Paşazade Ferit: Bir Labirent Olarak Tek Yol’un Tarifsiz Çıkmazı

  • Paşazade Ferit: Bir Labirent Olarak Tek Yol’un Tarifsiz Çıkmazı

    Posted by romankahramanlari on 11 Temmuz 2024 at 15:39

    Bir Labirent Olarak Tek Yol’un Tarifsiz Çıkmazı*

    Makale Yazarı: Volkan Hacıoğlu

    *Bu makale Roman Kahramanları (Ocak / Mart 2013) 33. sayıda yayımlanmıştır.

    Edebiyatın birçok dalında farklı türde eserler vermiş üretken bir yazar olan Aziz Nesin’in son romanı Tek Yol (1978) insanlık durumu üzerinden toplumsal ve evrensel bir kara mizah olarak adlandırılabilecek bir eserdir. Doğru ve yanlış, iyi ve kötü gibi kavramların verili toplumsal koşullar altında sorgulandığı eser aynı zamanda toplumdaki bireylerin özgürlük sınırlarının Toplum Sözleşmesi’nden bu yana ne kadar değiştiğinin ve farklılaştığının altını çizmektedir. Kadercilik ve özgür irade kavramlarıyla da felsefi bir boyut kazanan roman, varoluş sorunsalını toplumsal düzlemde ironi ile mizah arasında gidip gelen gerçekçi bir çizgide irdelemektedir. Roman, yayımlandığı dönem olan 1970’li yılların çalkantılı ve hareketli sosyo-kültürel ortamından da izler taşımaktadır.

    İnsanın içine itildiği toplumsal ilişkilerin doğurduğu sonuçların ne kadarı kendi iradesine bağlıdır? Her an ihtimallerin sayısız yoluyla çatallanan yeni bir kavşakta karar vermek zorunda kalan insan aslında bir labirentin içinde midir? Ve o labirent ‘Tek Yol’ mudur? Tek boyutlu toplumun tek yolu hangi insanlara ne gibi engeller koymaktadır? Tek yol dışında başka bir yol var mıdır? Voltaire’in Candide’inde ihtimaller felsefesine atfen söylediği ‘mümkün olan dünyaların en iyisi’nde en iyi yol hangisidir? Bu soruların cevabını okur romanda kendi yolunu seçerek bulacaktır.

    Bireysel ve Toplumsal Varoluş Sorunsalının Tarihsel Arka Planı
    Thomas Hobbes’un Leviathan’ından (1651) Jean-Jacques Rousseau’nun Toplumsal Sözleşme’sine (1762) toplumsal hayatın kuralları en temel insani değerler çerçevesinde belirlenmiştir. Hobbes, Mutlakiyet’i savunurken Rousseau Meşrutiyet’e vurgu yapmış fakat bir burjuva filozofu olarak toplumsal sınıf ve statü kavramı üzerinde fazla durmamıştır. Toplumsal sınıfın ve statünün bireyin hak ve özgürlükleri bağlamında yeniden değerlendirilmesi on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyo-ekonomik bir olgu olarak ekonomi politik araştırmaları içerisinde olanak kazanmıştır.

    Siyasal İktisadın Prensipleri (1848) isimli eserin de sahibi olan İskoç asıllı siyaset ve iktisat teorisyeni John Stuart Mill’in Özgürlük Üstüne (1859) kaleme aldığı incelemede ‘Toplumunun Birey Üzerindeki Otoritesinin Sınırlarına Dair’ bir araştırma da yer almaktadır. Mili, araştırmasına şu soruları sorarak başlar: “Bireyin kendi üzerindeki egemenliğinin haklı sınırı neresidir? Toplumun otoritesi nerede başlar? İnsan yaşamından ne kadar kısmı bireyselliğe ve ne kadarı topluma ayrılmalıdır?”[1] Bir yandan liberal politikalar, diğer yandan Marksist teori üretim ilişkileri bağlamında toplumsal sınıf ve statü farklarını mülkiyet hakları temelinde analiz etmiştir. Yirminci yüzyılla birlikte, ekonomi politik alanından hareketle sosyolojinin ve psikolojinin alanına girmeye başlayan araştırmalar bireyin toplum içindeki yerini, özgürlüklerini ve sorumluluklarını daha geniş bir perspektiften incelemiştir. Bu araştırmalar, Fransız filozof #MichelFoucault‘nun Beşeri Bilimlerin Bir Arkeolojisi alt başlığını taşıyan Kelimeler ve Şeyler (1966) adlı eseri ile Hapishanenin Doğuşu (1975) adlı eserinde derinleşmiştir.

    Düşünce ve Gerçeklik (1873) adlı eserin yazarı Rus filozof #AfrikanSpir‘den etkilenen #Nietzsche‘nin Modernite eleştirisi, #György Lukacs’ın Tarih ve Sınıf Bilinci (1923) ve #HerbertMarcuse‘ün Tek Boyutlu İnsan (1964) gibi eserleri ileri endüstri toplumlarının içinde bulundukları bunalımın arka planını araştıran çalışmalardır. Yirminci yüzyılla birlikte Modernite’nin bireyler üstündeki tahakkümü, modern bireyin toplum içerisinde yaşadığı varoluş kaygısının yanı sıra bir iş bulma ve meslek edinme anlamında sorunsala dönüşmektedir. Kişinin geçimini sağlamak için seçeceği yollar kendi varoluşunun gerçek değerlerini ve özünü ortaya koymasına yardımcı olmalıdır. Bu, praksis felsefesinin en temel ifadesidir.

    Estetik Bir Yanılsama Olarak Sahtekârlık ve Sanatkârlık Arasındaki İkilem
    Kapitalist üretim ilişkileri içerisinde kendine bir iş veya meslek bulamayan birey modern edebiyatta karşımıza “lüzumsuz adam” karakteriyle çıkmaktadır. #HermanMelville‘in aynı adlı romanındaki #KâtipBartleby karakteri tam bir uyumsuz tiplemesi olarak toplum dışına itilmiştir. Bir işte çalışmayı reddeden, “yapmamayı tercih” eden, reddiyeci karakter ister istemez marjinalleşecektir. Aziz Nesin’in Tek Yol adlı romanında yarattığı Paşazade Ferit karakteri de uyumsuz bir tiptir. Aslında doğru ve topluma faydalı olduğunu düşündüğü şeyler yapmakta, fakat kaderin cilvesi yolunu hep talihsiz tesadüflere düşürmektedir. Yazar, bu defa farklı bir ‘lüzumsuz adam’ tiplemesi ile okuru toplumsal sorunlar üzerinde düşünmeye davet etmektedir.

    Aziz Nesin, romanın giriş bölümünde Tek Yol’un roman kahramanı Paşazade Ferit’in esin kaynağı olan Paşazade ile 1951 yılında Paşakapısı Cezaevi’nde tanıştığını belirtmektedir. Roman kahramanı Paşazade ile yazarın gerçek yaşamda hapishane koşullarında karşılaştığı Paşazade aynı kişiler değildir. Romandaki kurgusallık okura gerçek dünyanın bir parodisini trajikomik bir üslupla sunmaktadır. Öyle ki roman kahramanı kılığında karşımıza çıkan Paşazade’nin hikâyesi absürt denilebilecek nitelikte öğeler taşımaktadır. Yazarın yine romanın giriş bölümünde verdiği bilgiye göre, Paşazade çok usta bir anlatıcıdır. Doğaçlama olarak anlattığı hikâyeler uydurma olsa bile Paşazade onları sanki kendi başından gerçekten geçmişçesine anlatmaktadır.

    Romana esin kaynağı olan gerçek Paşazade kendi yalanına önce kendi inanan biridir. Paşazade’nin bir mesleği yoktur. Mesleği sahtekârlıktır. Sahtekârlığı sanatkârlık olarak düşünmektedir. Yazar, sahtekârlıkla sanatkârlık arasında kendiliğinden kurulan bu koşutluğu yazarlıkla da ilişkilendirir. Yazarın her şeyden önce iyi bir yazar olmasının baş koşulunun kendi uydurduğu öyküye kendisinin inanması gerektiğini söylemektedir. Burada sanatın temel kurallarından biri olan estetik bir yanılsama söz konusudur. Yazarın, eserin giriş bölümünde “sahteciliğin sanatçısı” olarak nitelendirdiği başkahramanı hakkında söyledikleri dikkat çekicidir:

    “Tanışıklığımız epey sürdükten sonra bigün bana, kendisi için uydurup anlattıkları içinde, zaman zaman, hangisinin gerçek kendisi olduğunu şaşırdığını söylemişti. Yani yalanları arasında boğulup kendikendisini yitirmişti. Kimileyin, gerçek kişiliğinin, ana babasının, çocukluğunun, anılarının uydurma, ama uydurduğu öz yaşam öyküsünün, serüvenlerininse artık kendisine gerçekmiş gibi geldiğini söylemişti bana.

    Şurası bir doğru ki, bir insan kendisine değgin ne denli yalanlar uydurursa uydursun, ister istemez ve zorunlu olarak düşlerini, tasarılarını, özlemlerini, hayallerini, yani yine de kendisini anlatmaktadır. İnsanoğlu, büsbütün kendisinden kopuk, yalıtılmış yalanlar uyduramaz. Buyüzden her yalanda, yalanı söyleyenin bir gerçek yanı da gizlidir. Paşazade de başından geçmiş gibi yalanlar uydurarak yine kendisini anlatıyordu.”[2]

    ‘Metnin Hazzı’ ve ‘Bir Başkası’ Olmanın Dayanılmaz Hafifliği
    Aziz Nesin’in genel olarak eserlerinde ve özel olarak da Tek Yol’da kullandığı kelimelerde farklı bir tipografya, kendine has bir yazım biçimi vardır. Bunlar arasında, bitişik yazdığı “bigün,” “kendikendisi,” “buyüzden,” “bibakıma” gibi kelimelerin yanı sıra sayıları da bitişik yazmaktadır. Yazarın akıcı üslubuyla birleşen bu yazım tarzı romana estetik hazla okunan bir metin niteliği kazandırmaktadır. Metnin bu niteliği, Roland Barthes’ın ‘metnin hazzı’ olarak adlandırdığı estetik değere karşılık gelmektedir. Barthes’a g öre “her yazı bir dizgedir,”[3] yazının dizgeleri arasında yer alabilecek kategorik başlıklar şunlardır: Alfabeler, Okunamayan, İcat, Harfler, Büyük Harf, Mapping, Bellek, Dizgesellik, Tmesis, Tipoloji, Ekonomi, Daktilo, Güç, Bedel, Meslek, İmza, Toplumsal Konum, vs.
    Kurgusal bir metin olan Tek Yol’dan yukarıdaki paragrafta alıntılanan pasaj bir bakıma bir tür ‘yazar ve yazın kuramı’ olarak da okunabilir. Yazarlar ve şairler için geçerli olan birçok nokta metnin/anlatının kurgusallık boyutunda yer almaktadır. Yazar veya şair eserinde kendini mi anlatmaktadır, yoksa kendi yarattığı kahramanı mı anlatmaktadır? Burada akıllara hemen o çok bilinen anekdot gelmektedir. #GustaveFlaubert‘e #MadameBovary‘nin kim olduğu sorulduğunda, mükemmeliyetçi tarzı sayesinde, yarattığı başkahramanla özdeşleşen yazarın cevabı: “Madame Bovary benim!” olmuştur. #AnnaKarenina‘nın #LevTolstoy olması gibi, Madame Bovary de Gustave Flaubert’in ta kendisidir.

    Aynı şekilde, #MarcelProust‘un Kayıp Zamanın İzinde adlı roman serisinin ilk cildi olan Swann’ın Bir Aşkı (1919) adlı romandaki #Swann ve aşkı #Odette karakterleri de Proust’tan parçalar taşımaktadırlar. Flaubert, daha sonraları, Türkçeye Tahsin Yücel çevirisiyle Bilirbilmezler adıyla kazandırılan son romanı Bouvard ile Pecuchet (1881) için de aynı şeyi söyleyecektir. Bu defa Flaubert hem Bouvard hem Pecuchet karakterine bürünmüş bir yazar olarak çıkar karşımıza. Kendisine son romanının kahramanlarının gerçek yaşamdaki karşılıklarının kimler olduğunu soranlara: “Bouvard ile Pecuchet benim,” diyecektir. Tek Yol’daki Paşazade her ne kadar yazarın hapishanede tanıştığı farklı bir kişi olarak karşımıza çıksa da Aziz Nesin’in yazarlık serüveninin bir yansımasını ortaya koymaktadır. Nesin, meraklı okura, açıkça “Paşazade benim!” dememiştir. Fakat romanın giriş bölümünde yer alan birkaç satır ipucu niteliğindedir:

    “Yaşamları suçlarla dolu bu sabıkalıların bibakıma sanatçılara, özellikle de yazarlara benzediklerini vurgulamak istiyorum. Çünkü durmadan kendilerini başkalarıymış, başkalarını da kendileriymiş gibi anlatarak, var olduklarını çevrelerine, çağlarına, bütün bu dünyaya ispata çalışırlar. Kahramanı kendileri olarak uydurdukları her yalanda,

    — Ben de varım! Heey insanlar, bu dünyada ben de yaşıyorum!., demek istemektedirler.”[4]

    Sözcüklerle İnşa Edilen Karakter ya da ‘Yazarak Varoluşmak’
    Bu dünyada yazarın da yaşadığını okur ancak metin üzerinde anlayacaktır. Yazar büründüğü farklı karakterlerle insanlık adına eseri sayesinde ve kendisine rağmen söz alır ve söylemek istediklerini kahramanlarının ağzından tüm dünyaya anlatır. Bu elbette bir varoluş sorunudur. Bu #varoluş sorununu felsefi bir akıma dönüştüren Fransız filozof, yazar, romancı ve edebiyat eleştirmeni #JeanPaulSartre, Sözcükler (1964) isimli öz yaşam öyküsel eserinde bir yazar olarak yazıyla olan kişisel ilişkisini şöyle açıklar:

    “Yazıdan doğmuştum ben, bundan öncesi yalnızca aynada bir yansımaydı; ilk romanımdan itibaren bir çocuğun aynalar sarayına girmiş olduğunu bilmiştim. Yazarak varoluşuyordum, büyüklerin elinden kurtuluyordum; ama yalnızca yazmak için vardım ben ve ben dediğim zaman bu sözcük, yazan ben anlamına geliyordu. Önemli değildi bu: Sevinci tatmıştım, herkesin arasındaki çocuk, özel buluşmalar düzenlemişti kendine.”[5]

    Bu pasajdan hareketle, Tek Yol’daki Paşazade’nin ‘yazarak varoluştuğunu’ söyleyebiliriz. Yazarın kurgulamasına gerek kalmadan kendini bir kahraman olarak yaratmış olan gerçek kişi romanda negatif bir metinsel diyalektikle var olmaktadır. Yazarın dilin labiren tindeki ‘tek yol’da kaybolması gibi, yarattığı ya da yarattığını sandığı karakter de kendi kaderinin labirentindeki ‘tek yol’da kaybolmaktadır. Sanatkâr (yazar) farklı kimlikler edinerek metinsel düzlemde “bir sahtekâr gibi” kılıktan kılığa girer. #Sahtekar (karakter) ise kendi kurgusal dünyasında farklı kılıklara girerek varoluşunu gerçekleştirmeye çalışır. Bu ikili karşıtlık hiçbir zaman pozitif bir diyalektikle bir sentez oluşturmaz. İster okurun kafasında olsun ister yazarın kafasında olsun metinsel bir düzlemde negatif bir diyalektik kurarak kendi dünyalarını sözcüklerle inşa ederler. Dil hiçbir şeyin aynasına yansıyan karanlık bir dünyadır. Bu dünya ancak düşüncenin ışığıyla aydınlanır:

    “Dil aracılığıyla dünyayı keşfetmek için, dili uzun zaman dünya olarak kabul etmiştim. Var olmak, Sözün Sonsuz Levhalarında belgelenmiş bir ada sahip olmak demekti; yazı yazmak da onların üzerine yeni varlıklar kazımaktı ya da hiç kurtulamadığım bir yanılsamaya göre, varlıkları canlı olarak cümlelerin tuzağıyla yakalamaktı: Sözcükleri ustaca bir araya getirirsem, nesne, göstergelerin ağına düşecekti ve onu yakalamış olacaktım.”[6]

    Paşazade, Sözün Sonsuz Levhalarında belgelenmiş bir isimdir. Cümlelerin tuzağında ve sözcüklerin labirentinde göstergelerin ağına düşerek çıkışsız bir Tek Yol’a hapsolmuştur!

    Varoluş Sorunsalından Oluşum Romanına: ‘Bir Karakter Yaratmak’
    Tek Yol’un kurgusal ve felsefi yapısının ardından bir söylem türü olarak Oluşum Romanı’na (#Bildungsroman) örnek teşkil ettiği söylenebilir. Romandaki başkarakter çocukluk yıllarından başlayarak yaşamının kişiliğini şekillendiren olay örgüsüyle anlatılır. Roman içerisinde iç içe geçmiş birçok hikâye yer almaktadır. Bazen bölümler arasında sıçramalar/atlamalar olur. Bir çocukluk anısıyla açılan, “Şambaba Yüzünden Yönünden Kayan Bir Yaşam,” başlıklı ilk bölümün ardından “Paşazade’nin Gelişi,” adlı ikinci bölüme geçilir. Paşazade ikinci bölümde bir yetişkin olarak karşımıza çıkar. Romanda zaman ve mekân birliği ön planda değildir. Kesin tarihler ve belirgin yer adları üzerinde durulmamaktadır. Daha çok başkahramanın karakteri, kişiliğinin oluşumu ve gelişimi anlatılmaktadır. Paşazade’nin yüz hatları da karakterinin bir uzantısı olarak ayrıntılı bir biçimde betimlenir:

    “Paşazade’nin gazetedeki resmi ilgimi çekti. Sevimsiz bir yüz, ama ilginç geldi bana. Resim, sabıkalının başını boynuna dek gösteriyordu. Sabıkalı dosyasından alınmış bir resim olmalıydı. Kocaman bir kafa. Çok geniş bir çene. Çenesi nerdeyse kafasının genişliğinde. Bu geniş çene bana güçlü olduğu izlenimini veriyor, demiri dişlese pastaymış gibi çiğneyecek sanılır… Kafanın ve yüzün iriliği kemikliliğinden, yoksa şişmanlıktan değil. Hattâ yanakları avurduna çökük olduğundan, elmacık kemikleri belirgin. Alnı çok dar sayılmaz. Saçları, hiç de yaşına göre değil, fırça gibi sık… Ama resimde, kır saçlı mı, yoksa saçları ağarmış mı, belli olmuyor. Yüzünde en çok dikkati çeken yeri, koca kafatasıyla geniş çenesi arasındaki iki geniş halka biçimindeki gölgeli çemberin içinden bakan küçük gözleri. Göz çukurları derinde değil ama, sanki gözlerinin çevresine, kadınların sürdüğü gibi, koyu renk bir far sürmüş. Bu koyu halkanın ortasından gözleri, derinden bakıyor. Gözlerini çevreleyen koyu halkanın genişliğine karşın, gözleri küçük… küçük ama, delici bakışları var… Resimde bile belli oluyor; gözbebekleri iğne başı gibi…”[7]

    Yazar bu uzun betimlemeyi başkahramanla henüz karşılaşmamışken sırf fotoğrafına bakarak yapar. Ancak bir süre sonra başkahramanla yazar karşılaşırlar. Paşazade’nin görünüşüyle iç dünyası arasındaki fark yazarı şaşırtacaktır. Yüz ifadesi bir sahtekâr olarak betimlenen başkahraman aslında gerçek bir sanatkârın ruh inceliğine sahiptir. Diğer yandan, Paşazade bir anti-kahraman olarak da betimlenebilir. Bu durumda, Tek Yol bir söylem türü olarak ‘Anti-Bildungsroman’ kategorisine indirgenecektir. Anti-kahraman birçok işe girer, birçok işten çıkar. Birçok kılığa bürünür. Girdiği kılıklara kendisi bile şaşırır. Talihi sürekli değişir. Hayatı ihtimallerin elinde neredeyse oyuncak olmuştur. Fakat “romanın denkleminde kahraman sabittir.”[8]

    Tek Yol’un bir labirent gibi dolanan tarifsiz çıkmazında okurla yazar karşılaşırlar. Yazar okura kim olduğunu anlatırken, okur da yazarın kimi anlattığını anlamaya çalışır. Yolunu kaybetmek yeni keşifler için gerekli ve bazen de kaçılmazdır. Sonunda herkes kendisiyle yüzleşecektir. ■

    Kaynaklar
    • Bahtin, M i ha il, M. Söylem Türleri ve Başka Yazılar, İstanbul: Metis Yayınları, Birinci Basım, Aralık 2016. Barthes, Roland. Yazı Üzerine Çeşitlemeler / Metnin
    • Hazzı, İstanbul: YKY, Çev.: Şule Demirkol, 1. Baskı, Ocak 2006.
    • Mili, John Stuart. Özgürlük Üstüne, İstanbul: Belge Yayınları, Türkçesi: Alime Ertan, Genişletilmiş İkinci Baskı, Mart 2000.
    • Nesin, Aziz. Tek Yol, İstanbul: Nesin Vakfı Yayınları, 3. Basım: 1982.
    • Sartre, Jean-Paul. Sözcükler, İstanbul: Can Yayınları, Fransızca aslından çeviren: Selâhattin Hilâv, 3. Basım, Şubat 2007.

    ————
    [1] John StuartMill, Özgürlük Üstüne, İstanbul: Belge Yayınları, Türkçesi: Alime Ertan, Genişletilmiş İkinci Baskı, Mart 2000, s. 101.
    [2] Aziz Nesin, Tek Yol, İstanbul: Nesin Vakfı Yayınları, 3. Basım, 1982, s. 8.
    [3] RolandBarthes, Yazı Üzerine Çeşitlemeler / Metnin Hazzı, İstanbul: YKY, Çev.: Şule Demirkol, 1. Baskı, Ocak 2006, s. 53.
    [4] A.g.e., s. 10.
    [5] Jean-Paul Sartre, Sözcükler, İstanbul: Can Yayınları, Fransızca aslından çeviren: Selâhattin Hilâv, 3. Basım, Şubat 2007, s. 120.
    [6] A.e., s. 142.
    [7] Aziz Nesin, Tek Yol, İstanbul: Nesin Vakfı Yayınları, 3. Basım: 1982, s. 56-57.
    [8] Mihail M. Bahtin, Söylem Türleri ve Başka Yazılar, İstanbul: Metis Yayınları, Birinci Basım, Aralık 2016, s. 27.

     

    #sayı33 #labirent #Rousseau #GeorgLukacs #Hobbes #PaşakapısıCezaevi #KayıpZamanınİzinde #paşazade #VolkanHacıoğlu #AzizNesin #TekYol #paşazadeFerit

    romankahramanlari replied 5 months ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: romankahramanlari
Bir Labirent Olarak Tek Yol’un Tarifsiz Çıkmazı* …
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now