Roman Kahramanı Gibi David Herbert Richards Lawrence

  • Roman Kahramanı Gibi David Herbert Richards Lawrence

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 12:57'de 11 Temmuz 2024

    Roman Kahramanı Gibi D. H. Lawrence*

    Makale Yazarı: Asuman Kafaoğlu-Büke

    *Bu makale, ROMAN KAHRAMANLARI Temmuz/Eylül 2014 19. sayıda yayımlanmıştır. 

    Edebiyat tarihinde “Hayatım roman” diyecek bir romancı varsa, D. H. Lawrence olmalıdır bu. Tam da kendi romanlarındaki gibi hayatın içinde savrulmuş, roman kahramanları gibi toplumsal baskıları reddetmiş ve cinsel, duygusal ve zihinsel olarak kendini yazdıklarında yansıtabilmiştir.

    Hayatı belli bir dengesizlikle başladığı için belki aşırı uçlara gitmekten çekinmeyen biri oldu. En büyük dengesizlik annesi ile babası arasındaydı. Annesi eğitimli ve zarif bir öğretmen, babası ise çok içen bir maden işçisiydi. Çift arasındaki farklılık dördüncü çocukları David Herbert doğduğunda artık çekilmez hale gelmişti. Yoksulluktan kaynaklanan aile içi kavgalar her geçen gün artıyordu, geçim sıkıntısı yüzünden annesi bir fabrikada çalışmak zorunda kalmıştı. Yüzyıl başında İngiltere’de hayat işçi sınıfı için zordu, Lawrence ailesi bu sınıfın tipik bir örneğiydi. Bu yıllarda Nottingham Lisesinde öğrenci olan David Herbert, kazandığı bursla üniversiteye gitme şansı buldu. Hayatına yön vermek, yoksulluktan kurtulmak istiyordu, annesi en büyük destekçisiydi bu günlerde.

    Öğrenciliği boyunca hep çok başarılı olan D.H., cep harçlığını çıkartmak için hem özel dersler vermeye hem de bir fabrikada çalışmaya başladı. Şiir de yazıyordu, edebiyata ilgisi hep vardı, bu dönemde iyice arttı. Eğitmenliğin ona göre bir iş olduğunu sanarak mezun olduktan sonra işe girdi fakat annesinin 1910’daki ölümü onu öylesine sarstı ki, işi bıraktı. D.H. Lawrence’ın hayatındaki en acı olayların başında annesinin ölümü gelir. Birbirlerine çok bağlı bir anne oğul olmalarının ötesinde annesinin uzun süren kanserle mücadelesi sırasında psikolojik olarak çok zorlandı; “hasta yıllar” diye adlandırdı daha sonra bu günlerini. Yazarın bazı biyografilerinde acı çeken ve oğluna yardım etmesi için yalvaran annesine yüksek dozda uyku ilacı verdiği yazar.

    İlk romanı “Beyaz Tavus Kuşu” 1911’de yayımlandığında şiirleri beğenilen bir genç olarak isim yapmaya başlamıştı bile. O sıralarda hocası Profesör Ernst Weekley ile dost oldu ve sık sık evine gitmeye ve edebiyat çevresinden dostlar edinmeye başladı. Bir yandan da hayatını değiştirecek olaylar gelişiyordu, profesörün karısı, soylu bir Alman aileden gelen Barones Frieda Weekley’e âşık olmuştu. Üç çocuk annesi olan Frieda da kendisinden altı yaş küçük D.H. Lawrence’a aşkını itiraf ettikten sonra, çocuklarını ve kocasını geride bırakıp birlikte kaçtılar. Bu skandalın ardından hayatları zorluklarla geçecekti, ikisi de bunun farkındaydı.

    Öte yandan Avrupa kıtasında siyasi sorunlar çoğalmış, savaş yaklaşmaktaydı; ülkeler arasında gerginlik en yoğun halini almıştı. Lawrence sivri diliyle dikkat çekiyor, dostlarını hızla kaybediyordu; sağlığı da çocukluğundan beri iyi değildi, zatürre geçirmişti ve hayatı boyunca ciğerleri zayıf kaldı. Frieda’nın ailesinin yanına Metz’e gittiler fakat kimsenin kimseye güvenmediği bu dönemde İngiliz casusu olduğu söylentisi yüzünden sürülme tehlikesi yaşadı. Bundan sonraki birkaç yıl boyunca hiç bir yerde uzun süre kalamadı çift. Maddi sıkıntılar içinde sürekli yer değiştirmek zorunda kaldılar.

    D.H. Lawrence’un romanlarında kendi hayatından izler buluruz. Örneğin, “Bakire ile Çingene” (Çev.: Püren Özgören, Turkuvaz, 2008) romanın kahramanı iki genç kız, anneleri genç bir adamla kaçtıktan sonra babaları tarafından büyütürler. Sevdiği erkek için skandal yaşamaktan çekinmeyen kadın kahramanları Frieda’ya benzerler. Cinsellik, aşk ve evlilik konularında çağının çok ilerisinde görüşlere sahipti Lawrence.

    Onu, çağının diğer yazarlarından ayıran şeylerin başında açık sözlülüğü geliyordu kuşkusuz. Eşcinsellik temasını da açık yüreklilikle anlatan ilk yazarlardan biri olmuştu. “Bir Dostluk Şiiri” adlı öyküsünde “… çıplak tenlerimizin tatlı dokunuşu muhteşemdi. Ruhumun hep hasret kaldığı çözümsüz duygular bir ölçüde tatmin olmuştu; o da aynı şeyleri hissediyordu. … daha sonraları bir kadına ya da erkeğe duyacağım sevgilerin hepsinden daha kusursuzdu” sözleriyle genç bir erkeğin ilk cinsel uyanışlarını anlatmıştı.

    Frieda ile artık evlenmişlerdi, karı koca olarak Alp Dağlarında büyük bir kısmını yürüyerek geçirdikleri yolculuk yaparak Almanya’dan İtalya’ya gittiler. Bu anılarını daha sonra denemeler şeklinde yayımladı. İtalya’da kaldığı süre içinde ise onun bugün başyapıtı olarak bildiğimiz “Oğullar ve Âşıklar”ı, yine otobiyografik göndermelerle dolu şekilde yazdı. En çok etkilendiği filozofların başında Nietzsche geliyordu, onun hakkında makaleler yazdı, romanlarında psikanaliz ve bilinçaltı konularını işlemeyi seçti. Sadece roman değil, edebiyatın her türünde yazmayı seven yazarlardandı. Toplumsal baskılara karşı hayatı boyunca direndi, zaman zaman çok sert çıkışlarıyla gündeme geldi.

    Aslında #Lawrence hayattayken değeri anlaşılmamış yazarlardandır. Fazla tepkisel ve yeterince ağır başlı bulunmamıştı romanları; ancak ölümünden sonra hakkında bazı akademisyenlerin ciddi yorumları sonrasında saygınlık kazandı. O yıllarda onun aşağılanan özellikleri şimdi tam da onu eşsiz kılan nedenlerdir. Kural tanımazlığı, açık sözlülüğü, kadın bedenini ve duyarlılığını anlatışı, bunlar hep onun romanlarını bizim gözümüzde çağdaş kılar. Kadının kısıtlanmış toplumsal sorumluluklarını ve cinsel uyanışını gözler önüne serdi. Kadın kahramanları her şeyden önce meraklıydı. Evliliği, erkekleri ama en çok da kendi bedenlerini tanımak için engellenemez bir merak duyuyorlardı. Genç kız iken kafaları karışmış olsalar da, aşkı keşfettikçe özgürleşen kadın kahramanlar anlattı romanlarında.

    “Lady Chatterly’nin Sevgilisi” ve “Âşık Kadınlar” pornografik bulundukları için yayınevleri basmak istemiyordu; bazı kitaplarını kendi finanse ederek yayımlamak zorunda kaldı bu yüzden. Romanları 1920’lerin İngiltere’si ve Amerika’sı için fazla ilericiydi. Halbuki o, en iyi bildiği özgür ruhu anlatmak istiyordu. Özgürlüğünü seçen, bağlayıcı ve suçlayıcı kurallara aldırmadan kendi olmanın peşinden giden karakterler yaratıyordu. Başkaldırı temasını onun hemen her romanında görürüz. Gençlerin içinde patlamaya hazır bir isyan duygusu hissettirir. Aslında tek özgür ruhları anlatmakla kalmaz, bu yolu seçmeyen karakterleri miskin gösterir; bir şekilde onların terk edilmelerini haklı kılar.

    D.H. Lawrence’ın hayatı boyunca ilgi duyduğu alanlardan biri de resimdi. Romanları gibi resimleri de skandal yarattı, sergi sonrasında çıkan bir makalede kurtların saldırıya hazırlandığı genç kadının müstehcen olduğu yazılmıştı. Şikayetler artınca, polis sergiyi basıp resimlere el koymak zorunda kaldı. Görüldüğü gibi, ne yaparsa yapsın, kendini nasıl ifade ederse etsin, başı hep muhafazakârlarla dertteydi. Bundan kurtulamıyordu. Neyse ki yazarın eserlerine son yıllarda ilgi giderek artmakta. Ülkemizde roman ve öykü kitapları çok kereler basıldı fakat yazarın şiirleri, edebiyat eleştirileri ve gezi notları nedense çok daha az biliniyor. Eserlerinin üzerinden telif hakkı kalktığı için farklı ve yeni çevirilerle eserlerinin yeniden baskılarına kavuşmamız yakındır.

    #DavidHerbertRichardsLawrence #yazar

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Roman Kahramanı Gibi D. H. Lawrence* Makale Yazar…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi