Puccini’nin yapıtındaki ilginç bir fark, Grieux’un yakın dostu Tiberge’nin kurguya alınmamış, Edmondo adlı genç bir öğrencinin eklenmiş olmasıdır. Edmondo’yu Tiberge’nin yerine geçmiş olarak görmek pek doğru olmaz, çünkü eğlenceye düşkün yapısı ve aksiyona yaptığı katkılar bakımından Tiberge ile tamamen farklı bir görünümdedir. Birinci perde dışın da da yer almaz. Öte yandan Manon ve Grieux’nun romandaki gibi aşırı uçlarda çizilmemiş olması, Tiberge gibi bir erdem tanrısına opera metninde gereksinim kalmamış olduğunu düşündürebilir.
Öykünün var oluş nedeni kuşkusuz Manon’dur. Opera sahnelerindeki bu güzel, gösterişli, çekici, âşık, ama bir o kadar da hain genç kadın, belki de yarattığı ilgi ve çekim alanı nedeniyle metin yazarlarının ve bestecilerin sempatisini kazanmış ve bu yönde işlenmiştir. Bu özelliklere sahip genç bir kadının, sanatçı için paha biçilmez bir dramatik malzeme olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Ve tekrar belirtilmelidir ki Puccini’nin Manon’u, Prévost’un Manon’undan daha masum, daha olumlu bir kişidir. Romanda olduğu gibi olay dizisindeki tek kadındır, yalnızdır, sırdaşı, arkadaşı yoktur. Prévost’un Manon’undan daha içtendir ve Grieux’ya daha bağlıdır. Romanda ise Grieux’nun Manon’u tanımlayışı ilginç ve elinde tuttuğu gerçek bakımından tüyler ürperticidir:
“Manon’un çok değişik bir yaradılışı vardı. Hiçbir insan onun kadar paraya bağlı kalmamıştır. Parasız kalmak korkusu onu bir an bile rahat vermezdi. Onun bütün zamanının neşeli geçmesi gerekiyordu. Eğer parasız eğlenme olasılığı bulunma, bir meteliğine bile dokunmazdı. Kumara fazla düşkünlüğü olmadığı gibi büyük harcamalarla yapılacak gösteri ve eğlencelere de taraf olmadığından her gününü neşeli geçirebilecek eğlenceler bularak onu hoşnut etmek hiç de zor değildi. Paramızın ne durumda olduğunu sormak bile istemezdi. Her gün, onun hoşuna gidecek eğlencelerle vakit geçirmek ona o kadar gerekli idi ki, bunlar sağlanmazsa huyuna ve niyetine hiçbir zaman güvenilmezdi. Beni çok sevdiğini, sevgide tüm aradıklarını bende bulduğunu söylediği halde, yine onun bana olan bu sevgisini kimi isteklerine karşın kolaylıkla feda edebileceğini kesin biliyordum. Vasat, hatta az bir servetim olsa o beni bütün dünyaya yeğlerdi. Ama artık içtenlikten başka ona verebilecek bir şeyim kalmadığı zaman, yeni bir herhangi B… İçin beni terk edeceğinden de asla kuşkum yoktu…” (3)
Manon ile karşılaştığında on yedi yaşındaki Grieux, romanın sonunda yaşadığı deneyimler ve acılarla iyice olgunlaşmıştır. Romanda deneyimsiz, daha önce hiçbir kadınla ilişkisi olmayan, hatta böyle bir olasılığı aklına dahi getirmeyen Grieux, operada bu kadar da toy çizilmemiştir. Grieux ilk perdede daha önce hiç âşık olmadığını ama hayatını verebileceği güçte bir aşkı beklediğini itiraf eder. Arkadaşı Edmondo ve birkaç öğrenci onun çapkınlığından dem vururlar. Romandaki Grieux, –sonradan tamamen unutsa ve hiç işine yaramasa da– aldığı felsefe eğitiminin ağırlığını taşımaktadır başlangıçta. Ancak Manon, onun yaşamının dönüm noktasıdır. Ona beslediği olağanüstü #tutkuluaşk, yeryüzünde ve insan ruhunda olabilecek her şeyden daha güçlüdür. Opera sahnesinde de bu aşkın büyüklüğü etkili ve sarsıcı bir şekilde aktarılır. Elbette romandaki ayrıntılar, Grieux’nun Manon’a duyduğu aşkın ne kadar akıl ve mantık dışı olduğunu, dinden, toplum ve ahlak kurallarından, hukuktan, hatta insanın kendisinden bile daha üstün olduğunu gösterir. Romanın finalinde Grieux’nun, Manon’un kollarında öldükten sonra hissettiklerini anlatışı, bu olağanüstü aşkı gözler önüne serer:“Onu artık kaybetmiştim. Ruhunu teslim ederken sevgisinin belirtileri ile karşılanmıştım… Ruhum onunkini izleyemedi, demek ki Tanrı henüz cezamı yeterli bulmuyordu… Artık sonsuza dek mutlu yaşamaktan uzaktım.
