Nimet, Bıçak Sırtı Bir Roman: Sultan Hamit Düşerken

  • Nimet, Bıçak Sırtı Bir Roman: Sultan Hamit Düşerken

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 13:28'de 11 Temmuz 2024

    Bıçak Sırtı Bir Roman: Sultan Hamit Düşerken*

    Makale Yazarı: Şengül Can

    *Bu makale Roman kahramanları dergisi 22. sayısında  (Nisan/Haziran 2015) yayımlanmıştır.

    Roman, tarihte İstibdad Dönemi olarak geçen otuz yıllık bir süreçten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimi ele geçirmesi ile başlar. İkinci Meşrutiyet’in ilanı, 31 Mart Olayı ve sonrasında Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelmesi arasında geçen zaman dilimi konu edilir. Osmanlı’nın artık Osmanlı da olamadığı sancılı bir dönemdir. Roman kişileri yaşadığı dönemin ruh haline bürünmüştür. Çok değil, birkaç sene öncesinden (1902) yazdığı #Sis şiirinde, dönemin İstanbul’u ile kendi ruhsal durumunu özdeşleştiren şair Tevfik Fikret, İstanbul’a şöyle seslenir:

    Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;
    Örtün ve müebbet uyu, ey fâcire-i dehr![1]

    Kimse yarından emin değildir, koltuğundan, makamından, canından… Dengelerin her an değişebileceği, rütbe, mevkii sahibi insanların bir gecede alaşağı edilebileceği, tam kaybediyorum diyecekken kazanabildikleri, kazanacakken de kaybettikleri günlerdir. Her an gülmeye ve ağlamaya yakın bir tebessüm içerisinde ki yaşamlar. Romanda aşağıdan altlardan yükselen bir ses söz konusudur. Tam bir başkasının acılarına bakma günleri, felaketler kime uğramadıysa şükredildiği zamanlar. “Bu dönemde nefis terbiyeleri zordu, göstermelik.” (s.45)

    Hürriyet ve meşrutiyet dalgasının gün gün yayılmakta olduğu yıllar. Baştan başa, yavaş yavaş. Odalara, evlere, salonlara, yalılara, sokaklara, yukarıya ve aşağıya. Hiçbir şey artık kesin değildir. İnsanın bazen sadece kendini düşündüğü dönemlerdir. Gecelerin, yaşam ile ölüm arasında bir çizgide olduğu yıllar. Herkesin kendini bir başkasına karşı kolladığı zamanlar. Maskelerin bir bir düştüğü, aynı evin içerisinde bile, baba kızın dahi güvensiz, tekinsiz birbirlerini anlamaya çalıştıkları ama tanıyamadıkları yıllar. Dönemin tekinsizliğini ve güvensizliğini göstermek adına: “Bütün vükelâ heyeti âdeta oyun kağıtlarından bir yapı manzarası arz ediyordu” (s. 101)

    Sultan Hamid Düşerken, âdeta ihtiras fikri üzerine kurulmuş, hırsın ve ihtirasın elindeki muhteris ruhları anlatan bıçak sırtı bir roman. Yazar bu duygular üzerinden bir yandan insanın karanlık ve bir o kadar da insani yanlarına dikkat çekerken diğer taraftan dönemi anlamaya/anlatmaya çalışır. Kahramanların ruh halleri hep gelgitli, iki arada bir derede, belirsizliklerle doludur. Yazar bu kişilerin iç dünyalarına en yakın ihtimalleri alıp çıkartır, ama hiçbir zaman kesin yargıda bulunmaz.

    Devr-i dilâra-yı meşrutiyet.
    Roman başkişi Nimet, babası Mehmet Şehabettin Efendi, annesi İzzet Hanım, eşi Şefik Bey arasında gelişen olayları, yaşadıkları konak ve çevresini konu edinir. Dönemin İstanbul’u ve bürokrasi yaşamı da kurguya dahil edilir. Özellikle yazarın Mehmet Şahabettin adlı eski bir paşayı roman kişisi olarak seçmesi tesadüfi değildir. Mehmet Şahabettin ile Osmanlı’nın son dönemi benzeşir. Onun gibi onlarca paşa vardır aslında. Yorgun, yaşlı. Fakat bunu kabul edemeyen, değişen dünyada, kurulan bu yeni düzende yerini almaya çalışan, daima başrollerde olmaya alışmış önemli kişilerdir esasında. Onlarda zamanla yenilgiden paylarına düşeni alacaklardır. Paşa’nın artık yeni dünyada rolü bellidir: Emekli olup bir köşeye çekilmek. Ama Paşa bu durumu kolay kabullenecek biri değildir. Bu sırada karşısına çıkan genç İttihatçı Şefik Bey Paşa’nın bu hayallerini gerçekleştirir. Hem bir damat hem de bir kurtarıcı olarak girer konağa. Mehmet Şahabettin Efendi geçmişe sadakati ile hırsları arasında kalır. Kırk yıllık vezir, artık ayakların baş, başlarında ayak olduğunu düşünür. Her şeye alışmak gerektiğini fark eder. Ve onun tabiriyle zaman, “ devr-i dilâra-yı meşrutiyettir”.

    Şefik Bey, bir yandan konağın damadı, bir yandan Nimet’in âşığı, bir aşk uğruna hayatını kariyerini tehlikeye atan adam, diğer yandan dava arkadaşlarına ihanet eden bir dönme, bir Abdülhamid taraftarı. Başka bir bakış açısıyla, yoksul bir imamın tek oğlu ve bu eksiğini kapatmak için Paşa kızı ile evlenmek isteyen muhteris, ateşli bir ruh. Zamanla Nimet’in tümüyle etkisi altına girerek âdeta varlığını onun varlığıyla şekillendiren aciz bir adam.

    Romanın başkişisi Nimet ise, Mehmet Şahabettin adlı Osmanlı’ya yıllarca hizmet etmiş, yüksek mevkilerde uzun süre çalışmış ve bu vesileyle epey bir dünyalık yapmış bir paşanın biricik kızı. Alışılmışın dışında bir karakterdir. Aslında fazlasıyla dişi ve fazlasıyla erildir. Nimet gücü ve parayı seven bir kişilik. Güzelliğinin farkında bir kadındır. Romanda farklı yaşamlar, ilişkiler vardır birbirinin kilit noktası olan. Bu ilişkiler üzerinden Nimet karakterine yakından bakmakta fayda var. Çünkü yazar bu ilişkiler üzerinden Nimet’in kişiliği anlatma yolunu seçmiştir.

    Nimet ile annesi İzzet Hanımefendi’nin ilişkileri bu bakımdan dikkate değerdir. İzzet Hanım Nimet’i doğurduktan sonra Paşa tarafından nikâhlanan eski bir cariyedir. Hanımlığa terfi etmiş olmasına rağmen evde bir türlü otoritesini kuramamış, bir kenarda bırakılmıştır. Paşa, İzzet Hanım’la kedisinin evdeki varlığını aynı görür: “Her şeyden habersiz, etrafta küçük beyinle dolaşan.” (s.34)

    Kızı Nimet büyüyünce de annesi için durum değişmez. Hatta daha zorlaşır. Çünkü artık evde Nimet’in sözü geçmektedir. Anne kız arasında hem sevgi hem de kıskançlık söz konusudur. İzzet Hanım’ın yıllarca hayalini kurduğu bu görkemli konak, onu günden güne boğmaya başlar. Bu nedenle hem yalnızlığını paylaşmak hem de kızından ve kocasından bir çeşit intikam almak için evin kâhyası Hilmi Efendi ile aşk yaşar. Ve İzzet Hanım çoğunlukla bir paşa ile evli gibi değil, Hilmi Efendi ile evliymiş gibi davranır. Bu durumda İzzet Hanımefendi’nin basit bir cariyelikten gelmesi, bayağı bir kadın olması da vurgulanır. Nimet ise annesinin sadakatsizliğini çocuk yaşta tesadüfen öğrenir. Ve annesinden nefret etmek, onu küçümsemek için yeni bir sebep bulmuştur. Nimet annesinin genç ve hâlâ güzel olmasına rağmen, babasının ondan kırk yaş büyük olduğunu aklına getirmez. Ve hiçbir olaya annesinin bakış açından bakmaz. Anne kız arasındaki uçurumun asıl sebebi paşa olan babasını kabullenen Nimet’in annesini hiçbir zaman kabullenmemesidir. Annesi ise Nimet’i cinsiyetini kaybetmekle suçlar: “Bu kız, kadın, erkek, Müslüman, Hıristiyan, türlü hocalardan çeşitli ilim okuyup çeşitli hüner edine edine âdeta cinsiyetini kaybetti.”(s.50)

    Romanda dikkate değer bir diğer nokta da, Nimet’in de aslında Kâhya’nın oğluna ilgi duyması ve bu duygularını sürekli bastırmasıdır. Hatta bu durum o kadar ileri bir seviyeye ulaşır ki Nimet her gece onu rüyalarında görür. Fakat günlük yaşamda ondan nefret eder. Çünkü o hem annesin aşığının oğludur hem de sıradan bir kâhyanın çocuğudur. Mehmet Şahabettin’in aldatıldığından haberi yoktur. Fakat bu durum şüphesiz evde birinin daha benliğini alt üst etmiştir. Kâhya Hilmi’nin karısı Zeynep. Yıllarca suskun, derdini içine atarak yaşayan kadın evin hanımına ses çıkartamadığından çok sevdiği eşini onunla paylaşmıştır. Kâhya Hilmi ise çıkarları doğrultusunda hareket eden sıran biridir. Sıradan bir kötü. Hanım Efendi’nin zaafından yararlanan Hilmi aynı zamanda da güvenilmezdir. Eşi Zeynep’e bu durumu zorunluluk olarak açıklar.

    Yazarın tutumu gerçekçilik eksenindedir.
    Nimet, romanda bir bölümde, o dönemde yeni sahnelenmeye başlayan Vatan Yahut Silistre piyesinin kadın kahramanı Zekiye ile kendisini karşılaştırır. Piyes kısaca kuşatma altındaki Silistre Kalesini savunmaya giden İslam Bey ve aşkından kılık değiştirerek peşine düşen Zekiye’nin hikâyesini anlatır. Tabii dönemin bir yansıması olarak vatanseverlik teması ön plandadır. Romantizmin etkisiyle kaleme alının eserde Zekiye’nin tutumunu eleştiren Nimet için böyle fedakârlıklar yapmak söz konusu değildir. Bu duruma bir türlü anlam veremez. Böyle bir piyes kahramanı bile olsa ya da böyle bir seçime zorlansa bile gerçekçi olanı tercih edeceğini düşünür. Burada yazar bir yandan da eserdeki romantizm ve klişeye değinmiştir. Aksine yazarın tutumu gerçekçilik eksenindedir. Sultan Hamid Düşerken romanı hayata yakın, derin psikolojik tahlillerin olduğu, gerçekçi bir eserdir. Yazar bir noktada durur, hikâyeyi o noktadan anlatır. Her şeyden haberdar değildir.

    Nimet ile babasının ilişkisi sıradan baba kız ilişkisinin ötesine geçmiştir. Oğlunu erken yaşta kaybeden Mehmet Şahabettin’in uzun yıllar çocuğu olmaz ve sonrasında Nimet dünyaya gelir. Osmanlı’nın son dönemlerini ve modernleşme çabalarını da düşünecek olursak Nimet dönemin erkeklerinden dahi iyi bir eğitim almıştır. Zamanla babasının sağ kolu, âdeta danışmanı haline gelir. Babası Nimet’in ülke politikası ile ilgili fikirlerini dikkate değer bulur. Bu duruma Nimet’in ihtiraslı yapısını da dâhil etmek mümkündür. Nimet hep inandığı, düşündüğü gibi yaşar. Evliliğini de bu doğrultuda yapar. İttihat Terakki’nin başa geçmesinden önce, Osmanlı’nın tanınmış paşalarından Abdüllatif Bey’in oğlu Sedat ile nişanlıyken İttihat Terakki’nin başa geçmesinden sonra genç subay Şefik Bey ile evlenmeyi uygun bulmuştur. Çünkü bu genç subay hem yeni kurulacak kabinede söz sahibi olacak hem de aileye bu yeni düzen içerisinde yerini edinmesi için fırsatlar tanıyacaktır. Nitekim de böyle olmuştur. Yenik bir aileye gelin, azledilmiş, geleceği olmayan Sedat’ı istemez. Mevki, zekâ, akıl Nimet için önemlidir.

    Romanda yazarın yarattığı Nimet karakteri, bu kadın karakter güçlü müdür? Edebiyatımızda Nimet ne derece yer edinebilir? Evet, Nimet güçlüdür. Fakat Nimet bu güçlü duruşunu daha çok erkeksi yanlarından almıştır. Annesi onun cinsiyetinin kaybetmekle suçlarken haklıdır. Nimet erkeksi yanları ağır basan bir kadındır. Bu nedenle edebiyatımızdaki güçlü kadın figürünün temsil etmekten uzaktır. Nimet karakterinin kadınlığa dair yansıttıkları, güzelliğinin farkında olması ve bunu zaman zaman erkeklere karşı bir silah olarak kullanmasıdır. Ayrıca kimi zaman müstehzi bir gülümseme ve bir bakıştır. Bu konu ile ilgili Hilmi Yavuz’un tespiti dikkate değerdir:

    Edebiyatımızın “şeytani yaratıcılık”tan yoksun olması, doğrudan doğruya, İslamiyet’in “şeytan”ı insana göre konumlandırış tarzı ile ilgilidir. Öte yandan, Türk romanında “daemoni”’ sayılabilecek karakterlerin (mesela, Nahid Sırrı Örik’in “Kıskanmak” romanındaki Seniha veya “Sultan Hamid Düşerken”deki Nimet), “kadın” olmaları tesadüfi değildir. “Daemonic” olanın, ancak “kadın”a atfedilmesi durumunda meşruluk kazanabilmesinin de, üzerinde ayrıca durmak gerekir.[2]

    Yazar gerçekçi tavrını romanın sonunda da sürdürür. Hırsları nedeniyle kendisine ve çevresine ciddi zararlar veren Nimet’i romantizmin etkisine kapılarak cezalandırmaya yoluna gitmez. Çünkü Nimet zeki bir kadındır ve içerisine düştüğü zor duruma karşı tedbirler almıştır ya da tedbir almasa bile bir öngörü sahibidir. Nimet Rus büyükelçiliğine başvurarak iltica talep etmiştir ve böylece cezalandırılmaktan kurtulmuştur. Ama romanın sonunda Nimet terk ettiği nişanlısı Sedat’ı hatırlar. Sedat Nimet’ten ayrıldıktan sonra taşrada bir memuriyete başlamış ve mütevazı bir yaşamı seçmiştir. Nimet kadar ihtiraslı bir kadının geriye dönüp bakması, kaçırdığı fırsatları, kaybettiği insanları düşünmesi aslında onun için en büyük cezadır. Romanın sonunda cezalandırılan bir diğer kişi ise Nimet’e inanan Şefik’tir. Şefik’in içerisine düştüğü durum ise Nimet’in kötülüğünden kaynaklanır, böyle bir kadını dinleyen Şefik ise akılsızlığının bedelini ağır öder.

    Yazın dili, sinema teknikleri.
    Roman, Abdülhamit Düşerken adıyla Ziya Öztan yönetmenliğinde 2002 yılında sinemaya uyarlanmıştır. Film geniş oyuncu kadrosuyla dikkat çeker. Filmde romana göre zamansal kesitler daha belirgindir. Dönemin toplumsal ve siyasal yapısı bu şekilde verilmeye çalışılmış, olaylar ve kişiler arasında bağlantılar kurulmuştur. Roman Abdülhamit’in odasında İttihat ve Terakki’nin yönetime el koymasından sonraki günden itibaren başlarken, filmde ise bu dönem geri dönüşlerle anlatılarak sinema dilinin olanaklarından yararlanılmış, başka bir değişle yazın dili sinema teknikleriyle genişletilmiştir. Açılmıştır. Ancak film, roman kişilerinin psikolojik derinliğini yansıtması açısından roman kadar başarılı olamamıştır. Daha yüzeysel ve kurguya odaklı bir dil kullanılmıştır. Bunun yanında anlatma tekniğine dayalı romandan yola çıkarak yazılan diyaloglar ise kimi zaman duyguyu yansıtma bakımından romanın da ötesine geçmiştir. Özellikle Nimet, annesi ve Mehmet Şahabettin arasındakiler… Roman Nimet’in iltica etmesi ile son bulurken, filmde İttihat ve Terakki subaylarının aracılığıyla Mustafa Kemal’in Hareket Ordusu’nda görev almasını da konu edinir. Bu durum yönetmenin daha geniş bir izleyici kitlesini hedeflemek istemesinden mi kaynaklanmaktadır yoksa tarihsel arka planı romanın sonunda göstermek istemesinden midir? Bilemiyoruz. Fakat romanda eksik olan nokta ise yazarın Nimet’in başına gelenleri açıkladıktan sonra ne Şefik’ten ne de romandaki diğer kişilerin akıbetinden bahsetmeyip romanı orada kesmesidir. Filmde ise diğer kişilerden az da olsa bahsedilmiştir.

    —————-
    [1] Örtün, ey felâket sahnesi… Örtün artık şehir. Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!

    [2] http://arsiv.zaman.com.tr/2001/02/09/yazarlar/HilmiYAVUZ.htm

    ———–
    Kaynak:
    • Örik, Nahid Sırrı, Sultan Hamid Düşerken 8. Baskı, Oğlak Yayınları, 2013.

    #sayı22 #istibdaddönemi #meşrutiyet #abdülhamitdüşerken #31mart #ittihatveterakki #sultanhamiddüşerken #nahidsırrıörik #şengülcan #nimet #istanbulromanları

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Bıçak Sırtı Bir Roman: Sultan Hamit Düşerken* Mak…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi