Muazzez Tahsin Berkand
-
Muazzez Tahsin Berkand
Muazzez Tahsin Berkand
“Bizi Edebiyata Koyarlar mı, Bilmiyorum”*Makale Yazarı: Neslihan K. Alpagut
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ocak/Mart 2018, 33. sayıda yayımlanmıştır.
“Elli iki romanım var, elli üçüncüyü yazıyorum,”(1) dediğinde seksen dört yaşındaydı #MuazzezTahsinBerkand. Ülkü Demirtepe ile #1984 yılı Nisan sayısında, #SanatOlayıDergisi için yaptığı bir söyleşide söylemişti, elli üçüncü romanını yazdığını. Aynı yılın 4 Ekim’inde vefat ettiğinde, ardında bir yarım roman bırakmış mıydı, bilinmiyor ya da ben ulaşamadım bu bilgiye. Dile kolay, elli iki ya da elli üç roman yazmak… Belki de ardında bırakmak, bu işin kolay olan kısmı; yazarın pek düşünmediği. Ne var ki, unutulmak istemeyeceği de bir gerçektir. Bu, ardında bırakışın içinde olmayandır. Ama bildiği bir şey var seksen dört yaşındaki Muazzez Tahsin’in, edebiyat dünyasına hiç alınmadığı.
“Edebiyatta sizin yazdığınız türden romanı nereye yerleştirirsiniz?” diye sorar Ülkü Demirtepe. Muazzez Tahsin’in yanıtı kırıktır, neredeyse iç acıtıcıdır: “Bizi edebiyata koyarlar mı bilmiyorum. Bizi içine almadılar.” Oysa can yakıcı yanıtı veren yazar, elli iki romanın yanı sıra, çeviriler de yapmıştır. Romanlarından bazıları adaptedir. Yani, yabancı romanlardan Türkçeye uyarlanmıştır. Bunu yayıncılar istemiştir Muazzez Tahsin’den. O ise bu romanların ilk sayfasına ‘nakleden’ yazılması ön koşuluyla kabul etmiştir. Gerçi bu nakledilen romanlar, hiçbir zaman özgün olanıyla birebir aynı olmamıştır. Kendisinin de dediği gibi, “Yazarken Türk adetlerini kullanıyorum. Mesela bir yerde papaz varsa ben papazı yazmam. O romandan fikir alırım.” Şimdilerde intihal romanlara imza atan yazarların, “intihal” sözcüğünü kesinlikle kabul etmeyişi düşünüldüğünde; Muazzez Tahsin’in belki de intihal kabul edilemeyecek birkaç romanına, bir ön koşul olarak ‘nakleden’ ibaresinin altına adını yazdırması, bence onun edebiyatın içinde anılmasını hak ettiğinin göstergesi olmalı.
#MeryemMuazzez’dir asıl adı. Doğum tarihine ilişkin çelişkili bilgiler olmasına karşın, 1894-1899-1900 yıllarından birinde, Selanik’te doğduğu biliniyor. “Yazarlar sözlüğündeki doğum tarihini doğrulamak amacıyla belki de sorulmaması gereken soruyu sordum,” diye yazar Ülkü Demirtepe aynı söyleşide. Muazzez Tahsin yarı şaka, yarı ciddi, “Hıı, dayak istiyorsun sen!” der, elini de aynı anlamda sallayarak. Demek ki, bu söyleşi yapıldığında ortalama seksen dört yaşında olduğunu düşündüğümüz yazar için, yaş konusu hala çok hassas, dokunulmaması gereken bir konu. Ancak kendisinin, hayran olduğu Halide Edip’e yazdığı mektubunda, büyük yazarla Beyrut’a gidiş yıllarından bahsedişinde ki yaşını düşündüğümüzde, Muazzez Tahsin’in 1899 ya da 1900 yıllarından birinde doğduğu söylenebilir. Neden bu kadar durdum bu yaş konusunda? Çünkü karşımda yaşamı hakkında detayların olmadığı bir yazar var. Onu, yazdığı romanların satır aralarında, kahramanlarının ki- şiliklerinde, yaşına olan bu takıntısında, elimizde olan birkaç söyleşide -ki elimde yalnızca iki adet var- kullandığı sözcüklerle tanımaya, anlamaya çalışıyorum.
Avukat Tahsin Bey’in on iki çocuğundan biridir. 1912 yılında Balkan Savaşı’nın çıkması sonucu, aile Selanik’ten İstanbul’a göç eder. Muazzez Tahsin, özel derslerle İngilizce ve Fransızca öğrenir. İstanbul Fevziye Lisesi’ndeki öğreniminin ardından, #KumkapıFransızRahibe okulu olan Saeurs d’Assomption’da okur. Ardından #Darülmuallimat’ta açılan sınavı kazanır ve kız öğretmen okulunu bitirir. Artık donanımlı bir öğretmen olan Muazzez Tahsin, Üsküdar Refet Kadın ve Kasımpaşa Numune Okullarında Türkçe ve Fransızca öğretmenliği yapar. Ancak bir akşam eve geldiğinde babasını, Nakiye Hanımla -Halide Edip’in öğretmen arkadaşlarından olmalı-, #HalideEdip’in açtığı Beyrut Kız Sultani ve Darülmuallimatı’nda iki yıl öğretmenlik yapmak üzere; Muazzez Tahsin ve Evkaf mekteplerinden birinde hocalık etmekte olan ablası Rabia Hanım’ı, Suriye’ye göndermesi konusunda razı etme çabası içerisinde bulur. Ne var ki, babası kızlarını taşraya gönderme konusunda pek de istekli değildir. Muazzez Tahsin, 26 Ekim #1937 yılında çok sevdiği Halide Edip’e yazdığı mektubunda, babasının rıza göstermesinde kendisinin yalvarmalarının etkili olduğunu söyler. Henüz on altı yaşındadır. “#Beyrut’a gittim, sizin yakınınızda yaşadım ve siz belki de farkında olmadan, benim duygularım üzerinde müessir oldunuz…”(2) satırları da aynı mektupta yazılanlardandır. Ancak #1919 yılında Yıldırım Orduları Beyrut’tan çekilmeye başlayınca, İstanbul’a döner. Muazzez Tahsin, hayranı olduğu Halide Edip’ten ayrı düşse de, bu tarihten yirmi yıl sonra yazdığı mektubunda, yazmaya nasıl başladığını anlatır. O yıllarda ilk romanı “Sen ve Ben” Milliyet gazetesinde tefrika edilmiştir. Ardından Cumhuriyet gazetesinde “Aşk Fırtınası”, Akşam gazetesinde “Bahar Çiçeği”, Son Posta gazetesinde “Sonsuz Gece” tefrika edilir. Pek yakında ise Yedigün’de “O ve Kızı” ve bir başka gündelik gazetede de “Bir Genç Kızın Romanı” çıkacaktır. Hatta bazıları da kitaplaşmıştır. Büyük yazardan isteği, romanları hakkındaki görüşleridir. “Söyleyiniz bana, yazmakta devam edeyim mi? Yazılarım bir gün okunmaya değer olacak mı?” diye sorar. “Ne kadar korkuyorum bilemezsiniz. Romanlarımı takip eden karilerden birçok, birçok mektuplar aldığım, onlardan çok sevgi ve alaka gördüğüm halde, memlekette eli kalem tutan adamlardan bir tanesinin benim için iki teşvik veya tenkid sözü yazmamaları benim cesaretimi öyle kırıyor ki…” satırları ise bugün için de söylenebilir sanki. Neyi, nasıl yapacağı konusunda yol gösterici olmasını ister, hayran olduğu büyük yazardan.
Daha önce de belirttiğim gibi Muazzez Tahsin hayatı hakkında pek bir şey bilinmeyen yazarlardan. Kendisini anlatmayı sevmediğinin yanı sıra, fotoğraf çektirmeyi de sevmeyen yazarın hayatı satır aralarında gizli. Hiç evlenmemiş bu aşk ve sevda romancısının, hemen tüm yaşa- mı boyunca çalıştığını biliyoruz. Beyrut dönüşü Şişli Terakki Lisesi’nde Fransızca ve ahlak dersleri verir. Ancak birkaç yılı geçmez bu ders verişler.1925-1929 yılları arasında Milli Auto şirketinde çevirmenlik yapar. 1929 yılından 1956 yılına kadar da Osmanlı Bankası’nda hukuk işlerinde çevirmenlik ve daktilo-sekreter olarak çalışır.