Dudaklarımı yirmi dört saatten fazla sevgili Manon’umun ellerinden ve yüzünden ayırmamıştım. Ben de yanında ölmek istiyordum. Fakat ikinci günün sabahı, eğer ben de ölürsem onun ölüsünün vahşi hayvanlar tarafından parçalanacağını düşündüm. Onu gömmeye ve mezarının üstünde ölmeye karar verdim. Keder ve acının verdiği zayıflıkla o kadar ölüme yaklaşmıştım ki ayakta durabilmek için zorluk çekiyordum. Yanıma aldığım içkiden biraz içmek zorunda kaldım, o zaman yapacağım iş için gereken gücü bulabildim. Bulunduğum yerin toprağını kazmak zor olmadı, oraları kumla örtülü bir çöldü. Kılıcımı kırıp kazma gibi kullandım, bir yandan da ellerimle toprağı atıyordum. Böylece büyük bir çukur açtım. Kumların bedenine dokunmaması için sevgilimi giysilerime dikkatle sardım ve çukura koydum. Fakat önce temiz bir sevginin verdiği özlemle onu bin kez daha öptüm. Sonra yanına çöküp uzun uzun baktım. Gönlüm bir türlü mezarını örtmek istemiyordu. Sonunda gücümün tükenmeye başladığını duydum ve görevimi tamamlamadan tümüyle güçten düşmek kaygısıyla üzerinde taşıdığı varlıkların en kusursuzu, en sevimlisi olan sevgilimi toprağın bağrına gömdüm. Bundan sonra yüzükoyun mezarın üstüne yattım ve gözlerimi bir daha açmamak isteğiyle kapayarak Tanrıya ölümümü vermesi için yalvardım…” (4)Aşkın bu etkili, bu dokunaklı ifadesi, bu aşkı üreten Grieux’yu ve böylesine sevilen Manon’u tüm yaptıklarına karşın mazur kılar. En korkunç suçları işlemelerinin temelinde aşkın bulunması, onlara yeterince öfke duyamamamızın nedenidir. Aşk, tehlikeli ve kaçınılmazdır. Benliği yavaş yavaş ama tümüyle ele geçiren tatlı bir duygudur. Her şeyi yıkar, yok eder. Akıl, bilgi, sağduyu, ahlak, din, onur, özsaygı, ne varsa emer, kendi içinde eritir. Eritemediklerini kalın ve delinmez zırhın dışına atar. Ancak onu var eden neden ortadan kalkınca etkisiz hale gelebilir. Manon ölünce Grieux özgürleşir.
Dipnotlar:
(1) Arnold HAUSER, Sanatın Toplumsal Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984, s. 37
(2) 2 A.g.y., s. 39.
(3) Abbe PRÉVOST, Manon Lescaut, Türkçesi: Burhan Bolan, Engin Yayıncılık, İstanbul 2003, s. 53.
(4) 4 A.g.y., ss. 164-165#romandanoperaya #AbbePrevost #ŞövalyeGrieux # DünyadanEliniEteğiniÇekmiş #BirCentilmeninAnılarıveSerüvenleri #ChavallierdesGrieux #Tanrınınyolu #toplumsalahlak #tenselzevkler #aşıkşövalye #eskiromanyeniroman #bireyiniçdünyası #birincitekilanlatım #romanınkahramanıgibi
Sorry, there were no replies found.