Oğuz Atay’ın “Unutulan” Hikâyesine Psikanalitik Bir Yaklaşım

  • Oğuz Atay’ın “Unutulan” Hikâyesine Psikanalitik Bir Yaklaşım

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 09:24'de 12 Temmuz 2024

    Unutulan mı Unutulamayan mı? Oğuz Atay’ın “Unutulan” Hikâyesine Psikanalitik Bir Yaklaşım*

    Makale Yazarı: Havva Emre

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ekim/Aralık 2018, 36. sayıda yayımlanmıştır. 

    “İnsan bir günde varamıyor bir yerlere…”

    #OğuzAtay’ın #KorkuyuBeklerken (1973) adlı eserinde yer alan, isimsiz bir kadının tavan arasına çıkışıyla başlayan “Unutulan” hikâyesinde eski resimlerin, eşyaların karıştırılmasıyla geçmişe ve bilinç dışına yolculuk, modern insanın yalnızlaşması ve iç çatışmalar ilk bakışta dikkati çeken noktalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Atay’ın bu hikâyesi üzerine yazılanlarda söz konusu tema ve metnin görünen anlamı üzerinden bir okumanın gerçekleştirildiği söylenebilir. Yer yer metnin gizli anlamının ortaya konulduğu çalışmaların varlığı da mevcuttur. Ancak bir edebiyat metninin de tıpkı bir rüya gibi tümüyle yorumlandığından emin olmak imkânsızdır. Özellikle modern edebiyat ürünleri için bu daha da zordur. Yorumlamalar ileriye götürüldükçe yoğunlaştırmalarla, metaforlarla metnin gerisine gizlenmiş başka düşüncelere, anlamlara ulaşmak mümkündür.

    #TerryEagleton, Edebiyat Kuramı adlı eserinde, rüya ile edebiyat yapıtı arasında Freud bağlamında kurulabilecek bir ilişkiden söz eder: Tıpkı rüya gibi, yapıt da bazı hammaddeleri ele alır ve bu hammaddeleri bazı tekniklerle ürüne dönüştürür. Edebiyat yapıtı da rüya metni gibi üretildiği süreçleri açıklayabilecek biçimde analiz edilebilir, çözülebilir ve ayrıştırılabilir der.(1)

    Bu metinde, Oğuz Atay’ın “Unutulan” hikâyesine bir rüya metni gibi yaklaşmaya çalışacağız. Bu yaklaşımın eserin merkezinde yer alan kadın karakterin ruhsal çözümlemesini yapabilmek ve metinde anlamlandırılamayan bazı noktaların bir bağlama oturtulabilmesi için gerekli olduğu kanaatindeyiz.

    “20. yy ’da Freud’un etkisiyle psikanalize dayanan yeni eleştiri yöntemi sanat eleştirisinde önemli bir yer tutmuştur.”(2) Freud’un bilinçaltıyla ilgili buluşları ve rüya yorumlama yöntemleri, edebi eserlerin incelenmesinde de kullanılan teknikler olmuştur. Nitekim Freud’un kendisi de bu tekniklerle Hoffmann, Shakespeare, #Dostoyevski gibi pek çok yazarın eserlerine yeni yorumlar getirmiştir. “Düşün yorumlanması, düşün gelişimini ve anlamını keşfetmek için bir girişimdir. Bu keşfin gerçekleşmesi, ancak düşün anlamının kişinin geçmişi, şimdiki durumu ve arzularıyla bağlantısı kurulduğunda mümkün olur.”(3) Aynı şekilde Oğuz Atay’ın Unutulan hikâyesindeki isimsiz kadın karakter üzerinden anlatılanların yorumlanabilmesi ve metindeki keşfin gerçekleştirilebilmesi için söz konusu karakterin geçmişi, şimdiki durumu ve arzularıyla bağlantısı kurulması gerekmektedir.

    Hikâye, kadın karakterin eski kitapların bugünlerde çok para ediyor bahanesiyle tavan arasına çıkışıyla başlar. Kitapları bir bahane olarak değerlendirmemizin sebebini karakterin şu cümlelerine bağlamaktayız: “ ‘Ben tavan arasındayım sevgilim!’ diye bağırdı delikten aşağı doğru. ‘Eski kitaplar bugünlerde çok para ediyor. Bir bakmak istiyorum onlara.’ Son sözlerimi duydu mu?”4 İsimsiz kadın sevgilim diye seslendiği ve hikâyenin ilerleyen bölümlerinde eşi olduğunu öğrendiğimiz adamın son sözlerini yani tavan arasına çıkış sebebini duymasını önemsiyor. Eşi kendisine bir fener uzatır. Bu sırada kadın “Durgun bir gün. Bütün hayatımca sürekli bir ilgi aradığımı söylerdi birisi bana. Gülümsediğimi gösteren bir ayna olsaydı; biraz da ışık.”(5) der. Durgun, heyecansız bir günden kendisine haz verecek bir yöne doğrulmaya çalıştığı daha hikâyenin başlangıcında dikkatimizi çekmektedir. Bir zamanlar kendisine bunları söyleyen kişiyi hatırlamaktan memnundur.

    Karakter haz ilkesini dış gerçekliğin taleplerini karşılayacak biçimde (eski kitaplara bakma bahanesiyle) değiştirir. “Haz ilkesi zihinsel işlevi belirleyen iki kuraldan biridir ve organizmanın, enerji boşaltımı yoluyla gerginliğini azaltarak acıdan kaçınma ve haz arama eğilimi olarak tanımlanabilir.”(6) Yıllarca çıkmadığı tozlu, örümcekli tavan arası ilk başta kendisini korkutur. Bu korku kelimesi hikâyenin birçok yerinde karşımıza çıkmaktadır. Karakterin kullandığı bu vb. sözcükler tavan arasında hissettiği tekinsizlik duygusunu da göstermektedir. Bu tekinsizliğe, korkuya rağmen kadın karakter tavan arasına girmekten geri durmaz. Korkar fakat yararlı olacağını düşünmek kuvvetlendirir onu. Bu noktada şu soruyla karşılaşırız: İsimsiz karakterin tavan arasına çıkışı neden yararlı olsun ve bu ona neden kuvvet versin? Durgun bir günden, monoton, heyecansız geçen ve kendisine acı, sıkıntı veren şimdiden anılar aracılığıyla geçmişe yolculuk yapmasının yararlı olacağını düşündüğünü çıkarsayabiliriz. Bu bakımdan kadının tavan arasına çıkışı amaçlı bir eylemdir.

    İsimsiz karakter elindeki feneri yakın bir yere tuttuğunda annesi ve babasının resimleriyle karşılaşır: “Neden birbirlerini hiç sevmediler? Ölecekler diye öylesine korkmuştum ki… Beni de kendilerini de anlamadılar. Ne kadar ağlamıştım.”(7) Eski fotoğraflar geçmişe dair çağrışımlar yaratır kadının zihninde. Anılar ve çağrışımlar aracılığıyla kadının bilinç dışına bastırdığı bir takım duygularının da açığa çıktığını görmekteyiz. Anne ve babasının geçimsizlikleri, birbirlerini sevmemeleri, onu anlamamaları karakterin çocukluk döneminde kişiliği üzerinde derin etkiler bıraktığını görmekteyiz. Daha hikâyenin başında birinin ona yaşamı boyunca ilgi aradığını söyleyişini hatırlaması, eski sevgilisi için “Benimle ilgili değilsin diye üzerdim onu.” demesi ve şimdiki eşiyle beraber olmasının belki de başlıca sebebi ona karşı ilgili olması, karakterin çocuklukta doyurulamayan bu boşluğu ile ilişkilendirilebilir. Anne ve babası kendisine karşı ilgisiz ve onu anlamıyor olsalar bile onların ölecek olmaları düşüncesi kadın karakteri çok korkutur. Aslında yalnız kalmaktan korkar. “Psikanalitik kuram, nedensellik varsayımı üzerine kurulmuştur. Bu varsayıma göre davranışları, duyguları, düşünceleri ve eylemleri içeren tüm ruhsal olaylar rastgele değil, nedensel olarak önceki olayların sonucunda oluşmaktadır. Diğer bir ifadeyle, her ruhsal olay kendinin öncülü olan bir başka olay tarafından belirlenmektedir.”(8) Dolayısıyla hikâyedeki karakterin davranışları, düşünceleri, duyguları, eylemleri geçmişinde yaşadıklarıyla ilişkilidir.

    Kadının ölen anne babasıyla ilgili pek çok şeyi bastırmaya, unutmaya çalıştığını görmekteyiz. Tavan arasında resimleriyle karşılaştığı vakit bir iç hesaplaşma yapar: “Aşağıda onlara bir yer bulabilir miyim? Koridorda, sandık odasında… saçmalıyorum. Onları unutmadım, onları unutmadım… Aynı duvara asamam onları… Yan yana olmak istemezlerdi; mezarda bile.” Kendisini savunuşunu görürüz kadının ve yine anne ile babasının resimlerinin bile yan yana olmasını istemeyecek kadar çok birbirlerini sevmediklerini öğreniriz bu cümleleriyle. Ardından “Başka bir eve çıkmış olabilirdim, bir daha hiç görmeyeceğim birine bırakmış olabilirdim bütün bunları.” diye düşünür. Fakat geçmişinin tanıkları resimleri, eski kıyafetleri, ayakkabıları, eşyaları hâlâ saklamaktadır. Maziyi bir yandan unutmaya çalışmasının yanında tümüyle vazgeçemiyor. Hatta şu an kendisine maziden daha çok acı veren şimdiden geçmişe sığınıyor.

    Tavan arasında yaşananları bir düş gibi kabul edip ele alabiliriz. “Freud’a göre her düş, görünür içeriğiyle yeni, gizli içeriğiyle de eski yaşantılara bağlanmaktadır. Düşler, en alttaki en erken çocukluğa dek uzanan bir isteğin doyurulması olmak üzere, birbiri üzerine binmiş bir dizi anlamı ve istek doyurmayı içerebilmektedir.”(9) Yine Freud’a göre bir düşün içeriğini oluşturan malzeme, bir biçimde yaşantıdan türemiştir; yani düş içinde yeniden üretilmiş ya da anımsanmıştır.”(10) Kadın karakterin tavan arasında yaşadıkları görünür içeriğiyle yeni gibi dursa da gizil içeriğiyle çocukluk dönemine kadar uzandığını görebilmekteyiz.

    “Unutulan”ın isimsiz kadın karakteri eski resimleri karıştırmaya devam eder ve bir resimde kendini görür, yanında biri vardır. Tozlu resmi silince yanındakinin ilk kocası olduğunu görür ve “ ‘Aman yarabbi’ bir zamanlar evliydim ben de… sonra gene evliydim. İnsan bir günde varamıyor bir yerlere, ne yapalım? Nereye?” der. Kadının ilk evliliğini bilinç dışına bastırdığını, unuttuğunu ve eski bir resim aracılığıyla hatırladığını görmekteyiz. Fakat burada asıl üzerinde durulması gereken nokta, “insan bir günde varamıyor bir yerlere” dedikten sonra kendisine “Nereye?” sorusunu yöneltmesidir. Hikâyenin ilerleyen bölümlerinde eski sevgilisi ile ilgili bilinç dışına yaptığı yolculukta “Bir koşuşma, durmadan bir şeylerle uğraşma… Neden koşuyorduk, acelemiz neydi?” diye sorar kendi kendine. Kadının bu soruları yaşamı anlamsız olarak görmesiyle ilişkilendirilebilir.

    Eski eşinin resimlerine baktığı sırada yine bir iç hesaplaşmaya girdiğini görürüz. İlişkilerinde yaşanan tatsızlıklarda önce hatayı kendisinde görürken savunma mekanizması devreye girer ve kendisini haklı kabul eder: “Tanımlayamadığım, bir ad veremediğim duygular yüzünden ne kadar üzülmüştük. Eğildi, bir avuç resim aldı yerden: Bu resim çekilmeden önce, nasıl hiç yoktan bir mesele çıkarmıştım, sonra da yürüyüp gitmiştim… Herhâlde ben suçluydum; resim çekilirken değil… belki o sırada haklıydım, muhakkak haklıydım…”

    Bu iç hesaplaşmadan sonra kadın geriye doğru yaptığı bu sonsuz yolculuğun bitmesini ister ve kitaplara ulaşmaya çalışır. Fakat feneri uzattığında geriye doğru yaptığı yolculuk hayatında önemli bir yer etmiş bir başka şahıs üzerinden devam eder:

    “… İlerideki köşede olmalıydı kitap sandığı. Fakat orada kitap sandığına benzemeyen çıkıntılar vardı. Feneri, bu garip yığına doğru tuttu. Korkuyla geri çekildi: Biri vardı orda, oturan biri. Feneri alıp bütün gücüyle deliğe kaçmak istedi, kımıldayamadı. Korkusuna rağmen fenerle birlikte, ona yaklaştı. Ne yapmışsa korkusuna rağmen yapmıştı hayatı boyunca. Yoksa çoktan kaybolup gitmişti. Feneri onun yüzüne tuttu: Aman Allahım! Eski sevgilisi yatıyordu yerde. Tozlanmış, örümcek bağlamış; tavan arasındaki her şey gibi. Kitap sandığına ve resim tahtalarına örümcek ağlarıyla tutturulmuş eski bir heykel gibi. Sağ kolu bir masanın kenarına dayalı; parmakları kalem tutar gibi aşağı kıvrılmış, boşlukta. Dizleri titredi, dişleri birbirine çarptı, ayağının altından kayıp gitti döşeme; kayarken de ayağına çarpan resim masası devrildi. Kol gene boşlukta kaldı: Örümcek ağlarıyla tavana tutturulmuştu. Bu eliyle ne yapmak istedi? Bir şeyler mi yazmaya çalıştı? Ne yazık, hiçbir zaman bilemeyeceğim. Sol el yerdeydi, bir tabanca tutuyordu. Ah! Kendini mi öldürdü yoksa? Olamaz! Bir şey yapsaydı ben bilirdim; her şeyi söylerdi bana. Öyle konuşmuştuk. Beni bırakmazdı yalnız başıma.”

    B. Nihan Eren “ ‘Unutulan’ Üzerine” adlı makalesinde bu durumu Kafka’nın Dönüşüm eserinde, Gregor Samsa’nın bir sabah kendini böceğe dönüşmüş bir hâlde bulmasına benzetir ve Atay’ın karakterinin de tavan arasında böceklere yenmiş ölü sevgili metaforu üzerinden kendi dönüşümünü, yabancılaşmasını, yalnızlığını fark ettiğini söyler.(11) Eren’in de dikkat çektiği ölü sevgili metaforu hikâyenin omurgasını teşkil eder. Atay’ın bu sahneyi normal bir tonda anlatışı, okurun durumu algılamasını, karakterin gördüklerinin gerçek mi yoksa düş olduğunun ayırdına varmasını zorlaştırır. Nihan Eren’in de değindiği gibi karakter ölü sevgili metaforu üzerinden dönüşümünü, yabancılaşmasını, yalnızlığını fark eder. Ancak fark edilmesi ve üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri de oğuz Atay’ın bu sahneyi kurgulayış şeklidir. Atay burada resim dilinden faydalanmıştır. Freud rüyalardan bahsederken düş oluşum sürecinde ikinci bir yer değiştirmeden söz eder. “Düş düşüncesindeki renksiz ve soyut bir ifadenin resimsel ve somut bir ifadeye dönüştüğü bir yer değiştirme. Freud’a göre bu tür değişimin amacı, bir düş açısından resimsel olan bir şeyin temsil edilme yeteneğinde yatmaktadır. Soyut bir biçimde ifade edildiğinde kullanışsız olan düş düşüncesi resim diline çevrildiğinde, düş işleminin gereksindiği zıtlıklar ve özdeşlikler çok daha kolay kurulabilecektir.”(12)

    Oğuz Atay da düş oluşum sürecinde gerçekleşen ikinci yer değiştirmede olduğu gibi resim dilinden, görsel imgelerle temsil edilebilirlikten faydalanmıştır. Resim dilinin gücünden faydalanarak çizdiği bu tablo üzerinden gerek kadın karakterin ruhsal durumu, geçmişte yaşadıkları, eski sevgilinin bir takım özellikleri verilmiştir. “Ölü sevgili” metaforuyla resim dilinin gücünden faydalanarak renksiz ve soyut bir ifadeyi resimsel ve somut bir ifadeye dönüştürmüştür. Bunun üzerinden kadın karakterin ruhsal durumu, bilinç dışına bastırdıkları daha somut bir şekilde ortaya konulmuştur. Ölü sevgili (unutulmaya çalışılan) resim diline çevrilmiştir. Karakterin gizli düş düşünceleri daha açık bir şekilde ortaya konulabilmiştir.

    Yine resim dilinden faydalanılarak oluşturulan bu tablo üzerinden eski sevgilinin bir takım niteliklerini de öğrenmekteyiz: “Biraz kavgalıydılar galiba. Gülümsedi: Bu ‘biraz’ sözüne ne kadar kızardı” … “Korkarım göğsünün sol yanına dokundu: İşte orada biliyorum. Başka türlü yaşayamazdım çünkü. (Çünküyü cümlenin başında söylememeliydim; şimdi kızacak.” … “Hayır bakmıyor bana. Belki de düşünüyor. Birden konuşmaya başlardı. Bütün bunları ne zaman düşünüyorsun? diye sorardım ona.” Ayrıca eski sevgilisinin ölü halini tasvir ederken de “Sağ kolu bir masanın kenarına dayalı; parmakları kalem tutar gibi aşağı kıvrılmış… Bu eliyle ne yapmak istedi? Bir şeyler mi yazmaya çalıştı? Kadın karakterin eski sevgilisiyle ilgili değindiği bu noktalarla bir yazar, entelektüel tablosu çizdiğini söyleyebiliriz. Dildeki söyleyişlere dikkat eden, bir şeyler yazmaya çalışan biri.

    Atay’ın kullandığı bu yöntemi düş oluşum sürecinde gerçekleşen ikinci yer değiştirmeye benzetmemizin sebebi, ölü sevgilinin tasvirinde kullanılan şu cümlelerdir: “El fenerini ölünün üzerinde dolaştırdı: Örümcek ağlarının sisli bir görünüşü var. Yalnız ağların arasından elimi, onun kalbine götürdüğüm yer biraz karanlık. Rüya gibi bir resim.” Cümlede geçen bu rüya kelimesi söz konusu ettiğimiz durumun anahtar kelimesidir. Geçmişle şimdi, düşle gerçek arasında gidip gelen karakterin özellikle eski sevgili sahnesi bir rüyayı andırır.

    Yazarın kurguladığı bu “Rüya gibi bir resim” üzerinden yine karakterin çocukluk döneminde doldurulamayan bir boşluğu, ilgi ihtiyacı burada da karşımıza çıkar: “Benimle ilgili değilsin diyerek üzerdim onu” der. Ardından karakterin yine suçluluk duygusu ve iç hesaplaşmasına tanık oluruz tekrar: “ … Sonra, onu bir süre görmek istemediğim hâlde, onun orada olduğunu bildiğim hâlde, tavan arasına bir türlü çıkamadığım hâlde onu düşündüğümü, onsuz yaşayamayacağımı biliyordu. Sonra neden aramadım? Bir türlü fırsat olmadı; her an onu düşündüğüm hâlde hep bir engel çıktı… Sonra… bir türlü olmadı işte… çıkamadım: Gelenler, gidenler, geçim sıkıntısı, yemek, bulaşık, evin temizliği, ‘onun’ bakımı (Çocuk gibiydi, kendisine bakmasını bilmiyordu), babamla annemin ölümü, bir şeyler yapma telaşı, önümde hep yapılması gereken işlerin yığılması. Orada, tavan arasında olduğunu unuttum sonunda. (Onu unutmadım tabii.) Ne bileyim, daha mutsuz insanlar vardı; onlarla uğraştım.”

    Yine ölü sevgiliye dair oluşturulan tablo üzerinden kadının eski sevgilisinden ayrıldıktan sonra yaşadığı buhranları, sıkıntıları da görmekteyiz: “Onun tavan arasına çıkmasından günlerce sonra duymuştum bu sesi. Ve ben günlerce bir köşeye büzülüp kalmıştım. Hiçbir yere çıkmamıştım.” … “Sonra, köşemde kaldım günlerce; ne yedim, ne düşündüm. Sigara içtim durmadan. Evi, yaşanmaz bir duruma getirdim sonunda. Bir savaş sonrası kargaşalığı sardı her yanı. Düzen içinde yaşamayı bir bakıma sevdiğim hâlde, dayanılmaz bir pislik ve pasaklık içinde çırpındım. Belki de böylece kendimi cezalandırmış oldum.” Kadın karakterin bir savaş sonrası kargaşalığı tavan arasına çıkınca ruh hâlinde sürer. Geçmişe dair hatırladıkları, hissettikleri bir savaş sonrası kargaşalığı gibi karmaşıktır.

    Hikâyede kadın kocasından “o”, “onun” diye bahseder. Bu noktayla ilgili Nurdan Gürbilek patetik ve apatetik yanılgıdan söz eder. Patetik yanılgı, insanın doğa ya da cansız bir nesne karşısında hissettiklerinin, sanki o nesnenin özelliğiymiş gibi anlatılması anlamına geliyor. Oğuz Atay da insanı çoktan taşlaştırmış bir duygusal mantığa, tarafsızlığı umursamazlığa vardırmış bir nesnelliğe, bir bakıma biçimin içeriğe kayıtsız kalmasına yani apatetik yanılgıya karşı çıkar. Oğuz Atay, canlıların bilimi tarihin, cansız şeylerle ilgilenir olması üzerine düşünürken keşfetmiştir bunu. Patetik yanılgı şeylerin insanlaştırılmasıysa eğer, apatetik yanılgı da insanın şeyleştirilmesidir. Atay’a göre apatetik yanılgıda apaçık bir duyarsızlık vardır.”(13) “Unutulan”daki karakter için geçmişi ve eski sevgilisi dışındaki pek çok şey nesneleşmiştir ve o da bunlara karşı duyarsızlaşmıştır. Birçok şeyi yapılması gerektiği için yapar. Yaşamının monotonluğu, sıradanlığının verdiği sıkıntıdan bir kaçış olmuştur tavan arası onun için. Bilinç dışı gibi karmakarışık, geçmişe dair birçok şeyin atıldığı, bastırıldığı, unutulmaya çalışıldığı nesneler ve bu nesnelerin çağrıştırdığı anılar, duygularla doludur tavan arası onun için.

    Hikâyenin sonunda eski sevgili metaforuyla konuşan kadın “Seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim?” der ve o sırada başka bir deliğin içinden sevgilisinin (kocasının) sesini duyar: “ ‘Bir şey mi söyledin canım?’ Elini telaşla kitap sandığına soktu, ‘Hiç,’ diye karşılık verdi aceleyle. ‘Kendi kendime konuşuyordum’.” Daha önce de değindiğimiz ve karakterin önemli bir eksikliği olan ilgi arayışı, kendisini yalnız hissetmesi burada da karşımıza çıkar. Çocukluğunda ve çevresindekilerde göremediği ilgiyi kendisi vermeye çalışır başkalarına ve sorunları hep ilgisizliğe bağlar. Çevresinde daha mutsuz ve ilgiye ihtiyacı (kendisine bakmasını bilmeyen kocası vardır örneğin) onlara zaman ayırır. Nitekim eski sevgilisine söylediği son cümlesi de karakterin bu özelliğini açıkça gösterir.

    Oğuz Atay’ın bu eseri okunduğunda hikâyeye adını veren “Unutulan”, eski sevgiliyle özdeştirilir. Ancak hikâyede unutulan eski sevgiliden ziyade bilinç dışına bastırmaya, unutmaya çalıştığı geçmişi, anne-babası, ilk kocası, ayrılıklarla yaşadığı buhranlar, çöküşlerdir. Yani dolaylı olarak kendisidir. Ancak şimdinin sıradanlığı, birçok şeyi yapması gerektiği için yapışı, anın verdiği sıkıntıdan kaçma isteği geçmişin ıstırabından daha fazla olmalı ki kısa süreliğine bir kaçış olarak tavan arasına, maziye sığınır.