Ne yazık ki hayatı hakkında ancak bir ansiklopedi maddesi olabilecek bilgiler bunlar. Oysa bir yazarın yaşamı onu tanımaya giden yolun kapısıdır. O kapının ardında yazdıklarının özü gizlidir. Bu yazar popüler edebiyatın içerisinde anılsa da bu tür romanlara ‘insanı bronzlaştıran romanlar’ da dense -Haldun Taner’in, ‘daha çok plajda okunduğu için’ dediği popüler roman tanımıdır- Muazzez Tahsin, popüler edebiyatın dışında anılması gereken romanların da yazarıdır. Elliyi aşkın roman, çeviriler, gazetelerde çıkan öyküler ve bir dönem Türk sinemasının senaryo açığını büyük ölçüde kapamış iki yazardan birisidir. Kısacası, hayatını satır aralarından keşfetmeye çalışmaktan fazlasını hak edenlerdendir. O, kapısını çok az aralamış olsa da hala yok olmamış olan birkaç romanı var ki, edebiyatın tam da içinde anılmayı hak ediyor.
“Aradan yirmi sene geçti. Fakat size yemin ediyorum ki hala bugün bu satırları yazarken, yanaklarımdan ateş fışkırıyor…” satırlarını Halide Edip’e yazdığında otuz yedi yaşındadır. Ama hala 17 yaşının heyecanını hissederek ulaşmaya çalışmaktadır yüreğinin yazarına. Yine aynı mektuptan anlaşılıyor ki, hayatı Beyrut’tan döndükten sonra zorluklar ve acılarla geçmiş: “Beyrut’tan döndükten az zaman sonra sizi kaybettim. Esasen hayat o kadar acı darbelerle beni sarmıştı ki içimde bir ‘yazmak’ arzusu olduğunu bile düşünemeyecek kadar kendimden geçmiştim. Durmadan ve dinlenmeden anam ve kardeşlerim için çalışıyordum. Bütün korkak ve sinirli hallerim geçmiş, kendimde mücadele edecek maddi ve manevi kuvveti bulmuştum.”(3) Bu satırları okuduğumda onun genellikle çalışan kadın başkahramanlarını gördüm. Muazzez Tahsin’in kadınları modern ve çalışan kadınlardır. O halde yazar hangi kahramanda gizli? Ya da en çok hangi kahramanı kendisine benziyor? Ne çok isim geldi şu an parmaklarımın ucuna. Mualla, Leyla, Ferhan… Galiba hepsinde bir parça gizli. Belki de yazarlık böyle bir şey. İstediğiniz kadar kendinizi anlatmayı sevmeyin, hayatınızı saklı tutun; fotoğraf çektirmeyi sevmediğinizden, geriye simanızı gösteren bir hayal bırakmayın; yazılan onca roman birçok şey söylüyor, fısıldıyor, neredeyse resmediyor satır aralarında…
“Bana iyi yazabilmek için ne gibi eserler okumamı, yazılarımda eksik olan şeyin, ne olduğunu, beni gücendirmekten veya kırmaktan korkmadan söyleyiniz…”(4) diye yazdığı Halide Edip’ten gelen yanıt kısadır. Okuyacağını ve o yıllarda çıkan “Yedigün” dergisine hazırladığı ‘Genç Yazıcılara Dair’ köşesindeki makalelerde görüşlerini belirteceğini yazar. Muazzez Tahsin’in bu yanıt karşısında neler hissettiğini bilemesem de, benim yüreğim buruldu. Ünlü yazar, “tabiî isim zikredecek değilim,” diye belirtse de eminim onun beklediği yanıt bu değildi.
Bir başka söyleşiyi ellili yıllarda Neriman Malkoç Öztürkmen ile yapmış. Henüz Osmanlı Bankası’ndaki görevinde olduğuna göre, 1956 öncesi gerçekleşmiş olan söyleşide, Neriman Hanım’ın ‘Edebiyata nasıl başladınız?’ sorusu- na yanıtı, yine bir soruyla olmuş. “Edebiyata başladım mı ben?”(5) Çocukluğundan beri kalem ve kâğıtla dost olduğunu söyleyen yazar, Halide Edip’in yanı sıra Yakup Kadri’yi, Reşat Nuri’yi, Ömer Seyfettin’i, Yahya Kemal’i, Nedim’i, Karacaoğlan’ı sevdiğini, okuduğu- nu belirtmiş. Özellikle #Fransızedebiyatı‘ndan Anatoli France’ı, Colette’i, Andre Moris’i, Rager Martin Du Gard’ı da çok seviyor. #Dickens, #BronteKardeşler, #Cronin ve #StefanZweig da diğer sevdiklerinden birkaçı. O yazmaktan çok önce okumayı seçmiş belli ki. Okur olmadan yazar olmamış. Yine aynı söyleşide, “Dokuz on yaşımda iken, mektepte verilen tahrir vazifelerini lüzumundan fazla uzun yazdığımı, yazmaya kankadığımı hatırlıyorum. Hocam o zaman muhayyilemin kuvvetli olduğunu söyler, yazılarımı sınıfta arkadaşlarıma okurdu,”(6) diye devam eder. Yetişkin yıllarına gelince Muazzez Tahsin, yazmak için yaşarken, yaşamak için de yazmayı istese de hayat şartları onu, ekmek parasını kazanmak için başka işlere de yöneltmiş.
Seksen dört yaşında vefat edene dek yazmaya devam etmiş ve unuttukça da okumuş romanlarını. Unutmuş mudur acaba? Aslında unuttuğunu hiç sanmıyorum. Kız kardeşinin de söylediği gibi roman yazmak onun içinde daima büyük bir tutku olarak var olmuş. “Bir roman hazırladığım sırada titiz ve hırçın değil, bilakis uysal ve sevinçli olurum. Çünkü gündelik hayatımın içine yeni ve taze hayatlar sokulur, benimle beraber yaşar, bana en yakın arkadaş olurlar. Ben yaşayışımı onlarınkine uydurur, etrafımda onları görür gibi olurum. Yarattığım tipler arasında, sahiden yaşıyorlarmış gibi bana çok dost ve sevimli gelenler, kötü oldukları için nefret ettiklerim de vardır.”(7) Yazarın kendi sözcükleriyle anlattığı yazma süreci, emeği; yazdıklarının ister ‘kolay edebiyat’, ister ‘edebi olmayan edebiyat’, ister ‘tüketilen edebiyat’ kısacası popüler edebiyat olarak değerlendiriliyor ve yoksanıyor oluşunu, gerçekten hak ediyor mu, sorusunu sorduruyor…
Romanlarının tümünü bir ananın evlatlarını sevdiği gibi, birbirinden hiç ayırmadan sevdiğini de söyler. Birini dahi kıskandırmadan, birini diğerinden üstün tutmadan sever. Onları dönüp, dönüp tekrar okumanın ardındaki neden, böylesi bir evlat sevgisi olmalı. “Roman yaşayan bir insandır,” diyen Muazzez Tahsin, seksen dört yıllık yaşamının son günlerine dek onlardan hiç ayrılmamış, hep onlarla yaşamayı seçmiş bir kadim yazar bana göre.
Yaşamının bilemediğimiz ayrıntılarında gizli olan hikâyesini, romanlarının satır aralarında gizlemiş derken, o satır aralarından bir hikâye de #1945 yılında yayımlanan “Lale” romanında saklı. Romanın ilk sayfasındaki “Sevgili Ülkerim’e”(8) başlığı altındaki ithafı, Ülker’in kim olduğunu merak ettiriyor: “Bu romanı sen, on beş yaşının huyla dolu heyecan ve alakasıyla bekliyordun. Okuyamadın. Onu senin aziz hatırana ithaf ediyorum. M.T.B.”(9)Ülker, yazarın avukat olan ağabeyi Aziz Tahsin Berkand’ın, yaşamının baharında vefat eden kızıdır. Yaşamını kardeşleri ve annesine adayan, “…hayat o kadar acı darbelerle beni sarmıştı…” diye yazdığı mektubundan da anlaşılacağı üzere, o acı darbeleri “yazmak”la yenen bir güçlü kadındır. Kendi deyimiyle sonu “happy end”le biten genç kız romanlarını yazarak; uzun yıllar sayısız yüreklere dokunmuş, o yüreklere okuma aşkını ekmiş, defalarca baskısı yenilenmiş romanların eşsiz yazarı olarak anılmayı hak etmiş bir yazardır.
1 Sanat Olayı Dergisi, Nisan 1984, Sayı:23, Ülkü Demirtepe Söyleşisi
2 İnci Enginün – “İki Mektup”, Hisar Dergisi, Sayı:134, Mayıs’1975
3 İnci Enginün – “İki Mektup”, Hisar Dergisi, Sayı:134, Mayıs’1975
4 İnci Enginün – “İki Mektup”, Hisar Dergisi, Sayı:134, Mayıs’1975
5 İlk Nesil Cumhuriyet Kadınlarıyla Söyleşiler, Neriman Malkoç Öztürkmen
6 İlk Nesil Cumhuriyet Kadınlarıyla Söyleşiler, Neriman Malkoç Öztürkmen
7 İlk Nesil Cumhuriyet Kadınlarıyla Söyleşiler, Neriman Malkoç Öztürkmen
8 Lale – Muazzez Tahsin Berkand, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, 1980 Baskı
9 Lale – Muazzez Tahsin Berkand, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, 1980 Baskı
Sorry, there were no replies found.
