İSHMAEL KİMDİR?
-
İSHMAEL KİMDİR?
İSHMAEL KİMDİR?*
Makale Yazarı: Tansu Bele
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ekim/Aralık 2010, 4. sayıda yayımlanmıştır.
Çocukluğumdan başlayan okuma sevgim bir zamanlar neredeyse çılgıncaydı. Artık eskisi gibi hızlı okuyamıyorsam da, her tür kitabı yutarcasına okumak her zaman ve her yaşımda benim en büyük eğlencem oldu. Bugüne dek çok sayıda roman, kitap okuduğumu söyleyebilirim. Aşk romanlarından dedektif romanlarına, felsefeden şiire, serüvenden şövalye romanlarına, Don Kişot’tan Dostoyevski’lere, Emil Zola’lara, Dickens’lere, Steinbeck’lere, Jules Verne’lere, Umberto Eco’dan Dan Brown’a, Yaşar Kemal’den Orhan Pamuk’a, Halide Edip’ten Suat Derviş’e, Sabahattin Ali’den Sait Faik’e, Füruzan’dan Adalet Ağaoğlu’na, İnci Aral’a vb., yerli ve yabancı çok sayıda kitap geçti elimden. Diyebilirim ki bir yazar olarak, küçük yaşlarda (yazmaya girişmediğim dönemde) okumaya başladığım kitaplar benim için yazmaktan önemliydi. Okumak, her zaman yazmaktan öte bir değer taşıdı gözümde. Yazmak, yalnızca okuduklarımdan “ayrı”, “bana özgü” bir şeyler karalamak anlamını içerdi. Özellikle çocukluğumda okuduğum kitapları hiç ama hiç unutamadım. Onlardan aldığım okuma lezzetini sonraki kitapların hiçbirinde bulamadım. L. May Alcott’un Küçük Kadınlar’ı ya da Jules Verne’nin romanları benim bütün hayal dünyamı kaplamıştır. Büyüklere yönelik kitaplar yazmamın yanı sıra çocuk yazınına da girmemin nedeni çocukluğumda okuduğum kitaplardır. Bunların içinde bir tanesi vardı ki, benim çocuk romanım Mişko’yu yazmama neden olmuştur. Mişko bir kurbağaydı ve İstanbul’un betonlaşan geleceğini anlatıyordu. Ama çocukluğumda okuduğum Bir Eşeğin Hatıratı: Kadişon yüreğime doğa ve hayvan sevgisini bir daha çıkmamak üzere işleyen bir başyapıttır. Kitabın kahramanı ve insanların elinde eziyet çeken eşek Kadişon’u sürekli yüreğimde taşıdım.
Ancak tüm bu çok sevdiğim kitaplar arasında yalnızca birinin başkişisi, beni en çok etkileyen tek roman kahramanı olmuştur. Öyle ki ünlü Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’u bile onun yanında yaya kalmıştır. Sözünü ettiğim kişi, Herman Melville’nin 1851 yılında yayımladığı Moby Dick romanının İshmael’idir. Kuşkusuz Moby Dick /Beyaz Balina okuru için her zaman kaptan Ahab’ın başkişi olarak anıldığı bir yapıttır. Aynı zamanda çocuk kitabı olarak da anılır. Ama benim için öyle değil: Bu kitap çocuk okuru da kapsar ama gerçekte yetişkinler için yazılmıştır. Romanın kahramanı da, gemici İshmael’dir ve romanın bence asıl başkişisidir. O; romanın anlatıcısıdır ve yapıtı kaleme alan kişinin de ta kendisidir. Gerçekte yazarın yaşamını, başından geçenleri, görüp geçirdiklerini ve bu konudaki düşüncelerini sergiler. Bu yüzden kitap inanılmaz ölçüde inandırıcıdır. Romanı okurken neredeyse gerçeğin içine dalarsınız. Bunu da gerçekleştiren, İshmael’in anlatısıdır. Onun gerçekten yaşadıklarını eşsiz bir bilinçle yorumlamasıdır. İshmael’in anlattıklarını okurken yaşanmışlığı ve yaşamın kendisini solursunuz. Yaşamın ve doğanın karşısında insanın yapıp ettiklerinin “hiçliği”nin bilincine varırsınız. Doğayı, insanı ve onların ikili, iç içe serüveni yaşamla ölümü iliklerinize dek duyumsarsınız. Yaşamın içinde nasıl ölümü taşıdığına, ölümün yaşamdan doğduğuna tanık olursunuz. Bir belgesel tadındaki romanın, gerçekçiliğiyle bugünkü çağdaş romanlara taş çıkarttığını düşünürsünüz. Kanımca çağdaş romanda, çağdaş romandan da öte belgesel anlatıma yol açan bir yapıttır Moby Dick. Gerçeğin yazında dile getirilişi, İshmael’in anlatısındadır. Dolayısıyla İshmael’in varlığı ve bilincindedir. Belgesel anlatımı kurgulayan İshmael’dir. Bu anlatım türünün gerçekte nasıl bir “dünyayı insan açısından yorumlama, dile getirme” olduğunu, İshmael çok güzel kanıtlar. Anlatıcı, aynı zamanda romanın açıklayıcısı, yorumcusudur. Bu nedenle romanın da kahramanı o sayılmalıdır. Yayımlandığı yıllarda hiç ses getirmeyen yapıtın değeri, ancak yazarının ölümünden 33 yıl sonra anlaşılabilmiştir. Kanımca yıllar geçtikçe daha da iyi anlaşılacaktır. Çünkü ölümcül doğanın, insan eliyle talan edilişinin romanı olan bu yapıt, bütünüyle günümüzün gerçeklerini dile getirmektedir.
Romanın yazarı Herman Melville kitabında, denizci olarak geçirdiği yıllarından yola çıkarak gerçekte bir roman değil, bir destan yaratır. Bu destan, insan ve doğanın destanıdır. Bu da roman sanatında büyük bir yeniliktir. Çünkü ondan önce yazılan –geçmişleri çok eskilere uzanan– destanlar, insanla insanın çatışmalarını ve insanın yeryüzündeki insanca yaşam trajedisini dile getiren yapıtlardır. Oysa Moby Dick, insanın doğayla olan karşıtlığını, çarpışmasını, başkaldırısını, savaşımını ve doğaya yenik düşüşünü anlatır. Ama Melville bu destanı yazdığı yıllarda kitabı, kaleme aldığı öbür kitapları gibi hiçbir yankı yapmamıştır. Çünkü değeri anlaşılamamıştır. “Birçok dahi gibi, Melville de kendi yaşadığı çağın sınırlarını iyice aşmış, çoğu çağdaşlarının kavrayamayacağı yapıtlar vermiştir”. (Moby Dick önsözü, yazan: Mina Urgan) Çünkü ilk bakışta roman, açık denizlerdeki balina avcılarının ürkütücü ve bıktırıcı serüvenlerinden başka bir şey değildir. Dahası bu kitap bir roman bile değildir. Çünkü aşk ve kadın yoktur içinde. Ayrıca aşk değil kin vardır yapısında. Kısaca özetlendiğinde; kolunu koparan bir beyaz balinaya karşı bir kaptanın saplantılı kinini ve onu alt edip yok etme isteğini anlatır. Bitmez tükenmez bir arayıştır bu ve sonu acı bitecektir. Kaptan Ahap, balinaya yenilecektir. Bu yüzden ve yer yer –sanki anlamsızca oysa değil– uzayan balina avcılığı konusundaki teknik bilgilerden ötürü sıkıcı bile sayılabilir. Bu bilgiler sürer gider ve okura kimi zaman bunların ne gereği olduğunu bile sordurur. Oysa romanın anlatıcısı İshmael, bu durumu şöyle açıklar: “Öykümüzün dışında kalmakla beraber, bu bölümün başlangıcında güney balinalarının bazı ilgi çekici ve garip töreleri üstüne verilen bilgiler, kitabın herhangi bir bölümünden daha az önemli sayılamaz. Konumuzun başlıca ağırlık noktası iyice aydınlanıp anlaşılmalı ki, bu işleri hiç bilmeyen okurlarımız, anlatacaklarımızın doğruluğundan kuşkulanmaya kalkmasınlar.” (Moby Dick, bölüm XLV, syf. 213)
İshmael, bir balina avcı gemisinde tayfadır. Pequod gemisinde, çeşitli ülkelerden, kıtalardan gelen; ırkları, sınıfları, eğitimleri, dinleri bambaşka olan; böylece Pequod gemisinde küçük bir dünya oluşturan “yabancı” adamlardan biridir. Bu adamların tek ortak yönü ise, tümünün de kaptanlarının tutkusuna kapılıp Beyaz Balina’yı öldürme hırsıyla yanıp tutuşmalarıdır. Bu tutku onların yüreklerinde zaten vardır ve birlikte denize açılmalarını sağlar. İshmael de onlardan biridir. O da “korkunç” denizin canavarı olarak gördüğü Beyaz Balina’yı merak etmektedir. Ancak onun merakı, öldürme, yok etme tutkusuyla yanan kaptan Ahab’ın ve tayfalarının yanında daha çok bu hırsın nedenlerini araştırmaya yöneliktir. O, arkadaşlarının ve kaptanın ölümcül doğa karşısındaki başkaldırı ve öldürme hırslarının bir çeşit çözümleyicisidir.
Yapıt, İshmael’in nasıl Pequod gemisine tayfa olduğuyla başlayıp balina avcıları ve avı konusundaki bilgilerle sürüp gider. Bu bilgiler aynı zamanda, gemideki her adamın “işinin ehli” kişiler olduklarını da ortaya koyar. Buna karşılık yapıtın bu üst katından eğilip alt katmanlarına baktığımızda gerçek konusuyla yüzleşiriz. Bu gerçek; doğanın yaratıcılığı ve yok ediciliği karşısında insanın duyduğu çaresizlik ve öfkenin, başa çıkamadığı için de içine düştüğü saplantılı kinin başkaldırısıdır. Doğa, duyarsızlığıyla insandan her zaman daha güçlüdür ve insanın ona savaş açması, onu yenme tutkusu onun en büyük trajedisidir. İşte bunu dile getiren, sözcüklere döken kişidir İshmael. O, kaptan Ahap’in dramını çok güzel kavramıştır. Doğanın başa çıkılamaz yok ediciliğini, korkunçluğunu anlamış olan İshmael, kaptan Ahap’in başkaldırısına hem saygı duyar hem de ona acır. Çünkü bu trajedi, gerçekte insanın trajedisidir. Doğa karşısında insan oluşun bütün gücünü ve güçsüzlüğünü yüreğinde sezer İshmael…Gözleriyle tanık olur. Doğayı dizginlemeye, alt etmeye kalkışan insanın, gerçekte onun bir kölesi olmaktan öteye geçemediğini de, anlatısında çok güzel sergiler. Moby Dick; başrollerini insanla doğanın paylaştıkları bir yeryüzü serüveninin dile getirilişidir.
İshmael; denizi ya da doğayı ve onun yarattığı yaşamı en trajik noktasından kavramış, onun insana duyarsızlığını ta içinden, bilincinin derinliklerinde duyabilen kişidir. Denizi şöyle anlatır: “Hiçbir acıma duygusuna kapılmıyor, hiçbir güce boyun eğmiyor deniz. Binicisini sırtından atmış azgın bir savaş atı gibi, başıboş deniz, soluk soluğa tüm dünyaya saldırıyor. Suların ne denli kurnaz olduğunu düşünün bir kez. Orada en korkunç yaratıklar bile, çoğu zaman göze görülmeden, mavilerin en tatlısında kendilerini haince gizleyerek, suyun altında kayıp giderler. Denizde yaşayan en amansız yaratıkların şeytanca parlaklığını ve güzelliğini –örneğin köpek balıklarının o kıvrak ve hoş biçimini– de bir düşünün. Denizin dört bir yanında görülen yamyamlığı bir kez daha düşünün. Düşünün ki tüm yaratıkları birbirlerini yerler, dünya kurulalı beri birbirleriyle savaşıp dururlar. Bütün bunları düşünün; sonra bu yeşil, tatlı ve çok uslu toprağa bir bakın. Her ikisini de, karayı da denizi de şöyle bir düşünün. Kendi benliğinizle bu iki şey arasında garip bir benzerlik sezmiyor musunuz acaba? Çünkü tıpkı o korkunç okyanusun yeşil toprağı çerçevelediği gibi, insanoğlunun ruhunda da huzur ve sevinçle dolu bir Tahiti adası vardır; ve yarı yarıya gizemli kalan bir yaşam, olanca korkunçluğuyla, bu adayı çepeçevre sarar. Tanrı seni korusun! Bu adadan uzaklaşma sakın! Bir daha geri dönemezsin!” (a.g.e., syf. 9)
İshmael, kitaptaki bu satırlarda bugün insanoğlunun girdiği –ve içindeki, aynı zamanda yüreğindeki güzel doğadan uzaklaştığı– dönüşsüz yolu dile getirmektedir sanki. Bir zamanlar doğaya boyun eğen, sonra onu Tanrı katına çıkarıp öven insanın sonuçta doğayla kaçınılmaz çatışmasının, insanı nasıl bir çıkmaz yola sürüklediğinin ve bunun da yaşamın gerçek tragedyası olduğunun altını çizmektedir. İshmael roman boyunca birçok kez yapmaktadır bunu, sanki onun anlatısı insanlığa yönelik bir uyarı niteliğindedir; ama tragedya, sonunu kendi hazırlayacaktır ve öcünü almak isteyen kaptan Ahap’in balina tarafından öldürülüşüyle doruk noktasına ulaşacaktır. Zaten Moby Dick, “bir öc alma tragedyasından başka bir şey değildir aslında” (a.g.y., syf. 10), Roman; kendi kendine konuşup kinini –doğaya ve balinaya duyduğu– anlatan, iç dünyasını dışa vuran kaptan Ahap ve romandaki öteki kişilerin de kendi kendilerine konuşmaları gibi, trajikomik ve teatral ögeler de içerir. Bu yönüyle bir Shakespeare trajedisini andırır. Zaten yazar Melville, kitabını yazdığı sırada durmadan Shakespeare’i okumuştur. Onun etkisi, romanda açıktır. Ne var ki Melville, insanın Shakespeare’vari iç çatışkısını ve trajedisini, “doğa ve insan” çatışkısına çevirmiştir. “Dünya ve ben” savaşı, bu romanın eksenidir ve bu eksenin temeline de İshmael oturmuştur. O, gören, duyan, bilen ve kavrayan insandır; doğanın insana üstün gelen acımasızlığını, dünyanın kötülüğünü anlar ama engel olamaz. İnsanın bilincidir İshmael. Ama bu bilinç, doğanın acımasızlığı karşısına koyduğu insanın kinini ve bundan kaynaklanan korkunç, yok edici çatışmayı engellemeye yetmeyecektir.
İshmael, bizim Yahya Kemal’imizin “fark etmez anne toprak ölüm maceramızı” dizesinde dile getirdiği gibi, insanın yeryüzünde içine düştüğü “kara tragedya”ya bütün yalınlığıyla tanık olan, duyabilen ve anlatabilen “insan”dır. Çünkü İshmael –yani Melville– aynı zamanda bir şairdir ve “denizlerin hem büyüleyici güzelliğini hem de insanda gizemli bir korku uyandıran dehşetini, belki hiçbir şair –‘Le Bateau İvre’de Rimbaud bile– bu kadar iyi anlatamamıştır.” (a.g.y., syf.10)
İshmael, “Tanrısız diyebileceğimiz bir evrende, tüm kötü güçlere karşı, bir tek insanın, kaptan Ahab’ın açtığı umutsuz bir savaşın, yenilgiyle biten bir savaşın destanını” (a.g.y. syf.10) anlatır. Bu yönüyle o bir filozoftur; insanın doğayı ve evreni yorumlayan yanı olan düşüncel boyutunu sergiler. Salt insanın değil, doğanın bir parçası olan insanın da içinde yer aldığı bir yeryüzü destanını söyler. Don Kişot gibi kötücül güçlere savaş açan kaptan Ahab’ın doğa karşısındaki yalnızlığını dile getirir. Ne var ki Don Kişot, kafasındaki (insanın içindeki) yel değirmenleriyle savaşmaktaydı; oysa kaptan Ahab, doğrudan kendisini kuşatmış olan, içine bırakılmış olduğu doğayla savaşır. Onun savaş açtığı kötücül güç, doğanın ta kendisidir. Kaptanın bacağını koparmış olan Beyaz Balina, onun gözünde azgın bir deniz canavarından çok öte de bir şeydir. “Evrendeki tüm kötülüğün, doğadaki tüm kötülüğün, toplumdaki tüm kötülüğün, insanların içindeki tüm kötülüğün bir timsali haline gelen Moby Dick, Ahab Kaptanı için için öldürmektedir.” (a.g.y. syf. 11). Doğa, acımasız ve gaddardır insana karşı, onu öldürmek, yok etmek ister. Doğanın yaşam diye insana sunduğu şey, ölümden başka bir şey değildir. İyilik, kötülüğün görünür yüzüdür. Yaşamın öbür yüzü ölümdür. İnsanın yok edici doğa karşısında boş yere iyiliğiyle böbürlendiğini, gerçekte kötülüğün elinde nasıl bir “hasta” olup çıktığını gösterir İshmael. Dahası, doğa karşısında kendisini üstün sayan, yücelten, Tanrı’yla özdeşleştiren insanın boş savlarla uğraştığını, kendi kendisini bağladığını gözler önüne serer: “Ben, hırs ile gururun da dünyamızın gürbüz ve cömert toprağında böyle tepindiğini; toprağın ise, hiç aldırmadan kendi sularının ve mevsimlerinin akışı içinde sürüp gittiğini gördüm” (a.g.y. syf. 228)
Ölümün anlamını çözemeyen ve yok oluşa başkaldıran insan, doğanın yaratıcı gücünün aynı zamanda yok ediciliğini sergilemesini, evrendeki ve yaşamdaki bütün kötülüklerin başı gibi görmektedir. Aynı zamanda insanın içindeki kötülüğün de kaynağıdır bu yok etme gücü; insan kendi içindeki bu gücünü başka insanlara ve doğaya karşı yöneltecektir; sömürme, tüketme gibi çeşitli yollar da kullanarak, kendi dışındakini, yani “öteki”ni ezme yolu olarak kullanacaktır. Denizcilerin, yabanıl denizin ortasında birbirlerine gösterdikleri güç gösterilerinin anlatımı, kitapta bu gerçeği sergilemektedir. İshmael, denizin çılgın dalgaları ortasında birbirlerine işkence eden ve güçlerini gösterme savaşımına giren, ama sonunda yine balinaya yem olacak denizcilerin dramını anlatırken şöyle der: “Karada olsun, denizlerde olsun, şu bizim basmakalıp dünyamızda, bir adam başkalarına kumanda ederken, kumandasında olanlardan birinin, kendinden çok daha mert, çok daha erkek olduğunu görünce, o adama karşı, önüne geçilemez bir nefret duyar, garez bağlar hemen. Fırsatını buldukça da, bu emir kulunun gurur kulesini yıkmak, tuz buz etmek, küçük bir toz yığını haline getirmek ister.” (a.g.y., syf. 251) Kanımca erkek ruhunu bu satırlardan daha güzel hiçbir anlatı aydınlatamaz. Erkek kişinin yeryüzünde yaşamayı, yaşam savaşımını nasıl bir doğaya karşı üstünlük sergileme ve gücünü kanıtlama, kahramanlığıyla her şeyin üzerine çı- kıp kendini var kılma yarışına çevirdiğini, Moby Dick’te çok açık dile getirir İshmael. Romanda hiç kadın kişilik olmamasının anlamı ve dikkate değer yanı da bence budur. Çünkü kadın, yaşamı doğuran ve savunandır; oysa erkek, yaşama savaş açar, bunu, kendi cinsine yönelik saldırgan gücüyle de ortaya koyar. Erkek; hemcinsiyle olduğu kadar doğayla da savaşır, çünkü onunla özdeştir. Doğanın yok edici gücü onda da vardır. Bu yüzden doğayı kadından daha çok, daha içsel olarak tanır. Kadınsa, doğayı yaşar.
Doğayı ya da denizi tanıyan, bilen, çünkü bilinçle gözlemleyen kişilerdir gemiciler; ona savaş açmaları da bundandır. Denizin yok ediciliğinin bilincindedirler. Erkek, kendisini doğada, doğayı da kendisinde görür; kendi içindeki “yok edici” güç ya da duygu, doğanınkiyle aynıdır. İşte o; bu yüzden doğanın güzellikleri altında gizlenen korkunç yüzünü tanılayabilir, savaşabilir ve başkaldırabilir. Doğadan öç almaya ve onu dizginlemeye kalkar: “Bu yaşlı adam (Kaptan Ahab) ölümün de üstünde yürüyordu yaşamın da…” (a.g.y. syf. 239) “Tüm bu güzel maviliğin (görüntünün) altında şeytanca bir büyü vardı kimine göre. Günler günü suların tatlı ıssızlığı içinde yüzdük. Bizi öcümüzden ayıran denizler, puruvamızın önünde hiçbir canlılık izi taşımayan bomboş bir dünyaydı sanki.” (a.g.y., syf. 239)
Dünyanın (ya da doğanın) kurmaca bir sanallık olduğu duygusunu veren denizin (evren gibi) sonsuz ve ıssız görüntüsü, varoluşun ‘absürd’ yabancılaşma etkisinin de kaynağıdır insan üzerinde. İnsan (erkek) bunu ancak, doğanın gerçek gücü olarak saydığı “yok etme” silahıyla aşmayı dener. Bu silah, onda da vardır doğa gibi; insan (erkek) bunu doğaya üstünlüğü sayar.
“Deniz kabarıyor, kabarıyor, durmadan kabarıyordu; uçsuz bucaksız sular bir yürekmiş de, günahların acıları ve bunalımlarıyla doluyormuş gibi…” (a.g.y., syf. 240) Başka bir deyişle o günah, belki salt insanoğlunun yüreğinden fışkırmaktadır; çünkü doğa kör ve sağır bir yok edici yabanıldır insana ve her şeye karşı, ama insan, onu kendine yönelik bir canavar yerine koyan, çünkü doğada varsaydığı kötülüğü gerçekte kendi yüreğinde taşıyan, dolayısıyla doğayı da kötülüğün kaynağı olarak değerlendiren bir yaratıktır. Doğanın kötülüğü sanki insanın onda bilerek yarattığı bir şeydir; bu düşünce de kitapta işlenecek, sayfalar ilerledikçe İshmael, giderek insanın (erkeğin) doğaya açtığı savaşta baş kötünün kendisi, belki de kötülükleri düşünen ve yaratanın o olduğu düşüncesine ulaşacaktır. Doğa kördür ama insan bilinçle yapar kötülüğünü. Ölümün ve yok etmenin bilincindedir o. Doğaya duyduğu kin de bundan kaynaklanmaktadır. Dahası insan kendisinin kötülüğünün de bilincindedir. O, kötülüğünü bile bile yapar. Öldürme doğaya özgüyse işkence insana özgüdür: “Ve gemiciler, hâlâ sürüklenen sandalın halatını çeke çeke balinaya yaklaştılar. Çok geçmeden, sandalla canavar borda bordaya geldi. Stubb dizini gereken yere sıkı sıkıya dayayarak, hâlâ kaçan hayvanı boyuna şişlemeye başladı. Kumandaya uyarak, sandal, balinanın korkunç yuvarlanmalarından kaçıyor, bir ileri bir geri gidiyor; sonra yeni bir saldırış için canavara gene sokuluyordu. Deniz canavarının dört bir yanından akan kanlar, bir dağın eteğinden boşanan kızıl dereler gibiydi şimdi. Acılar içinde kıvranan gövdesi, tuzlu deniz sularında değil, kendi kızıl kanları içinde; fersah fersah köpürüp kaynayan kendi kanları içinde yuvarlanıyordu artık. Yandan gelen güneş, kızıl sulara çarpıp, herkesin suratını kırmızıya boyuyor, hepsini birer Kızılderiliye çeviriyordu. Can çekişen canavarın püskürtme deli- ğinden bembeyaz buğular çıkıyordu durmadan. Bu arada, heyecanlar içinde soluyan kaptanın piposu da, birbiri ardından duman bulutları çıkarıyordu boyuna. Stubb, her vuruşta biraz eğrilen kargısını halata geri çekiyor, sandalın küpeştesine bir iki kez hızla çarparak doğrultuyor, bir daha, bir daha batırıyordu balinanın sırtına. Bitik düşen balinanın azgınlığı giderek yatışınca, ‘Daha yakına! Daha yakına!’ diye bağırdı baştaki kürekçiye. ‘Daha yakına! Tam üstüne!’ Sandal balinanın gövdesine yanaştı. Stubb, puruvadan sarktı, eğilebildiğince eğilerek, uzun ve keskin kargısını hayvanın böğrüne soktu. Orada, balinanın yuttuğu bir altın saati ararcasına, saate çarpıp da onu kırmaktan korkarcasına, kargısını bir o yana, bir bu yana ağır ağır çevirmeye başladı. Bu aradığı altın saat, balinanın gövdesinde saklanan canı idi. İşte bu sırada kargı, altın saate değdi. Bitkin uyuşukluğundan çıkan balinanın, o anlatılmaz ‘ölüm telâşı’ başlamıştı: Koca canavar, kendi kanı içinde yuvarlanıp durdu; delice savrulan köpükler ortasında, yoğun bir sise bürünmüş gibi, gözle görülmez oldu. Öyle ki, tehlikeli bir duruma düşen sandal geriledi; akla sığmayan bu alacakaranlıktan kurtulup gün ışığına kavuşmak için, körü körüne çabaladı. Can çekişen balina, son bir kez daha göründü. Bir o yana, bir bu yana saldırıyor; püskürtme deliği, acı dolu kesik kesik solumalarla, ispazmoza tutulmuşcasına açılıp kapanıyordu. Sonunda kırmızı şarap tortusuna benzer kan pelteleri, korkunç birkaç fışkırtıyla havalara yükselip, yağmur gibi denize ve balinanın iki yanına döküldü: Yüreği patlamıştı hayvanın. ‘Öldü, Stubb Kaptan’ dedi Daggoo. Stubb; ‘Evet, onun piposu da bitti, benimki de’ dedi; ve ağzındaki pipoyu çıkarıp, küllerini denize döktü. Sonra bir an durup, dalgın dalgın, kendi yarattığı o koskoca ölüye baktı.” (a.g.y., syf. 289-290)
Bu satırlarda anlatılan balinanın gemicilerce öldürülme olayı, sanki bir açıdan doğanın insan eliyle öldürülüşüdür; canı deşilen deniz canavarının fışkıran kanı, bir petrol kuyusundan akan yeryağa da benzetilebilir, insanın karnını yardığı topraktan elde ettiği her türlü şeye de… Altın madeni ya da başka madenler nedir topraktan çıkarılan; ırmakların, göllerin kurutulup, ormanların yok edilip (bugünlerde insan elinin değdiği toprak kurumuş çöle dönmüyor mu?) beton yığınlarına dönüştürülmesi nedir? Toprağın ya da yeryüzünün, doğanın öldürülmesi değil midir? Ya eriyen buzullar? Doğasını şaşıran denizler, iklimler? Şimdi “kendi yarattığı o koskoca ölüye bakmakta” değil midir insanoğlu?
Dahası insan (erkek) doğa karşısındaki bu noktaya, yani ona açtığı savaşındaki bu aşamaya nasıl gelmiştir? İshmael bunun yanıtını da çok büyük bir bilinçle anlatır romanının ilerleyen sayfalarındaki anlatısında: Bu “ölçülü, biçili, yiğitçe, kahramanca ve akıllıca” ama çok da güç avlama işinden sonra balina, ki bu işlem avcıların (erkeğin) akıl almaz, gerçekten inanılmaz çabasını göstermektedir, geminin yanına bağlanacak, köpek balıklarına ikram sofrası oluşturacak, bu arada “bilimsel” metotlarla parçalanacaktır! Gerçekten “bilimsel” ve gemicilerin büyük becerili yaratısına dayalı bir iştir bu; aynı zamanda da bu işlemi anlatan satırlar, insanoğlunun doğa karşısında yarattığı, geliştirdiği bütün bilimlerinin, bilimsel ve teknik buluşlarının (atom bombası bile katılabilir bu buluşlara!) eşsiz bir “özeti” gibidir: “Deniz canavarının derisini tamamiyle yüzmeden önce, kafasını kestiklerini size söylemeliydim. İspermeçet balinasının kafasının kesilmesi bilimsel bir anatomi başarısıdır; deneyimli balina cerrahları, haklı olarak övünürler bununla.” (a.g.y., syf. 314)
Öldürdüğü balinanın kafasını kesen ve onun bedenindeki yağları ustaca çıkarıp çeşitli yararlı işlerinde kullanan, etiyle karnını da doyuran gemici, sanki doğayı bilimleriyle çözümleyerek onu denetimi altına alan, sonra da sömüren insanoğlunu simgelemektedir. Doğaya aklının gücü bilimleriyle savaş açan insanoğlu; onun öldürücülüğünü yok ederken kendisini de yok edebileceğini acaba düşünmekte midir? İshmael; ölü balinanın sırtına çıkarak onu parçalayan köpekbalıklarıyla savaşan arkadaşı Queequeg’e yardım ederken bir yandan da şöyle düşünür: “Suların her kabarışında ipi gevşetip çekerken, ‘ya, işte böyle, canım dostum, ikiz kardeşim’ diyordum içimden. ‘Ama ne yaparsın? Bu balina dünyasında her birimiz tıpkı sana benzemiyor muyuz? Üstünde soluk soluğa uğraştığın bu dipsiz deniz, yaşamın ta kendisidir; bu köpek balıkları düşmanların; bu kürekler dostların; ama bir yandan köpek balıkları bir yandan da kürekler yüzünden başın belâda zavallı delikanlı!’” (a.g.y., syf. 323)
Köpek balıklarını doğanın tehlikeleri, kürekleri de insanın icadı doğa karşıtı şeyler olarak adlandırırsak, bu trajediyi daha yakından görmüş oluruz. İshmael’in avlanan balinaları yakından incelemesi sonucu ortaya koyduğu yorumlar da ilginç bir açılım getirir yapıta: İshmael, bu “doğa canavarı”nın insan gözündeki yansımalarının sarsıcı, ürkünç etkilerini, neredeyse gerçeküstü bir anlatımla sergiler. Bu anlatım biçimi okura, insanı çevreleyen doğanın onda, sanal ya da gerçek dışı bir izlenim yarattığını, gerçekte doğanın bir parçası olan insanın bir yanıyla da doğadan ayrı, başka olduğunu gösterir. İnsan doğanın ortasında bir “yabancı”dır, onu tanımaz ve onunla savaşır. İshmael, balinanın ölü kafasının içine düşen avcının öyküsünün ne kadar inanılmaz olduğunun altını çizer: İnsanın, bir türlü tanıyamadığı, bilemediği, çözemediği doğanın (gerçekliğin) sırrını, hayalinde yoğurarak gerçek dışı pek çok fanteziye (masal, mit, batıl inançlar, dinsel metinler, tanrılar, putlar) dönüştürmesinin nedenini de doğadan korku ve yabancılık duygusuna bağlar. Dev, canavar, Tanrılar vb. gibi masal kahramanları hep bu korkudan türemişlerdir. Doğanın ürkünç hayvanlarından ve insana saçtığı tehlikelerden üretilmişlerdir. Doğaya kahramanlık taslamak da öyle: İshmael örnekler vererek anlattığı, balina avcılarının en eski çağlardan beri süren savaşımını, salt “karnını doyurmak” ya da “insanların lambalarına yağ doldurmak” amacıyla değil, insan “onuru” ve gücü adına yürüttüklerini belirtir. Dünyanın ilk balinacısının, yani Zeus’un oğlu yiğit Perseus’un, kral kızı Andromeda’yı kurtarmak için deniz ejderhasını (balina) tek zıpkınla öldürüp kahraman oluşunu örnek gösterir. İnsanın zihninde Tanrı düşüncesi gibi canavar düşüncesinin de doğadan kaynaklanışının altını çizer. Balinanın insana canavar olarak görünmesinin nedeni ise saymakla tükenmez. Görüntüsünden yapısına, soluklanışından yüzüşüne, kuyruğundan su püskürtme deliğine kadar her şeyiyle olağanüstüdür balina; biz insanlara doğanın bütün canlı cansız varlıkları her zaman olağan dışı gelmez mi? Balinadan ya da filden korkmamız acaba bundan mıdır? İkinci kaptan “yiğit” Stubb, balinanın peşinde sürüklenirken şöyle bağırır: “Yaşasın! Amma da gidiyoruz be! Her tekne bir şimşek gibi! Yaşasın! Kudurmuş bir kaplanın kuyruğuna bağlı üç tencereyiz sanki! Koca bir fili, ovada, iki tekerlekli küçük bir arabaya koşsalar ne olur? Tekerlekler yerinden fırlar çocuklar. Hele bir tepeye de çarptınız mı, arabadan uçtuğunuzun resmidir. Cehenneme böyle inersin denizlerde. Dosdoğru kayıp gidersin dibe. Yaşasın! Bu balina öbür dünyaya posta götürüyor!” (a.g.y., syf. 353)
İnsanın doğadan korkması ve ona üstün gelme savaşımı, acaba ölümü yenme isteğinden mi kaynaklanmaktadır? İnsan doğayı yok ediyor, çünkü kendisi ölmek istemiyor, belki de sonsuza dek yaşamak istiyor. Oysa doğa öldürüyor. Bu yüzden insanın kendisi için yarattığı ne varsa doğadan kendini yalıtmak için mi yapmıştır? Bilim, teknik, sanat, hukuk, siyaset,din, Tanrılar, peygamberler, ermişler, filozoflar, savaşçılar, yiğitler, toplum düzeni, ev düzeni vb. her şey, doğa dışı, doğadan “kopuk” değil midir? Ya da doğadan koparak insana daha “insanca” bir yaşam sağlama çabası değil midir? İnsanın “doğaüstü” olmak için harcadığı çaba, uygarlığın da temeli midir yoksa? Zeus (İshmael’in deyimiyle Tanrı) ya da Süperman, insanın doğaya karşı ortaya çıkardığı bu iki doğaüstü kahraman, neyi simgelemektedir? İnsanın korkusunu mu? Doğadan ve ölümden korkusunu mu? Yoksa insanın (erkeğin) ölümsüz ya da yaşam dışı bir yanı olduğunu mu? Bunu kanıtlamaya çalıştığını mı? Ya yarattığı silahlar? Ne işe yarar silah? İnsanın yaşamına karşı çıkan her şeyi öldürmeye değil mi? İnsan neden öldürür? Kanımca Moby Dick, bütün bu sorulara yanıt arayan bir romandır. Yanıt aradığı bu sorular da, çağdaş felsefenin yapı taşlarıdır. Moby Dick; tıpkı bugünün yıkım filmleri gibidir; belki de yıkım edebiyatının ve sinemasının yol açıcısıdır. Doğanın ölümcüllüğünün karşısına insanın yine ölümcül hırsını koyan yapıt, durmadan, bıkmadan usanmadan bu yıkımı anlatır, sorgular. Romanın kahramanı İshmael de, balina avcılarıyla balinaların ölümüne savaşımlarında kanımca hep bu sorularla boğuşur. Doğanın kör ve sağır vurucu gücüne karşılık, insanın öldürme hırsını sorgular. Balina avcılarının vahşice ve “kahramanca”, ölümüne avlanmalarına, balinaların acımasızca öldürülüşlerine tanıklığını yürek burkan bir anlatışla dile getirişi, sanki onun bu filozofça sorularına yanıt bulma çabaları gibidir: “Sandallar balinayı daha yakından kuşattı. Bedeninin genel olarak su altında kalan üst yanı, iyice meydana çıktı. Gözleri, daha doğrusu gözlerinin eskiden bulunduğu yer, görülüyordu artık. Yıkıldıkları zaman en soylu meşelerin budaklarında acayip ve biçimsiz yosunlar nasıl birikirse, vaktiyle balinanın gözlerinin bulunduğu yerde de, yürekler acısı, kör ve patlak iki ur kabarıyordu. Ama gene de bu balinaya acıyamazdık. Yaşlılığına, sakat kanadına, kör gözlerine karşın; öldürmek zorundaydık onu. İnsanoğlunun sevinçli düğünlerine, bayramlarına ışık salması için; kimse kimsenin kılına dokunmamalı diye vaizler verilen görkemli kiliselerin aydınlanması için, öldürmek zorundaydık onu.” (a.g.y., syf. 355) İshmael’in hem doğada hem de insanda bulunan öldürme hırsını sergileyişi, bugünün değme cinayet filmlerine taş çıkarır niteliktedir. İnsanın içindeki “canavar”, doğanın “canavar”larıyla özdeştir!
Tüm insanlar; “o soysuz deniz canavarını avlayan aşağılık denizciler” (a.g.y., syf. 410) gibidirler. “İnsan insanı ne denli severse sevsin, insan dediğin para kazanan bir hayvandır ve para kazanma isteği, iyilik etme isteğinden ağır basar çoğu zaman.” (agy; say 406) İshmael’in bu “filozofça” düşünceleri, kendi dönemini de aşarak (1800’ler) aynı zamanda bugün insanlığın geldiği noktayı ya da Amerikan kaynaklı 20. yüzyıl pragmatist (yararcı) felsefenin ulaştığı felsefi aşamayı da vurgular gibidir. Felsefe de çıkarcı ve sömürgen insanın güdümündedir artık. Dahası insan doğasının, her şeyi yararı ve çıkarı için sömüren “bir sömürgen” olduğunun felsefe diliyle açıklanmasıdır. İshmael’in, Amerikalı balina avcılarını en gözü pek ve acımasız denizciler, Pequod gemisini de sürekli “Amerikan balina gemisi” olarak anması, Amerikan balina gemilerini, öbür ülkelerinkinden daha “akıllı”, “daha güçlü” görmesi bu yüzden midir?
Balina avı (ya da denizin ve doğanın sömürü için yok edilişi) sürer gider. Oysa Balina gemisinin kaptanının amacı başkadır: O, intikam için öldürmek istemektedir Beyaz Balina’yı. Kaptan Ahab; Moby Dick’in peşine sürer gemisini, gemicileri bunun saçma bir çaba olduğunu söyleseler de kaptan, geri dönmez. Onları kasırgaların içine sürükler. Ne pahasına olursa olsun Moby Dick’i bulacak ve öldürecektir. Geminin demircisine kocaman bir zıpkın yaptırırken (sanki atom bombasını yaptıran savaşçı insan gibidir) balinayı (ya da ona karşı çıkan her şeyi) öldürme isteğiyle dolup taşar. Onu güdüleyen korku mudur? Kitabın son bölümlerindeki teatral (tiyatro oyunu gibi anlatılır) anlatım, kaptandaki (insandaki) doğa korkusunun saldırganlığa dönüşümünün eşsiz bir örneğidir. İnsan (erkek) doğaya (ve tanrıya) sevgiyle değil de korkuyla mı bağlıdır? “Öteki”nden duyulan yabancılık duygusunu ve korkuyu, bu tiradlarda İshmael çok trajik bir biçimde duyuracaktır. Kaptan Ahab’ın korkusunu ve kinini, onun ağzından ve sanki “insan”ın çığlığıymış gibi haykıracaktır: “Ey sen, aydın ateşin aydın ruhu! Bir zamanlar ben, bu denizlerde sana tapan bir Pers’tim. Sana taparken öyle yakmıştın ki beni, damganı hâlâ üstümde taşıyorum. Seni artık biliyorum aydın ruh! Artık biliyorum ki sana tapmanın en iyi yolu, meydan okumaktır sana. Sen ne sevgiden hoşlanırsın ne de saygıdan. Kin istersin sen; öldürürsün her şeyi. Korkusuz bir aptal değildir şimdi karşında duran (…) Ey aydın ruh! Beni ateşinden yarattın. Ve ben, ateşin öz evlâdı olarak ateşi geri üflüyorum sana.(…) Ne denli ışıklı da olsan, karanlıklardan çıkıyorsun sen. Ben ise aydınlığa çıkan bir karanlığım!” (a.g.y., syf. 497-498) Ahab’ın çığlığı, doğaya (ve Tanrıya; ölüme ve tüm kötülüklere) başkaldıran, şeytan gibi meydan okuyan insanın seslenişidir. Ahab’a karşı çıkanlar da vardır elbette, insanın körlemesine doğanın üzerine gidişine karşı çabalayanlar gibi. Örneğin ikinci kaptan şöyle seslenir Ahab’a: “Tanrı sana karşı ihtiyar! Tanrı sana karşı! Vazgeç bu işten! Uğursuz bir sefer bu! Kötü başladı, kötü gidiyor….” (a.g.y., syf. 498) Ama Ahap aldırış etmeyecek, geminin rotasını geriye çevirmeyecektir. Korkunç kasırganın ortasında Moby Dick’e doğru dikine gidecektir! Çünkü amacı Beyaz Balina’ya ulaşmaktır! Dahası onunla ödeşmek ve onu öldürmektir. “Ah kaptanım, kaptanım! Ne soylu bir ruhun, ne yaman bir yüreğin var senin! O uğursuz balık ille avlanmalı mı? Gel benimle! Bu ölüm sularından kaçalım! Dönelim evlerimize. Starbuck’ın da karısı çocuğu var senin gibi… Sen yaşlılığında evlenmişsin, ben gençliğimde. Gidelim! Gidelim! Bırak, hemen kırayım dümeni! (a.g.y., syf. 533) Ama kaptan Ahab dönmez yolundan. Ne karısının mavi sulara düşen hayali ne oğlunun düşlerine giren görüntüsü onu geri döndürür. Kadın kişi, bir tek bu düşte görülür yapıtta. Çocuğu (ve yaşamı) emziren kadın! Üç gün süren son kovalamacada, Beyaz Balina’nın sandallarını parçalayarak denizcileri denize dökmesi bile yıldıramaz yaşlı kaptanı. Takma bacağı bile parçalanır ama Ahab’ın ruhu sarsılmaz. Pequod’un hızla peşinden sürüklendiği Moby Dick’in korkunç haşmetini büyülenmiş gibi anlatır İshmael. Moby Dick, aslında doğanın eşsiz görkemidir; doğanın kendi parçası insanın başa çıkamadığı, çıkamayacağı enginlerin büyülü gizleri, dağların yüce dorukları, rüzgârın ele geçmez, karşı konulmaz heybetidir. Erişilmez gücüdür. Moby Dick, üç gün boyunca kaptan Ahab’ın savaşımı, yiğitliği ve “kahramanlığı”ıyla, bir kedinin fareyle oynaması gibi oynayacak sonra da gemiyi batırıp Ahab’ı da gemicileri de kendisiyle birlikte denizin dibine gömecektir! Her ne kadar Ahab: “Püskürt püskürtebildiğin kadar da, patla, ey Balina! Kudurmuş şeytanın ta kendisi geliyor ardından! Çal borunu! Patlat ciğerlerini! Ahab kesecek senin kanının akışını, değirmencinin kapağı indirip derenin suyunu kestiği gibi!” (a.g.y., syf. 545) diyerek bağırıp çağırsa da kaderinin ne olduğunun da bilincindedir: “Ahab sonuna dek Ahab’dır, önceden yazılıdır bu; değişmez. Şu okyanus yaratılmadan milyonlarca yıl önce. Senin de benim de ne olacağımız kararlaştırıldı. Aptal! Alın yazımın buyruğundayım ben; başka kimsenin buyruğuna girmem.” (a.g.y., syf. 550) Gemicilerinin de kendi buyruğunda olduklarını söyleyen çılgın kaptan tümünü de ölüme sürükleyecektir. Onun Beyaz Balina’ya karşılık ödül olarak ortaya koyduğu altını ele geçirmek peşinde olan gemiciler de balinanın kurbanı olacaklardır. Şeytan, doğanın (ya da Tanrı’nın) gücüne boyun eğecektir! Kaptan Ahab’ı, savaşçının, yiğidin ve “kahraman”ın dönüştüğü yıkıcılık, yok edicilik ve intikam meleği olarak düşünmek olasıysa, onu, simgesel olarak insanın yarattığı sömürü düzeninin (kapitalizm) faşist uzantısı olarak da anlayabiliriz. Sömürünün bencil, yalnız kendini düşünen insan kimliğidir o. Doğadan (düzenden, toplumdan) elde ettiği kazancı, kendi varlığını sürdürmek amacıyla öldürü makinesine dönüştüren…
Moby Dick, Ahab’ın yarattığı bir canavardır bir bakıma; yapıtı böyle de düşünebiliriz. Gerçekte köşeye sıkıştırılan ve yok edilmek istenen doğanın insandan intikamını anlatan Moby Dick’in serüveni, İshmael’in son sözleriyle noktalanır. Bu intikamdan bir tek İshmael kurtulmuştur; kaderin buyruğuyla kurtulduğuna inanan İshmael, sabır timsali ve uğradığı tüm kötülüklere karşın Tanrı’ya olan inancını yitirmeyen, kötülüklere Tanrı inancıyla göğüs geren Eyüp peygamberin sözleriyle noktalar kitabı: “Ve bir tek ben kurtulup geldim, sana haber vermeye.” (a.g.y., syf. 562) Bu yapıtın ya da insanla yeryüzünün bugünleri ve geleceği için yazılmışa benzeyen bu destanın başkişisi odur çünkü; anlatıcı, haberci İshmael.
#mobydick #hermanmelville #ahab #ishmael #okyanus #deniz #doğaveinsan
#beyazbalina #ismail
Sorry, there were no replies found.