ONCA YOKSULLUK VARKEN: KÜÇÜK-BÜYÜK ADAM MOMO’NUN HİKÂYESİ
-
ONCA YOKSULLUK VARKEN: KÜÇÜK-BÜYÜK ADAM MOMO’NUN HİKÂYESİ
ONCA YOKSULLUK VARKEN:
KÜÇÜK-BÜYÜK ADAM MOMO’NUN HİKÂYESİ*Makale Yazarı: Merve Akıncı Almaz
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ocak/Mart 2017) 29. sayıda yayımlanmıştır.
8 Mayıs 1914 doğumlu Emile Ajar (esas adı Romain Gary olmakla birlikte Onca Yoksulluk Varken adlı kitabını ele almamız nedeniyle müstear ismi olan Emile Ajar ile anılacaktır) kendi olmaktan bıktığı için müstear bir ismin ardında hayatını çok eğlenerek geçiren, yazdıklarında kendinden çok da uzaklara gitmeyen bir yazardır.
#Kazak asıllı bir anneyle #Yahudi bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Ajar, #tiyatrocu annesinin kendisini sanatçı olmaya güdülemesi nedeniyle #yazar olmaya karar verir. Böylece annesini mutlu edecektir. Babası Arieh-Leib Kacew’in evi terk etmesinin ardından hayata annesiyle devam eden Ajar, annesini mutlu etmek adına elinden geleni yapmaya çalışır. Annesinin kendisinden sanatçı olmayacağını anlaması sonucu #hukukeğitimi alır. Eğitim yaşamında ve sonrasında gazetelerde çıkan öyküleriyle annesine dilediği her şeyi gerçekleştirdiğini gösterme kaygısı güder. Artık gazete yazılarından aldığı paralarla geçinemediği zaman bile onu mutlu etmek adına farklı yazarların öykülerini gazeteden kesip annesine gösterir – müstear isimle yazdığını yalanını söyleyerek elbet.
II. Dünya Savaşı’nı yakından takip eder – öyle ki, bu süre zarfında pilotluk yapar. Çok sayıda onur nişanı ve madalyası da vardır üstelik. Başarılı bir #savaşpilotu olarak tarihe adını yazdırır. Eserlerinde de sıklıkla karşımıza çıkar II. Dünya Savaşı ve etkileri. Bu nedenle bir kez daha yineleyebiliriz Ajar’ın metinlerinde kendisinin, yaşantısının, tanık olduklarının sıklıkla karşımıza çıktığını. Bir yandan #müstear isimle -hatta isimlerle demeliyiz zira kendisinin #FoscoShibaldi ve #ShatanBogat müstearları da vardır- kendinden ve dünyadan kaçış ararken bir yandan da metinleriyle kendini ele verir, yaşantısından izdüşümler yakalarız hep. Hem her müstearda farklı bir dünyaya ve yazara yelken açmamızı sağlar hem de aslında hep oradadır, ne kendinden ne dünyasından ne de okurlarından tam anlamıyla kaçabilir.
Emile Ajar olarak ortaya çıkmadan önce, Romain Gary adıyla, 1945’te ilk romanı #AvrupaEğitimi yayımlanır. Yine esas ismiyle ilk #GoncourtÖdülü’nü kazanır, #CennetinKökleri romanıyla. O esnada Emile Ajar görünür sahnede. Eleştirmenler, okurlar tarafından fazlasıyla yergiye tutulur Gary. Ajar’ın kendisinden daha iyi, daha verimli olduğu eleştirilerini okur. Bu süre zarfında Emile Ajar da Onca Yoksulluk Varken romanıyla Goncourt Ödülü’ne değer görülür. Kimse bilmese de, ilk kez aynı yazar iki Goncourt Ödülü almış olur. Daha sonra 1980 yılında tabancasını kendine doğrultarak intihar etmeden önce bıraktığı notta tüm bu müstear isim meselesini ve kendisine yöneltilen eleştirileri açıklayarak, “#Çokeğlendim, teşekkür ederim.” diyerek tiye alır.
Madam Rosa’nın evindeki orospu çocukları
Ajar’a Goncourt Ödülü kazandıran Onca Yoksulluk Varken* yazarın kendisinden de izler taşıyan, II. Dünya Savaşı sonrası Fransa’sında #MadamRosa’nın orospuların çocuklarına baktığı evi ve #Arap asıllı #Müslüman Momo’nun hikâyesini anlatan bir romandır.
“#Orospuçocuğu” ibaresini kullanmakta bir beis görmüyorum zira Ajar da bunu açık yüreklilikle kullanır romanında. Roman kahramanlarına da kendilerini tanımlarken kullandırır üstelik. Çünkü orospuluk/ fahişelik utanılacak bir durum olmamakla birlikte bir kendini savunma biçimi olarak ele alınır:
“Madam Rosa’nın evinde hemen hemen hepimiz orospu çocuğuyduk; #orospular birkaç aylığına kendilerini taşrada savunmaya giderlerken, bir de dönüşlerinde, hep gelirlerdi çocuklarını görmeye. (s.4)
Dinle #Momo, en büyükleri sensin, onlara örnek olmalısn, ananla kafamızı ütüleme artık burada. Annelerinizi tanımadığınıza şükredin, çünkü sizin yaşınızda hâlâ duyarlılık diye bir şey var, ne biçim orospu olduklarını bilseniz aklınız durur, hatta düş görüyorum sanırsınız bazen. Orospu nedir, biliyor musun? Kendilerini kıçlarıyla savunan insanlardır.” (s.10)Momo da Madam Rosa’nın evinde kalan orospu çocuklarından biridir. Diğer bütün çocukların annesi bir gün ortaya çıkıp çocuklarını ziyaret etse bile Momo’nun annesi hiç gelmez. Momo bunu dilinden düşürmez, annesinin gelmesi hayaliyle yaşar. Babasına dairse herhangi bir umudu ya da beklentisi yoktur.
Bu noktada Ajar ve Momo arasındaki bir benzerlikten bahsetmekte fayda var: Ajar’ın babası evi terk ettikten sonra bir daha asla ortaya çıkmaz. Annesiyle kalır Ajar. Bu nedenle bir #kahraman tanımaz hayatı boyunca, böyle bir beklentisi de olmaz. Annesini kaybettiği sıradaysa II. Dünya Savaşı’nda görevdedir. Annesiyle mektuplaştığını düşünürken bir gün öğrenir ki, annesinin mektupları daha önceden yazılıp bir arkadaşına verilmiş ve kendisine gönderilmiştir.
Momo’ya dönecek olursak; Momo da annesinin, fahişe olması nedeniyle babası tarafından öldürüldüğünü çok sonra öğrenir. Babası yıllar sonra Madam Rosa’ya gelip kendini tanıtana kadar haberdar değildir olanlardan. Annesini hep anar ve beklerken babasına dair tek bir beklentisi, umudu, arayışı olmaması da bu anlamda benzerlik gösterir.
Küçük büyük adam Momo
Madam Rosa’nın evindeki çocuklardan biri olan Momo (asıl adı #Muhammed), Arap asıllı bir Müslüman çocuğudur. 10 yaşlarında olan Momo, babasının kendisini oraya bırakırken Madam Rosa’dan rica ettiği üzere, kendi geleneklerine, kültürüne ve dinine göre yetiştirilir.
Roman boyunca anlatıcı formunda karşımıza çıkan Momo, Madam Rosa’yla ilişkisi açısından büyük sorumluluklar almak durumunda kalır. Diğer çocuklara nazaran daha zeki ve daha olgun olan Momo, Madam Rosa’nın bakımını yapmaktan sorumlu olur, para kazanma ve iyi bir hayat kurma derdine düşer, gitmek istediği zamanlarda bile Madam Rosa’ya verdiği sözü tutmak ve ona karşı sorumluluklarını yerine getirmek için onun yanında kalır. Madam Rosa’nın son anlarında, hatta ölümünden sonra bile, Momo olgun bir tavırla başa çıkmaya çalışır başına gelenlerle.
Anlatıcı Momo’nun en dikkat çeken yanı, büyümüş de küçülmüş diyeceğimiz türden bir bakış açısına sahip olması sanırım. Tanık oldukları, gördükleri, duyduklarını yorumlayıp anlamlandırma çabasıyla merakını gideren Momo, yaşından oldukça olgun ve zekice düşünen bir çocuktur. Hayatı ve getirdiklerini -hatta çoğu zaman götürdüklerini- bir filozof edasıyla inceler, sorgular.
İç dünyasına ve düşünce yapısına Ajar sayesinde yeterince hâkim olabildiğimiz Momo, belki geçmişinin belki koşullarının belki de gelecek günlerinin etkisiyle mecburen olgunlaşmak durumunda kaldığından, bir çocuğun Momo gibi düşünüp düşünemeyeceğini sorgulamayız bile kitabı okurken. Ajar hem #incelikli hem #karamizah unsurlarıyla bezediği diliyle ve üslubuyla Momo’yu bildik, tanıdık bir forma sokar. Bugün pek çok yazarda karşımıza çıkan o bilgiç, büyük küçük adam olan çocukların başarılı bir örneğidir Momo.
Momo’nun bu dirayetli ve büyük adam havasını en iyi babasının kendisini bulduğu bölümde anlarız. Yıllar sonra çıkıp gelir babası. Madam Rosa’ya Momo’yu bırakan da odur nitekim, Momo’nun annesini öldürdükten sonra. Momo, Madam Rosa’yla adamın konuşmalarından olan biteni zor da olsa kavrar fakat herhangi bir his, duygu, düşünce, tavır… hiçbir şey hissetmez. Ajar’ın kendi yaşantısındaki kahramansızlığa alışma durumu Momo’da da kendini gösterir. Annesini hep beklemiştir, gelmesini istemiştir ancak bir #babafigürü, bir kahraman yoktur onun kafasında. Bu nedenle pek bir şey ifade etmez Momo için kavram da, kendisini bulmak için uğraşan adam da. Üstelik babası olduğunu söyleyen adam annesini öldürdüğünden bahsediyordur.
Öte yandan, tüm bu bahsettiklerimizin dışında, gerçekliği dışlayan ve başkalarının yanında olgun davrandığı hâlde kendisiyle kaldığında ya da düşüncelerinde tam anlamıyla çocuk olan bir Momo’nun varlığını da sezeriz. Gerek anne konusundaki özlemi ve kıskançlığı, gerek Madam Rosa’ya olan tutkusu – bu onu aynı anda hem olgun hem de çocukça davranmaya iter- gerekse hayali dünyasındaki yansımalar bize onun çocuk masumiyetini aktarır. Özellikle de ölümle tanıştığında verdiği tepkiler, ölümü bir türlü kabullenemeyişi ve onun gerçeklik sınırlarının dışında tutarak yaşama devam etmesi bu çocuksu masumiyetin ve evrenin en iyi kanıtı diyebiliriz.
Üstelik gerçeklikle savaş veren ve bazı gerçekleri dünyasının dışına iterek ondan kurtulmaya çalışan tek kişi de değildir Momo. Geçmişinin ağır yüklerinden kurtulamayan ve gerçeklik algısını kaybeden Madam Rosa da Momo’ya farklı bir deneyim kazandırır.
Madam Rosa’nın gerçeklik dediği: II. Dünya Savaşı ve #Hitler
II. Dünya Savaşı’nda #Auschwitz sonrası Paris’e gelerek kendisi gibi fahişelerin çocuklarına bakan eski fahişe Madam Rosa, geçmişindeki acıları ve zorlukları unutmadığı gibi bir de o zamanları ve tecrübeleri düşünerek kendine ve yaşamına anlam katar. Hitler, onun gerçekle hayal arasındaki yolculuklarının en belirleyici ve temel karakterdir.
Madam Rosa, yaşı ilerledikçe farklı hastalıklarla boğuşan, hareket edemeyecek ve kendi ihtiyaçlarını gideremeyecek kadar şişman bir kadındır. Momo’nun oldukça sadık ve olgun bir profil sergilemesini sağlayan temel durumdur da bu esasen. Momo onu giydirir, süsler, temizler, tuvaletini yaptırır… vb. pek çok işte ona yardımcı olur. Gerçeklik algısını ve aklına hâkimiyetini her geçen gün daha da kaybeder Madam Rosa. Onun için, vazgeçilmeyen ve hatırlanabilir olan tek gerçeklik Hitler’dir.
Kitapta direkt olarak değilse de Madam Rosa’nın yaşantısı ve geçmişi aracılığıyla karşımıza çıkar II. Dünya Savaşı. Yahudi bir aileden gelen Madam Rosa, Auschwitz’i yaşamış, yaşayanlara tanık olmuş; bu nedenle de Hitler’i hayatının merkezine yerleştirmiş biridir. Onun resmini karşısına asar –ki böylece sakinleşebilsin, duygularına hâkim olabilsin. Bir geçmişin, bir kıyımın etkisini en yalın ve en ironik şekilde verebilmenin yolu olsa gerek sanırım bir Yahudi olan Madam Rosa ile Hitler’in resmi arasındaki bağlantı. Madam Rosa’nın Hitler ve resmiyle ilişkisinden bir dönemin siyasi ve toplumsal panoramasını izlemek mümkündür.
Gerçekle hayal, doğruyla yanlış, mantıklı ile akıl dışı olan duygu ve düşünceler arasında gidip gelir Madam Rosa. Bu hâliyle de, elbette, bir çocuk için, özellikle de Momo gibi özel bir çocuk için çok doğru bir adres değildir. Fakat aralarındaki aşılmaz bağda sanırım ikisinin de aynı gerçeklik yitimini yaşamaları, ancak birbirine açık olmalarının etkisi olsa gerek.
***
Onca Yoksulluk Varken, Romain Gary’nin Emile Ajar takma adıyla yazdığı Goncourt ödüllü bir roman: Kimi zaman #filozof kimi zamansa #haylaz velet rolüne bürünen –bazense bürünmek zorunda kalan- bir çocuğun hikâyesi; fahişe bir anne, katil bir baba, Arap asıllı Müslüman bir çocuk, birbirinden farklı kültür ve yaşantılara sahip pek çok çocuğun Madam Rosa’nın evinde birleşen dünyaların hikâyesi; bir çocuğun gözünden dünyanın tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği, gerçek yaşın öneminin olmadığı bir zamanda, vaktinden erken yaş alan ve büyümek zorunda kalan çocukların hikâyesi; gerçeklikle hayal arasında, akılla delilik arasında gidip gelen zihinlerin geçmişle savaşı ve dirayetinin hikâyesi; bir Auschwitz ve II. Dünya Savaşı hikâyesi… Bugün bile yazarının –ya da müstearının- önemsizleşip onlardan çok daha ileride bir yerden, yaşantısına tanık olanları selamlayan Momo’nun hikâyesi. Emile Ajar’ın pek çok temayı iç içe kullanarak sindirdiği, kara mizah unsurlarıyla metni ustalıkla bezediği, iç konuşma tekniğiyle bir çocuk gözünden dünyayı anlamlandırmadaki başarısı ve gerek direkt gerek dolaylı olarak ele aldığı konuları hakkıyla ve metni de yormadan kullandığı roman, sizi hem çok bildiğiniz hem de yabancı kaldığınız dünyalara sürükleyecek, gerçekliği ve dünyayı bir kez daha sorgulamanızı sağlayacak.* Kitaptan yapılan alıntılarda 2009’da yayımlanan Agora Kitaplığı’nın ilk baskısı kaynak alınmıştır.
Kaynak: Emile Ajar, Onca Yoksulluk Varken, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2009
Sorry, there were no replies found.