    Toparlayacak olursak; kadın karakterin şimdiki durumunu ikinci evliliği, gelenler, gidenler, geçim sıkıntısı, yemek, bulaşık, evin temizliği, “onun” bakımı, , bir şeyler yapma telaşı, önünde hep yapılması gereken işlerin yığılması çevresinde daha mutsuz olan insanlarla uğraşmasından müteşekkildir. Geçmişi, anne-babası ve eski sevgilisidir. Arzu ve isteği ise geçmişe, anılara yolculuk etmek ve özellikle de eski sevgilisini düşünmek, hatıraları yaşamaktır. Bunu bilinçli bir eylem olarak tavan arasına çıkmakla yapar. Bu şekilde arzu ve isteğini doyurmaya çalışır. “Anılar, yeniden hatırlamalar, boşluklar ve rüyalar: Hepsi geçmişin izini sürerek bizi bilinç dışına taşıyan süreçlerdir.”(14) El feneri tıpkı tavan arasını aydınlattığı gibi kendisinin de karanlık bilinç dışını aydınlatır. Ve yine tıpkı tavan arası gibi karmakarışık, tozlu bilinç dışına bastırdıkları geçmişe ait fotoğraflar, nesneler aracılığıyla gün yüzüne, bilince çıkar. Bu sayede hikâyenin isimsiz karakterinin hâleti ruhiyesini öğrenmenin yanında geçmişini, şimdiki durumunu ve arzularını da öğrenmiş oluruz.

    Dipnotlar:
    1 Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı, Çev. Esen Tarım, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1990, s. 202.
    2 Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yay., İstanbul, 2009, s. 149. ,
    3 Psikanaliz Yazıları / Yüz Yıl Sonra Düş ve Düşlerin Yorumu, Bağlam Yay., İstanbul, 2000, s. 13.
    4 Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yay., İstanbul, 2012, s. 27.
    5 Atay, age., s. 27
    6 Psikanaliz Yazıları / Yüz Yıl Sonra Düş ve Düşlerin Yorumu, Bağlam Yay., İstanbul, 2000, s. 15.
    7 Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yay., İstanbul, 2012, s. 28.
    8 Psikanaliz Yazıları / Yüz Yıl Sonra Düş ve Düşlerin Yorumu, Bağlam Yay., İstanbul, 2000, s. 19.
    9 Psikanaliz Yazıları / Yüz Yıl Sonra Düş ve Düşlerin Yorumu, Bağlam Yay., İstanbul, 2000, s. 17
    10 Sigmund Freud, Düşlerin Yorumu I, Çev.: Emre Kapkın, Payel Yay., İstanbul, 2012, s. 65
    11 Korkuyu Beklerken Gelenler / Oğuz Atay Öyküleri Üzerine Yazılanlar, der: Hilmi Tezgör, İletişim Yay., İstanbul, 2011, s. 87.
    12 Psikanaliz Yazıları / Yüz Yıl Sonra Düş ve Düşlerin Yorumu, Bağlam Yay., İstanbul, 2000, s. 20.
    13 Nurdan Gürbilek, Acı Anlatılabilir mi? / Mağdurun Dili, Metis Yay., İstanbul, 2008, s. 55.
    14 Psikanaliz Yazıları / Yüz Yıl Sonra Düş ve Düşlerin Yorumu, Bağlam Yay., İstanbul, 2000, s. 71.

    Kaynakça:
    Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı, Çeviren: Esen Tarım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1990
    Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009
    Psikanaliz Yazıları / Yüz Yıl Sonra Düş ve Düşlerin Yorumu, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2000
    Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012
    Sigmund Freud, Düşlerin Yorumu I, Çeviren: Emre Kapkın, Payel Yayınları, İstanbul, 2012
    Nurdan Gürbilek, Acı Anlatılabilir mi? / Mağdurun Dili, Metis Yayınları, İstanbul, 2008
    Korkuyu Beklerken Gelenler / Oğuz Atay Öyküleri Üzerine Yazılanlar, Derleyen: Hilmi Tezgör, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Unutulan mı Unutulamayan mı? Oğuz Atay’ın “Unutul…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi