Leon Trabzon, Trabzon Leon

  • Leon Trabzon, Trabzon Leon

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 15:40'de 11 Temmuz 2024

    Leon Trabzon, Trabzon Leon*

    Makale Yazarı: Ömer Asan

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ekim / Aralık 2014, 19. sayıda yayımlanmıştır.

    #LeonSurmelian’ın “Soruyorum Size Hanımlar ve Beyler” adlı kitabı elimde, her sayfasını acaba sorularını yanıtlayabilir miyim tedirginliğiyle çeviriyorum. Bir yandan notlar alıyor, bir yandan da #Leon’un (#Zaven) yeni bir hayat için attığı tedirgin adımlara yetişmeye çalışıyorum. Leon da ben de soluk soluğayız. O, sanki yabancısı olduğu bir gezegende, vahşi canlılardan korkarak yeni bir yaşam alanı için insanüstü çaba sarf ediyor. Ben de ardı sıra…

    Sayfalar bitti ama kitap ve yürüyüş bitmedi. Acaba bitmeyen bu kitapta Leon’un yabancı coğrafyalardaki adımlarında kaç defa “#Trabzon” geçiyor, diye saymaya niyetlendim. Sayamadım. Kitabın sonundaki dizine baktım ve Trabzon isminin açıklamasında hemen her yerde yazdığını okudum. Büyük olasılıkla Leon’un ölmeden önce adımlamak istediği son sözcük yine “Trabzon” olmuştur. Neden mi? Anlatacağım…

    Bu bir korku romanı değil, ancak #romanınkahramanı ve kovalayanı “#korku”. Maalesef, son zamanlarda sıradan, insani korkularımızdan etkilenmez olduk. Vurdumduymaz mı olduk, yoksa korkularımızı kanıksadığımız için kısa sürede savuşturma yeteneğimiz veya reflekslerimiz mi oluştu, bilmiyorum. Belki de artık kaderimize razı bir toplumuz. Aslında, gündemin her gün değiştiği, bir gün önce çözülmezse olmaz dediğimiz bir konunun, daha ne olduğunu anlamadan yerini başka “önemli” sorunlara terk ettiği bir ülkede yaşıyorsanız pek fazla yapacak bir şeyiniz kalmaz. #Kader dediğimiz zamanın akışına kendinizi ister istemez bırakırsınız. Çoğunluğumuz öyle yapıyor zaten. Ancak bu akışa kendini bırakmayan, yüz yıl sonra bile “beni unutturamazsınız” diyen, zamanın acımasızlığına inat, yaşadıklarından çok, yazdıklarıyla peşimizi bırakmayan insanlarımız ve insani meselelerimiz var. Varmış, dersek daha gerçekçi bir tanımlama olur. Çünkü milyonlarca insan için “var” sözcüğü, yerini ertesi gün “yok”a kolayca bırakabiliyor. Ama varlığını inatla sürdüren ve yok edilemeyen yazılı kederlerimiz söz konusu. Keder, silinmez izler taşır geleceğe. Üzerinden dört kuşak geçmesine rağmen, ana babadan çocuklara, torunlara #miras gibi devredilen, ne yapsanız yakanızdan düşmeyecek bu kederi görmezden gelemeyecek, izlerini silemeyeceksiniz.

    Ben de Leon gibi Trabzon #ÇömlekçiMahallesi’nin çocuğuyum. Aşağı yukarı onunla aynı çocukluk yaşlarındaydım Çömlekçi sokaklarında. Leon’dan elli yıl sonra, ilk ve ortaokulu bir üst semtte, #Arafilboyu’nda, #Boztepe’nin kucağında, #Maşatlık dediğimiz #eskiRumMezarlığı‘nın altındaki okullarda okudum. Üst diyorum, çünkü Trabzon yokuş aşağı kurulan bir kent. Biz sahilin çocuklarıydık ve Boztepe’nin kartal kanatlarının gölgelediği Çömlekçi’nin o gizemli konaklarıyla yan yana yaşıyorduk. Leon’un devam ettiği ve ayaklarının yıkanıp kutsandığı #kilise çoktan yerini başka binalara terk etmişti. Ama henüz, biz çocukların tırmanamayacağı yüksek duvarlı evler, konaklar çoktu ve içlerinde olup biteni öğrenmek için kudururduk. O evlerin çocuklarıyla #arkadaşlık etmek bir ayrıcalıktı. Bazen bizi konuk ederlerdi; daha avlularına girer girmez büyülenirdik. Çeşit çeşit meyve ağaçlarının olduğu bahçeleri çok davetkârdı. Sokaklarda kendimizi unuturduk; hava karardığında annelerimiz bizi aramaya çıkar, saklandığımız kuytulardan tutup çıkarırlardı.

    Leon da #yaramaz bir çocukmuş. Hatta yaramazlığı yüzünden hep sevilmediğini düşünür, abisini kıskanırmış. Çömlekçi’nin çocuklarıyla oynarken kafasını yardığı bir #Rumkızı yüzünden babasından dayak bile yemiştir.

    Leon Trabzon’da çok duramadı. O nedenle Trabzon kent içi tasvirleri kitapta fazla yok. Ancak neredeyse romanın her iki sayfasında bir Trabzon adı geçiyor. Ben de Çömlekçi’de yaşadığım sürede Trabzon’un başka semtlerini bilmiyordum. Biriktirdiğimiz harçlıklarla bazen gizlice sokağımızın dışına çıkardık. O da yalnızca #sinemaların olduğu Meydan ve çevresiydi. Bir de Çömlekçi’nin limanı ve denizi… Kimi zaman donla, çoğunlukla annelerimizden korktuğumuz için donsuz girdiğimiz #denizimiz ve midyesine doyamadığımız kayalıklarımız vardı. #Liman‘da avlanmaktan dönen #balıkçı‘ları dört gözle bekler, sandallarının etrafını hemen kuşatırdık. Onlar da uzattığımız #çocukelleri kırmazlardı. Çömlekçi biz çocukların anavatanı gibiydi ve elimizde tahta kılıçlarla bitişik mahallelerin, sokakların çocuklarıyla kimseyi yaralamadan saatlerce savaşırdık. Aramızda kızlar yoktu. Çünkü ya mahallemizin kızları veya âşık olduğumuz #diğer mahallenin kızları için tutkuyla dövüşürdük. #İstanbul’a göç ettiğimizde farkına varmadan Trabzon’u yanımda taşımışım. #İstanbulluların yanı sıra başka kentlerden gelen çocuklarla tanışmıştım ve onlara hep Trabzon’u anlatırken yakalıyordum kendimi. Bu tutkumun nedenini henüz keşfetmiş değilim ama en azından şunu biliyorum, Trabzon yoksa ben de yokum…

    “Çömlekçiler Mahallesi’nin önündeki #kumsalda harika renkli taşlar vardı. Siyah kumların üstüne çekilmiş, kıvrık omurgaları açığa çıkmış #tekneler suyun dışında, devasa tarih öncesi kuşların kara kabuklarına benziyor, korkunç görünüyorlardı. Cumartesi öğleden sonraları, iki milletin okul çocukları kumsalda toplandıklarında, #ErmeniKayası üstündeki çıplak oğlan kalabalığı, korkusuz adamlar olan “devrimcilerin” önderliğinde; #RumKayası üstündeki, cesarette aşağı kalır yanı olmayan #palikaryanın liderliğindeki gürültücü kalabalıkla, denizlerin hakimiyeti için savaşmaya hazır olurlardı.” (s. 140-141)

    Trabzon Çömlekçi’ye taşınmadan önceki çocukluk yıllarım yüksek rakımlı #yaylalarda geçmişti. Yıllar sonra geride çok güzel anılar bıraktığım #Arpalı yaylasındaki evimize bir arkadaşımla gitmiştim. Evin dış duvarları tıpkı eskiden olduğu gibi tezeklerle sıvanmıştı. İçeri girdiğimizde tezek kokusu beni o yıllara götürmüş, çocukluğumun kokusunu defalarca içime çekip o günlere dönmüştüm. Bir ara arkadaşımın, karnını tutarak kendini evin avlusuna attığını gördüm. Yanına gittim. Kokudan midesi bulanmıştı. Çünkü o hiç #yaylacılık yapmamış ve #tezekkokusuyla yaşamamıştı. Ama Leon, o kokuyu çok iyi tanıyordu. Meğer Leon’la aynı sokakta yaşamanın yanı sıra, yaz tatillerini geçirdiği köylerde aynı kokuyla tanışmış, #çocuklukhafızasına kazımıştı.

    “Hava öylesine soğudu ki, nefesimiz dudaklarımızda donup solumayı güçleştirdi, ama biz aldırmadık. “#Vatanımız”, “Ay ışığı yoktu”, #Aras Ana’nın Kıyılarında” marşlarını söyleyerek bir köye ulaştık. Köy sakinleri bir kilisenin çevresinde kümelenmiş, tarih öncesi mağaralarında yaşıyorlardı, ama bunlar gerçek Ermenilerdi. Burnumuza yanan tezeklerin ekşi kokusu geldi. #Arşag parmaklarıyla burnunu tuttu.”
    “Ne oldu, beğenmiyor musun?” diye sordum ona, ülkemizin bu tarihsel kokusunu derin derin içime çekerek.” (252)

    Bütün bu benzetmelerim, Leon’un bir türlü gerçekleştiremeyeceğim elinden tutma, ona dokunma çabasıdır. Ne zaman, “hah şimdi yakalıyorum” desem, olmuyor. Onun hiç de aceleci olmayan kederli adımlarına yetişmeye çalışırken dehşete düşüyor, mümkün mü böyle bir şey, diyerek kendimi sorguluyor, Trabzon’da böyle şeyler olamaz, diye itiraz ediyorum. Çünkü ne kendime ne de hiç tanımadığım insanlara yakıştıramadığım şeyler anlatıyor Leon ve sakin, sabırlı bir şekilde yanıtlıyor beni: “Daha dur!”

    Bu romanın beni nerelere sürükleyebileceğini tahmin edemezdim. Birkaç yıl önce, Lozan kararlarıyla meşrulaştırılan “#göç”, “#tehcir”, “#sürgün” ve “#mübadele” üzerine çalışmış, bir de belgesel hazırlamıştım. Pek çok trajediyi birinci ağızdan okumuş ve duymuştum. Ama Trabzon’la ve #TrabzonluErmeni yurttaşlarımızla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Yurtlarından zorla koparılan, aileleri yok edilen insanlarla nasıl #empati yapılabilir? Sanırım asıl mesele bu. Bir başka halkın, hatta “#düşman” edilmiş yurttaşlarımızın kederine ortakolmak, onları anlamak çok kolay değil. Hele de artık savaşları, ölümleri, öldürülmeyi kanıksamış, yüzlerce yıldır acıları, kederleri, en kısa sürede unutulması, savuşturulması gereken belalar olarak gören bir halkın çocuğuysanız.

    “Soruyorum Size Hanımlar ve Beyler” sıradan bir roman değil. 1900’lü yılları sanki o anları yaşıyormuşsunuz gibi peşi sıra sürüklüyor sizi Leon. #Trabzon’dan #Batum’a, #Tiflis’e, #İstanbul’a, yeni kurulan #SovyetlerBirliği’ne, #Ermenistan’a ve en son #Amerika’ya gidiyorsunuz. #1915’lerde #EnverPaşa ile Trabzon’daki son durumu kontrole gelen Alman subaylarıyla tanıştırıyor sizi Leon. Sonra Trabzon’u işgal eden Rus subaylarıyla, devrimci Ermeniler ve kimsesizler yurdundaki Ermeni çocuklarıyla. Ve Leon sonunda bizi terk ediyor. Ona elimi uzatamayacağım bir uzaklığa.

    Yüz yıl sonra, kaybettiğim, unuttuğum, yok saydığım Trabzonlu #kadim sokak arkadaşımla buluştum. Onunla yüz yüze neleri konuşmamız gerektiğini tahmin ediyorum. O anlatacak ben dinleyeceğim. Şimdi kendi kendime soruyorum; hanımlar, beyler; Leon’un sorularını yanıtlayabilecek miyim?

    Kaynak Leon Z. Surmelian. Soruyorum Size Hanımlar ve Beyler. Çev. Zülal Kılıç. İstanbul: Aras Yayıncılık, 2013.

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Leon Trabzon, Trabzon Leon* Makale Yazarı: Ömer A…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi