Roman Kahramanları
K. Şato: Babanın Gölgesinde Bir İktidar Mücadelesi
-
K. Şato: Babanın Gölgesinde Bir İktidar Mücadelesi
Şato: Babanın Gölgesinde Bir İktidar Mücadelesi*
Makale Yazarı: Pınar. K. Üretmen
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI dergisinin (Nisan/Haziran 2017) 30. sayısında yayımlanmıştır.
Franz Kafka, eserleri ve hayatı üzerine en çok yazılan yazarların başında gelir. Harry Jarv 1961 yılında Kafka çevresinde yer alan 5000; Ludwig Dietz ise 1960’la 1990 arasında yapılmış 10.000 çalışmayı sıralar (Özlü, 2008; 17). Löwy’nin 2004 yılında “Kafka’ya dair yeni bir şey söylenebilir mi?” diye sormasına rağmen, günümüzde hâlâ yeni şeyler söylenebilmektedir. Babil kulesi edasıyla yükselen ikincil literatür yanında Praglı yazarın eserlerinin yorumları üzerine olan üçüncül literatür de oldukça fazladır. Öyleyse, nasıl oluyor da Kafka için bunca değerlendirme yazılırken hâlâ farklı bakış açıları yakalanabiliyor, diye sorabiliriz. Ya da tersten bakarak, bu kadar çok incelenmesine rağmen Kafka’nın eserlerindeki anlam neden ele geçirilemiyor, tüketilemiyor diye düşünebiliriz.
Kafka yazını öze ulaşabilmek adına tekrar okumaları, yan anlamlara ve katmanlara odaklanarak geniş açıyla bakmayı talep eder. Yapılan her yeni okumaysa cevaplar yerine yeni soru işaretlerini doğurur. Diyebiliriz ki, Kafka metinlerini belirleyen en önemli faktör, belirsizliktir. Onun roman ve öykülerini değerlendiren yazarlar çeşitli bakış açılarını odağa alarak yorumlarını dile getirirler; biyografik, psikolojik ve psikanalitik, teolojik ve metafizik, Yahudi kimliğini öne çıkaran ya da sosyopolitik okumalar yapılabilir. Ancak bu bakış açılarının hiçbiri bütünü tek başına ele almak adına yeterli olmaz. Kafka’da anlam bunlardan daha fazlasıdır. Kafka’nın eserlerini birbirine aynalarla aksetmiş, tek bir görüntünün sonsuz sayıda yansıması olarak ele almak, en sık düşülen hatalardan biri sanırım. Tüm eserlerini tek bir sembole mesela babasına seslenen Oidipus’a indirgemek mümkün mü? Ya da tüm okumaları teolojik ve ya psikolojik göstergelere göre açıklamaya çalışmak?
#Kafka yazını bir tür uyanık görülen düştür. Onun evreni tek boyuta indirgenemez şekilde geniş, zengin, çok biçimli ve her noktasına ulaşılamayandır. Kafka yazını politiktir. Kişisel olduğu kadar ve hatta kişisel olduğu için politiktir; insana dair her şeyi içerir, özellikle de sosyal ve psikolojik bir varlık olan insanın içinde ve dışında yer alan çatışmaları. Bir güç savaşıdır bu; kişinin kendi bilinci, bilinçdışı, üst benliği ve ilkel-arkaik yapısıyla giriştiği mücadeledir. Kişinin erkle, egemen akılla, baba adı altında toplanan otoriteyle savaşıdır aynı zamanda. Bu mücadele modern toplumun ve iktidarın bireyi köşeye sıkıştırdığı sisteme karşı en kapsamlı itirazdır. Bu nedenle her ne kadar umutsuz bir karabasan gibi görünse de aslında özünde umudu ve özgürlük mücadelesini yeşertir.
Kafka yazınının büyüklüğü ve çarpıcılığı sıra dışı olanı sıradan, olağan haline getirmesinde gizlidir. Öykülerinde, romanlarında yaşadığımız dünyaya benzemeyen bir gerçeklik ile yüzleştirir bizi. Onun yazılarında yer alan gerçeklik hiçbir zaman tam olarak ulaşılabilecek, çözümlenebilecek bir realite içermez. Tekrar okumalara açıktır, hatta bu tekrarları talep eder. Kafka anlatıları büyülüdür. O, büyülü dünyanın kapısını açacak ilk kelimeleri fısıldar, bu sözcüklerin anlamlı bir cümleye dönüşeceği yer ise okurun beynidir. Romanlarının daha ilk cümlelerinde bizi çarptığı gerçeklik duvarı ile alaşağı eder, düşsel evrenimizin içine girer. İlk cümlede Gregor Samsa bir böceğe dönüşür, Josef K. bir sabah nedensizce tutuklanır ve K. sislerin ardındaki görünmez şatoya bakar. Anlatının girizgâhında, bükülmüş, şekil değiştirmiş, boyutları farklılaşmış bir dünyanın kapısında buluruz kendimizi. Burası, yabancı olduğumuz ölçüde tanıdıktır bize. Yaşadığımız dünya ölçeğinde doğal ve onun kadar çarpıcıdır, şaşırtıcıdır aslında. İlk kez dış dünyayı gören, duyan, dokunarak algılayan, ilk kez güvenli ve loş ana rahminden çıkarak sesler ve görüntüler dünyasına dâhil olan bir bebek kadar şaşırarak ama doğallıkla karşılarız bu yeni gerçekliği. Aslında bizim dünyamızın daha önce hiç bakmadığımız bir gözle ve açıyla anlatımıdır bu, sezinleriz. Çok anlamlı metinlerdir ama anlamları derin belirsizlikler taşır. Istırap ve mizah yan yanadır; ironik bir bakış açısıyla kullanır bu iki silahı.
Kafka’da mutlak güç, Yasa’dır. Bu gücün karşı koyulamaz baskısı vardır, o denli şiddetli, üstte, yaygın ve baskındır ki kim ya da ne olduğunu bile tam olarak ayırt edemeyiz. Yasa, otoritedir, buyurgan olan, emredendir. Âdeta havanın basıncı, sesin şiddetidir. Baba, Yasa’nın ete kemiğe bürünmüş halidir. Baba olarak adlandırılan her şeyi kapsar. Devlettir, ideolojidir, egemen akıldır, Tanrı’dır. Adalet koridorlarında ulaşılamayan yargıçların, ceza makinalarıyla suçu derimize işleyen subayın, böceğe dönüşünce bile şerrinden korkacağımız patronun, dışlayan ailenin, suçlayan bürokrasinin, azarlayan öğretmenlerin izdüşümüdür bu güç. Babaya Mektup’ta, senin sözlerin benim için bir Tanrı emriydi dediği gibi, Tanrı kelamıdır. Ancak belki de tüm bu dış güçlerden daha baskıcı, daha kıyıcı olan baba imgemiz, kendi üst benliğimiz, vicdanımızdır. Her şeyi gören, bilen, sadece davranışlara değil fantezilere, rüyalara, arzulara bile ceza kesebilen içimizdeki babanın sesidir. Sanık ve yargıç, aynı kişidir.
Şato bize ne anlatır?
Şato, Franz Kafka’nın ölümünden sonra yayımlanan romanlarındandır. Tamamlanmayan roman olarak da ele alınabilir. Son bölüm, anlatı eksik kalmış, bitirilmemiş hissi uyandırır okurda. Ancak roman boyunca verilen detayların yarım bırakılmışlığı ve anlatılan sistemin bir girdabın içinde döngüsel başa dönüşlere yol açması nedeniyle, romanın bilinçli bir tamamlanmamışlık hissiyle tamamlandığı şeklinde de yorumlanabilir. Şato üzerine teolojik, sosyopolitik, psikanalitik ve mekânsal okumalar yapılagelmiştir. Dava gibi bu eser de çok sayıda dinsel ve teolojik okumanın konusu olmuştur. Dinsel boyuta dair en etkin okuma belki de kadim arkadaşı Max Brod’a aittir. Brod, Şato’nun simgesel anlamını yazgıyı yöneten Tanrı, başka bir deyişle Lütuf olarak yorumlar. Löwy ise buna karşılık “Peki ya Şato başka bir şeyin simgesi değil de yalnızca bir Şato’ysa, yani dünyevi ve insani bir iktidarın merkeziyse?” diye sorar (Löwy, 2008; 66).Bu konuda yapılan çok sayıda tartışmanın ışığında ama onların girdabına kapılmadan, hangi bakış açısıyla bakarsak bakalım temelde yer alan anlatımın iktidar üzerine olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle Şato’nun bize ne anlattığı üzerine yapacağımız düşünsel yolculuğu iktidar kavramıyla sınırlayabiliriz. İktidar, Kafka eserlerinin, özellikle de Şato’nun belkemiğidir. Sosyolojik, bilimsel kuramların şiirsel anlatımıdır. Elias Canetti, Kafka’yı bütün şairler arasındaki en iyi iktidar uzmanı olarak tanımlar.
Nedir iktidar olarak tanımladığımız? Yukarıdan aşağıya doğru baskı uygulayan piramit yapı şeklindeki bir tür tahakküm aracı mı yoksa toplumun geneline yayılmış ilişkiler ağı mı? Birinci bakışa göre, iktidar olarak ifade edilen kavram muktedirin altında piramit şeklinde yönetsel bir yapı oluşturarak tahakküm kurar. Yönetici ve yönetilenler vardır. Yasalar ya da emirlerle ilişkiler belirlenir ve ceza yoluyla tahakküm sağlanır. İkinci anlayışa göreyse iktidar sadece siyasal erk ve devlet aygıtını ifade etmez, tek bir noktadan çıkarak aşağıya doğru yayılmaz. Bu tür iktidar tüm topluma yayılmış bir çeşit şebekedir ve toplumsal güç ilişkileri bağlamında her türlü iktidar mücadelesi buna dâhildir. Aile, okul, işyeri, evlilik, arkadaşlık, kadın-erkek ilişkileri, siyasi erk, ordu, dini otorite, Tanrı ve bürokratik ilişkilerin her biri iktidarı işaret eder. Bu yaklaşım bizi Michael Foucault’nun iktidar kavramına götürür.
İktidar her yerdedir
Foucault’nun çalışmalarında temel aldığı konu iktidardır; işleyişi, kullandığı mekanizmalar ve kurduğu ilişki ağları üzerinde yoğunlaşır eserlerinde. Bu kavram sadece siyasal iktidarı içermez. Ona göre yönetimsel erk pek çok bileşenden oluşan bir bütündür (Foucault, 2005). Toplumsal baskı çeşitli iktidarların yan yana gelmesi, ilişkiler ağı ve koordinasyonuyla oluşur ve bu ağ içinde kurulan ilişkilerle belirlenir. Toplum farklı iktidarlardan oluşan bir takımadadır ve mikro düzeyde birçok iktidar ilişkisi, dolayısıyla mücadelesi-çatışması vardır.Toplumun olduğu her yerde iktidar ilişkileri vardır. İktidarı yukardan aşağıya baskı yapan tek bir yapı olarak düşünmez. Onun anlayışında erk, toplumsal katmanlara yayılan, geniş tabanlı, birçok mikro mekanizmadan oluşan dinamik bir ilişkiler ağıdır. Bu açıdan bakıldığında toplumsal ilişkiler ve politik otorite mekanik olarak ayrılan güçler değil bireyler arasına yayılmış bir sistemler bütünüdür. Foucault, “Her şeyi kapladığı değil her yerden geldiği için iktidar her yerdedir(Foucault, 2003a)” der. Toplumsal güç ilişkileri ve çatışmalar işte iktidarın bu yapısının sonucu olarak ortaya çıkar. İki ve daha fazla kişinin olduğu her yerde toplumsal ilişki ve her toplumsal ilişkide iktidar mücadelesi vardır ona göre. Foucault, toplumsal ilişkilerin iktidar-direniş dinamiği tarafından belirlendiğini düşünür.
Bir direniş mekânı olarak Şato
Şato bir direniş mekânı mıdır? Bu sorgulamanın cevabı, romanın başkahramanı kimdir sorusunda gizlidir, diyebilir miyiz? Kitabın kahramanı K., bir gece karlar altındaki köye gelerek şato tarafından kadastrocu olarak görevlendirildiğini söyler. O, dışardan gelen bir yabancıdır ve köyde geceleyebilmesi için kimliğinin ve görevinin onaylanması gerekmektedir. Daha ilk sayfalarda K.’nın yorumu, kimliği üzerine cevaplar yerine soru işaretlerini çoğaltır niteliktedir.“K. dikkat kesildi. Demek şato onu kadastrocu olarak atamıştı. Bu, bir yandan onun aleyhineydi, çünkü şatoda hakkındaki her şeyin bilindiğini, güç dengelerinin tartıldığını ve bir gülümsemeyle mücadeleye girişildiğini gösteriyordu. Ancak öte yandan, bu aynı zamanda lehineydi de, çünkü K.’nın görüşüne göre onu küçümsediklerini ve başlarda umduğundan fazla özgürlüklere sahip olacağını kanıtlıyordu. Ayrıca kuşkusuz zekice bir yaklaşımla kadastroculuğunu benimseyerek, onu sürekli dehşet içinde tutacaklarına inanıyorlarsa, yanılıyorlardı; bu onu biraz ürpertti, hepsi o kadar.” (Şato; 5)
Bu ikircikli tutum, K.’nın gerçekten bir kadastrocu olup olmadığı sorusunu akla getirirken şato ve K.’ya güç dengelerini gözeten ve mücadele içinde olan iki taraf konumu verir. Hikâye devam ederken görürüz ki aslında köyde bir kadastrocuya ihtiyaç yoktur. Muhtarın yani şatoya bağlı bir başka memurun açıkladığı üzere;
“Siz, kadastrocu olarak işe alındığınızı söylüyorsunuz, ancak bizim ne yazık ki kadastrocuya ihtiyacımız yok. Bir kadastrocunun yapabileceği zerre kadar iş yok burada. Küçük işletmelerimizin sınırları belirlidir, her şey düzgün bir şekilde kayıtlara geçmiştir. Mülkiyet değişiklikleri pek olmaz ve ortaya çıkan ufak tefek sınır anlaşmazlıklarını kendimiz çözeriz.” (Şato; 67)
Köyde sınırlar belirlidir, onların değişmesi de istenmemektedir. Oysa #K. mevcut sınırların doğruluğunu sorgulamak, onları değiştirmek üzere gelen bir kadastro görevlisidir. Bu değişiklik mekânda yapılmayacaksa nerede yapılacaktır? Sorgulanacak ve değiştirilecek olanlar coğrafi yapıya mı yoksa sosyal hiyerarşiye mi dairdir? Sınırlar, insanlar arası ilişkilerin sınırları yani iktidar çizgileri olabilir mi? O halde K., belirlenmiş kuralları ve sorgusuzca boyun eğilen tahakkümü kırmanın simgesel anarşist kahramanı olabilir mi? Şato, hep üzerinde durulduğu gibi #Kafkaesk bir dünyanın bireyi ezen baskısını ve karşı koyulması mümkün olmayan bir dünyaya boyun eğişi değil de anarşist bir direnişi, bir özgürlük mücadelesini anlatıyor olamaz mı?
Şato, Kafka’nın diğer romanlarında olduğu gibi çarpıcı ve anlatıya doğrudan giriş yapan bir paragrafla başlar:
“K. köye ulaştığında akşamın geç saatiydi. Şatonun bulunduğu tepe görünmüyordu, sise ve karanlığa bürünmüştü, orada bir şato olduğuna dair en ufak bir ışık belirtisi bile yoktu. K. anayolu köye bağlayan tahta köprüde uzunca bir süre durdu ve başını kaldırarak aldatıcı boşluğa baktı.” (Şato; 1)
Âdeta sisler arkasında görünmez olan şato, gerçekten de yoktur; ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, ne olduğu bilinemeyendir.
Şato kimi temsil eder? Şato’nun sahibi olan Kont Westwest anlatı boyunca adı bir iki kez geçen hayaletimsi bir kişiliktir; adeta cismi olmayan bir isimdir. Burada iktidar yapısı ve muktedir konusunda iki farklı okuma yapabiliriz. Birinci bakış açısı toplumsal ilişkilere yayılan, mikro mücadelelerle şekillenen, değişken, dinamik, Foucaultvari bir iktidardır. Tek muktedir yerine Şato adına görev yapan ve iktidar ilişkilerini topluma yayan onlarca memur ve hizmetli yer alır kitapta. Bir üst yetkiliden emir alarak bunu altlarındakine uygularlar. Bu emirleri kimden aldıkları, nihai merciinin kim olduğu belirsizdir. Âdeta görünmez ağlarla örülü bir ilişkiler ağı dâhilinde işlemler yürür. Şatoda telefonlar sürekli çalışır, köyle şato arasında gidip gelen memurlar vardır, onlarca yazılı evrak el değiştirir ama emirlerin çıkış noktası hep belirsiz kalır. Sanki daha emir verilmeden uygulanmaya başlanır, hatta birçok önemli konuda verilmiş bir karar da yoktur ama yapılması gerekenler köylülerce sorgulamadan yapılır. Doğa bile bir iktidar figürüdür sanki ve tahakkümünü kışın soğuğuyla, karla kaplı bir köyde yaşattığı zorluklarla uygular. Anlatı boyunca pek çok kişi ve detay içinde kaybolur okur. Tek tek bakıldığında alakasız görülen her kişi bütüne varıldığında anlam kazanır. Tüm köyün her bireyiyle oluşturduğu kaotik ve insanı esir alan bürokratik bir sistemi kurar böylelikle Kafka. Şato yukarıda, sislerin arasında duran ve ulaşılamayandır. Onu ulaşılmaz yapan bariyerlerse topyekûn köy halkıdır. Ezilen halk kendisini ezen sistemi bizzat oluşturan ve devamını sağlayandır. Sorgusuz emirlere boyun eğdiği gibi bu emirlerin de kaynağıdır. Bu durumu özellikle ulak Barnabas’ın kişiliği ve yaşamına dair anlatıda daha iyi anlarız. K. ile şato arasında iletişimi sağlayan, mektupları götürmekle görevli Barnabas da şatoya tam anlamıyla ulaşamaz. Onu girişte kalemler karşılar. Her gün bu kalemlerde beklemek ve verilen görevi duyabilmek üzere her an tetikte olmak zorundadır. Aslında o şatoya ait kalemlerin sadece en başındakilere ulaşabilir. Onun gerisinde Barnabas’a kapalı olan bariyerler vardır ancak bu bariyerler bir sınır değildir, çünkü onların da gerisinde başka bariyerler, başka kalemler vardır. Kimse en son bariyerin hangisi olduğunu bilemez. Özel kalem memurları bu bariyerlerin ve şatonun ulaşılmaz oluşunun garantörüdür âdeta. Barnabas’ın ailesinin başına gelenler de toplumsal güç ilişkilerine dairdir. Barnabas’ın küçük kız kardeşi Amalia, üst düzey memur olan Sordini’nin kaba ve cinsel içerikli teklifini kabul etmeyince daha şato tarafından bir emir gelmeden aile tüm köy tarafından dışlanır. Babasının işleri durur ve geçinemez hale gelirler. Aile suçun bağışlanması için ne kadar girişimde bulunsa da bir sonuç elde edemez çünkü şatonun yaptığı bir suçlama yoktur. Suçlama olmadığına göre affetme de olamaz. Ama olmayan suçun cezası köy halkı tarafından tereddütsüz uygulanır ve aile dışlanır. Tahakküm ve baskı kraldan çok kralcı olan, ezildiği için ezmeye aç köylüler eliyle oluşur. Barnabas’ın diğer kız kardeşi Olga “Olacaklardan korkmuyorduk, zaten mevcut durumdan yıpranıyorduk, cezanın tam ortasındaydık (Şato; 234)” diye açıklar bu durumu.
Köy, Şato’nun uzantısı mı yoksa malı mıdır? Köyde görevli Öğretmen, köylülerle şato arasında bir fark olmadığını söyler. “Peki burada, yaşamın diğer alanları diye tanımlanan şey neydi? K., makamlarla yaşamın böyle iç içe geçtiği başka bir yer daha görmemişti; öyle birbirine geçmişlerdi ki, bazen yaşam ve makamlar yer değiştirmiş gibi gözüküyordu (Şato; 66).” Bu anlatım Foucault’un aşağıdan yukarıya doğru ilerleyen, tüm topluma yayılmış dinamik ilişkiler ağı olarak tanımladığı iktidar anlayışına uyar. Hiyerarşi kademesinde yer alan her birey diğerine tahakküm uygular. Memurlar hizmetlilere, onlar köylülere, kâhyalar yardımcılarına ve sekreterlerine, kâhya Klamm’ın eski metresi olan hancının karısı sessiz ve edilgen kocasına, Klamm’ın yeni metresi ve daha sonra K.’nın nişanlısı olan Frieda oda hizmetçilerine… Bu tahakküm zinciri böylece eklemlenerek sürer. Herkesin konuştuğu, söz sahibi olduğu, etkilediği, değiştirdiği, dönüştürdüğü bir iktidar alanıdır bu. Modern yapı sayısız noktadan yönetilen ilişkisel bir iktidardır. Anlatı mekânı olan köy, bu bürokratik yapısıyla modern devlet anlayışının ve bürokrasinin bir izdüşümüdür âdeta. Ancak aristokratik bir çağrışıma sahip Şato ile bu modern işleyişi birleştirerek Kafka bize bundan çok daha fazlasını anlatır. O aynı zamanda muktedir bir gücün, tek ve ulaşılmaz olanın gölgesidir. Bu bakış da bizi Foucault’nun aksine tepeden baskıcı ikinci anlayışa, totaliter iktidar kavramına yönlendirir.
Bir tahakküm mevkii olarak #Şato
Romanda “Şato” adı altında anılan muktedir yani erk sahibi kimdir? Anlatı boyunca çeşitli kademelerde yer alan çok sayıda bürokratik halkayla çevrelenir okur. Bu kademelerin görülebilen en üst basamağındaysa Kâhya Klamm yer alır. Klamm ve şato adeta özdeştirler, siyah gölgeler altında duran ve gözetleyen bir çift gözdür onlar. Şatoya ulaşmanın mümkün olmaması gibi Klamm’a da bir türlü ulaşılamaz. Klamm’ın kim olduğu üzerine soru işaretleri vardır. Barnabas onun Klamm olduğundan bir türlü emin olamaz çünkü dış görünüşü değişkendir. Onun köye geldiğinde başka göründüğü, terk ettiğinde başka, bira içmeden önce başka, içtikten sonra başka, uyanıkken başka uyurken başka, konuşurken başka; yani her yerde başka bir kişi olduğu, sadece kıyafetleriyle ilgili anlatılanlarda söz birliği olduğu – sadece siyah uzun ceket giyen bir adam- belirtilir. Bu tarif Klamm’ın bir kişi değil bir makamı temsil ettiğini düşündürür. Otoriteyi çağrıştıran bu tarifi gene baba adı altında toplanan tüm iktidar figürleriyle, babanın gölgesinde bir iktidar mücadelesi olarak okuyabiliriz.Walter Benjamin, Kafka üzerine yazdığı ünlü denemesinde “Kafka’da yazılı kanun kitaplarla sınırlıdır, fakat bu kitaplar gizlidir (Benjamin; 2015, 14)” demektedir. Şato’da da bilinmeyen kurallar vardır, kanunlar sabit değildir ve herkese eşit davranan bir adalet sistemince uygulanmaz. “… hata yapılmaz hiç; diyelim ki sizin durumunuzdaki gibi yapılmış olsun, bunun bir hata olduğunu kesin olarak kim söyleyebilir (Şato; 73)?” Yasa vardır ama bu yasanın içeriğine tam olarak ulaşılamaz. Kanunlar ona tabi olanlar tarafından bilinemezdir. İktidar yasayı istediği gibi yorumlayan, istediği şekilde uygulayandır ve halk önünde hesap vermez. Bilinmez yasalarca suçlanabilir, suçunuzun ne olduğunu bilmeden cezalandırılabilirsiniz.
“İşleyiş detaycılıkla uyumlu olarak çok hassastır. Bir mesele çok uzun süre tartışılıp biçilmişse, değerlendirmeler henüz sonuçlanmadan bir bakmışsınız ansızın ve hiç beklenmeyen ve daha sonra da ortaya çıkarılamayan bir noktadan bir çözüm bulunmuştur, bu çözümle konu çoğunlukla çok doğru, ama yine de keyfi bir şekilde kapanıp gider. Sanki bürokratik işleyiş yıllardır süregelen, hiç değişmeyen ve belki de anlamsız olan bir konu yüzünden gerilmeye artık dayanamamış ve memurlardan destek almadan kendi başına karar vermiş gibidir.” (Şato; 77)
Âdeta özel durumlardan ve özel yasalardan bahsetmektedir Kafka. Bu anlatı bizi Giorgio Agamben tarafından tarif edilen istisnai durum (olağanüstü hal) kavramına götürür. Belki bir anlamda Nazi Almanya’sında uygulanacak ve toplama kamplarını yasal hale getirecek olan dönemin kehaneti gibidir Kafka yazını.
Olağanüstü hâl
Olağanüstü hâl savaş, terör, ekonomik buhran veya toplumsal kaos dönemlerinde iktidar tarafından istikrarı sağlamak üzere yürürlüğe koyulan bir durumdur. Bu kavram kendine has yasaların geçerli olduğu ancak kuralsız bir ara bölgenin yaratıldığı özel dönemi anlatmaktadır. Burası bir çeşit yasal hukuksuzluk alanıdır (Agamben,2010). Hukuk tamamen ortadan kaldırılmaz, sadece askıya alınmıştır. Ancak burada kurallar ve adalet artık bizzat iktidar tarafından yeniden yapılandırılmaktadır. Burası, hukuk ile kuralsızlık arasındaki ara bölgedir.
Nazi yönetimi bu tanımın tarihsel örneği olarak ele alınabilir. Şubat 1933’te çıkartılan Halkın ve devletin Korunması kararnamesiyle Nazi Almanya’sında anayasa askıya alınarak on iki yıl sürecek fiili bir olağanüstü hâl durumu ilan edilmiş, bu sayede totalitarizme direnen tüm kesimlerin tasfiyesi mümkün olmuştur. Eichmann’ın, “Führer’nin sözlerinin yasa gücüne sahip olduğu” söylemi, olağanüstü hâl durumunda yargı ve yönetmenin eksen kaymasını gösteren güçlü bir örnektir. 2001 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin saldırılarını neden göstererek terörist olduğundan şüphelenilen tüm yabancı uyrukluların sınırsız alıkoyulmasını öngören karar da bir tür olağanüstü hal durumunun ilanı olarak okunabilir. Bunun fiili sonucu ise Guantanamo üssünde tutuklu olanların belirsiz akıbetidir. Agamben İstisna Hâli kitabının önsözünde bu kitabı Irak’ın Amerika tarafından işgal edilmesi üzerine yazdığını belirterek bu ilişkiye işaret etmektedir(Agamben, 2006).
Bugün içinde yaşamakta olduğumuz modern şehirler, günden güne farklı şekillerde tanımlanmış adacıklar kümesi haline gelmektedir: büyük alışveriş merkezleri, güvenlikli yerleşkeler, duvarlar, kontrol noktaları, polis bariyerleri… Stavrides günümüzdeki mülteci ve göçmen gözaltı merkezlerini de bir açıdan istisnai hal kampları olarak değerlendirmektedir.
“İstisna olarak yaşadığımız şeyin ne olduğunu bile düşünmeksizin ona adapte olmayı öğreniriz. Kırmızı bölgeler işte böyle normalleşir. Kontrol noktaları ve alışveriş merkezlerindeki gözetim sistemleri normal hale gelmiştir. Üst araması sportif organizasyonlarda bile normal karşılanır olmuştur. İstisnai durum işte böyle genelleşip bir kural halini almıştır.”
Agamben, Nazi toplama kamplarını olağanüstü halin deneyimlendiği mekânlar olarak ele alır. Bu kampların istisnai durum kurala dönüştüğü zaman açıldığını belirtir (Agamben, 2013). Benzer şekilde Arendt de toplama kamplarının her şeyin mümkün olduğu istisnai alanlar olduğunu dile getirmektedir. Orada hukukun var olduğu ama temel hakları içermediği özel bir kuralsızlık mekânı yaratılmıştır. Arendt’in “Toplama kampları, bu mutlak tahakküm amacının deneye tabi tutulduğu laboratuvarlardır. İnsanın doğasını bilenler şunu da biliyor: Bu hedefe, ancak insan yapımı cehennemlerin uç koşullarında ulaşılabilir (Agamben, 2013)” sözleri adeta Kafkaesk anlatılardaki insan yapımı cehennemvari dünyaları işaret etmektedir.
Şatoya ulaşamayan yollar, bariyerler, memurlar ve köylülerce engellenen hak arayışları, dar han koridorlarında ve ancak özel çağrı ile yapılabilen görüşmeler de bir tür adacıklar kentini anlatmıyor mu bize? Kafka’nın yarattığı dünya, özel yasalara tabi bir olağanüstü hal uygulaması olarak ele alınamaz mı? Marthe Robert’ın “görünmez duvarlı bir gettoya kapanmış olan Praglı Yahudilerin durumunun Kafka’nın eserlerinde görüldüğünü” dile getirişi de bunu yansıtmaz mı bir anlamda? Kafka’yı bunca büyük ve hakkında hâlâ en çok yazı yazılan yazar yapan da bu çağının ötesini gören şiirsel anlatımı ve tüketilemeyen anlamı değil midir?
“Köyün ana caddesi, şatonun bulunduğu tepeye çıkmıyordu, şatonun yakınına kadar gidiyor, ama sonra kasten yapıyormuş gibi kıvrılıyor, şatodan uzaklaşmasa bile yakınından da geçmiyordu. (…) sonunda insanı esir alan yoldan kendini kopardı, ona dar bir sokak ve daha kalın bir kar örtüsü kucak açtı, kara gömülen ayakları çekip çıkarmak çok güçtü, bedeninden ter boşaldı, ansızın durdu ve daha ileri gidemedi.” (Şato,11)
Kaynakça
Agamben, Giorgio (2010): İstisna Hali, Çeviren: Kemal Atakay, Otonom Yayıncılık.
Agamben, Giorgio (2006): Olağan Üstü HalŞiddetin Eleştirisi Üzerine, Çeviren: Derleyen:Aykut Çelebi, Metis Yayınları.
Agamben, Giorgio (2013):Kutsal İnsan-Egemenİktidar ve Çıplak Hayat, Çeviren: İsmail Türkmen, Ayrıntı Yayınları.
Arendt, Hannah (2014): Totalitarizmin Kaynakları, Çeviren: İsmail Serin, İletişim Yayınları.
Benjamin, Walter (2015): Kafka Üzerine, Çeviren: Deniz Kurt, Altıkırkbeş Yayınları.
Foucault, Michel (2003a): Cinselliğin Tarihi, Çeviren: Hülya Uğur Tanrıöver, Ayrıntı Yayınları.
Foucault, Michel (2005): Özne ve İktidar, Çeviren: Işık Ergüden, Osman Akınay, Ayrıntı Yayınları.
Kafka, Franz (2016): Şato, Çeviren: Regaip Minareci, İş Bankası Kültür Yayınları.
Löwy, Michael (2008): Boyun Eğmeyen Hayalperest, Çeviren: Iflık Ergüden, Versus Kitap.
Özlü, Demir (2008): Kafka! Nereden Geldin?, Notos Öykü Dergisi – Sayı:12, Ekim-Kasım 2008.
Stavrides, Stavros (2016): Kentsel HeterotopyaÖzgürleşme Mekanı Olarak Eşikler Kentine Doğru, Çeviren: Ali Karatay, Sel Yayınları.
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.