Roman Kahramanları
Refik Halid Karay ve İstanbul
-
Refik Halid Karay ve İstanbul
REFİK HALİD VE İSTANBUL*
Makale Yazarı: Selim İleri
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ekim/ Aralık 2018, 36. sayıda yayımlanmıştır.
#Karakayışoğulları soyundan gelen, #1888 doğumlu Refik Halid Karay, çocukluğunu, kışları #Vezneciler’de, yazları #Göztepe’de geçirdi. Vezneciler, bazı yazılarında karlı kışlı görünümlerle belirir. Göztepe daima sereserpedir.
1900-1906 arası Mekteb-i Sultanîde (Galatasaray Lisesi) okudu. Buradaki öğrenimini bitirmedi, 1908’de sınavla Hukuk Mektebine girdi. #Beyoğlu, hemen hemen bütün yazılarında bir #koketri bucağıdır. Ne var ki Fatih-Harbiye’nin alafrangaya yönelik endişeleri Refik Halid’de belirmez. Tam tersine, Beyoğlu’nda şuhlukların tadı çıkarılır. Refik Halid, II. Meşrutiyet’in ilanında öğrenim hayatını bıraktı, gazeteciliğe başladı. 1909’da Fecr-i Ati topluluğuna katıldı.
#Kalem dergisinde “#Kirpi” takma adıyla #hiciv yazıları yazdı, Bu yazılarını Cem #mizah dergisinde başyazar sıfatıyla sürdürdü (1910-1911). İttihat ve Terakki Fırkası’nı cesaretle eleştiren, hatta yeren yazıları halk katında büyük ilgi ve gizliden gizliye destek gördü.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası yandaşı olma sebebiyle 1913’teki Mahmud Şevket Paşa suikastından sonra #Sinop’a sürüldü. #Sürgün, Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik’te sürdü (1913-1918).
O dönem içinde hemen hiçbir yazı yayımlamadı. Ziya Gökalp’in aracılığıyla İstanbul’a döndü. Robert Kolej’in #Türkçeöğretmeni oldu.
İmparatorluk yıkıma doğru sürükleniyordu. Refik Halid, Anadolu hareketine uzak durdu. Mütareke devrinde, üyesi olduğu Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nca Posta-Telgraf Umum Müdürlüğüne getirildi (1919). Millî Mücadele’ye kayıtsızdı.
Gazetelerde yazdı, Aydede dergisini kurdu (1922). Aynı yıl, kasım ayında, yurtdışına gitti. Daha sonra “#yüzellilikler” listesinde yer alarak Türkiye’ye dönüşü yasaklandı.
Minelbab İlelmihrab’da (1946) ve Bir Ömür Boyunca’da (kitap olarak yayımlanışı 1990) hayatının bu fırtınalı günlerini, yer yer çok nesnel, yer yer de iğneleyici bir anlatımla kaleme getirdi.
#Deli adlı kitabında (1939) yer alan “#Ankara” yazısında Atatürk’e saygısını ve Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığını açıkça dile getirdi.
Beyrut ve Halep’te geçen sürgün yılları 1922- 1938 arasıydı. Bazı eserleri #Halep’te basıldı. Yakup Kadri’nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları’nda incelikle anlattığı gibi Atatürk, çok sevdiği eserleri sebebiyle, Refik Halid’in yurda dönmesini isteyince, en yakın sınır karakoluna sığınması ve #memleketözlemi çektiğini söylemesi formülü bulundu. Refik Halid bu öneriyi yazarlık haysiyetine sığdıramayarak reddetti. Böylesi bir formülden Atatürk’ün haberi yoktu, öğrenince üzüldü. Bunun üzerine af kanunu çıktı.
İnkılaplara duyulabilecek şaşkınlığı hicveden piyesi Deli’ye Atatürk büyük bir hoşgörüyle yaklaşmıştı. Refik Halid eserini yayımlarken ilk sayfaya şu sözleri ekledi:
“Bu eser hakkında, ‘Inkılâbımızı hicvetmiyor, tebarüz ettiriyor’ diyen, lütfunun minnettarı olduğum #Atatürk’tür.”
Yurda döndükten sonra, Refik Halid, yaradılışının yansıması sayılabilecek “#muhalif”likte daha ılımlı bir tutum sergilemesine karşın, ölünceye kadar eleştiri ve yergiden vazgeçmedi, inanmadığı siyasalara karşı çıktı.
İsmet Paşa dönemi, Demokrat Parti iktidarı, nihayet 27 Mayıs, romancının eserlerinde, satır arası söylemlerle ve hep bireyin özgürlüğü açısından iğnelendi.
Refik Halid, 18 Temmuz 1965’te İstanbul’da öldü. Zincirlikuyu Mezarlığı’na gömüldü. #MemleketHikâyeleri’nde (1919) taşra yörelerine, köylere de uzanan Refik Halid, İstanbul’un kıyı köşe semtlerindeki buruk yaşamaları, orta hâlli yurttaşın sorunlarını, cinsel duygularını bastırmak zorunda kalmış mutsuz kadınları kaleme getirmiştir.
Bu hikâyelerin İstanbul’da geçenlerinde yirminci yüzyıl başındaki İstanbul mahallelerinin tasvirleri göze çarpar. Özellikle yoksul ortamlarda mimari bayındırlıktan uzaktır.
#GurbetHikâyeleri (1940), sürgünde geçen yıllarda, yurt özlemiyle kaleme alınmıştır. Türkçeye, özellikle İstanbul Türkçesine duyulmuş sonsuz bir sevgi, hikâyelerin en belirgin yazınsal niteliğidir.
Refik Halid ilk romanı İstanbul’un Bir Yüzü’nde (1920) II. Abdülhamid döneminde yetişmiş, değişik toplumsal kesimlerden, çeşitli kişilerin I. Dünya Savaşı günlerine kadar uzanan yaşayışlarını, duyuş ve düşünüşlerini ele almıştır.
Eserde, o zamanların törel hayatını, gelenek ve göreneğini, modalarını, heveslerini, möbleden ziynet eşyasına bütün bir dekoru ayrıntılarıyla saptama imkânı buluruz. Bir kronik havası eser.
İstanbul’un Bir Yüzü, bir yandan da istibdat döneminden tırnak içindeki bir hürriyet dönemine geçişin maddi dünyasını inceden inceye taşlamıştır. Vurgun yoluyla zengin olanların görgüsüz dünyaları gelecekteki İstanbul’u biçimlendireceğe benzemektedir…
Bu romanı Yezidin Kızı (1939), Çete (1939) romanları izler.
1941’de basılmış Sürgün, İstanbul dışında yaşamak zorunda bırakılmış roman kişisinin sürgün yıllarında gördüğü, tanıdığı, dostluk kurduğu ve her biri değişik sebepler dolayısıyla memleketten sürülmüş öteki kişileri irdeler.
Aralarında hanedan ailesi üyeleri de bulunan bu kişilerin bütün davranışlarında #sürgünpsikolojisi ve #İstanbulözlemi ağır basar. İstanbul hemen hepsi için sıtmalı bir özlem, git git hayali bile yiten bir kenttir.
Böylelikle romanın anlatıcısı sık sık İstanbul’un kendine özgü dünyasından söz açma fırsatı bulur.
Eserde, hanedan ailesine ayrılmış sayfalar, Türk romanında hemen hemen ilk örnek olmakla kalmaz, aynı zamanda çok çarpıcı ruh çözümlemelerine ulaşır. #Hanedan ailesinin bireyleri bilgisiz, savurgan, bencil, şımarık ve hastalıklı kişilerdir.
#Anahtar (1947), #evliliktesadakat motifi üzerine kurulu olmakla birlikte İstanbul’un Şişli, Nişantaşı, Ayaspaşa apartmanlarını, Beyoğlu pastanelerini, gece kulüplerini, barları, II. Dünya Savaşı’nın gölgesindeki günleriyle tasvir eder. İş adamlarının, ediplerin, bankacıların, salon kadınlarının, bar kızlarının roman kişisi seçildiği Anahtar, 1940’lı yıllar İstanbul’unu çok canlı görünümlerle bugüne aktarmıştır.
Yazar, Bu Bizim Hayatımız’da (1950) çok sevdiği #Boğaziçi’nin pitoreskini roman alanında işler. Eserde ay ışığı geceleri, mevsimler, bahçeler, limonluklar, lale çiçeğinin, güllerin, sümbüllerin soyağacı, zengin bir anlatımla geniş kitlelere benimsetilmek istenmiştir.
#BuBizimHayatımız’da karşımıza çıkan Boğaziçi, Aşk-ı Memnu’nun ya da Eylül’ün ıssız, hep hüzünlü, hep melankolik yöresinden çok farklıdır. Kanlı canlı bir yaşamanın varlığı duyumsanır.
Zaten Refik Halid’in İstanbul’u içe kapanışlardan uzak, hep dışa dönük bir kenttir. Roman kişileri, yaşadıkları kenti ve kentin zamanını daima olumlu yönleriyle de görebilme yetisine sahiptirler. Değişeni toptan yadsımazlar, geçmişe ikide bir de ağıt yakmazlar…
Egzotik özellikli #Nilgün (1950-1952), #YeraltındaDünyaVar (1953), #DişiÖrümcek (1953) halkın hoşlanacağı konular çerçevesinde hem kitap okuru yetiştirmeye yönelik romanlardır hem de yer yer İstanbul’a göndermelerle bir İstanbul töresinin saptanmasına katkıda bulunmaktadır. Nilgün’ün ilk cildinde #İstanbulbahçelerine ayrılmış sayfalar, #Türkbahçeciliği konusunda romanımızın ender dikkatleri arasında sayılabilir.
Yine göndermelerle, siyasal taşlamalarla yüklü #BugününSaraylısı (1954), Demokrat Parti dönemine geçiş günlerinin toplumsal panoramasını çizer. Eserdeki #DolmabahçeSarayı’nda #balo sahnesi, Türk İstanbul’da #Amerikanlaşma eğilimini yakalar. İkibin Yılın Sevgilisi (1954), tarihî görünümlerle yüklü, metafizikten yararlanmış bir romanın havasında “sonsuz aşk”ı anlatırken İstanbul Türkçesinin bütün inceliğine açılır.
Bir başka metafizik ve entrika arayışı, İki Cisimli Kadın’ın (1955) izleğidir. Bu romanda İstanbul’un yeni yeni rağbet ettiği #ormanlık #dinlenceyerleri mekân seçilmiştir. Karlı Dağdaki Ateş’te (1956) İstanbul sosyetesinin kış gezileri için buluştuğu #Uludağ’da geçen bir #aşkhikâyesi anlatılır.
Refik Halid, son dönem romanları arasında en ağırlıklısı sayılabilecek #KadınlarTekkesi’nde (1956), imparatorluk düzeninden Cumhuriyet rejimine, değişen toplumsal yapıyı, gizli bir tekkenin odağında değerlendirir.
Roman, İstanbul’da yüz-yüz elli yılın imbiğinden geçmiş bütün bir hayatı çözümleyişiyle fonda toplumsal-siyasal bir söylemi barındırmaktadır. Kadınlar Tekkesi, Yakup Kadri’nin Nur Baba’sına uzaktan akrabadır. #Tekke–#tarikat dünyasının git git yozlaşmasına işaret eder. Bununla birlikte romanın ikinci bölümü, aynı dünyanın geçmişte ekinsel inceliklerle donanmışlığını belirtmekten uzak durmaz. Bağnazlığı yumuşatan zengin bir sanat ve yaşama sanatı kültürü söz konusudur…
Dört Yapraklı Yonca (1957), Yerini Seven Fidan (kitap olarak yayımlanışı 1977), Ekmek Elden Su Gölden (kitap olarak yayımlanışı 1980) Refik Halid’in #maceraromanları serisindendir. Bunlar arasında Ayın On Dördü (kitap olarak yayımlanışı 1980), Kadıköyü’nün sayfiye ortamında bir #polisiyeroman arayışıdır. Bugünün kalabalık Kadıköyü’nden farklı olarak beldeye yaz aylarını geçirmek için gelenleri, yaz evlerini, bahçelik köşkleri buruk bir gülümseyişle okursunuz.
Yüzen Bahçe (kitap olarak yayımlanışı 1980), İstanbul’dan Akdeniz ülke ve kıyılarına bir gemi yolculuğunun renkli dünyasını romanlaştırır.
Bugünün Saraylısı’nı ve İkibin Yılın Sevgilisi’ni çağrıştıran Sonuncu Kadeh (1957) ise romanlarında hüzne, nostaljiye pek yer vermek istememiş Refik Halid’in, yıllar öncesinde Beyoğlu’nda başlayıp yarım kalmış bir aşkı Boğaziçi’nde arayışını, yeniden yaşamak isteyişini dile getirdiği bir romanıdır.
Bu eserde 1910’ların İstanbul’u, zamanda geriye yolculukla karşımıza çıkar. 1950’lerdeki İstanbul’la ilki yan yana getirilir ve kentin tarihî siluetine göndermeler öne çıkar.Özellikle Beyoğlu ve Boğaziçi gözde iki mekândır. Ne var ki yaklaşık kırk yıllık bir süreçte, bu iki tarihî mekân âdeta kimlik değiştirmişlerdir. #DünküBeyoğlu’na bugünkünde artık rastlanılamaz. Boğaziçi güç bela varlığını korumaya çalışmaktadır. Eserin bireysel bir yıkılışla sona ermesi, İstanbul tutkunu romancının bu kentle ilintili son sözünü de sanki simgeler…
Refik Halid, hicivlerini ve kroniklerini derlediği kitaplarında 20. yüzyılın ilk yarısına ilişkin pek çok konuyu, olayı, sorunu, yaşam ayrıntısını bir deneme lezzetiyle derlemiş olmakla birlikte, bu eserlerin günümüz okurunca bilinmediği, hak ettiği ilgiye kavuşamadığı söylenebilir.
Sakın Aldatma İnanma Kanma (genişletilmiş ikinci basım 1941’de), “#CihanHarbi’nin son senesinde”ki İstanbul’dan yemek ve açlık sorununu, ısınma sorununu, kılık kıyafetteki değişimleri, kâğıt para, altın para olgusunu, İspanyol nezlesini, ucuzluk ve pahalılık çizelgesini gündeme getirir.
Âdeta ‘yaşayan’ bir tarihçe çıkarılmıştır. Yazıları okurken bir zaman kaymasına uğrayıp o günlerin İstanbul’unda var olmaya koyulursunuz.
Bu eserde yer alan, 1938’den sonra yazılmış “#ÇiçekleriTenkit” yazısı, İstanbul çiçeklerinin bir dökümüdür. Anılan çiçeklere günümüzün İstanbul bahçelerinde rastlamak neredeyse imkânsız. Kimi çiçeklerin adlarını bile işitmemişiz…
#KirpininDedikleri’nde (1916) İstanbul’un sözüm ona özgürlükçü, eşitlikçi yeni yönetimi eleştirilir, hicvedilir. Muhalif Refik Halid yazı masası başındadır.
Aynı tutum, bir papağanın ağzından, Ago Paşa’nın Hatıratı’nda (1918) sürdürülmüş, hicivden öte kırıcı bir söyleme yol alınmıştır. Bununla birlikte, dönemin siyasal panoramasını yakalamak açısından, ilginç gözlemler, saptayımlar karşımıza çıkar.
#AyPeşinde’deki (1922, genişletilmiş ikinci basım 1940’ta) yazılarında “Eski Yaz Aşkları”nı, çevresel özelliği ve mimarîsi tahrip edilen “zavallı” Boğaziçi’ni, İstanbul’un yeni koca kimliklerinden “süslü”, “şair”, “sporcu” kocayı kaleme getirmiştir yazar. Tanıdıklarım (1922) İstanbul’da yaşayan egzantrik kişileri betimlediği gibi yine Boğaziçi ve çevre, dilde İstanbul Türkçesinin yozlaşması, boza tutkusu gibi konulara da değinir.
#GugukluSaat (1925) yüzyıl başındaki bir İstanbullunun 24 saatini sayısız ayrıntıyla yansıtan beş ayrı yazısıyla daha doğrusu beş bölümden oluşan denemesiyle değer kazanır. Bu eserde Refik Halid eski ramazanları, çini sobaları, İstanbul sokaklarını ayrıca konu edinmiştir.
Bir İçim Su’da (1939) İstanbul, mevsimleri, içkileri, gezintileri, kurbağalarıyla anlatılmıştır. Plajların kaleme getirildiği İlk Adım (1941) ve İstanbul’un gündelik hayatından söz açan Bir Avuç Saçma’yı (1939), Refik Halid’in başyapıtları arasında sayılabilecek Üç Nesil Üç Hayat (1943) izler.
#ÜçNesilÜçHayat’ta İstanbul, Sultan Aziz, Sultan Hamid ve Cumhuriyet dönemlerinde tüm yaşantısıyla özetlenmiştir. Edebiyatımızda benzeri pek olmayan bir çalışma.
#MakiyajlıKadın (1943) ve Tanrı’ya Şikâyet (1944) İstanbul ailesinin aşk, nişanlılık, evlilik töresine yer veren yazılarıyla kentin tarihçesini çıkarmayı sürdürür. Böylece, hiciv ve kroniklerinde İstanbul’u yaşatan, kâğıt üstünde dirilten romancı, yeni kuşaklara, bir “#zamanmirası” bırakmıştır. Tıpkı Hüseyin Rahmi gibi.
Kenan Akyüz’ün saptayımıyla, “Türkiye’nin siyasî çevrelerinde ona karşı olan tutumda bir gevşeme” zaman içinde görülmekle birlikte, siyasi muhalif Refik Halid Karay’ın büyük edebî emeği ne yazık ki bugün bile tam kavranmış değildir.
#RefikHalid #Selimİleri #MektebiSultani #GalatasarayLisesi #FecriAti #HürriyetveİtilafFırkası #Minelbabİlelmihrab #BirÖmürBoyunca #İstanbulunBirYüzü #İkiCisimliKadın #AgoPaşanınHatıratı
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.