Marguerite Gautier (Marie Duplessis): ÇOCUKLUK GÜNLERİMDEN İKİ ROMAN

  • Marguerite Gautier (Marie Duplessis): ÇOCUKLUK GÜNLERİMDEN İKİ ROMAN

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 14:21'de 11 Temmuz 2024

    ÇOCUKLUK GÜNLERİMDEN İKİ ROMAN*

    Makale Yazarı: Afşar Timuçin

    *Bu makale Roman Kahramanları dergisi 2. sayıda (Nisan/Haziran 2010) yayımlanmıştır. 

    Geçen yıl bir sahafın tozlu raflarında gezinirken #çocukluk günlerimin o ilginç romanını buldum. Babamın kitaplığında görüp aceleyle okuduğum ve elbette o yaşlarda çok bir şey anlamadan okuduğum romanlardan biri de oydu. Gerçekte sıradan bir konuyu işliyordu. Dimitri Karamazof’un aşırı katılıklarını, Aleksi Karamazof’un insan sevgisiyle dolu yüreğini, Staretz Zosima’nın bilgeliklerini kavramaya çalışan çocuk ruhum elbet Kamelyalı Kadın’ın huyunu suyunu kavramakta bir ölçüde eksik kalmış olsa da en azından onun acılarını anlamakta büyük bir güçlüğe uğramamıştı. Bir kitabı anadilinden okumanın hazzı daha başka oluyor. Marguerite Gautier’nin kısa süren acılı yaşamı bize her şeyden önce okuma yazmayı sonradan öğrenmiş, bununla birlikte #Paris’te soylu kadın havalarına bürünmüş bir kibar fahişenin de insan yüreği taşıyabileceğini pek güzel gösteriyor.

    Çocuk yaşlarımda #gözyaşıdökerek okuduğum bu kitap şimdi bana duygu yüklü bir romandan çok son derece #düşündürücü bir roman olarak göründü. Gerçekte bir dönem Paris’te bütün gözleri üzerinde toplamayı bilmiş bir genç kızın, Mademaiselle Marie Duplesis’in roman kahramanına dönüştürülmüş varlığı beni en çok sevilenin bile önünde sonunda vazgeçilebilir olabilmesiyle etkiledi. Alexandre Dumas Fils kitabın başlarında anlatıcının ağzından fahişeler için bitmez tükenmez bir hoşgörüsü olduğunu söyler. Ancak önünde sonunda bu anlamda her tertemiz serüven oğlunu o kadından kurtarmak isteyecek babanın ağırlığını koymasıyla acılı bir biçimde sona erecektir. Bunun önüne kimse geçemez. “Bunlar sessiz doğdukları gibi sessiz batan güneşlerdir. Genç öldülerse ölümleri tüm sevgililerince aynı anda duyulur, çünkü Paris’te hemen hemen böyle bir kızın tüm sevgilileri birbirleriyle içli dışlı yaşarlar.” En parlak günlerinde erkekler onun çevresinde dönerler. Marguerite’i böyle görkemli bir yaşam içinde seçkin ortamlarda, özellikle oyunların ilk gösterimlerinde görmek çokları için bir alışkanlık olmuştur. Üç şey onun simgesi gibidir: cep dürbünü, şekerlemeleri ve bir demet kamelya. Oysa o yıllar veremin Marguerite’i içten içe yemeye başladığı yıllardır.

    Alexandre Dumas Fils’in (1824- 1895) La Dame aux Camélias’sı #1852 tarihini taşır. Bu roman alttan alta bir takım ahlaki kaygılarla yazılmıştır. Alexandre Dumas Fils her şeyden önce bir ahlakçıdır. Gerçekçilikten çok #ahlakçılık onu ilgilendirir gibidir. Yazar tüm yapıtlarında toplumdaki tüm olumsuzlukları ailenin yetersizliğine bağlar. Bu dünya kötü kurulmuş bir dünyadır. Dünyayı alabildiğine değiştirmek gerekir. İnsanlığı felaketlerden kurtarmak isteyen bir geç kalmış peygamber görünümündedir o. Ona göre aileyi bozan etkenlerden biri de para hırsıdır. O kadını da erkeği de aile sorumluluğunun dışında yetiştiren eğitim kurumlarına karşıdır. Daha genel anlamda insanın bencilliğini kışkırtan tüm yaşam koşullarının düşmanıdır. Ne olursa olsun o her şeyden önce bir La Dame aux Camélias yazarıdır. Bazı yazarların zaman zaman şans gibi zaman zaman şanssızlık gibi görünen bir özellikleri vardır: yapıtlarından biri tüm öbür yapıtlarını gölgeler. Bu ilginç roman da Aleksandre Dumas Fils’in öbür yapıtlarını gölgelemiştir.

    Romanın ilgi çekici bir özelliği de bize daha önceki bir dönemin gene ünlü bir romanını anımsatmasıdır. Sözkonusu roman Abbé Prévost’nun (1697-1763) 1731’de yayımlanan Manon Lescaut’sudur. La Dame aux Camélias’da üç yerde Manon Lescaut adı geçer. Marguerite’e sevgilisi Armand Duval #ManonLescaut’yu armağan eder. Zaman geçer, işler ters döner, Armand Duval sevgilisinin okuduğu Manon Lescaut’yu masanın üstünde açılmış görür: Belki de Marguerite bu ilginç romanı defalarca okumuş, onda kendi yazgısını bulmuş, daha ötede onda kendini tanımaya çalışmıştır. “Manon Lescaut masanın üstünde açıktı. Bana öyle geldi ki sayfalar sanki yer yer gözyaşlarıyla ıslanmıştı.” Manon Lescaut’nun ve #MargueriteGautier’nin yazgıları çok benzeşir. İkisi de sevgililerini çılgın gibi severler. İkisinin sevgilisi de bir kadını lüks içinde yaşatabilecek iktisadi güce ulaşmış değildir. Bu yüzden Manon da Marguerite de zengin erkeklerin olanaklarından yararlanmak için hiç de hoş olmayan bir yolu seçmişlerdir. Des Grieux’nün babası da Armand Duval’in babası da toplumsal açıdan yüksek düzeyde kişilerdir ve oğullarını onursuz biçimde para kazanan kadınların eline bırakmak istemezler. Oysa o kadınlar sevgililerini ölesiye severler, hatta denebilir ki bu kadınlar bu mesleğe daha önce başlamış olsalar da bu onursuz yaşamı sevgililerine olan sevgi ve saygıları yüzünden sürdürmek isterler. Ama baba yüreği bunu kaldırmaz. Armand Duval’in babası “Her Manon bir Des Grieux yaratabilir” der.

    Aralarında yüzyılı aşkın bir süre de olsa bu iki roman birbirlerinden bir şeyler taşırlar. Aralarındaki tek ayrım sonrakinin tüm ahlakçı kaygılarına karşın daha gerçekçi olması, öncekininse gene ahlakçı bir çerçevede yazılmış olmakla birlikte pek de inandırıcı olmayan olay dizileriyle oluşturulmuş olmasıdır. O kadar çok benzerlik vardır ki aralarında, Des Grieux’nün sevgilisinin peşine düşüp yürüyerek Paris’e gitmesiyle Armand Duval’in Marguerite’i bulmak için yürüyerek Paris’e gitmesi aynı imgelemden çıkmış gibidir. Her ikisinde insana garip gelen şey akıl almaz büyüklükte bir sevginin küçücük engellere çarpıp yok olmasıdır. Belki babalar anlayış gösterselerdi, sevgilileriniz bundan sonra tek durabilecekse gibi bir koşulla oğullarının tutkularına saygı gösterebilselerdi her şey çok değişik olabilirdi. Ama o zaman bu yapıtlar hem roman için gerekli olan gerilimlerinden yoksun kalırlardı hem de ahlaki bildirilerini yoksaymış olurlardı. Öte yandan örneğin Manon tek durabilir miydi? Sanki içgüdüsel bir yönelimle sevgilisine bağlanan bu küçük kız tüm ahlaki tutarsızlıkların ötesinde bir yaşam sürmeyi becerebilecek miydi?

    La Dame aux Camélias’dan sonra Manon Lescaut’yu da anadilinden okumak şu sıra benim için bir zorunluluk oldu. Gene çocuk yaşlarımda okuduğum ama beni doğrusu çok da etkilememiş bir romandı o. Şimdi Manon Lescaut’yu yeniden okuyorum. Ne garip, çokça ilgimi çekmemiş olan bu romanı okudukça anımsıyorum. Aradan geçen yarım yüzyılı çok aşan bir zaman parçası bazı şeyleri tümüyle silip götürmemiş. Keşiş, asker, gazeteci Abbé Prévost, çat orada çat burada yaşayan bu yaman serüvenci Manon Lescaut’yu yazarak ilk gerçek çağdaş romanı bize kazandırdı. Onun en büyük ustalığı sevmekle acı çekmeyi tek bir yaşam gerçeği gibi yaşayan insanları bize tanıtmış olmasıdır. La Dame aux Camélias Alexandre Dumas Fils’in öbür yapıtlarını nasıl gölgelediyse Manon Lescaut da Abbé Prévost’nun öbür yapıtlarını öyle gölgelemiştir. Sevgili uğruna yaşayıp sevgili uğruna her şeyi ölümü bile göze alabilen insanların dünyası kolay kolay girilir bir dünya değildir. Bu romanlar bize o dünyaların gerçekliğini gösterdi. Ardı arkası kesilmeyen özveriler ve parça parça olmuş yürekler… Her şey bu cümlede özetlenebilir.

    Manon Lescaut’nun yazıldığı zamanın yaşam koşulları duyguculuğun belirleyiciliğine karşın sanatta gözlemi birinci planda önemseyen koşullar oldu. Bu zamanın yazarları ahlakçılığı bir temel bakış açısı olarak benimsemiş görünüyorlardı. Dönem Aydınlanma dönemiydi. Aydınlanma’nın dışında kalan yazarlar da Aydınlanmacılar gibi yaşamı insan ilişkilerinin tutarlılığında görüp değerlendirmek istiyorlardı. Manon Lescaut, Gustave Lanson’un da belirttiği gibi bir tutku romanıdır. İki insanı alıp götüren, yerden yere vuran, onların ruhlarını ve yaşamlarını tüketen bir yaman tutkudur bu. Bu tutku gizlerle örülmüş ya da bulandırılmış bir tutku değildir, her insanın yaşayabileceği bir tutkudur yani o kadar olağandır, bir bakıma da her insanın yaşayamayacağı bir tutkudur, göze alınası bir şey değildir. Aşk yücelten bir güç müdür? Bu aşk Manon’u da Des Grieux’yü de alçaltır. Onlar aşklarında tükenip gidene kadar severler birbirlerini: birbirleri için her şeyi göze almışlardır. Onurlu bir adamın olmaz diyeceği her şeye boyun eğer Des Grieux, yeter ki Manon’u elinden kaçırmasın. Manon bir küçük kızdır, şövalyesini sevmekten başka bir kaygısı yoktur. Manon Lescaut’da tutkuyu tam bir gözüpeklikle nereye kadar götürebileceğimizin göz korkutan bir örneğini buluruz.

    La Dame aux Camélias’nın yazıldığı zamanlar Aydınlanma’nın geçmişte kaldığı zamanlardı ama Aydınlanma çoktan yaşama geçmişti. Aydınlanma ya da değil, bu iki kadının yaşamı gerçekte ahlaki birer örnek oluşturmasıyla önemliydi. Biz bu iki yapıta o açıdan bakabiliriz ya da bakmayabiliriz, ama bu yapıtlara bir ahlakçı titizliğiyle yönelen her kişi onlarda ders alınabilecek birçok öge bulacaktır. Her şeyden önce şu genel sonucu çıkarmak hiç de zor olmayacaktır: ahlakdışı her yaşam insana acı verir. Aydınlanma’nın en önemli romanı La Nouvelle Héloise’a benzemez bu iki roman. Rousseau’nun romanında nice toplumsal sorun ortaya konmuştur, tartışılmıştır, irdelenmiştir. Felsefe adına ya da toplum düzeni adına yazılmış bir romandır Rousseau’nun romanı. Ancak bizim ele aldığımız bu iki romanın bu tür kaygıları yoktur.

    La Dame aux Camélias’ya acıların romanı dense yeridir. Oğul Alexandre Dumas acıyı erkenden tatmış bir kişiydi. O Baba Alexandre Dumas’nın terzi Catherine Labay’den doğmuş olan evlilik dışı oğluydu. Sorumsuz, kadına düşkün, uçarı baba oğluyla pek ilgili değildi: Catherine’i ve oğlunu Passy’de küçük bir daireye atıp gitmişti. Bereket Catherine tuttuğunu koparan bir kadındı. Küçük Alexandre’ın künyesine komşuları şu notu yazdırmışlardı: “Marie-Catherine Labay’le kim olduğu bilinmeyen bir babanın oğlu.” Alexandre 1844 güzünde kendi yaşında bir kibar fahişeyle tanıştı: Marie Duplessis. “İnce ve uzundu, kara saçlıydı, yüzü pembe beyazdı. Başı küçücüktü, uzun pırıl pırıl gözleri vardı, bir japon kadını gibiydi…” Alexandre Marie Duplessis’i böyle tanımlar. Ona göre bu kadının dişleri dünyanın en güzel dişleridir. Marie Duplessis Paris’in önde gelen kişilerinin metresidir. Edebiyata meraklıdır: Rabelais’yi, Hugo’yu, Lamartine’i, Musset’yi pek sever. Piyanoda barkaroller ve valsler çalar. Fahişelikten vazgeçemez, çünkü yılda yüz bin altın-frank harcamaya alışmıştır.

    Veremlidir ama şampanyasız edemez, kahkahalar atarken kan tükürür. Besbelli Alexandre’dan bir Des Grieux yaratmak istemektedir. Romandaki Armand Duval, Alexandre’ın ta kendisidir. 30 Ağustos 1845’de Alexandre, Marie Duplessis’le ya da romandaki Marguerite Gautier’yle ilgisini keser: “Sevgili Marie, çok isterdim ama sizi sevebilecek kadar zengin değilim, sizin istediğiniz gibi sevilecek kadar da yoksul değilim.” Sorun nedir? Marie’nin gerekçesi kendi açısından sağlamdır: senin gelirin benim yaşamımı karşılamaya yetmez, bu yüzden benim başka erkeklerle birlikte olup para kazanmam konusunda engel çıkarma, ben onları seni sevdiğim gibi sevmiyorum ki… Marie Duplessis ya da Marguerite Gautier 3 Şubat 1847’de yirmi üç yaşında veremden ölür. Armand Duval ya da Alexandre Dumas Fils sevdiği kadının ölümünü Marsilya’da öğrenir. Pişmanlık içinde ne yapacağını bilemez. Böylece Alexandre Dumas Fils anılarından yararlanarak insanın içini parçalayan bir roman yazmıştır.

    La Dame aux Camélias’nın sonlarında acı büyük boyutlara ulaşır. Armand başını alıp gitmiştir ve Marguerite ölümle yıkışmaktadır. Marguerite Armand’a umutsuzca yazdığı mektuplardan birinde şöyle der: “Bu odadan canlı çıkabilirsem birlikte kaldığımız eve hacı olmaya gideceğim, ama bu odadan benim ölüm çıkacak.” Bir başka mektubunda sorar sevgilisine: “Buraya ben ölmeden dönmeyecek misiniz? Aramızda her şey sonsuza kadar bitti mi? Gelseydiniz iyileşirdim gibi geliyor bana. Ama neye yarar iyileşmek?” Onun son saatlerine tanık olan kişi Armand Duval’e şunları yazar: “Her şey bitti. Marguerite bu gece iki saat kadar can çekişti. (…) İki üç defa yatağında dikildi, Tanrı’ya yükselen ruhunu yakalamak istiyor gibiydi. Bu arada iki üç defa adınızı andı, sonra sesi kesildi, bitkin düşüp yatağına serildi. Gözlerinden sessiz yaşlar akıttı ve öldü.” Aşkın olduğu yerde, ama aşkın gerçekten bir adanmışlık olarak varolduğu yerde herkes Des Grieux’nün sorduğu şu soruyu ister istemez kendine soracaktır: “Aşk masum bir tutkudur, o nasıl oldu da benim için bir yoksunluklar ve düzensizlikler kaynağı olup çıktı?”

    #KamelyalıKadın #kibarfahişe #soylukadın #cepdürbünü #şekerlemeler #kamelya #LaDameauxCamélias #geçkalmışpeygamber #acılarınromanı #afşartimuçin

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
ÇOCUKLUK GÜNLERİMDEN İKİ ROMAN* Makale Yazarı: Af…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi