Odysseus’un İzinde
-
Odysseus’un İzinde
Odysseus’un İzinde*
Makale Yazarı: Cevat Çapan
*Bu Makale Roman Kahramanları Nisan / Haziran 2018, 34. sayıda yayımlanmıştır.
Sakıp Sabancı Müzesi’nde 12 Eylül 2017’de açılan ve 11 Mart 2018’e kadar uzatılan bir sergi bize Çinli sanatçı Ai Weiwei’nin porselen, duvar kâğıdı ve başka değişik malzemelerden yararlanarak yaptığı eserleriyle tanışmamızı sağlamıştı. Bu serginin en dikkat çeken özelliği ise sanat eserleri aracılığıyla Weiwei’nin yaşadığımız dünyanın sorunlarıyla ilgili neler düşündüğünü, insanlığın tarihi boyunca karşılaştığı çelişkileri, gerek savaşlar, gerek doğal afetler yüzünden yerinden yurdundan olmuş insanların yeni bir hayat kurmak için aşmak zorunda kaldıkları engelleri ustalıkla yansıtmasıydı. Bu eserlerin sergilendiği salonlardan birine Weiwei’nin Odysseia salonu adını vermesinin nedeni de Odysseia’da Odysseus ve kendisiyle birlikte Troya Savaşına katılan yoldaşlarının on yıl süren savaşın sonunda yurtlarına dönmek için çıktıkları yolculukta başlarından geçenler, on yıl süren bu dönüş yolculuğunda boğuşmak zorunda oldukları fırtınalar, ejderhalar, yamyamlar, onları yollarından alıkoyan büyücülerle dolu bu serüvenlerle çağlar boyunca, özellikle de günümüzde benzer olayları yaşayan insanların yaşadıkları yıkımlar, çektikleri çileler arasındaki benzerlikti.
Odysseia İÖ. 8. yüzyılda yaşadığı sanılan ve kör olduğu söylentisinin dışında hayatının ayrıntılarını bilmediğimiz Homeros adlı İonyalı bir ozanın son biçimini vererek kendinden sonraki kuşaklara aktardığı sözlü şiir geleneğinin İlyada ile birlikte başyapıtlarından biri olan bir destan. Bu konunun uzmanları Homeros’un İzmir ya da Sakız adasında doğduğunu, İÖ. 11. yüzyılda yapılan Troya savaşıyla, savaştan sonra Troya’yı ele geçirip oradan aldıkları esirler ve ganimetlerle yurtlarına dönmeye çalışan Odysseus’la adamlarının dönüşünü anlatan destanları yaratan bir ozan olduğunu düşünüyorlar. İlyada da, Odysseia da İon-Aiol lehçesiyle ve daktilik heksameter ölçüsüyle rapsodlar tarafından antik dönemin soylu saraylarından okunagelmiş, daha sonra İÖ. 6. yüzyılda Atina’da Tiran Peisistratos zamanında #Attika lehçesiyle yazıya geçirilmiştir.
Homeros’un destanlarında anlatılan olayların benzerleri zaman içinde dünyanın birçok yerinde tekrar tekrar yeniden yaşanmış, savaşlar, başka yıkımlar, göçlerle binlerce, milyonlarca insan yerinden yurdundan edilmiş, hayatını kaybetmiş, ya da bir başka ülkeye sığınmak zorunda kalmıştır. İnsanlığın bu sona ermeyen acılarını ve serüvenlerini değişik türlerde özgün olarak dile getiren sanatçılar olduğu gibi, Homeros’tan esinlenerek onları kendi yaşadıkları olaylar olarak yansıtan sanatçılara da tarihin her döneminde rastlıyoruz. Bu da bize Homeros’un destanlarının hem içeriği, hem de dilinin anlatım zenginliği yüzünden hiç eskimediğini gösteriyor, Nasıl ki, Jan Kott adlı Polonyalı bir tiyatro tarihçisi Shakespeare’in oyunlarının konularının güncelliğine bakarak Çağdaşımız Shakespeare diye bir kitap yazmışsa, bir başkası da hiç korkmadan Çağdaşımız Homeros diye bir kitap yazabilir.
Homeros’un evrensel bir ozan olması elbette onu yalnızca Peisistratos zamanında yazıya aktarılmış metninden, yani eski Yunancadan okuyanların sayısının artmasıyla gerçekleşmemiştir. Biliyoruz ki. Homeros ününü önce antik Yunan kültürünün mirasçısı olan Romalılar tarafından, özellikle de büyük Latin ozanı Vergilius tarafından da benimsenmiş örnek alınmış ve böylece Aeneas Destanı ortaya çıkmış, zaman içinde ulusal dillerin gelişmesiyle o dillere çevrilmiş ve Homeros destanları 1488’de Floransa’da bu destanlar kitap olarak basılınca da, daha yaygın bir okur kitlesine ulaşmıştır. Fransa’da Joachim de Bellay, “Heureux qui comme Ulysse a fait un beau voyage” (Ne mutlu o insana ki Ulysse gibi güzel bir yolculuk yapar) dizesiyle Homeros’u selamlar. İngiltere’de Shakespeare’in çağdaşlarından şair ve oyun yazarı George Chapman’ın Homeros çevirisi çağdaşlarının olduğu kadar iki yüz yıl sonraki romantik şair Keats’in de “On first looking into Chapman’s Homer” (“Chapman’ın Homeros’una İlk Bakış” sonesi için bir hayranlık kaynağı olur. Diyebiliriz ki, 16. yüzyıldan sonra Homeros hemen hemen dünyanın bütün önemli dillerine tekrar tekrar çevrilir; bu destanlardan esinlenilerek şiirler, oyunlar yazılır, operalar bestelenir, heykeller yapılır.
Bizde önce Ahmet Cevat Emre’nin Homeros çevirileri düzyazı diliyle Varlık Yayınları arasından çıktı, daha sonra Azra Erhat’la A. Kadir İlyada’y 1959-1967’de, Odysseia’yı da 1970’te manzum olarak çevirdiler. Çeşitli ödüller de alan bu çeviriler Homeros’un Türkçe’de de yaygın bir okur kitlesine ulaşmasını sağladı. Azra Erhat’ın bu kitaplara yazdığı kapsamlı önsözler antik Yunan dünyasının ve epik şiirin daha iyi anlaşılmasında bu konunun meraklıları için çok yararlı kaynaklar olarak kullanıldı.
Homeros’un modern edebiyat için ne kadar zengin bir esin kaynağı olduğuna kısaca bakacak olursak, bu alanda özellikle yenilikçi Yunan edebiyatında çok önemli örneklere rastlayabiliriz. İlk akla gelen elbette İskendireye’li Kavafis’in “İthaka” şiiri:İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman,
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne Lestrigonlardan kork,
ne Kiklopslardan, ne de öfkeli Poseidon’dan.
Bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer.
Ne Lestrigonlara rastlarsın,
ne Kiklopslara, ne azgın Poseidon ‘a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.Dile ki uzun sürsün yolun, nice yaz sabahları olsun, eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin! Durup Fenike’nin çarşılarında eşi benzeri olmayan mallar al, sedefle mercan, abanozla kehribar ve her türlü baş döndürücü kokular; bu baş döndürücü kokulardan al alabildiğin kadar;
nice Mısır şehirlerine uğra,
ne öğrenebilirsen
öğrenmeye bak bilgelerinden.
Hiç aklından çıkarma İthaka ‘yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın.
Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın.
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi;
sonunda kocamış biri olarak demir at adana,
yol boyunca kazandığın
bunca şeylerle zengin,
İthaka’nın sana zenginlik vermesini ummadan.
Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.
O olmasa yola hiç çıkmayacaktın.
ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.
Onu yoksul buluyorsan,
aldanmış sanma kendini.
Geçtiğin bunca deneyden sonra
öyle bilgeleştin ki,
artık elbet biliyorsundur
ne anlama geldiğini İthakaların.Daha çok romanlarıyla tanıdığımız Nikos Kazancakis de Bir “Modern Odysseia” yazmış, bu manzum destanda yaşadığı dönemde özgürlüğü, tanrıyı ve kendini aradığı serüvenleri anlatırken özdeşlik kurduğu Odysseus’un bir âşık, bir derviş ve bir düşünür olarak portresini çizmiştir. Bir sonraki kuşaktan gelen Yannis Ritsos ise “Umarsız Penelope” şiiriyle kendi hayalindeki Odysseia’yı şu sözlerle bitirir:
Onu tanımamış değildi ocaktaki ateşin
belirsiz aydınlığında;
adamın dilenci gibi paçavralar giymesi
kendini gizlemek için
değildi.
Hayır, onun özellikleriydi bunlar:
diz kapaklarındaki yara izi, kuvveti,
kurnaz bakışı.
Kadın korku içinde duvara yaslanarak
bir özür aradı.
Zaman kazanmalıydı hemen konuşup
kendini ele
vermemek için.
Bu adam için mi harcamıştı
yirmi yılını bekleyip
düşler kurarak?
Ak sakalı kana bulanmış
bu yoksul yabancı için mi?
Ne diyeceğini bilemeden bir iskemleye çöktü.
Kendi ölü isteklerine bakıyormuş gibi
dikkatle baktı
yerde öldürülmüş yatan taliplerine
ve “Hoş geldin!” dedi.
Sanki çok uzaktan geliyordu sesi,
sanki bir başkasınındı bu ses.
Köşedeki gergefinin duvara vuran gölgesi
bir kafes gibiydi,
yeşil yapraklar arasına
parlak kırmızı ibrişimle işlediği kuşlar
kül rengi ve kapkara kesildi birden
bu dönüş gecesinde,
son direncinin basık göğünde alçaktan uçan.Ama Homeros’tan esinlenerek çağımızda da Odysseia’daki insan yıkımlarını, yerinden yurdundan edilmeyle insanların çektikleri acıları en etkili dille yansıtan Yorgo Seferis olmuştur. Seferis’in Destansı Öykü (Mithistorima) adlı uzun şiiri de Odysseia gibi 24 bölümden oluşur ve Seferis’in 20. yüzyılın başında yaşanan birçok göçle birlikte Mübadele’yi de ele aldığı trajik bir dünyayı yansıtır. Bu uzun şiirde Akdeniz ve Ege tarihinin yıkıntıları içinde kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan geçmiş ve şimdiki zaman içindeki sürgün insanların sonu gelmeyen arayışlarına tanık oluruz:
Nedir aradığı ruhlarımızın yolculuklara çıkıp
yıpranmış gemilerin bordalarında,
karışıp kalabalığına
yüzleri soluk kadınların, ağlayan çocukların?
Ne uçan balıklarla,
ne direklerin yöneldiği yıldızlarla avunup;
Eskiyip cızırdayarak gramofon plaklarıyla,
isteksizce katılıp boşuna yolculuklara,
kırık dökük düşünceler mırıldanarak
anlaşılmaz dillerden,
nedir aradığı ruhlarımızın yolculuklara çıkıp
çürüyen teknelerde bir limandan öbürüne?
…
Öyle çok şey geçti ki gözümüzün önünden
sonunda gözlerimiz hiçbir şey görmez oldu
anıların dışında, ardında, ötesinde.
Gecede bir beyaz perde gibi üstünde garip,
senden de garip görüntüler beliren,
sonra da kimi İt ısız yapraklarında
bir biber ağacının
kaybolup giden.İyice bilerek bu yazgıyı,
dolaşarak kırık taşlar arasında
üç ya da altı bin yıl,
arayarak yıkık yapılarda belki de evimiz olan,
bulmaya çalışarak tarihleri,
eski kahramanlıkları
şimdi başarabilecek miyiz?
Bağlanıp savrularak,
savaşarak,
dedikleri gibi olmayan güçlüklerle,
yitirip sonra yeniden bularak
kör ordularla dolu yolları,
batarak bataklıklara ve Maraton gölüne,
şimdi başarabilecek miyiz
kendimizce ölmeyi?Bizde ise Oktay Rifat Elleri Var Özgürlüğün kitabındaki “Agamemnon” şiirleriyle, Melih Cevdet Anday ise Kolları Bağlı Odysseus kitabıyla Homeros’tan esinlenerek geçmişle şimdiki zaman arasında bir köprü kurarlar. Özellikle Anday, Odysseus’un yolculuğunu bu destansı şiirinde kendi iç benliğine yaptığı bir yolculuk olarak anlatır ve bu çetin yolculuktaki ruhsal sorunlarla boğuşmasını bir kendini aşma başarısı olarak, “sağ salim geçtim kendimi” diyerek olumlu bir sonuca ulaştırır.
Başka ülkelerin şairlerinin kendi dillerinde Homeros’tan esinlenerek Odysseus temasının çeşitlemelerini yaptıklarını sabırlı bir araştırmayla bulabiliriz. Bunlar arasında ilk akla gelenler Tennyson’un “Ulysses” şiiri, James Joyce’un Ulysses adlı romanı, Jean Giraudoux’nun La gurre de Troie n’aura pas lieu (Troya Savaşı Olmayacak) adlı oyunudur.
Ama yeniden Weiwei’nin sergisine dönecek olursak, orada hem bizim tarihimizden, hem de içinde yaşadığımız coğrafyada hayatları alt üst olan milyonlarca insanın savaşlar, göçler, işsizlik, açlık ve siyasal baskı yüzünden ne büyük yıkımlarla karşı karşıya geldiklerini daha yakından görürüz. Weiwei’nin sergisinin başlığı “Porselene Dair” olmakla birlikte sergiyi gezenler için daha çarpıcı olan sanatçının 74. Venedik Film Festivaline katılan “Human Flovv” başlıklı belgesel filminde yer verdiği kendi ülkelerindeki insanlık dışı acımasız siyasal, ekonomik koşullar yüzünden göç etmek, başka ülkelere sığınmak zorunda kalan insanların sorunlarını ele alan, bunları korkusuzca yansıtan yapıtları.
Homeros’un Odysseia’sı nasıl yalnızca savaş kazanmış bir kahramanın yirmi yıllık bir ayrılıktan sonra yurduna dönerken karşılaştığı güçlükleri yenişini, neler yitirip neler kazandığını, bütün bu deneyler sonunda nasıl bilgeleştiğini anlatmıyor, aynı zamanda bu serüvenleri dinleyenler, okuyanlar, izleyenler için hayat dersleri çıkarmalarına yardımcı oluyorsa, Weiwei’nin “Porselene Dair” sergisi de bize porselen sanatının yanı sıra insanın günümüzde nasıl baskı altında haksızlıklara uğrayarak, yerinden yurdundan edildiğini ve kendine yeni bir hayat kurabilmek için ne gibi güçlüklerle boğuşmak zorunda kaldığını insanca bir dille anlatıyor. ■
———
* Prof. Dr. Cevat Çapan, önde gelen pek çok Üniversitede öğretim görevlisi, yardımcı dekan ve kurucu olarak yer aldı. Şair çevirmen. İlk şiirini 1952 yılında Varlık dergisinde yayımladı. İngiliz, İrlanda ve Amerikan edebiyatından yaptığı çevirilerin yanı sıra İtalyanca ve Yunancadan da Türkçeye çeviriler yaptı. Çağdaş Yunan şiiri, İngiliz şiiri ve Amerikan şiiri antolojilerinin de aralarında olduğu birçok kitap yazdı, çevirdi. Halen Cumhuriyet gazetesinin kitap ekinde Şiir Atlası köşesinde şiir çevirileri yayınlamaktadır.#Sayı34 #ionAio #vergilius #kazancakis #ulysses #kavafis #ithaka #troya #homeros #cevatçapan #odysseus

Sorry, there were no replies found.