Roman Kahramanları
Maurice: Gerçek bir Cehennem yapay bir Cennetten daha iyi değil miydi?
-
Maurice: Gerçek bir Cehennem yapay bir Cennetten daha iyi değil miydi?
Maurice “Gerçek bir Cehennem yapay bir Cennetten daha iyi değil miydi?”*
Makale Yazarı: Tülin Tankut
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ocak/Mart 2014) 17. sayıda yayımlanmıştır.
İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından E.M. Forster’in (1879-1970) 1914’te yazdığı, ancak ölümünden sonra yayınlanmasına (1971) izin verdiği “Maurice” adlı romanı, çağları ve sistemleri aşan eşcinsellik -erkekler arası aşk- olgusu üzerine bir sorgulama. Roman eşcinselliğin, günümüzdeki kadar gündemde olmadığı ve tüm boyutlarıyla tartışılmadığı bir dönemde yazılmış olmasına karşın romanda eşcinsellik, kendi tarihsel gerçekliği içinde, toplumun genel durumuna bağlı olarak adeta kuramsal bir düzeyde irdeleniyor.
Konu:
Romana adını veren Maurice, İngiliz orta sınıfından varlıklı bir ailenin çocuğudur. Babasını küçükken kaybetmiş, annesi ve iki kız kardeşiyle Londra civarındaki villalarında yaşamaktadır.Her yeni yetme gibi cinsellik, Maurice için de merak konusudur. On dört yaşındayken öğretmeni Mr. Ducie ile bu konuyu konuşurlar. Ama o, öğretmenin konuşmalarından ve bastonuyla kumun üzerine çizdiği cinselliği simgeleyen şekillerden bir şey anlamamıştır. Öğretmeni ideal bir erkek tanımı da yapmıştır: “İffetli ve basit bir hayatı olan (…) asil bir kadını sevmek, onu korumak ve ona hizmet etmek- hayatın doruk noktası işte bu” (s. 13) Tam ayrılacakları sırada öğretmenin ikircikli, içtenlikten uzak davranışlarıysa Maurice’i sinirlendirir: “Yalancı, kalleş.” (s. 14)
Maurice on altısındayken özel okula geçer. Düşlerinde erkekleri görmektedir. Okulda hoşlandığı erkek öğrenciler vardır ama bunlar gelgeç duygulardır. On dokuzuna geldiğinde komşuları Dr. Barry, bir sohbet sırasında tıpkı hazırlık okulundaki öğretmeni Mr. Ducie gibi cinselliği, üreme işlevi üzerinden tanımlayarak ona canını acıtan şeyler söyler.
Cambridge’e gittiğinde “hiçbir sorunu çözümlenmemiştir ama hiç değilse yeni sorunlar eklenmemiştir.” (s.25) İkinci sınıftayken, üçüncü sınıftaki Clive’a ilgi duyar. Arkadaşı da ona karşı ilgisiz değildir, aralarında bir yakınlık doğar.
Clive:
#Clive da onun gibi annesi ve iki kız kardeşiyle birlikte, Ingiltere’nin epey uzak bir bölgesinde, Penge Malikanesi’nde yaşamaktadır. Ancak aile ilişkileri farklıdır. Maurice’in ailesiyle arası iyidir. Annesinden “hiçbir konuda sorun yaratmaz” diye söz eder, (s. 41) Ailede erkeğin üstünlüğü görüşü egemendir. Maurice kadınlara karşı erkek rolü oynar. Erkek olmanın sağladığı ayrıcalıkları kullanmaktan geri kalmaz. Örneğin, koşulları zorlamaya çalışan kız kardeşi Kitty’e, meslek sahibi olması için gereken parayı vermeye yanaşmaz. Annesi ve kız kardeşleri geleceğin aile reisi Maurice’in bir dediğini iki etmezler. Maurice, babasının izinden gidip işleri yönetecektir. Clive’ın annesi anaç değildir. Ödipal anne figürüne Maurice’in annesi daha yatkındır: Oğluna kızlarından daha düşkündür, onu her zaman destekler … Clive, “annesinin kişiliğini aşağılık bulur, ondan tiksinmektedir”. (s.41) Kız kardeşlerine karşı da ilgisizdir. Öte yandan küçüklüğünden beri “her zaman okuyan, edebiyatla ilgili biridir ve Incil’in,’ hastalığı’ nedeniyle onda uyandırdığı korkuları yatıştıran Platon olmuştur, (s.66) Cambridge’deki ikinci yılında “o biçim’ Pisle/yİ e tanışmış (…) kendi türünden daha başkalarının da olmasından hoşnut kalmış ve onların açık sözlülüğü Clive’a, annesine agnostik görüşlerini anlatmakta güç vermiştir.” (s. 67) Annesi ise fazla tepki göstermemiştir.Clive din konusunda da bilgilidir. Maurice ile Hıristiyanlığı tartışırlar. Sonunda Maurice öylesine etkilenir ki dinle ilgili tüm düşüncelerinden vazgeçer. Aynı şekilde, Clive’ın etkisiyle tatilde “Şölen “i okur. Clive eski Yunanda çoğunluğun eşcinsel eğilimler içinde olduğuna inanır. İlişkilerde onu çeken, genç erkeğin gelecekte yönetime katılacağı için erkeksi özelliğini yitirmemesine özen gösterilmesidir. Oysa heteroseksüel tutucu, eşcinselliği kadınsılaşmakla özdeş kılar. Kadın rolündeki eşcinsel aşağılanır. Erkekliği yadsımaksa benliği yadsımaktır. Biraz da okuduklarının etkisiyle, iki arkadaş birbirlerine erkek kimliğini koruyarak yaklaşırlar. Sınıfsal konumları nedeniyle güç sahibi olduklarından güç yarışına girmezler. Aralarında kadın – erkek rolü olmadığı için birbirlerine cinsel baskı uygulamazlar. Ancak aile, okul, kilise, arkadaş çevresi gibi yapısal belirleyiciler altında hareket etme zorunluluğu, ilişkiyi sürdürmeyi güçleştirmektedir. Sistemin saptadığı cinsel normlara aykırı davrananlar “ahlaksızlıkla” damgalanmaktadır. Geride tüyler ürpertici bir miras vardır: Eşcinseller “bir zamanlar İngiltere’de ölüm cezasına çarptırılırmış.” (s. 204) Kısacası umarsızlıktan zaman zaman birbirlerine düştükleri olur. Görüşleri arasında tutarlılık yoktur, sıklıkla çelişkili duygular yaşarlar.
Maurice temkinsizliği yüzünden okuldan uzaklaştırılır. Eve döndüğünde Clive’dan ateşli mektuplar alır. Ailesinin arzusuysa onu aile reisi olarak görmektir. Yirmi bir yaşındadır, itiraz edecek durumda değildir. Dr. Barry’den yardım ister. Ama doktorun öğütlerinden, ikna çabalarından hiç etkilenmez: “Değişmeyi” kafasından siler.
“İki yıl boyunca, Maurice ve Clive, o burçta doğmuş iki erkeğin tadabilecekleri mutluluğun tümünü doyasıya tadarlar.” (s.92) Derken annesi evlenmesi için Clive’a baskı yapmaya başlar. Penge Malikanesine varis gerekmektedir çünkü. Maurice ise evlilik konusunda ailesinden baskı görmez. Yirmi üç yaşında başarılı bir iş adamı olarak topluma katılır. Clive da avukat olmuştur.
Ancak Clive’a, ilişkinin sorumluluğunu taşımak ağır gelir. Tek başına çıktığı Yunanistan gezisinde kendiyle hesaplaşır. Aslında aradığı anaç bir güven. sevecenliktir. Nitekim Maurice’lerin evinde hastalandığında arkadaşının ona büyük bir özveriyle bakmasına karşın -oturağa bile oturtur- o, bir hemşireyi tercih eder. Clive’ın geçmişe – eski Yunan a – duyduğu özlem sönüp gitmiştir. Hemşireden hoşlanmış, “normal oldum” diye nitelendirdiği değişimi sonucu, Maurice’e olan aşkı bitmiştir.
Bunun üzerine Maurice, kendini işine verir. Ama öylesine yalnızdır ki intiharı bile düşünmektedir. Ruhsal durumundaki iniş çıkışlara karşın gene de cinsel özdenetimi elden bırakmaz. Evlerine konuk gelen çocuk denecek yaştaki Dickie’ye arzu duymasına karşın, dokunmaz. Huzurunu kaçıran şehvet duygusunu yok etmesi için bir doktora gitmeye karar verir. Genç doktor Jovvitt’e eşcinsel hastaları olup olmadığını sorar. Aldığı yanıt cesaret kırıcıdır: “Bu tipler akıl hastalıkları bölümünde olur.” (s. 148)
Clive ona haber bile vermeden nişanlanmış, sonra da evlenmiştir. Karısı Anne’in kişiliği Clive’ın beklentilerine uygun düşmektedir. Artık yaşamının merkezi karısıdır. Arkadaşının evliliği, Maurice ‘in kafasını karıştırmıştır: “Clive, yirmi dört yaşına gelince kadınlara dönmüştür…Acaba kendisi de…” (s. 152) Derdine çare olur umuduyla Dr. Barry ile konuşur. Ama mesleki cehalet, dinsel bağnazlık, eril önyargılar konusunda onun da Dr. Jovvitt’ten farkı yoktur. “İyi bir kız bul, o zaman sorun kalmayacak” diyerek başından savar Maurice’i. (s. 153) Risley, bir kez de ipnotizmacı Lasker Jones’a görünmesini önerir arkadaşına. Konuşmaları sırasında Çaykovski’nin erkek yeğenine #aşık olduğundan söz eder. Büyük bestecinin hikâyesi Maurice’i heyecanlandırır. İpnotizmacı ona hastalığının “bulaşıcı eşcinsellik” olduğunu söyler, (s. 172) Ama “iyileştirme sözü vermiyorum” der. (s. 173)
Maurice karmaşık duygular içinde Clive’a bir kız bulup evlenmek istediğini söyler. Arkadaşı ve karısı bunu duyunca sevinirler.
Alec:
Maurice, Pen Malikanesi’ni ziyareti sırasında avlak bekçisi #Alec ile karşılaşır. Genç adam onu cinsel yönden uyarmıştır. Birlikte olurlar. Maurice bunu “şehvet düşkünlüğü olarak adlandırır.” (s. 199) Birlikteliğin karşılığı olarak Alec’e güzel bir hediye vermek gelir aklına: “O konumdaki bir kişiye insan ne verebilirdi?” (s. 190) Alec’e karşı, para ve toplumsal statüye sahip olmanın avantajına sığınarak ortaya koymuştur kendini. Alec sandığı gibi çıkmayınca da onu başından atmayı düşünür. Ama bedenine söz geçirememektedir. Ondan kurtulmak için hipnotizmacıya ikinci kez gider. “Nefsinin ustaca ıslah edileceği trans halini dört gözle beklemektedir. (…) Diğer erkekler gibi olmak ister, kimsenin istemediği toplum dışı biri değil.” (s. 201) Ama tedaviden sonuç alınamaz. Hipnotizmacıdan ayrılırken “eski beni “ne kavuşur: “Bilim, ondan ümidi kesmiş olsa da, kendisi kendinden umudu tam olarak kesmemiştir.Ne de olsa, gerçek bir Cehennem, yapay bir Cennetten daha iyi değil miydi?” (s. 207)
Alec’e döner. Ama Maurice’in “aristokrat kimliği”, ona olan tutkusuna teslim olmasını engellemektedir. Çatışmalarının temel nedeni sınıfsaldır. Maurice, alt katmanlara tepeden bakar. Siyaset konusunda çevresindekiler gibi, “radikallerin yalancı, sosyalistlerin çılgın olduğunu” düşünmektedir, (s. 162) Alec, Maurice’nin sınıf iktidarının ikiyüzlülüğünü ve bencilliğini yüzüne vurur. Onun gözünde gerçek yerinin ne olduğunu öğrenmek ister. Kendisi, “ayrı dünyalar” engelini aşmaya hazırdır. Kafa karışıklığı, suçluluk duygusu, ihanete uğrama kaygısı…birbirlerine güven duymazlar. “Alec de kendi sınıfının içine gömülmüştür boğazına kadar.” (s. 219) Eşcinselliği seçmesinde topluma karşı gizli bir başkaldırı vardır. Sınıfsal konumu yüzünden burjuva dünyasından dışlanmışlığın öfkesi içindedir. Hizmetkârlık ettiği Pen Malikanesi’nde gördüğü aşağılayıcı muameleden yakınır Maurice’e. Emirler yağdırırlar ama ismini öğrenmek zahmetine bile katlanmazlar. Onun ödün vermez tutumu Maurice’i şaşırtır; yaşadıklarının bilincine vardıkça gerçeklikle hesaplaşma arzusu güçlenir. Konuyu Clive’a açar. Alec bir hizmetkâr, efendisinin şehvetini dindiren alt tabakadan bir “oğlan”dır Clive’ın gözünde. Ama Maurice onun sözlerine kulak asmaz. Alec, karşılık beklemeden veren, özverili biridir; Clive’ın tersine aşkı güce, kudrete yeğlemekte, ülkeyi terk edip birlikteliklerini özgürce yaşamak istemektedir. Kendi de işadamı kimliğinin baskısından onun sayesinde kurtulmuştur. Clive ise bastırılmış eşcinsel duygularıyla yüzleşmekten kaçmış, sınırlarını zorlamamıştır. Giderayak bunu Clive’ın yüzüne vurur.
Dönemin aşk anlayışı:
Yazar, platonik aşkın kökenindeki tutuculuğa dikkat çeker. Clive’ın aşk anlayışı, yukarıda da değinildiği gibi, “Sokrates’in Phaiedos’a beslediği aşkla” örtüşür: “Tutkulu ama ılımlı ve yalnız çok incelikli kişilerin anlayabileceği bir aşk” (s. 93) Clive, Maurice’i bu açıdan yeterli bulmaz. Ama onu, “münzevi ya da kösnül bir yaşamdan çok daha doyurucu (olan) dün yanın soyluluğunun ve güzelliğinin tadını tam anlamıyla çıkarmaya” yönelik olarak eğitir, (s.93)Eşcinselliğe duyulan toplumsal karşıtlık Clive üzerinde öyle güçlü bir etki bırakmıştır ki, karısıyla olan birlikteliğinde de libidodan çok egonun doyurulmasını önemser. Karısı da dişi kuş olarak yetiştirildiğinden aralarında sorun çıkmaz. Karı koca birbirlerini çıplak görmemişlerdir. “Üretim ve sindirimle ilgili işlevleri yok saymaktadırlar.” (s. 156) “Güzel gelenekler (karı kocaya)kucak açmakta – engelin arkasında ise dudaklarında yanlış sözcükler, yüreğinde yanlış arzularla boşluğu kucaklayan Maurice gezinmektedir.” (s. 157)
(Clive gerçeği karısından saklamıştır.)
Ahlaksal gerilim içinde olduklarından Maurice ve Clive tensel olmayan bir birliktelik kurmuşlardı. Alec ise cinselliğin bir zevk olduğunu öne sürer. Kızlardan da uzak durmaz. “Hem kadınlara hem erkeklere ilgi duyulmasını doğal bulur.” Maurice ise, “doğal denen şeyin insanın hissettiğinden öte bir şey olmadığına” inanır, (s.214)
Alec’in doğal özgürlük arayışı, ilk bakışta kendinden kaynaklanıyor gibi görünse de bunda hizmetkâr olarak çalıştığı çevreyle olan iç içe etkileşimin rolü vardır. Örneğin Maurice – Clive aşkının farkındadır. Ama onların konumlarından gelen kaygılarına karşılık o, statü kaygısı olmamanın verdiği ataklıkla daha fazla eylemcidir. Kültürü ve bilinçliliği ölçüsünde o da diğerleri gibi iç hesaplaşma yaşasa da onlar kadar baskı ve korku hissetmez. Alec, aşkın gücüne inanır. Bağımsızlığından bilerek vazgeçmek ona koymaz. Maurice için ise aşk, zaman zaman özvarlığını tehdit eder hale gelmiştir. Alec’le geçici olarak ayrıldıklarında, aşk hakkında içselleştirdiği erkek rasyonalitesini konuşturur: “Aşkın bir şeyler yaratması beklenemez.” (s. 226) Yazar bir yandan da günümüzde sıkça tartışılan şu soruyu atar ortaya: Özvarlığı çerçevesinde nedir aşk? Aşkın temel yasası “adanma”, kendini sevgiliye adama ise, ucu aşk köleliğine varıyorsa?Roman boyunca eşcinsel tabunun birey üzerindeki yıkıcı etkilerine değinir. Gelenekler, yasa korkusu, kadınlara ilgili duyuyormuş gibi yapmak, yalan söylemeye zorlanmak, her gittiği yerde kendisinden “normal” erkek olduğunu kanıtlamasının beklendiğini bilmek… iç dünyada yaşanan zevk, tepki, kin dışa vurulmaz. Eşcinselliğin getirdiği yalnızlık, yer yer kurnazlık, cinsel doyumsuzluğun yarattığı dengesiz düşünme edimi vb. çelişkiler, saygınlığı koruma adına, içte gizlenmeye çalışılır. Böylelikle romanda değindiği, cinsiyetçi kafalardaki “eşcinsellikle kötülük arasında doğal bir bağ” olduğu mitini de sarsmış olur.
Kadın düşmanlığı:
Ancak romandaki eşcinsel karakterler kendilerini ezen ataerkil düzenin değer ölçütlerini benimsemiş olduklarından cinsel rol dağılımını, kadın ezilmişliğini eleştirmezler dolayısıyla ezilen cins olarak kadınlarla özdeşlik kurmazlar. Maurice ve Clive “İkisi de (…) kadınlardan hazzetmezler. (…) kadınların yaptığı her şey aptalca gelmektedir onlara. (…) Bunda toplumsaldan çok doğal bir uygunsuzluk görmektedirler.” (s. 94) Platon’u okurken, o dönemde de sürdürülen, kadın üzerindeki eril baskı tartışmalarıyla ilgilenmemişler, “kadını doğayla eşleştirme saplantısı”na düşmüşlerdir. Kullandıkları dil gücün belirtisidir. Toplumsal statülerinin getirdiği özellikleri korurlar ( Av partileri, hizmetkârlara bahşiş dağıtma gibi).Alec’te kadın düşmanlığı belirgin değildir, ancak o da diğerleri gibi, “erkeğe özgü” davranışları içselleştirmiştir. (En basitinden erkek sporlarına düşkündür.)
Yazarın, Alec ile Maurice’i, karşılıklı hesaplaşma mekânı olarak “erkek uygarlığı”nın simgelerinden* British Museum’da buluşturması ilginçtir! Yazar eşcinselliğin ataerkil düzeni tehdit ettiği için baskı altında tutulduğunu savunur. Erkeğin üstünlüğü miti iktidar mekanizmalarının tümüne nüfuz etmiştir. Final sahnesinde papaz Mr. Borenius’un görünmesi boşuna değildir. Arjantin yolcusu Alec’i uğurlamaya gelmiş; gittiği yerde “kiliseye üye olur ümidiyle” (s.229) rahibe verilmek üzere bir tezkere getirmiştir. Yazar, dinin insanı çok yönlü kontrol altında tuttuğunu sürekli ima eder. Baba, ailenin reisidir, görüşü de dinden destek alır. Baskının kalkmasıysa ancak toplumsal düzenin değişmesiyle olasıdır.Peki, Penge Malikanesi’nin “çatısındaki çatlaklan giren yağmurun aileyi uğraştırması ne anlama gelmektedir?
Romandaki sınıfsal kurgudan da anlaşılabileceği gibi Clive, Maurice’in kararını öğrendikten sonra ikiyüzlülük içinde sürdürdüğü aile yaşamına geri döner. Maurice egemen sınıfın değerlerini aşıp gerçek durumunu ortaya koyma çabası içindedir. Yazar söz konusu düzen değişikliği için Alec’in sınıf dürtülerine güvenir. Onun aracılığıyla işçi sınıfının içtenliğinden, güvenilirliğinden övgüyle söz eder, tabii eleştirel tutumundan ödün vermeden. Alec’in işçi sınıfından sıyrılmaya baktığını gizlemez. Ama onun sınıfsal konumu nedeniyle ailesi ve toplumla yaşadığı çatışmalardan kesitler sunarak yaşadığı güçlüklere dikkat çeker. Üç eşcinsel karakter aracığıyla da eşcinselliğin sınıfsal, toplumsal, hukuksal, siyasal, tüm boyutlarından soyutlanıp bir “hoşgörü” sorununa indirgenemeyeceğini gün yüzüne çıkarır. Uzmanlarca öz yaşamsal öğeler taşıdığı iddia edilen romanın iletisini de kendisi açıkça dillendirir; daha doğrusu özlemini dile getirir: “Mutlu son zorunluydu. Yoksa bu kitabı yazmazdım. Hiç değilse edebiyatta, iki erkek birbirlerine âşık olsunlar ve edebiyatın izin verdiğince sonsuza dek öyle kalsınlar istedim.” (Kapağın arka kapak yazısında)
Günümüzde eşcinsellik
Romanın yazıldığı dönemde (1914) eşcinselin en büyük korkusunun, toplum içinde bilinmek ve toplum dışına itilmek olduğunu görüyoruz. Erkeğin “üstün cins” sayıldığı yerde eşcinsele iyi gözle bakılmayacağı açıktır.
Günümüzde de, dünyanın her yerinde ve her toplumsal kesimde, eşcinselliğini kapalı kapılar ardında yaşamaya yazgılı kılınmış, çoğu evlenip çoluk çocuk sahibi olmak zorunda bırakılmış çok sayıda insanın varlığından söz ediliyor. (Gizlilik yüzünden iddiaların doğruluğu konusunda ne diyebiliriz?)Bu güne kadar eşcinselliğin aileyi yok edeceğinden korkuluyordu. Batı toplumlarındaysa aile, artan boşanmalarla sarsılırken yasal olarak evli eşcinseller toplumda yerlerini alıyorlar. Tıp bilimi sonunda eşcinselliğe yönelik önyargılardan kurtarılabildi; eşcinselliğin hastalık olduğu savı, yeni bilimsel bulgularla çürütüldü. Öte yandan toplumsal değişime koşut olarak aşk anlayışı da değişiyor. Sanal aşk, biyolojik yapıya meydan okuyor. Cinsel itki bedenden ayrılmış gibi görünüyor. Üremeden bağımsız bir cinsel yaşam ilgi görüyor. Bu tür gelişmeler, insanlığı cinsellik üzerine yeniden düşünmeye zorluyor. Ama dünyanın her yerinde eşcinseller Viktorian tutuculuğu aratmayacak ölçüde baskılarla karşılaşıyorlar. (İran’da idam cezası, Putin Rusya’sında homofobik yasaların çıkarılması, hukuksuz uygulamalar… saymakla bitecek gibi değil!)
Eşcinsel hareketleri ise, cinsel kimliklerinin tanınması, haklarının hukuk yoluyla garantiye alınması için mücadelelerini sürdürüyor. Artık yalnız da değiller. Cinsel eğilimlerin sınıflandırdığını görüyoruz. LGBT (Lezbiyen, gey, biseksüel, trans ) koalisyonu çeşitli etkinliklerle seslerini kamusal alanda da duyuruyor. İleri teknolojinin geliştirdiği ulaşım ve iletişim araçları, örgütlenmelerini kolaylaştırıyor. Mücadelelerinde cinsiyetçiliği sorgulayan feminist hareketlerin katkılarını da atlamayalım. Madalyonun öbür yüzüne gelince; piyasa ekonomisinin cinselliği kâr amacıyla sömürmesinden kuşkusuz farklı cinsel yönelimli kesimler de payını alıyor ki bu ayrı bir yazı konusudur. Ancak onların mücadelelerinin, toplumda demokrasinin yaşayabilmesi ve geliştirilebilmesi için verilen mücadelelere güç katacağı yadsınamaz.
Sonuç olarak roman, yazınsal yetkinliğinin yanı sıra cinsiyetçilikten olabildiğince uzak dili, özellikle karakterlerin iç sesleri aracılığıyla biz okurların, eşcinsellik hakkındaki önyargılarla dolu bilgilerimizi, sorgulamamıza fırsat tanıdığı için okunmaya değer, kanımca. ■
————–
Maurice, E.M. Forster, iletişim Yayınları A.Ş. Çeviren Sadri Ülkü, 1. baskı, Eylül 1994#EdwardMorganForster #Maurice #PengeMalikanesi #eşcinsel #edebiyattaEşcinsellik #Viktoriantutuculuğu #erkekuygarlığı #Kadındüşmanlığı #TülinTankut #EMForster #Forster #Sayı17
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.