PUSLU GÖNÜL AYNASI ŞEYH BAKİ

  • PUSLU GÖNÜL AYNASI ŞEYH BAKİ

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 15:36'de 11 Temmuz 2024

    PUSLU GÖNÜL AYNASI ŞEYH BAKİ*

    Makale Yazarı: Leyla Hanay

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ocak/Mart 2014) 17. sayıda yayımlanmıştır.

    Refik Halid, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının ardından şekil değiştiren tarikatlara ve şeyhlerine eleştirisini “Kadınlar Tekkesi” romanında Şeyh Baki karakteri üzerinden yapar. Romanın önsözünde “Gerçek Yaşam Öyküsüdür” ibaresi Gazeteci Refik Halid’in sesinden haber yazısı ciddiyetiyle okura ulaşır. Başta verdiği bu bilgi, yayınlandığı dönemde romanın gerçekliğini sorgulatmış ve anlatımda hedef olduğunu düşünen çeşitli kesimler tarafından kitap da yazarı da eleştirilmiştir.
    Yazarın sapkın bir modernlikle karşımıza çıkardığı Şeyh Baki karakterinin, hurafelere dayalı din anlayışına getirilen ince bir eleştiri olarak ele alınması gerektiği kanaatindeyim. Bu yazımda Şeyh Baki’nin şahsiyetini romanın kurgusu içinde irdelemeye çalışacağım.

    Salon tekkesi – mistizm akademisi
    Kahramanımız Şeyh Baki, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar Zeyrek Kıztaşı Tekkesi’nde saltanat sürmüş, bu değişimin ardından çağın gereklerine ve gelişmelerine uygun olarak hem yaşantısını hem de fikri yapısını modernize etmiştir. Şeyh Baki bir akademi kurmuştur. Çevresini verdiği eğitimle istediği şekle sokan dilediği gibi kullanan mistik bir hocadır. Yüksek tahsil diploması olmayan ezber medresesinde din dersleri almış bir hoca.
    “Kıztaşı tekkesi orta tabakanın koşuştuğu bir yerdi; Şeyh’in oturduğu postun altına uzanan eller mütemadiyen bir şeyler bırakıyor, her taraftan erzak ve zahire, hediye ve adak yağıyordu.”
    Zaman içinde Şeyh Baki’nin tekkesi, ayinlerin yerini eğlencenin aldığı, modern giyim kuşamın ciddi ve kibar tavırlarla servis edildiği bir salon tekkesi ve salon kadını tarikatına dönüşür.
    Dini, kadınları kendine çekme aracı olarak gören Şeyh Baki, Zeyrek Kıztaşı Tekkesi’nde başlayan serüvenini İstanbul sosyetesinin güzel kadınlarının sunduğu imkânlarla büyük gösterişli bir konakta sürdürürken aşk ve aşıklık üzerine kurduğu kendine has felsefesiyle zenginleştirir. Şeyhin hoş ve büyülü sesi güzel kadınları tuzağına düşürmekte kullandığı en etkili silahıdır. Birçoğu eğitimli olan bu kadınlar Batıdan duydukları mistisizm akımının tesirinde kendilerini ayrıcalıklı ve gerçek üstü bir bilincin sahibi görürler. Bu zaaf en çok Şeyh Baki’nin işine yarar.
    Baki, bütün salon adabına vakıf ince tavırları ve sınırsız hoşgörüsüyle dikkat çeker. Yakışıklı, aynı zamanda kibar olan bu adam, karşılaştığı hanımları Avrupai tarzda bir selamlama ile süzer, tesirinden emin olduktan sonra ellerini kibar bir İstanbul beyefendisinin tavrıyla öper ve kurbanını içine hapsedeceği kafesin ağlarını yavaş yavaş örmeye koyulur.
    Şeyh Baki İstanbul’un lüks konaklarında etrafına topladığı zengin hanımlarla yaşamın bütün zevklerine açık bir salon tekkesi kurmuştur. Bütün müritleri onun ruhsal ve bedensel açlığının ilacı olacak güzelliktedir. Bir kadını kendine mahkûm etmenin bütün inceliklerini bilir ve uygular.

    İlmin ve fazlın timsali Şeyh Baki(!)
    Refik Halid, Şeyh Baki ile ilk karşılaşmamızı iyi planlamıştır. Onu ilk defa konağın merdiveninin başında görürüz. Aşığı bütün kadınlar heyecanlı ve meraklı beklemektedir. “Elli beşle altmış yaş arası, boylu, boslu, sırtı kamburlaşmamış, gayet yakışıklı bir adam… Kırçıl sivri sakalı ve saçları büyük bir itina ile kesilmiş, taranmış; belli ki onlara ehemmiyet veriyor. Sırtında İngiliz kumaşından karyağdılı mükemmel bir elbise(…) Dinç yakışıklı, daha doğrusu geçkinleşme den olgun ve güzel kalmış olan bu erkek giyim kuşamda ve yaşamasında musaffa zevkli, asil duyguluydu; hareketlerine de iyi cins ve iyi sınıf insanların ne fazla uysal, ne fazla yapmacıklı, tam kıvamında vakarlı yumuşaklığı, kibar bir esneklik hakimdi.”
    Şeyh Baki’nin mükemmel oyununun en önemli parçalarından biri fiziksel görünümüdür. Yaşadığı mekânı da aynı hassasiyetle donatır. Gelen hanımları cezbedecek bakımlı, temiz bir oda. Ortada duran ve aslında şeyhin kadınlarla ilgili tek amacını girenin yüzüne haykıran yatağı, onun tasavvuf terimlerinden çaldığı “vefa”larının her gün düzenleyip en güzel şekilde şeyhin gece ki “Gülzar Merasimi” ne hazır ettikleri en karanlık tuzağıdır.
    Baki “Gülzar” sözcüğünü tasavvuf lisanından alıp kendi arzularının kilidi olarak kullanmayı bilir. Kadınlarına kalp sefası, ferahlığı, açıklığı yolunun yatağından geçtiğini, süslü beyitlerin ardına gizleyip anlatır. Kadınlar arası çekişmeyi engelleyecek çözümü de bulur. “Gülzar ayini” manevi bir sırdır ve hiçbir vefa diğerine anlatamaz.
    Sır saklamak, Şeyh Baki faziletinin en önemli prensibidir. Müridi olan tüm kadınlar herkesi kendi halinde mazur görmeyi ve ayıplamamayı bilmelidir. Bu kural kadınlar arasındaki çekişmenin önüne geçtiği ve şahit olunanları yorumlamaktan uzaklaştırdığı için şeyhi rahatlatır. Bu fikri gayri ahlaki davranışlarına karşı siper olarak kullanır.
    Hizmetine toplamayı başardığı kadınların birçoğu eğitimlidir ancak hepsinin dikkat ettiği en önemli nokta Şeyh Baki’nin uygulamalarını ve söylemlerini sorgulamadan kabul etmektir. Aslında bir türlü anlam veremedikleri kavramlar ve bu kavramlara zıt düşen tavırlar hepsinin dikkatini çekmekteyse de maharetli şeyh tarafından şüpheye düştüğü izlenimi doğuran bütün kadınlar, süslü beyitler ve felsefi cümlelerle hemen tesir altına alınmaktadır. Kadınlar şeyhe bağlı sürdürdükleri hayatlarını, fark edilmeyenin farkına varmış üstün kimliklermiş edasında çevrelerine reklam etmektedir.
    Şeyh Baki, tekkesinin kadınlarına kendi kendisine telkin yapa yapa söylenenlerin gerçekliğine inanmayı ve bu inanıştan zevk almayı da öğretmiştir. Şeyhin etkisini derinden hisseden Melal, içinde bulunduğu atmosferin tesiriyle İslam ve Hıristiyan mistisizminin sosyal tesirlerine dair bir tetkik kitabı hazırlamaya koyulur. Baki dokunduğu her kadının kendini ayrıcalıklı hissetmesini bir şekilde sağlar.
    Mistik mürşidimiz kendinde dini modernize etme yetkisini sonuna kadar görür. Çünkü o gerçeğin sırrına vakıftır. Ve herkesin içyüzünü bütün çıplaklığı ile izler.
    Kahramanımızın kadınları kendine çekmekteki ustalığını üniversiteli Lebriz’in söylemleri ile daha iyi kavrar ve şaşırırız. “Biz onu tanımadan evvel birer taş parçasıydık, yahut bir çamur yığını… beyefendi heykeltıraşımız oldu, kıymetsizi kıymetli yaptı. Hem de bildiğimiz heykeltıraşlara benzemez; ruhları yontar… ruhlarımızı şekle soktu. Güzel değerli hale gelen cisimlerimiz değildir, manevi varlığımızdır. Hazreti tanımadan evvel heba olan yıllarıma acıyorum.”
    Kadınlar Tekkesinden yükselen ses malumun adeta ilanıdır.
    “Şeyhimiz maneviyat alemine açılan kapıyı maddeden yapılmış süslü birer anahtarla açıyor. O anahtarlar bizi eriz…”

    Hazret aşkı tanımlıyor…
    “Aşk ideal bir nura ulaşmak ve bu nur içinde safa bulmak için ruhun pervaneleşmesidir; lamba ateşinde yanıp kavrulan pervane bir âşık değil, yolunu şaşırmış sersemdir.”
    Şeyh Baki kadın vücudunun gerçeği gösteren bir ayna olduğu fikrinden hareketle kadın güzelliğini izlemeyi faziletinin bir işareti olarak gösterme gayretindedir. Aynı zamanda fetişisttir. Konağına gelen kadınların eşyalarını saklar, koklar ve okşar. Bu alışkanlığını da aşk arayışının bir emaresi olarak göstermeye çalışır. Sapkın ruhunu şeyhlik-müritlik ilişkisini kullanarak tatmin eder. Bunda da kendini haklı görür. Kendine kendinin de inanıyor oluşu en büyük tesir kaynağıdır.
    Baki’ye göre kadına duyulan aşk her şeyin, zikrin ve ibadetin de üstündedir. Kadınlara ilgisiyle aşk yolunda mevki kazandırdığı inancındadır.
    Tasavvuf anlayışında yer alan “Her güzelin güzelliği Allah güzelliğinden aksetmiş bir parçadır” felsefesi Şeyh Baki’nin kendine hakim olamadığı her durumda en değerli savunma silahıdır. Kadına olan sevgisi ve düşkünlüğü aracılığı ile ilahi güzelliği dilemekte olduğunu ifade eder.
    Kahramanımız yaşından dolayı gelecek eleştirilere karşı kendi içinde tesellisini bulur ve önce kendi kendini ikna eder: “İnsan ancak altmışından sonra zevkleri tam ölçüsüyle, hiçbirini kaçırmadan ölçen bir terazi olabiliyor.”

    Ruh profesörü modern mürşit
    Refik Halid kahramanımızın ruh halini büyük bir açıklıkla tetkik eder ve teşhisini koyar. Din ile şehveti birbirine karıştırıp kendini aşk peygamberi ilan eden şeyhin maskesini indirir.
    Yazarımız okuyucuya sunduğu bu gerçeği romanın diğer kahramanlarından saklar. Onlar Şeyh Baki’yi ruhlarının terbiyecisi ve tek yol göstericisi ilan etmişlerdir. Ve her biri kendince vazifelidir, mürşidlerine yürekten bağlıdır.
    Mektupçu Baki’nin etrafındaki müridi kadınların en önemli vazifelerinden biri şeyhin hizmetine sunacakları kadınları bulmak ve ikna etmektir. Bu kadınlardan en önemlisi olarak karşımıza ilk Prenses Peryal çıkar. Ve İstanbul’un tanınmış yüzlerinden olan bu hanımı ikna çabaları satırlara yansır: “Mektupçu Baki Bey! Memnun kalacağınıza eminim. Ben ilmine, fazlına talakatine hayranım. Tanıyıp da hayran olmayan kimse yoktur, ya! Bir ruh profesörü, modern bir mürşit, Allah’ın sevgili kulu! Rica ederim, fırsatı kaçırmayınız. Kendileri münzevi yaşarlar, tenezzülen yalnız fakirhaneme teşrif ederler; o da pek nadir olarak… Beklerim Prenses muhakkak geliniz.”
    Refik Halid, kadınlar tarafından bir ruh şifacısı olarak görülen şeyhin geçmişine dair önemli bilgileri, okuyucuya gizli bir şüphe ve sorgulamaya itecek şekilde büyük bir ustalıkla verir. Şeyhin okuduğu beyitlerden, sohbetinden, tavrından etkileyici bir kimlik çıkarırken bu ruh kılavuzunun bir zamanlar Fransız akıl hastanesinin bir misafiri olduğunu yüzünüze çarpar. Sözleri ve tavrıyla çizdiği ulvi karakteri, erkekçe dürtülerine hâkim olamayıp yerle bir etse de şeyhin bu konudaki savunması ve kendini temize çıkarışı takdire şayandır. Kadınların gözlerinde yeşeren şüphe tohumlarını hemen fark eder ve ustaca köklerinden söker. Mücadelesini kendisine bakan gözler inançla ışıldayana kadar sürdürür ve sağladığı güvenden emin bir sonraki hamlesini yapar. Her seferinde büyük bir başarıyla sonuçlanan bu hamleleri tek bir kişi üzerinde istediği tesiri vermez.
    Refik Halid, Şeyh Baki’nin hayatına soktuğu Neşide ile onun kadınlar üzerindeki özgüvenini yerle bir eder. Kadın kimliğinin bu kadar zafiyetle ele alınması canınızı sıkıp ruhunuzu daraltırken imdadınıza saf ve masum Neşide yetişir.

    Aşk-ı didem “Neşide”
    Neşide, Kadınlar Tekkesi’nin diğer müritlerinden farklı olarak dini geleneksel yapısıyla ve en temiz şekliyle algılar, yorumlar. Kendini bir felsefenin içinde boğmadan Şeyh Baki’nin niyetini bütün çıplaklığı ile sezinler. Özellikle eşi İrfan tarafından şeyhe gönderilmesini bir türlü aklı hayali almaz.
    “Zaten, doğrusunu söyleyeyim mi, kocamdan soğumaya başladım; böyle şeyleri havsalasına nasıl sığdırıyor? Beni o herifin odasına sokmaktan utanmıyor mu?”
    Neşide’nin üzerinde sadece kocasının değil görümcesinin de baskısı vardır. Bunca insanı kendine bağlayan şeyhin gerçek yüzünü göremeyişlerine isyan eder: “Böyle şeyhlikten, evliyalıktan, karmakarışık, divanece lakırdılardan anlamıyorum; öyle şeylere inanmıyorum. Siz ne yaparsanız yapınız, sivri sakala kul köle olunuz, kapısının eşiğini aşındırınız, karışmam. Fakat ben evine ayak basmam. ”
    Şeyh Baki’nin de etrafındaki tahsilli kadınların da şaştıkları asıl nokta, onca görgülü kadını nüfuzu altına sokmayı başaran şeyhin nasıl olup da saf, tecrübesiz bir kız karşısında aciz kaldığıydı.
    Neşide’nin her reddi Baki’nin içindeki aşk ateşini körükler. Ağına düştüğü güzeli elde etmek için emrindeki bütün kadınları hiçe sayar. “Hayır… Onlar iplerini elimde tuttuğum süslü kuklalardır. Benim iplerim ise senin elinde; beni sen oynatıyorsun.”
    Refik Halid, Neşide ile ahlak dışı uygulamaları ile sapkınlığa gitmiş bir din anlayışının kadına bakışına karşı durur. Kadınlık onurunu ayaklar altına alan ve ilahi yolculukta bedeniyle hizmet sunmaya mahkûm edilmiş kadınları okurun isyanı haline getirir.
    Tekkenin kadınları ise bu isyanımızdan habersiz Neşide’yi değerlendirir. Onun Baki’ye uzaklığının altında görgüsüzlüğünün ve fikirsizliğinin yattığına inanırlar. Yine de aşkıyla şeyhlerini kavuran bu gürcü güzelinin peşini bırakmazlar. Kendi çevrelerine alıştırmanın etkili olacağı inancını taşırlar.
    Neşide, Şeyh Baki’yi eşini kıskandırmakta bir araç olarak kullanma kararı alır ancak her ziyaretinden biraz daha tesir altında kalmış olarak döner. Kahramanımız Neşide’yi yanında tutmanın yolunu, zihin bulandırıcı kavramlarda bulmuş, ilmi ve yüksek ruhuyla onu etkilemiştir: “Sen şimdi talip derecesinde bulunuyorsun. Yarın mürit olacaksın; sırasıyla da salik, sair, tahir, vasıl ve nihayet benim payeme erişeceksin.”
    Neşide Şeyh Baki’nin kavrayamayacağı derinlikte biri olduğunu düşünmeye başlar ama şüpheleri kalbinin bir köşesinde pusudadır.
    “Bu sarhoşluk kadının en fazla düşkünü olduğu bir içkiden, beğenilmekten geliyordu ve ona en çok yakışan içki de buydu; güzelliğinin övülmesi.”
    Neşide’nin her kadın gibi tatlı dilin esareti altına girdiği anların sayısı giderek artmaktadır. Öte yandan içindeki şüphe ve korku da birbirini beslemeye devam eder.
    Neşide’yi romanda içindeki terazinin denge savaşı hiç yalnız bırakmaz. Diline kapıldığı şeyhin ahlaksız tavırları dengeyi bozar, Gürcü güzelini sarsar, kendine getirir. Refik Halid okurun beklediği kararı Neşide’nin dilinden duyurur: “Çoktandır bana, benim tanıdığım Allah’ı unutturdular; karşıma bilmediğim bir Allah çıkardılar; Yalnız şeyh Baki’ye güzel kadın yetiştiren aşk keyfi veren bir Allah! Zındık bunlar! İçlerinde derdimi dökecek tek insan yok.En ahlaksızı ise İrfan! Nasıl beni burada tek başıma, Şeyh’le bıraktı, semtime uğramıyor alçak!”
    İrfan da Şeyh Baki de Neşide’yi kaybeder.

    Görünen köyün kılavuzu
    “Gönülyoluna irşatsız gidilmez.”
    Tekke şeyhlerinin kerametine inanan zayıf iradeli ve doğuştan fevkaladelikleri kabule hazır kadınlar, kendilerine kılavuz olarak seçtikleri Baki’nin iki dudağı arasına bütün yaşamlarını hapsetmişlerdir. Hepsi şeyhin sunduğu dini erotizmin esiridir. Bu aşağılanmayı büyük bir zevkle kabul edip kendilerini seçilmiş saymaları ilginçtir. Şeyhin dinle maskelenmiş şehvetini, ahlak kurallarına uymayan bütün o tavırlarını hoş gören bir akıl tutulmasına kapılmışlardır. Şeyh Baki için tasavvufun kaidelerini saptırmak en kolay olanıdır. Sosyete adamı Baki sahip olduğu güzel ve derin konuşma yeteneğiyle bunu kolaylıkla başarır. Özellikle ağına düşürdüğü mirasyedi kadınların kendine sağladığı imkanlarla gücüne güç katar.
    Mistik ve dini kavramların dünyasında, duruşuyla etkileyici ve inandırıcıdır. Kadınların kendini fevkalade hissedecekleri övünç kaynağı olan bir yolun kılavuzluğunu yapar.
    Refik Halid kendine büyük roller biçen Şeyh Baki’nin, romanın farklı kahramanlarının ağzından değerlendirmesini yapar. Bunu yaparken kuvvetli deliller sunmaya özen gösterir: “A. Forel de -Baki’nin ruh halini anlatmaya yarayan- şu mütalaadadır: ‘Hezeyanları dini ve tasavvufi heyecanlarla birleşen ve bilhassa tasavvuf yoluyla etrafındaki normal insanlar üzerinde bile derin tesirler husule getiren sapıkları her ruh hekimi tanır. Bu hastaları o derece inandırıcı yapan şey bizzat kendi kendilerine inanmalarıdır.”‘

    Dil ve gönül hokkabazının vedası
    Yazarımız Şeyh Baki’nin hayatına gözlemci olarak Süha Kalenderli’yi sokar. Romanın ilerleyen sayfalarında tanıdığımız Süha, Şeyh’in Neşide ile olan serüvenini baştan sona bilen ve kendince yorumlayan çoğu yerde yazarın değerlendirmelerini okurla paylaşan aracı konumundadır.
    Neşide, Şeyh Baki’nin bedeni arzularını ve ihtiraslarını gidermekte kullandığı tasavvuf örtüsünü kaldırır. Gidişiyle kahramanımızın yaşamını altüst eder. Kurduğu tekkenin vazgeçilmezi olan bütün o ayinler, sırasıyla tarihe karışır ve kahramanımız kavramların ardına sığınmadan sadece Neşide’yi arzuladığının itirafını yapar.
    Yazarımız Şeyh Baki’nin ölümünü Süha’nın dilinden planlar. Şeyh’in samimi hislerini yazdığı mektupların ardından, Neşide ile arzuladığı kısa ve masum görüşme gerçekleşir. Ardından Şeyh olduğu yere yığılır ve ölür. Süha’nın vardığı hükümdeki gibi: “Süha büyük, haşmetli ağaçların iki türlü ölümlerine şahit olmuştu. Biri konağın bahçesindeki kayısı ağacı… onun azametine ve yaşlılığına rağmen meyve verimliliğine şaşardı. Her mevsim yemişlerini rakısına meze yapardı. Bir yaz akşamı bahçeye girince hayretten d on a kal m işti. Daha bir mevsim önce sapsağlam bıraktığı ağaç yerinde yoktu. Kimse anlamadan kurumuş ve kesilmişti. İkinci ağaç bir fıstık çamıydı: Her sene biraz daha sararıp solarak, seyrekleşip miskinleşerek derece derece sönmüş, can çekişmesi on yıl sürmüştü. Galiba benim ölümüm o fıstık, Baki’ninki kayısı ağacı gibi olacak!”
    Şeyh Baki yaşlı kayısı ağacı gibi önce özünü kaybeder ve sonra koca gövdesiyle yıkılıp gider.
    Refik Halid, Şeyh Baki’nin mezarını tasvir ederken kahramanımızın hayatının da bir özetini sunar. Geriye pek bir şey kalmamıştır. Büyülü sesinin aksi, ölüm karşısında bütün zayıflığı ile silinip gitmiştir.
    “Masraftan çekinmemişler çok para harcanmış. Fakat krokilerde, planlarda gözlerine pek güzel görünen bu ferforje parmaklıklı muhteşem abide, meydana çıkınca oldukça özenti, hatta azıcık da züppe bir şekil alıvermişti. Babası Kazasker Efendi’nin basitliği içinde vakarlı ve ruhaniyetli mezarı yanında süs, oyuncak gibi duruyor, hocanınki yerini dolduruyordu. Şeyhinki ise insana altında gömülü kimse yokmuş gibi boş bir kafes hissini veriyordu.”
    Refik Halid’in Kadınlar Tekkesi romanı, halkın din hassasiyetini kötüye kullanan kesimlere Şeyh Baki’nin yaşamından verdiği etkileyici cevabıdır. İçi doldurulamayan ve pervasızca harcanan kavramların ağırlığıyla ezilen insanların öyküsüdür. Hurafelerin ve sapkınlıkların çöküş resmidir.

    Kaynakça
    Karay, Refik Halid, Kadınlar Tekkesi, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2009.

     

    #RefikHalid #ŞeyhBaki #LeylaHanay #KadınlarTekkesi #Neşide #Roman #Sayı17

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
PUSLU GÖNÜL AYNASI ŞEYH BAKİ* Makale Yazarı: Leyl…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi