Roman Kahramanları
Ludovic Fleury (Ludo): Uçurtmalar: Umutsuzluk Her Zaman Bir Boyun Eğiştir
-
Ludovic Fleury (Ludo): Uçurtmalar: Umutsuzluk Her Zaman Bir Boyun Eğiştir
Uçurtmalar: “Umutsuzluk Her Zaman Bir Boyun Eğiştir.”*
Makale Yazarı: Pınar K. Üretmen
*Bu makale Roman kahramanları dergisi 29. sayısında (Ocak/Nisan 2017) yayımlanmıştır.
Uçurtmalar’da kelimelerle, imgelerle sürrealist bir tablo çiziyor Romain Gary: Acı ve ölümün kol gezdiği bir savaş alanında gökyüzünde aşkı ve umudu anlatan rengârenk uçurtmalar. Tarihin insan onurunu kurban verdiği, toplumsal utanç ile yüzleştiği en derin yaranın zemininde kan izleri, gökyüzündeyse inadına aşk renkleri.
#Tarkovski, zaman kaybolmaz, ruhlarımıza deneyimler olarak yerleşir ve içimizde durur, demektedir. Ahlaksal olarak neden sonuç soruları sorarak bağ kurar, geçmişimize geri döneriz. Ünlü yönetmene göre nostalji, geçmişte yapabileceğimiz halde yapamadıklarımız yüzünden yaşadığımız keder ve suçluluk duygusudur. Uçurtmalar’da da tarihle hesaplaşma adına sorular sorar, geçmişle bağ kurar ve anılarını tarihsel belleğe emanet eder Romain Gary. Hayat hikâyesiyle birlikte ele aldığımızda otobiyografik detayların ve tarihi olayların kurmaca içine girdiğini gözlemleriz. Kitap, yazarın içinde duran ve kaybolmayan zamanın ve vicdanın anlatısı olarak da okunabilir böylece.
#İkinciDünyaSavaşı yıllarında #Fransa’da geçer hikâye ve en yalın haliyle büyük bir aşkı anlatır. Ludovic Fleury ya da amcasının çağırdığı adıyla Ludo’nun hayat hikâyesi olarak okunabilir bu haliyle. İçerdiği katmanlara bakıldığındaysa insanlık tarihini, savaşları, Fransız İhtilalinden İkinci Dünya Savaşı’na doğru uzanan süreçte aydınlanma ülküsünün ve modernizmin geldiği noktayı, dünyanın faşizme doğru aldığı yolu, insanın içinde yer alan iyilik ve kötülüğü anlatan, göstergeleri ve imgesel göndermeleriyle tarihsel bilince ışık tutan bir anlatıyla karşılaşırız. Zemininde İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli mekânlarından #Normandiya oturmakta, zamansal dönemini ise insanlık tarihinin dönüm noktalarından biri, belki de en önemlisi olan İkinci Dünya Savaşı yılları oluşturmaktadır. Unutmamamız, ders almamız gereken bir tarihin bilincini emanet eder bize.
Nedir hatırlanması istenen tarih? Birer ân ya da duygu olarak aklın çekmecelerinde saklanan anılar güzel olana dairdir daha çok. İnsan, iyi ve mutluluk verici olanları kaydetmek ister belleğine. Doğaldır bu, acı verenden, üzücü olandan kurtulma isteği bir hayat refleksidir aynı zamanda. Bilinçdışına iterek yok saymaya çalışırız kötülükleri, mutsuzlukları. O zaman ders almamız gereken ama acı ve gözyaşıyla dolu olduğu için unutmaya çalıştığımız anıları kim, nasıl saklayacak? Kim anlatacak gerçeği bize? Kişisel ya da toplumsal bellekleri yok olmaktan kurtaracak olan ne? Tarih kitapları mı yoksa sanat eserleri mi şahitlik edecek tarih bilincine?
İşte dar anlamıyla Ludo’nun, geniş bakış açısıyla da Fransa’nın hayatından bir kesit olarak okunabilecek Uçurtmalar’da yazar, bu bilinci bize, okura emanet eder. Ludo, babasını Birinci Dünya Savaşı’nda, annesini de kısa bir süre sonra kaybeder. Onu büyüten amcası Ambroise Fleury ile birlikte yaşamaktadır. Amcası Birinci Dünya Savaşı’ndan madalya alarak dönmesine rağmen savaşa karşı olan bir pasifist ve boş zamanlarında uçurtmalar yapan bir hayalperesttir. Posta memuru olarak çalıştığı kasabada kafadan çatlak postacı ya da tatlı kaçık olarak tanınması onu hiç rahatsız etmez, hatta güldürür. #Hitler’in iktidara geldiği ve Renanya işgalinin gerçekleştiği yıllarda Özgürlük, Dünya Barışı, Montaigne, Rousseau adını verdiği uçurtmalar yapar. İri bedenine karşın çocuksu ve saf bir ruha sahip, sevgi dolu, işine ve uçurtmalarına aşkla bağlı, hayata umutla bakan Ambroise Fleury, savaş naraları atan kocaman bir dünyanın ihtiyacı olan naif, insancıl kişiliğin yansımasıdır bir anlamda. Bu nedenle anlatının en önemli roman kahramanlarından birisidir.
#Fleury ailesinin kökleri ve ailesel tarihi de çok önemlidir Ludo’nun hayatında. Ailenin soy ağacını kendi deyimiyle büyük olaya, yani 1789 Fransız devrimine kadar götürür yazar. Bu tarih modernizmin, modern ve yeni Fransa’nın başlangıç tarihi olarak da okunabilir. Böylelikle tarihsel belleğe dair önemli bir ipucunu daha bırakır avcumuza. Zira burada alt metin olarak anlatıma dâhil olan, Fransız ihtilali ile başlayan ve İkinci Dünya Savaşıyla hastalanarak yatağa düşen modernizmin hayat hikâyesidir bir anlamda. Fleury ailesi kuşaklar boyu belleklerinin çok güçlü olması ve tarihsel olayları unutmamaları nedeniyle tuhaf olarak anılır bölgede. Ludo’nun da farklı işleyen bir zekâsı vardır ve çok basamaklı matematik işlemlerini akıldan, hatasız yapar. Bellek, anlatı boyunca çok önemli bir imge olarak çıkar karşımıza. Yazarın bellek sözcüğü ile tanımlamak istediği tarih kitaplarından ezberlenerek öğrenilen bilgiden çok daha ötesini ifade etmektedir. Gary, içselleştirilen, deneyimle kazanılan, ders alınan ve geleceğe dair atılan adımlara yön veren bir tarih bilincinden ve bu bilgiyi içeren bellekten bahsetmektedir. Ona göre bellek insan olmanın, vatan ve insan sevgisinin, savaşların olmadığı bir dünya yaratmanın, özgür ve eşit olabilmenin ilk düğümü, başlangıç noktasıdır. Bu nedenle yazdığı kitapta sevgili Ludo’suna ezbere dayanan bellek ile sağduyu ve düşünmeyi içeren bellek arasındaki farkı gösterir.
Anlatı, bu kavşaktan sonra iki ayrı ama üst üste oturan hikâyenin eş zamanlı anlatımından oluşur. On yaşında hayatının aşkı ile tanışan Ludo’nun kişisel hikâyesi ve modernizmin faşizm ve şiddet yanlısı yüzü ile tanışan Fransa’nın toplumsal hikâyesi.
On yaşındayken Lila ile karşılaşır Ludo. Lila, çok güzel ve bir o kadar da gizemli bir kız çocuğudur. Günlerce tekrar onunla karşılaşacağı günü bekleyerek yaşar, yolunu gözler. Bu denli sıkıntılı bekleyişleri bir de 1940-1944 yılları arasında, Fransa’nın kurtuluş yolunu gözlerken yaşayacaktır. Polonyalı bir aristokrat ailenin kızı olan Lila ise, Ludo’nun onu beklediği sırada ülkesine dönmüştür. Dört yıl sonra, bir parça gecikmeyle gene birdenbire ortaya çıkar Lila. Polonya’da geniş arazilere ve bir de şatoya sahip olan, Polonya’nın dört beş aristokrat soyundan biri olan Bronicki ailesinin yaşamı ile Ludo’nun hayatı aynı çizgiye oturur böylelikle. O yıllarda Avrupa’da gerilim, öfke sürmekte, fonda savaş ezgileri yer almaktadır. Lila ve Ludo ise gençlik heyecanı ve gelecek umutları içinde ileriye umutla bakarlar. Hayalleri vardır Lila’nın, büyük umutları; ünlü olmak, tarihe adını yazdırmak ister. İnsanların kendi hayatlarına dair hayalleri ile dünyanın geleceğe ait planları hiç uymamaktadır oysa. Ve küçük hayaller savaş karşısında susmak zorundadır sonuçta. Savaş, Lila’yı Polonya’da Ludo’yu ise Fransa’da bırakarak ayırır. Ludo her gün Lila’yı düşünür ve onu yaşam amacı kılar. Sanki o yanındaymış gibi, belleğinde sakladığı aşkıyla konuşarak, dertleşerek dayanır savaş yıllarına. Bir Fransız direnişçisi olarak sahip çıkmaya çalışır vatanına.
Ludo ve Lila’nın hayatlarını okurken bir savaşın içinde buluruz kendimizi. İnsanların hayatta kalma mücadelelerine tanıklık ederken, Yahudi olmanın, Polonyalı olmanın, çocuk olmanın, hepsinden de ötesi insan olmanın derin sızısını duyumsarız. İnsanın en çok sevdiği kişilerden ayrı kalmasının, çaresiz olmanın acısını yaşarız. Mücadelenin ve direnişin umudunu hissederiz. Uçurtmaları gökyüzünden eksik etmeyerek tutunuruz hayata.
Uçurtmalar, savaşa rağmen aşkın ve sevginin de anlatımıdır aynı zamanda. Bu yönü ile Mutlu Aşk Yoktur şiirini hatırlatır roman. Louis Aragon 1942 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nın ateş çemberinde yazar Mutlu Aşk Yoktur şiirini de. Elsa’nın gözlerinden anlatır ülkesi için ve umutsuzluğa karşı direnişini. Dünya bir ateş yeridir ve çok sevilen her ne varsa tehlikededir. “Hayatı Bu silahsız askerlere benzer / Bir başka kader için giyinip kuşanan” der Aragon, sevgili Elsa’sına. Hayat ve aşk devam etse de terzi savaştır ve diktiği giysiler kan desenli asker üniformalarıdır. Aydınlanma çağının o güçlü ışığı, insanlık onuru kararmaktadır. Mutlu Aşk Yoktur şiiri aynı Uçurtmalar kitabının olduğu gibi bir aşktan daha fazlasının, mutsuz bir dünyanın tarifidir. Acıyı ve utancı en derininde duyanların gelecek nesillere emanet ettiği bellektir. Savaşa rağmen sanattan vazgeçmeyen insanın direnişidir. İnsanlığın kötülüklere inat aşkı yüceltmesi ve bir kadının gözlerinden aydınlık yarınlara bakmasıdır. Aragon için en çok sevdikleri birleşir hayalinde, Elsa ve vatan, aşk ve onur, gözler ve gelecek bir olur rüyalarında. Lila ise Fransa’nın, çok sevilen vatanın izdüşümü gibidir. Çok güzel, gizemli, biraz kendini beğenmiş, yolu gözlenen ve uğruna her türlü fedakârlığın göze alınabileceği. Nasıl ki Aragon’un dizeleri bir kadına duyulan sevgiden çok daha fazlasını anlatırsa ve nasıl Elsa’nın gözlerinde parıldayan ışık ülkesini, ülküsünü, insanlık onurunu ifade ediyorsa, Lila da umudu, sevgiyi, beklemeyi ve uğruna direnmeyi ifade eder Uçurtmalar’da.
Bellek metaforlarla hayat bulur. Her anı bir renk, bir koku, bir ezgi ya da bir isim olarak saklanır. Romain Gary de romanda imgelere ve metaforlara yer verir. Lila’nın Fransa’yı temsil ettiği gibi Ambroise Fleury’nin uçurtmaları da umudu ve sevgiyi ifade eder. Uçurtmanın ipini fazla gevşek bırakırsan kaçıp gider uzaklara ve onu tekrar bulduğunda zarar görmüş, hırpalanmıştır. Onarman gerekir yeniden. Tam tersine ipini çok sıkı tutarsan, ona özgürce salınması için yeterli yer ve zaman bırakmazsan, sürekli kontrol altında tutarsan yere sağlam bastığını sandığın ayaklarını yerden keser, seni havalandırır, gerçek zeminle bağını keser. Bu tanımlama sevgiyi anlattır; umudu, aşkı tarif eder. Aynı zamanda özgürce salınmasına izin verilmesi gereken idealler, fikirler olarak da ele alınabilir; çok gevşek bırakılan ideallerin uçup gitmesi, fazla sıkı tutulanların ise insanın yere basmasını engelleyen dogmatik fikirlere dönüşmesinin bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Anlatının olay örgüsü içinde İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki savaş döneminin yanı sıra öncesiyle sonrasıyla, nedenleriyle sonuçlarıyla bir süreci anlatır yazar. Bu döneme ait gerçekleri de kurmaca içine ustalıkla yerleştirir: Münih Antlaşması, Polonya’nın işgali, Fransız direnişi, Hitler’e suikast girişimi, Auschwitz kampı ve Normandiya çıkartması. Aynı zamanda yazarın romanda modernizm, Fransız ihtilali, aristokrasinin umursamaz tutumu, Marksizm, feminizm, sanat tarihi gibi pek çok konuya yer verdiğini görürüz.
Yazar, anlatının sonlarına doğru insana dair en yakıcı soruları da avcumuza bırakıverir: İnsan özünde masum mudur yoksa psikayatrist Carl Gustav Jung’un belirttiği gibi insanın içinde daima görmezden geldiği kötücül bir yan bulunur mu? “Onlar. Biz. Ambroise amcamın uçurtmalarına ne büyük güven duymalı ki insan, bir adama bakıp, gözlerinde ne olursa olsun suçsuz bu, diyebilsin kendine.”
Bir kişi sadece milliyeti, ırkı ya da dini yüzünden tamamen suçsuz ya da cani olarak adlandırılabilir mi? Görev adı altında, kitle psikolojisi içinde savaşta verilen görevleri yerine getiren kişi suçlu mudur?
Uyuyamadım. Ansızın bir şeyi anladım. Almanları çok kullanıyorduk, Nazileri de; onları kalkan ediyorduk kendimize. Uzun süredir bir düşünce gelip kafama yerleşmişti; sonradan bundan kurtulmakta da çok güçlük çektim, belki hiçbir zaman tam anlamıyla kurtulamadım da: Naziler de insandılar, onların insanca olan yanları, insanlık dışı oluşlarıydı.
Anlatının insanı en çok etkileyen ve derin düşüncelere, iç hesaplaşmalara sürükleyen kısmı bunca acının ortasında Almanlara kızmanın ya da Fransızları yüceltmenin doğru olup olmaması ile ilgili yazarın yaptığı iç hesaplaşmadır. “Almanlardan artık nefret etmiyordum. Yenilginin üzerinden geçen bu dört yılda çevremde gördüklerim alışılageldiği gibi Almanya’yı yalnızca suçlarına indirgeyerek, Fransa’yıysa kahramanlıklarına bakarak değerlendirmemi güçleştiriyordu.”
Romain Gary, belleğe ithaf ettiği romanı Uçurtmalar’da geçmiş bilincine sahip toplumla belleksiz toplum arasındaki uçurumu işaret ediyor. Yazarın “Fransızların hatırlamayı değil unutmayı yeğlediği bir çağda yaşıyoruz” dediği gibi, tüm dünyanın unutmaya meylettiği bu çağda, en çok tarihsel belleğimize sahip çıkmalıyız. İyilerin değerini bilelim diye ve kötülüklerin tekrarlanmaması adına. Arkamızda bunca acı ve utanç dururken daha, aynı savaş oyunlarının piyonu olmamızın belleksizlikten hariç bir açıklaması olabilir mi yoksa.
“Umutsuzluk her zaman bir boyun eğiştir.”
———-
Kaynaklar:
• Romain Gary, Uçurtmalar. Agora Yayınları, 2012.
• Sigmund Freud, Kitle Psikolojisi. Say Kitabevi, 2015.
• Sigmund Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, Cem Psikoloji Dizisi, 2014.
• Carl Gustav Jung, Keşfedilmemiş Benlik. Barış İlhan Yayınları, 2010.
• Modernizmden Postmodernizme, Hece Dergisi Özel Sayı, Haziran 2008.#Sayı29 #modernizm #sürrealist #tarihselbellek #pınarüretmen #RomainGary #freud #hecedergisi #uçurtmalar #ludovicFleury #ludo
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.