Napoleon: BİZİM HAYVAN ÇİFTLİĞİMİZ

  • Napoleon: BİZİM HAYVAN ÇİFTLİĞİMİZ

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 15:47'de 11 Temmuz 2024

    BİZİM HAYVAN ÇİFTLİĞİMİZ*

    Makale Yazarı: Aslı Perker

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ekim/ Aralık 2013) 16.sayıda yayımlanmıştır.

    Neler şekillendiriyor bizi? Zihnimiz bir tabula rasa. Doldurulmayı, ince ince işlenmeyi bekliyor. Ne yüklersek onu alacak, yavaş yavaş gördüklerimiz, duyduklarımız, okuduklarımız bizi biz yapacak.

    Ben gözümü üzerinde dünya çocuklarının olduğu bir perdeye açtım. En azından odamdan ilk hatırladığım şey buydu. Beyaz bir perde, üzerinde her ırktan, milletten çocuk yan yana, el ele tutuşmuş. 13 yaşıma kadar da her sabah ve her akşam bu perdeye baktım. Zannediyorum bu yüzden yıllar sonra karşılaştığım hiç kimseyi yadırgamadım. #NewYork’a ilk gittiğimde #Harlem’de bir eve yerleştim, bir an olsun güvensizlik duymadım ve bu zaman zarfında Türk arkadaşlarımdan duyduğum “Ama orası zenci mahallesi” yorumuna çok şaşırdım. İşte tıpkı bu #perde gibi çocukluktan itibaren okumaya başladığım kitaplar da tek tek olacağım insana katkıda bulundu.

    Hayvan Çiftliği bunlardan biriydi. Okumakla iyi mi ettim kötü mü bilmiyorum; zira çok erken yaşta sadece yaşadığım ülkeninkine değil, yeryüzünde var olan tüm yönetimlere karşı #güvensizlik duymam gerektiğini öğrendim.

    Şimdi kitaba geri dönüp bir kez daha baktığımda zamanında #StalinRusyası‘nı eleştirdiği aşikâr olan bu eserin günümüz sosyolojik ve politik durumuna bu kadar uyuyor olması gerçekten şaşırtıcı. Neredeyse kopyala yapıştır yöntemiyle satır satır alınabilir ve bugün Türkiye’de yaşanan olaylar anlamlandırılabilir. Ama bunu yapmaya başlamadan önce biz bir George Orwell kimdi ve bu kitabı hangi koşullar altında, neden yazmıştı, ona bir göz atalım.

    Yazar tepki vermeli

    Orwell politik bir yazardı. Elbette #politik kelimesini halk dilinde saptırılmış haliyle, yani bir durumda olayları lehine çevirecek şekilde davranmak manasında kullanmıyorum. Orwell siyasi olayları takip eden, sadece etmekle de kalmayıp dünya olayları karşısında sessiz kalmak yerine bir şeyler yapmayı tercih eden bir yazardı. Hayvan Çiftliği adlı kitabında bu ayan beyan ortada olmakla birlikte, Orwell “#NedenYazıyorum” başlıklı makalesinde de konuyu şöyle ele alıyordu: “1936’dan itibaren yazdığım ciddi eserlerin her bir kelimesi, direkt ya da direkt olmayarak, totaliter rejim karşıtıdır (…) Hayvan Çiftliği, ne yaptığımın tam olarak bilincinde olarak politik amaçlarla sanatsal amaçlarımı bir bütünlük içerisinde birleştirerek yazmaya çalıştığım ilk kitaptır.”

    Orwell kendi durduğu yeri belirlediği gibi, çağdaş olan diğer yazarları da sorumsuz olmakla itham ediyordu. Hatta 1940’da #HenryMiller üzerine yazdığı, başlığı “Balinanın İçinde” olan eleştiri yazısında, Miller’ın karşı durma görevini yerine getirmediğini, böylelikle yutulmaya, pasif bırakılmaya ve olanları kabullenmeye izin verdiğini söylüyordu.

    İşte yazar Hayvan Çiftliği’ni bu görüşler eşliğinde yazmıştır. Kitap, başlığın altında masal – öykü ibaresini taşımaktadır. Masal – öykü bu kadar ciddi meseleleri irdeleyen bir kitabı tanımlamak için harf kaçar gibi görünmekle birlikte Orwell tarafından çok önemsenmiştir. Bunun sebebi ise kitapta anlatılan masalın sonunda ahlaki bir dersin bulunmaması olabilir.

    Şimdi bir düşünelim; örneğin Kırmızı Başlıklı Kız masalını bir hatırlayalım. Tatlı, iyi huylu, büyüklerine saygılı bir kızcağız büyükannesini ziyarete gitmektedir, ancak bir kurt kötülük olsun diye önce büyükanneyi yer, sonra onun yerine geçerek kendisini ziyarete gelen kırmızı başlıklı kızı.

    Cinderella’ya bir bakalım. Külkedisinin üvey annesinden ve üvey kız kardeşlerinden çektiği eziyeti buyurun çocuklarınıza, torunlarınıza anlatmaya çalışın. Bakalım onların kardeş, anne kavramlarını yerle bir etmeden sonunu getirmeyi becerebilecek misiniz? Ya Hansel ile Gretel? Babalarından böyle bir kötülük görmek için ne yapmışlardır?

    Şunu demek istiyorum; masallarda her şey kuralsız olabilir. En kötü insanlar, hayvanlar oradadır, en fena deneyimler o dünyalarda yaşanır. Üstelik mutlu son da her zaman garanti değildir. Zira masalların sonunda muhakkak ahlaki bir ders olacak gibi bir kural yoktur.

    Hal böyleyken Orwell’in Hayvan Çiftliği için #masalöykü demiş olması şaşırtıcı değildir, çünkü Hayvan Çiftliği son derece acımasız bir dünyanın satırlara yansımasıdır. Mutlu son beklemek ancak yersiz bir iyimserlik olur.

    Aslına bakacak olursanız kitabın üzerine masal – öykü yerine ‘’gerçek hayat hikâyesi’’ yazılması da mümkün olabilirmiş gibi geliyor bana, zira aslında hayat da Hayvan Çiftliği’nde olduğu kadar acımasızdır. Bizler sadece günlük yaşam içerisinde tükenmek bilmeyen iyimserliğimizle gerçekleri görmeyi mümkün olduğunca erteleriz. Oysa Hayvan Çiftliği’ni okuduğumuz anda satırlar ile hayat arasındaki paralellik ve aslında çaresizliğimiz en net haliyle artık karşımızda durmaktadır. Bilhassa bu gençlik yıllarımıza denk geldiyse, inancımızda bir daha tamiri zor olan bir yara açılır. Genç okur hayatın neler sunduğunu erken bir zamanda görerek zamana karşı yarışında öne geçmek suretiyle bunu bir avantaja dönüştürebileceği gibi tamamı ile nihilist bir ruh haline düşerek bu erken tanışmanın dezavantajlarını da yaşayabilir. Burada sanıyorum bilimadamlarınca genetik olduğu söylenen doğuştan mutlu ya da mutsuz olma durumu devreye girer ki bu tamamen şansa kalmıştır.

    Burada zamana karşı yarışta öne geçmekten kasıt bir şeyler yapabilmek, sisteme karşı savaşmak ve çeşitli stratejilerle olacakları önlemek değildir. Orwell bu gibi umutların önüne eseriyle bir baraj örer. Hayvan Çiftliği sistemin değiştirilemeyeceği inancının, ümitsizliğin sembolüdür. Bahsettiğim avantaj ancak acil iniş yapan bir uçakta yapılan anonstaki gibi “Sert bir inişe hazır olun” öğüdünün her daim akılda tutulması ve olaylarla karşılaşıldığında kendini sonuçlardan nasıl koruyacağını az çok kestirebilmektir.

    Peki Orwell bir yazar olarak sisteme karşı durulmasını söylerken bu kadar çaresizliği okuruna neden zerkeder? Keşke kendisine sorabilseydik. Bir tahmin şöyle olabilir: Hayvan Çiftiği benzeri her kitabın yıllar boyu okunduktan sonra bir isyana sebebiyet verebilme olasılığı. Bu kâbus gibi masalın içinden kaçıp kurtulma isteği. Hatta en basit psikolojik açılımla, bana hiçbir şey yapamayacağımı söylüyorsunuz ama göreceksiniz yapabileceğim başkaldırısı.

    Yazarın bütün hayatı boyunca hazırlandığı kitap olduğunu söylediği Hayvan Çiftliği’ni sadece gençlik yıllarında okuyup geriye kalan kırıntılarla değerlendirmek aslında yanlış olur. Her yetişkinin de okuması gereken bu masala şu an yaşadığımız Türkiye koşullarında bakacak olursak neler düşünürüz, neler görürüz? Bir bakalım.

    Hikâye, Bay Jones’a ait olan #ManorÇiftliği’nde, Yaşlı Major adında 12 yaşındaki ve tüm hayvanlar tarafından saygı duyulan bir domuzun gördüğü rüyayı hayvanları etrafında toplayarak onlara anlatması ile başlar. Bu sahnede daha sonra kitapta ismi sık geçecek diğer karakterle de tanışmış oluruz. #YaşlıMajor konuşmasına “#Yoldaşlar” diye başlar. Bu Orwell’in eseri vasıtası ile eleştirdiği Komünist Rusya’ya yaptığı bir göndermedir. Bu vesile ile yazarın sıkı bir sosyalist olmakla birlikte yaşadığı dönemdeki mevcut hiçbir #sosyalit sisteme itibar etmediğini belirtmeli.

    Major “Yoldaşlar” diye başladığı konuşmasına 12 yıllık ömrü boyunca edindiği tecrübeyi aktarmak istediğini söyleyerek devam eder. “Yaşadığımız bu hayatın tabiatı nedir?” diye sorar ve hadi yüzleşelim diye ekler: “Hayatımız berbat, yorucu ve kısa. Doğuyoruz, ancak yaşamaya yetecek kadar yemek edinebiliyoruz ve gücümüzün son noktasına kadar çalıştırılıyoruz.” Bu konuşmayı okurken bir domuz tarafından yapıldığını da, dinleyicilerin atlar, ördekler, koyunlar, tavuklar olduğunu da unutmak kolaydır. Zira birkaç farklılık olmasına rağmen temelde insan hayatı şu yukarıda bahsi geçenden çok da farklı değildir. Asgari ücretin yaklaşık 800 TL olduğu ve ülke çoğunluğunun da halen buna ya da biraz daha üstüne talim ettiği, bir de üzerine yaşam koşullarının zorlayıcı yanları düşünülecek olursa, durumun çok da farklı olmadığı ayan beyan ortada.

    “Peki bu tabiatın kanunu mu?” diye sorar yaşlı domuz, “Bu üzerinde yaşadığımız topraklar o kadar fakir mi de üzerinde yaşayanlara doğru dürüst bir hayat sunamaz? Hayır, yoldaşlar, bin kere hayır!” Major talihsizliklerinin nedenini de akabinde açıklar: İşgüçlerinin karşılığını çalan insanlar. “#İnsan bizim tek gerçek düşmanımızdır. Resimden insanı çıkartın, açlık ve aşırı çalışmanın kökünü de tamamen kurutmuş olursunuz.” Bizim perspektifimizden bakıldığında ise sorunun kaynağı nedir? Acı ama gerçek: biz, insanlar. Ya da genel halkın üzerinde olan ve onların işgücüyle kendilerine daha konforlu hayatlar sağlayabilen yöneticiler, sanayiciler, bir avuç imtiyazlı vatandaş.

    Yaşlı Major’ın çözümü başkaldırıdır. Bu başkaldırının ne zaman olacağını bilemediğini ama eninde sonunda adaletin yerini bulacağını söyler. Konuşmanın en önemli bölümü ise sonunda verilen bir nasihattir. Yaşlı domuz , savaş kazanıldıktan sonra asla insana benzememesi gerektiğini söyler. Ve hiçbir hayvan hiçbir zaman bir diğerinin üzerinde hüküm kurmaması gerektiğini söyler. “Zayıf ya da güçlü, akıllı ya da değil hepimiz kardeşiz. Hiçbir hayvan bir diğerini öldürmemelidir. Bütün hayvanlar eşittir.” Bu bire bir insanın kendisine uyarlayabileceği bir motto değil de nedir? Yaşlı Major konuşmasına eskiden kalma bir marş ile son verir. Hayvanların kudretine ve parlak geleceğine vurgu yapan bir marş. Bu marşla beraber konuşmayı dinleyen bütün hayvanlar çılgınca bir heyecana kapılırlar. Gururun, özgürlük özleminin başı çektiği duyguları kabarmış, onlara umut kapısı aralanmıştır.

    Geçtiğimiz aylarda yaşanan olaylar esnasında kendimi pek çok kez Hayvan Çiftliği’ni düşünürken buldum. #GeziParkı direnişinin ilk gününü hatırlayalım. Şimdilerde hükümet ve bir takım komplo severler olayların başlangıcıyla iç ve dış mihrakları ne kadar ilişkilendirirse ilişkilendirsin, olaylar İstanbul’un yüzölçümüne göre küçücük kalan bir parkın bir grup tarafından korunmaya çalışması ve polisin buna orantısız müdahalesiyle başladı. Tıpkı Manor Çiftliği’nde aç bı-rakılan hayvanların ahırlara girip yem almaya çalışırken çiftlik sahibi Jones ve adamlarının ellerinde kırbaçlarla gelip zaten günlerdir bakımsız bırakılmış hayvanları dövmeye başlamaları gibi. Şöyle der Orwell kitabın 1946 basım kopyasının 28. sayfasının son satırında: “Bu, aç hayvanların katlanabileceğinden fazlaydı.” Buradaki açlık kavramı bana göre semboliktir. Hayvanların açlığı, insanların bir avuç yeşile açlığı, özgürlüğe, insan yerine konmaya açlığı ile aynı manaya gelebilir. Bu sert tepki karşısında Manor Çiftliği’nde hiçbir plan yapılmamış olmasına rağmen hayvanlar kendilerine zulüm edenlere saldırmaya başlarlar. Jones ve adamları daha önce istedikleri gibi idare ettikleri hayvanları hiç böyle görmedikleri için tarifsiz korkuya kapılır ve kaçarlar. Ve böylelikle daha ne olduğunu kimse anlamadan başkaldırı başarıyla uygulanmış olur.

    Yedi kural

    Hayvanlar çiftliği ele geçirmelerinin ve adını Hayvan Çiftliği olarak değiştirmelerinin akabinde yıllardır yaşadıkları bu alanı yeni gözlerle görmeye başlarlar. Her detay ne kadar da güzeldir; çiftlik gerçekten de yaşanası bir yerdir. Bu arada, Yaşlı Manor’ın yaptığı konuşma ile bu başkaldırının gerçekleştiği gün arasında geçen zaman zarfında iki domuz, #Snowball ve #Napoleon buldukları çocuk kitaplarından faydalanarak okuma yazmayı öğrenmişlerdir ve ilk iş olarak Hayvan Olma’nın yedi kuralını duvara yazarlar. #Kurallar şunlardır:
    1. İki ayak üstündeki her canlı düşmandır.
    2. Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatlı olan her canlı dosttur.
    3. Hiçbir hayvan kıyafet giyemez.
    4. Hiçbir hayvan yatakta uyuyamaz.
    5. Hiçbir hayvan alkol tüketemez.
    6. Hiçbir hayvan bir başka hayvanı öldüremez.
    7. Bütün hayvanlar eşittir.

    Ancak kuralların yazılmasından kısacık bir süre sonra bu eşitlik terazisinde bazı denge bozuklukları başlar. Her şeyden önce domuzlar diğer hayvanlarla ekin biçme ya da diğer çiftlik işlerinde çalışmazlar. Onlar çiftliğin beynidir. Diğer hayvanlara da az çok okuma yazmayı öğretirler ama yine de hiçbiri domuzların zihinsel düzeyine erişemez. Bunun tek sebebi öğrenememeleri değil, ilgisizlikleridir. Orwell şüphesiz cehaletin ileride başa nasıl bela olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Domuzlar, bilhassa da ileride çiftliğin yönetimini tek başına ele geçirecek olan Napoleon bu durumdan fazlasıyla faydalanacak ve diğerlerini manipüle edecektir. Cahil bırakılan kesim üzerindeki en büyük silahlarından biri de korku unsurudur. Ne zaman söylediği bir şeye itiraz edilecek olunsa liderliği bırakmakla ve Jones’un çiftliğe geri dönmesiyle halkını tehdit eder.

    Aynı yöntem komşu çiftliklerde de kullanılmaktadır. Oradaki hayvanlar da başkaldırmaya yeltenmesin diye çiftlik sahipleri çeşitli ama asılsız söylentiler yayar: Hayvan Çiftliği’ndeki hayvanlar birbirlerini yiyorlarmış, kadınlarını paylaşıyorlarmış, türlü rezillikler yapıyorlarmış. Hayvanlar kendi doğalarına karşı gelirlerse başlarına bunlar gelirmiş.

    Bu satırları okuyunca bize söylenen yalanları ve içimize salınmaya çalışılan korkuyu düşünmemek mümkün mü? Gezi Direnişi sürerken düzenlenen karşıt mitinglerde buna benzer laflar edilmedi mi? Direnişçiler camilerde alkol alıyorlarmış, seks partileri yapıyorlarmış, parkta kim ne yapıyormuş belli değilmiş. Bunlar, kendinden görmediğinden korkan hükümetlerin ortak söylemleri elbette. Şaşırtıcı bir yanı yok. Tek şaşırtan yıllar önce yazılan bir kitaptaki satırların neredeyse kopyalarını tekrarlayabilen liderlerin olması.

    Hayvan Çiftliği’ne geri dönecek olursak, hayvanlar bir gün çiftliğini geri alabilmek için saldırıya geçen Jones ve adamlarına karşı başarılı bir meydan muharebesi vermeyi başarırlar ancak maalesef kendi aralarında kopuşlar başlamıştır ve bu zafer bile gidişata engel olamaz. Çiftliğin başından beri doğal liderleri haline gelen Snowball ile Napoleon arasında anlaşmazlıklar diz boyudur. Birinin ak dediğine öteki kara der. İkisi de aynı prensiple yola çıkmalarına karşın aralarında fraksiyon farkı oluşmaya başlar. Snowball ikna edici bir konuşmacıdır. Toplantılardan genelde fikren galip çıkar. Ancak Napoleon toplantılar arasında yaptığı lobilerle kendine yandaş toplamaktadır. En önemli yandaşları ise koyunlardır. Okuma yazmada en zayıf olan, yedi kuraldan sadece “İki ayaklılar kötü, dört ayaklılar iyi” maddesini ezbere tekrarlayan koyunlar Napoleon’a sorgusuz inanırlar. Bu noktada Orwell’in bu iki lider karakterini Troçki ve Stalin’e dayandırarak yazdığını belirtmek gerekir. Tarihi okuyanlar sonunda ne olduğunu bilir ama biz paralel evrende, Hayvan Çiftliği’nde neler olduğunu takip ederek başka bir perspektiften değerlendirmeye devam edelim.

    Snowball çiftlikte hayvanların daha az çalışması için çeşitli yenilikler ve icadları geliştirmeye çalışırken Napoleon bunların boş işler olduğunu tekrarlar durur. Zira onun planları başkadır. Napoleon tüm hayvanların onun için çalışıp para kazandığı ve ona hizmet ettiği bir çiftlik hayal etmektedir ve kısa zaman içerisinde de bunun için çalışmalarına başlar. İlk olarak aylardır gizli gizli yetiştirdiği dokuz devasa köpeğin yardımıyla Snowball’dan kurtulur. Hemen akabinde her hayvanın fikrini beyan etme hakkının olduğu Pazar toplantılarını iptal eder ve o günden itibaren çiftliğin işleriyle ilgili her konunun domuzlar tarafından kurulmuş bir komite tarafından ele alınacağını ilan eder. Ne zaman itiraz sesleri yükselecek olsa Jones’un geri gelme tehdidine bir de köpeklerin hırlamaları eklenir.

    İnsanlar ile hayvanlar arasında yaptığım benzetmeler kimilerini rahatsız edebilir ancak George Orwell bunu yıllar evvel yaptığına göre biz sadece onun ayak izlerinden yürüyebiliriz. Bizi yönetenlerin bize karşı kullandığı gücün – ki bu çoğu zaman polis oluyor – halka, halka rağmen saldırmak üzere hazır bekliyor olması bize Napoleon’un devasa köpeklerini hatırlatıyor. Yine güncel olaylarla paralellik kurmak mümkün. Halkın kendisine dikte edilene riayet etmediği anda nasıl bir saldırıya maruz kaldığını geçtiğimiz Haziran ayında gözlerimizle gördük. Gezi Parkı eylemlerinde en çok söylenen şey polisin halka düşmana saldırır gibi saldırmış olmasıydı. Onlar da emir kuluydu, sadece denileni yaptılar açıklaması ise yine kitap ile olaylar arasındaki benzerliği vurgulamaktan başka bir işe yaramıyor.

    Başkan’ın sözcüleri

    Hayvan Çiftliği’nde Napoleon yönetimi tamamen el geçirirken kitabın başlarında konuşma sanatında bir deha olarak tanıtılan #Squelar adındaki bir domuzcuk da sahne almaya başlıyor. Onun görevi ‘’Halk’’ arasına karışmak ve Napoleon’un sözcülüğünü yapmak. Kullandığı dil her zaman biraz daha yumuşak, her zaman daha halktan. Sanki hayvanlar söylenenleri yanlış anlamışlar da o yeni baştan kelimeleri anlamlandırıyor. Tıpkı bir takım devlet sözcülerinin, başkan yardımcılarının, bakanların ve hatta valilerin halkın ağzına bir parmak bal çalmaya çalışmaları gibi. Zamanında Hayvan Çiftliği’ni okuyan kimsenin Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Gezi Parkı olayları esnasında yaptığı Cezayir seyahati sırasında yardımcısı Bülent Arınç’ın yaptığı ılımlı konuşmaya kandığını sanmıyorum. Hayvan Çiftliği adlı eser ne işe yaramıştır diye sorulacak olursa en azından bu işe yaradığını şahsen iddia edebilirim.

    Yine güncel olaylarla paralellik kuran bir başka olay Napoleon’un zamanında çiftliğin özgürleşmesinde büyük rolü olan ve sonrasında Jones’a karşı cesurca savaşan Snowball’u karalama kampanyaları olarak düşünülebilir. Diğer hayvanlar “Ama Snowball Cowshed Meydan Muharebesinde cesurca savaştı” dediğinde #sözcü Squelar şöyle der: “Eminim Snowball’un bu savaştaki yerinin abartıldığının anlaşıldığı günler de gelecektir.” Gelecektir de. Hatta Snowball’un vatan haini ilan edildiği günler bile gelecektir. Tarih Napoleoun’un istediği şekilde yavaş yavaş baştan yazılacaktır. Bunu alın insanlık tarihinin neresine koyarsanız koyun, uygulanmakta olduğunu ya da daha daha önceden uygulandığını göreceksiniz. Bilhassa ülkemizde bu her daim yapılagelmiştir ve şimdi de başka şekillerde uygulanmaktadır. Orwell Rusya aklında bu kitabı yazarken bir gün bir Türk yazarın gelip aynı kitapta kendi ulusunun ayak izlerini bulabileceğini düşünebilir miydi?

    Hayvan Çiftliği’nin geri kalanında Napoleon’un yavaş yavaş bir özgürlük savunucusundan diktatöre dönüştüğünü görürüz. Halkı özgürleştiren sözcü olarak çıktığı yolda söylediklerine itiraz kabul etmeyen, kelimeleri eğip bükerek bir zamanların kurallarına başka anlamlar yükleyen, halkından uzaklaşarak rahat refah içinde yaşayan, Jones’un evine taşınan, onun kıyafetlerini giyip içkisini içen, düşman dediği bütün komşularıyla anlaşmalar imzalayan, ticaret yapan, sonunda onlarla ayı masaya oturup kahkahalar atan ve kendi halklarını nasıl idare etmeleri gerektiği hakkında dersler veren bir yöneticiye dönüşür. Bütün bunlar öyle usulca, öyle planlı yapılır ki çiftlikteki hayvanların hiçbiri ne olduğunu anlamaz bile. Çiftliğin ilk ele geçirildiği günlerdeki gibi refah içinde de yaşamıyorlardır zaten. Karnını doyurma derdi onları yeteri kadar meşgul etmektedir. Uzun uzadıya olayları irdeleyecek halleri yoktur. Arada bir liderlerinin kendilerine koklattığı ufak tefek imtiyazlar ya da yaşattığı gurur gözlerini boyar. Napoleon’un diğer çiftliklerle alışverişlerde aracı olarak tuttuğu Whymper’a dört ayak üzerinde bir domuz olmasına rağmen emirler yağdırması, çiftliktekilere hayvanların insanlar üzerindeki üstünlüğünü kanıtladığı için koltuklarını kabartır ve bu onur bile onlara yeter. Dünyaya kafa tutacak bir liderleri vardır.

    Ayrıca her zaman diğer çiftliklerin sahipleri tarafından tehdit altındadırlar. Squelar durmadan pek çok gizli dokümandan bahseder, çiftlikte #ajanlar vardır. Herkes gözünü dört açmalıdır. Ama Napoleon onları koruyacaktır. Her türlü tehlikeye karşı. Zaten iyi olan ne varsa Napoleon sayesindedir. Verdiği yumurta sayısı için Napoleon’a şükreden tavuklar çıkar. İçtiği suyun Napoleon sayesinde lezzetli olduğunu söyleyenler. Hayvanlar birer birer görünmez olmuş, sadece toplu haldeyken bir işe yarayan, bir liderin altında kimlik kazanan bir kalabalık haline gelmiştir. Napoleon’un kendilerine yalan söylediğini gözleriyle gördüklerinde bile bu yalana inanmamayı tercih eden bir kalabalık. Üstelik Orwell’e göre bir gün bu düzen değişecek olsa, hayvanlar bu sefer Napoleon’a başkaldırsa ve yeni bir düzen kursa bir şey değişmeyecek, bir gün o düzen de çürüyecektir. Eşek Benjamin’in dediği gibi: Hayat her zamanki gibi olacaktır: Yani kötü.

    Hal böyleyken Orwell bize güzel, mutlu sonla biten bir masal anlatmaz. Gerçekleri birer ikişer, tokat gibi suratımıza akseder, kendimizle, içinde yaşadığımız toplumla yüzleşmemizi sağlar. Ve bunu okuyan gençler, tarihte hangi dilime düşerse düşsün o tokatların acısını hayatları boyunca unutamaz.

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
BİZİM HAYVAN ÇİFTLİĞİMİZ* Makale Yazarı: Aslı Per…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi