İNCE MEMED VE EŞKIYA ÖYKÜLERİNİN YAPISI

  • İNCE MEMED VE EŞKIYA ÖYKÜLERİNİN YAPISI

    Posted by admin on 12 Temmuz 2024 at 09:58

    İNCE MEMED VE EŞKIYA ÖYKÜLERİNİN YAPISI*

    Makale Yazarı: Berna Moran

    *Bu makale Roman Kahramanları 6. sayıda (Nisan/Haziran 2011) yayımlanmıştır.

    #OrhanKemal de #YaşarKemal de Güney Anadolu bölgesinde doğmuş ve büyümüş ve romanlarında iyi bildikleri o yörenin insanlarına eğilmiş, sorunlarını dile getirmişlerdir. Orhan Kemal’in, karakterlerini daha çok Adana’daki fabrika işçileri, küçük memurlar, ırgatlar arasından seçmesine karşılık Yaşar Kemal köylülerden, aşiret beylerinden Yörüklerden, eşraftan seçer. Ama iki yazarın romanı birbirinden ayıran ne kent ve köy farkıdır ne de seçtikleri kişilerin ait olduğu toplumsal tabakalar. Asıl ayrım yarattıkları kurmaca dünya ile gerçeklik arasındaki bağdadır. Orhan Kemal #mimetic bir yazardır, yani kendisinin tanık olduğu ya da olabileceği bir yaşamı, okurun da rahatça inanabileceği sıradan kişiler ve günlük olaylarla yansıtır. Yaşar Kemal bu anlamda bir gerçekçilikle yetinmez; yaşadıklarını, gözlemlediklerini başka tür bir gerçekliğe dönüştürür. Abartılarak işlendiği için simgeleşen ve arketipleşen kişiler ve olaylarla, göreceğimiz gibi, kurmaca yönü ağır basan destan havalı yapıtlar üretir. Güncel sorunlara karşı ilgisizdir demek istemiyorum, çünkü eşraf ile bürokrasi ittifakı karşısında köylünün durumunu, değişen üretim araçlarının doğurduğu sonuçları, aşiretlerin yıkılışını irdelemiştir, ama bunların arkasında yatan ve sanayileşme öncesi tüm ülkelerdeki köylü sınıfı için yüzyıllar boyu değişmemiş olan yaşamsal sorunları duyurur bize; toprak ve doğa ile bütünleşmiş bu insanların mevsimlere ve doğa koşullarına bağımlılığını, kıtlık ve açlık korkusunu, bolluk özlemini.

    Bu kitapta Yaşar Kemal’e en çok üç bölüm ayrılabileceğini düşünerek üç büyük tema’sını esas aldım: Başkaldırı; kıtlıktan bolluğa geçiş; ve yozlaşma. İnce Memed bir başkaldırı öyküsüdür; Dağın Öte Yüzü üçlüsünde kıtlıktan bolluğa geçiş ana temayı oluşturur; Akçasazın Ağaları’nda sanayileşme ile birlikte gelen yozlaşma konusu işlenir. Bu üç yapıtın incelenmesi Yaşar Kemal’in romancılığına kucaklayıcı bir yaklaşım oluşturacaktır düşüncesiyle her birine bir bölüm ayırmayı uygun buldum.

    ***
    “Giriş”de Anadolu romanının iki özelliğini vurgulamıştım: Toplumsal düzene başkaldırı ve halk edebiyatından, folklordan yararlanma. Bu iki özelliğin en belirgin biçimde görüldüğü yapıtlar, kuşkusuz, başkaldıran insanın romanını yazmak isteyen ve yazarken, çok iyi bildiği folklorumuzdan ve sözlü edebiyatımızdan yaralanan Yaşar Kemal’in yapıtlarıdır. Güney Anadolu bölgesinin türküleri, masalları içinde büyümüş, âşıklarından destanlar dinlemiş, efsaneleriyle büyülenmiş olan yazarı en çok etkileyen hikâyenin Köroğlu hikâyesi olduğu anlaşılıyor. Yaptığı bir söyleşide diyor ki:

    “Ben çocukluğumda ve gençliğimde yalnız Çukurova bölgesinde onlarca Köroğlu anlatıcısına rastladım. Bu Köroğlu destanlarını her usta kendince anlatıyordu, kendisinden bir şeyler katıyordu destana. Ben edebiyata destan anlatıcılarına öykünerek başladım. Gençliğimde hem bir anlatıcı hem bir dinleyiciydim. (…) Bir romancı için -eğer o romancı yeni bir roman dili yaratmak gücünde ise- sözlü edebiyat erişilmez bir kaynak olabilir. (…) Benim temelimde ne kadar bir #Balzac, #Dostoyevski, #Gogol, #Çehov varsa o kadar da #Köroğlu olduğunu savunuyorum.”(1)

    Yaşar Kemal yalnız Köroğlu hikâyesiyle değil, genel olarak, başkaldırı edebiyatının tipik örnekleri arasında yer alan eşkıya hikâyeleriyle yakından ilgilenmiş, bunları incelemiş, araştırmış ve bazılarını yeniden yazmıştır. Üç Anadolu Efsanesi kitabındaki yapıtlardan biri Köroğlu hikâyesinin yeni bir anlatısıdır. On dokuzuncu yüzyıl sonunun ünlü eşkıyası Çakırcalı Efe üzerinde yaptığı araştırmalar sonucu yazdığı yarı biyografi yarı roman bir yapıtı 1956 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmişti. Sonra Çakırcalı Efe adıyla kitap halinde çıktı (1972). Yaşar Kemal ilk romanı İnce Memed’in konusunu seçerken de tüm dünyada yaygın olan “soylu eşkıya” hikâyesi geleneğinden esinlenmiştir.(2) Köroğlu, Yalnız Efe (3) , Çakıcı Efe (4) gibi, halkın içinden çıkmış ve zalim beylere, ağalara karşı yoksul halkı koruyan eşkıya figürü yalnız Türkiye’de değil tüm dünya edebiyatında görülür. Bundan ötürü İnce Memed yalnız Türk soylu eşkıyalarıyla değil, çeşitli ülkelerin, #RobinHood, #BillytheKid, #JesseJames gibi efsaneleştirilmiş haydutlarıyla akraba sayılır.

    Avrupa, Amerika ve Asya ülkelerindeki haydutluk kurumu üzerine bir araştırma yapmış olan İngiliz Tarihçisi E.J Hobsbawn Bandits adlı kitabında haydutları bir kaç kategoriye ayırmış ve bu kategorilerin özelliklerini saptamıştır. Hobsbawm’u ilgilendiren, sıradan kanun kaçakları, katiller hırsızlar değil, yasalara göre suçlu oldukları halde halkın gözünde suçsuz hatta kahraman sayılan, “toplumsal” dediği haydutlardır. Hobsbawn bu toplumsal haydutlar arasından ayırdığı ilk kategoriye “soylu eşkıya” adını verir. Bunlar, köylülerin baskı altında ezildiği, sömürüldüğü kırsal kesimde, zalim yöneticilere karşı baş kaldırmış ve adalet istemiş haydutlardır. Çeşitli ülkelerin, hikâyelerinde, şiirlerinde, romanlarında görülen bu tip haydutun ortak özelliklerini dokuz maddede toplar Hobsbawn. Bu dokuz maddeyi şöyle özetleyebiliriz.

    1. Soylu eşkıya bir suç işlediği için dağa çıkmaz, bir haksızlığa uğradığı için dağa çıkar ve eşkıya olur.

    2. Yapılan haksızlıkları düzeltir.

    3. Zenginden alıp fakire verir.

    4. Ancak kendini savunmak ya da, haklı olmak koşuluyla öç almak için adam öldürür.

    5. Eğer yaşarsa halkının arasına, toplumun saygın bir üyesi olarak döner.

    6. Halk kendisine hayrandır ve onu destekler.

    7. Ancak ihanetin sonucu ölür, çünkü dürüst hiçbir insan onu ihbar etmez.

    8. Hiç değilse teorik olarak görünmezdir ve yenilgiye uğratılmaz.

    9. Kralın ya da imparatorun düşmanı değildir, çünkü onlar adaletin kaynağıdır. Soylu eşkıyanın düşmanı bölgesindeki mütegallibedir (halka zulmeden toprak sahipleri, derebeyleri).(5)

    Hobsbawn kitabında verdiği örneklerle gösteriyor ki tarihte yaşamış ve yoksulu, ezileni kollamış birtakım haydutlar gerçekte bu denli erdemli, ülkücü kişiler olmasalar da halk onları hayalinde yüceltmiş ve haklarında birer efsane yaratmıştır. Bu efsaneler de birbirine benzemektedir, çünkü ezilen halkın, zulüm karşısında susup boyun eğmek yerine başkaldırarak zalimlerden öç alan, adalet dağıtan kahramana gereksinimi vardır. Adalet umudu ayakta tutacak böyle bir işi çıkmasa da halk onu kafasında kendi yaratır ve ölümsüzleştirir. Bundan ötürü dünyanın değişik ülkelerinde rastlanan soylu eşkıya tipi aynı özellikleri taşır.

    ***

    Mehmet Bayrak’ın Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri (1985) adlı kitabında da anlaşılacağı üzere, Türk edebiyatında eşkıyalık ve başkaldırı tema’sı hayli yaygındır. 1950 sonrası Anadolu edebiyatında da İnce Memed bu konudaki tek yapıt değil, ama bunların hepsi soylu eşkıya tema’sını işlemez. Bundan ötürü burada, soylu eşkıya romanının yapısını betimlerken İnce Memed’den başka (Mehmet Bayrak’ın adlarını andığı için dikkatimi çeken) şu iki romana da değineceğim: Hasan Kıyafet’in Gominis İmam’ı (1969), ve Timur Karabulut’un Çepel Dünya adlı romanı (1971).

    Bizde ki eşkıya öykülerinden yukarıda sözünü etiklerimizin, Hobsbawn’un saydığı dokuz özelliğe sahip oldukları yadsınamaz. Dolayısıyla İnce Memed bütün dünyada yaygın olan soylu eşkıya hikâyeleri geleneğine girer, ama bizdeki örnekleriyle bağı daha açıktır. Başka bir deyişle, Köroğlu, Yalnız Efe, Çakıcı Efe, İnce Memed’de bir iç metin olarak vardırlar ve bundan ötürü de kahramanları arasındaki ortak özelliklerinden başka, kanımca, ortak bir yapının da varlığını kanıtlayabiliriz.

    Bu eşkıya öyküleri dört ana bölümden oluşan bir yapı üzerine kurulmuşlardır.

    1) Kahramanın çocukluk yıllarını kapsayan ve başkaldırısına neden olan olaydan önceki durumun anlatıldığı ilk ana bölümde acımasız ağaların ya da beylerin yönetimi altında zulüm gören köylünün durumu sergilenir. Köroğlu’nda astığı astık, kestiği kestik Bolu Beyi vardır. Yalnız Efe’de Eseoğlu adında hain bir ağa köylülerin topraklarını ellerinden almaktadır. Çakıcı Efe’de ağaların ve zaptiyenin zulmü ile yürüyen yozlaşmış bir idare hüküm sürmektedir. İnce Memed’de Abdi Ağa sahibi olduğu beş köyün emeğini, onları aç bırakacak denli sömürmektedir. Gominis İmam’da Hasan Ağa, köylülerine acımasızca davranan zalim bir ağadır. Çepel Dünya’da köyün ağası Demiroğlu etrafa dehşet salmış, alçak bir ağadır.

    2) İkinci bölümde, kahramanın kendisine ya da anası, babası, karısı gibi sevdiği bir yakınına karşı ağanın (beyin) yaptığı büyük bir kötülük yer alır ve bunun sonucu kahraman dağa çıkar, eşkıya olur. Örneğin Köroğlu’nun babasının gözlerine mil çekilir; Yalnız Efe’nin babası Eseoğlu tarafından öldürtülür; Çakıcı Efe çocukken babasını zaptiye kalleşçe vurur; İnce Memed’in elinden yavuklusu Hatçe zorla alınmak istenir; Gominis İmam’da Hasan Ağa, Umur’un kardeşi ve babaannesini evleriyle birlikte yakar; Demiroğlu, Alo’nun anasını döverek öldürtür ve Alo da diğerleri gibi eşkıya olur.

    3) Eşkıyalık dönemine ayrılan üçüncü bölümde kahramanın soylu eşkıya olarak yoksul köylüye yaptığı iyilikler, zalimlere verdiği cezalar ve kendi öcünü alması anlatılır. İnce Memed köylüyü toprağın sahibi yapar, Abdi ağa’yı öldürür. Gominis İmam Umur köylülere doktor, ilaç sağlar ve ağalık kurumuna son vermek ister. Hasan Ağa’yı da öldürür. Alo köylerde kooperatif kurarak ağaya pay verme usulünü kaldırır. Demiroğlu’ndan da öcünü alır.

    4) Dördüncü bölümde kahramanın sonunu okuruz. Eşkıya kahraman ya halkına döner ve onlar da kahramana sahip çıkarlar, ya da ortadan kaybolur. Bir rivayete göre tüfek icat olunca Köroğlu eşkıyalığı bırakmış kaybolmuştur ortadan. Yalnız Efe’nin cesedi ise hiçbir yerde bulunmaz. #İnceMemed ise dağlara doğru uzaklaşır, haberi alınmaz bir daha.

    Az yukarıda Kuyucaklı Yusuf ile İnce Memed arasında da ilginç benzerlikler bulunduğunu söylemiştim. İşte bunlardan birkaçı: Kuyucaklı Yusuf da İnce Memed de babasızdırlar; ikisi de evlat edinilirler; ikisinin de sevdiği kızı zengin kötü adam oğluna (yiğenine) almak ister; Yusuf da Memed de sevgililerini kaçırırlar; ikisi de rakipleri olan erkeği silahlı bir çatışmada tabancayla öldürürler; ikisinin de karıları bir silahlı çatışmada ölür. İkisinden romanın sonunda yalnız olarak atını dağlara sürerken bırakırız.

    Çeşitli episodlar arasındaki bu benzerlikler kendi başlarına önemli sayılmaya bilirlerdi ama Kuyucaklı Yusuf’un yarım kalmış bir eşkıya romanı olduğunu kanıtlarsak bu episodların anlamları değişir ve eşkıya romanlarında saptadığımız dört bölümden ilk ikisini oluşturdukları görülür. Sabahattin Ali’nin iki arkadaşından (Cevdet Kudret ve P.N. Bora Tav’dan) öğrendiğimize göre Kuyucaklı Yusuf bir üçleme olarak tasarlanmıştı. Ve Çineli Kübra adını alacak olan ikinci ciltte Yusuf’un eşkıyalık serüvenleri anlatılacaktı.(6) Eğer Sabahattin Ali düşündüklerini gerçekleştirseydi o zaman elimizde Kuyucaklı Yusuf soylu eşkıya öyküsünün, sözünü ettiğim dört ana bölümlük yapısının ilk ikisini içeren bir roman olacaktı. Uzun tutulan birinci ana bölümde zengin eşrafın zorbalığının (ırza geçmeler, adam öldürmeler) ve hakkını arayamayan halkın ezilişinin ortaya konduğunu; ikinci ana bölümde ise Yusuf’un dağa çıkmasına neden olacak olayın yer aldığını görürdük. Yani karısının namusuna el atma girişimi üzerine çıkan çatışmada karısının vurulup sonra yolda ölmesi olayının dağa çıkan Yusuf’un eşkıya olarak yaptıklarının anlatılacağı üçüncü bölümü romanın ikinci cildinde bulacaktık. Birinci ciltte “soylu ilkel”in erdemlerini temsil eden Yusuf’un dağa çıktıktan sonra “soylu eşkıya”ya dönüşeceğini tahmin etmek güç değil. Ancak Sabahattin Ali’nin dördüncü bölüm için ne düşündüğü kesin olarak bilinmiyor. Kesin olan Kuyucaklı Yusuf’un da Köroğlu, Yalnız Efe, Çakıcı Efe ve İnce Memed ile aynı yapıyı sergilediğidir.(7)

    İnce Memed ana kalıplarını olsun diğer birçok özelliklerini olsun soylu eşkıya hikâyelerinin oluşturduğu geleneğe borçludur. Ama Yaşar Kemal günümüzde bu tür roman yazarken geleneksel olanı aşmak zorundaydı. Göreceğimiz gibi Yaşar Kemal, İnce Memed’in “soylu eşkıya” imgesine yeni kimlikler ekleyecek, zenginlik katacaktır. Onun için metni incelerken hem geleneksel olanı hem de onu aşan yönlerini belirtmek ve böylece yazarın “soylu eşkıya” konusunu yeniden nasıl işlediğini saptamak gerekir.
    ***
    Şimdi yaşar Kemal’in dörtlü yapıyı ve soylu eşkıyayı romanında nasıl kullandığına biraz da yakından bakalım. Yazar romanın başında, Abdi Ağa’nın dayağından ve zulmünden kurtulmak için köyden kaçan küçük Memed’in sonra yakalanıp geri getirilmesi olayını anlatırken Abdi Ağa’nın kişiliğini ve sahibi olduğu köylerdeki köylünün durumunu açıklama fırsatını bulur. Abdi Ağa Dikenlidüzü’nde kurulmuş beş köyün ağasıdır; tüm topraklar onundur ve bundan ötürü köylülerin ektikleri topraktan kaldırdıkları ürünün üçte ikisini Ağa alır. Onun için köylünün erzakları kışın sonuna kadar yetmez. “Her yıl böyle olurdu. Köyün yarıdan çoğu aç kalır dökülürdü kapı- sına Abdi Ağa’nın”; ona borçlanarak biraz çavdar, buğday ve arpa alabilmek için. Diyebiliriz ki birinci ana bölümde taraşar ve sömürü düzeni belirmektedir. Bir yanda doymak bilmeyen aç gözlü toprak ağası Abdi Ağa bir yanda da onun aç bıraktığı, sömürdüğü köylüler vardır. Köylüler için Abdi Ağa demek kıtlık demek. Bu nokta önemli, çünkü göreceğimiz gibi dörtlü kalıbın son bölümünde İnce Memed de bereketi temsil edecek ve roman, bereketin kıtlığı ortadan kaldırmasıyla sonuçlanacak.

    İkinci ana bölüme gelince; Memed büyüdükten sonradır ki ancak, dağa çıkmasına neden olan olay patlak verir. Ve işte burada, yazar, soylu eşkıya öyküsünü ikinci bir gelenek ile besler; âşık hikâyeleri geleneğiyle.(8) Oysa soylu eşkıya hikâyelerinde romantik aşk önemli yer tutmaz, hatta hiç yer almaz. İnce Memed’de ise, aşk da romanın kahramanına uygun biçimde, âşık hikâyelerindeki gibi, yüceltilmiş bir değer olarak alır yerini. Uğrunda ölünebilecek bir değerdir bu. Memed ile Hatçe birlikte büyümüşler ve sonra birbirlerini öyle sevmişlerdir ki “sevdaları dillere destan” olmuştur. Köylülere sorarsanız bu kara sevdalıları Allah nişanlamıştır ve ayıran işah olmaz. Bu ikisi ayrılamazlar zaten. “Ben Hatçe’yi bilirim. Öldürür kendini” der bir köylü. “O öldürürse Memed de yaşamaz” diye ekler diğeri. Kısacası, onları ayırmak, aşk hikâyelerinde olduğu gibi, günah işlemek sayılır. Ne var ki Abdi Ağa araya girer ve kızı kendi yiğenine nişanlar. Bunun üzerinedir ki Memed ile Hatçe kaçarlar ve yakalanınca Memed, Abdi Ağa’yı yaralar ve silah çeken yiğenini vurur öldürür, tek başına dağa çıkar. Memed Hatçe’sinden ayrı düşürülmüştür, ona kavuşmak için ölümü bile göze alacak ve bir gün, hapsedilmiş sevgilisini jandarmaların elinden çekip alacaktır. Diyeceğim, yazar, soylu eşkıya tema’sının içine âşık hikâyeleri tema’sını örerek öyküyü zenginleştirmiştir.

    İnce Memed’in eşkıyalığının anlatıldığı üçüncü bölümün temel olaylarını Abdi Ağ’dan öç alma girişimleri oluşturur. Ağa, dağa çıkan Memed’in anasının kanlısı olmuş, Hatçe’yi yalancı tanıklarla katil diye hapse attırmıştır. Memed’in, Abdi Ağa’nın peşine düşmesi, Ağa’nın Memed’i öldürtmek için uğraşları, takipler, baskınlar, tuzaklar, kuşatmalar, çarpışmalar birbirini kovalar ve okur, heyecanlı bir serüven romanının tadını çıkarır bu kısımda.

    Yazar, Memed’i ilk önce Deli Durdu’nun çetesine sokar, çünkü burada eşkıyalığı öğrenecek, yetişecektir, ama Memed’in gaddar Deli Durdu ile soygunlara katılması, gerçekte ikisi arasında bir karşılaştırma yaparak Memed’in dürüstlüğünü, mertliğin belirtmeye yarar. Zaten iki tür eşkıya vardır romanda; soylu ve soysuz. Soysuz olanlar (Deli Durdu, Kalaycı, Kara İbrahim) köylüleri yıldırmak için Ali Ağa ve Safa Bey tarafından beslenen kanlı katillerdir. Bunlara karşılık soylu eşkıyaya tek örnek İnce Memed değildir. Ondan önce de Gizik Duran, Kürt Reşit, Cötdelek, Koca Ahmet gibi fakir fukarayı kollayan, ağalara alet olmayan eşkıyalar gelmiştir ve “bunların türküleri, menkıbeleri hâlâ dilden dile dolaşır.” Ne var ki İnce Memed bunlardan yine de farklıdır çünkü yavaş yavaş bir reformcu, devrimci hüviyeti kazanır. Eşkıya olmasına olur, ama yazar ona eşkıyalık yaptırmaz. Kendi üç kişilik çetesini kurduktan sonra hiçbir soygun yaptığını görmeyiz. Bir kez iki kişinin yolunu keserlerse de adamcağızların yıllarca çalışarak biriktirdikleri parayı almaya vicdanları elvermez. Besbelli yazar eşkıya Memed’in soyguncu, yol kesici yönünü hafişetmek; kişiliğinin, ne de olsa hırsızlık sayılacak böyle bir davranışla kirlenmesini önlemek için özen göstermekte. Yalnız bir yerde, anlatıcı, Memed’in güzel giysilerinden söz ederken, bunları soydukları bir tüccardan almış olduklarını söyler. İnce Memed zenginleri soyup fakirlere para dağıtacağı yerde, köylüler aralarında para toplayıp ona yardım ederler, her ihtiyacını karşılarlar. Gerçi İnce Memed’in ünü bütün çevreye yayılmıştır, ama o b ünü, büyük soygunlar demek olan klasik anlamdaki eşkıyalık ile değil, ağalar ve onların vurucu gücü olarak iş gören soysuz eşkıyaya karşı koruduğu ve tarlalarının ellerinden alınmasına engel olduğu için kazanmıştır. İnce Memed para dağıtmaz, adalet dağıtır. Yaşar Kemal Çukurova’daki açgözlü ağaların köylülerin topraklarını ne gibi yollarla ele geçirdiklerini ve toprak dağılımı konusundaki haksızlığı belirtmek istediği için İnce Memed’i bu haksızlığa başkaldıran bir devrimciye dönüştürür.

    Gerçi İnce Memed soylu eşkıya geleneğine uygun kişisel nedenlerle (Hatçe yüzünden) çıkar dağa, ama zamanla kendi kişisel öç alma amacı, köylünün Abdi Ağa’nın elinden kurtarılması amacıyla birleşir ve bu düşünce Memed’in kafasında gelişe gelişe oradaki köylere toprak mülkiyeti konusunda yeni bir düzen getirme şeklini alır. Abdi Ağayı öldürdüğünü sanan İnce Memed bir gün şu sözlerle açılır arkadaşa Cabbar’a:
    “Bir de ne düşündüm biliyor musun Cabbar?
    (…) Varacağım Dikenlidüzü’ne. Beş köyün yaşlılarını toplayacağım başıma. Diyeceğim ki, Abdi Ağa yok artık. Elinizdeki öküzler sizindir. Ortakçılık mortlakçılık yok. Tarlalar da sizindir. Ekin, ekebildiğiniz kadar. Ben dağda oldukça bu böyle sürüp gidecek. Vurulursam başınızın çaresine bakarsınız. Sonra köylüyü başıma toplayıp Çakırdikenli’yi yaktıracağım. Çakırdikenliği yakmadan kimse çit koşmayacak.”

    Cabbar gözleri yaşararak:
    “İşte bu iyi” dedi. “Ağasız köy! Herkesin kazandığı herkesin olacak.”
    (…)
    Bu haberi duyduklarında köylüler bayram ederler:
    “Herkes istediği tarlayı istediği gibi ekecek. Üçte ikisini vermek yok gayri.”
    “Aç kalmak yok gayri kış ortasında.”
    “İt gibi yalvarmak yok.”
    “Bizim İnce Memedimiz.” (s.314)

    İnce Memed’in yaptığı bu toprak reformu birkaç köy için söz konusudur ve bundan ötürü de önemsiz sayılabilir, ama romanı destan boyutlarına doğru çekmek isten yazar, Memed’in girişiminin çok önemli sonuçlar doğurabileceğini hissettirir. Birkaç köyde uygulanana düzen yayılma tehlikesi gösterecek bir yeniliktir çünkü. Nitekim Abdi Ağa da tehlikeyi sezmiş ve kavramıştır ki İnce Memed bildiğimiz eşkıyaya benzemez. Uyarır Safa Bey’i:
    “Bugün banaysa yarın sana. Beni bu korkutuyor işte. Dağda eşkıya mı var istediği kadar olsun. Eşkıya da nedir ki… Ama bu! Bu korkutuyor beni. Toprak meselesi… Bir aklına düşerse köylünün, önüne geçilmez (…) Bana kalırsa hemen, gün geçirilmeden ölmeli bu oğlan. Bu oğlan eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürdü.” (s.371)

    Yaşar Kemal’in soylu eşkıya konusunda gelenekten ayrıldığı nokta burasıdır. Hobsbawm’un da saptadığı gibi soylu eşkıya hiçbir zaman geleneksel düzeni değiştirmeyi amaçlamaz; hatta bu bakımdan tutucudur. Onun karşı çıktığı, yerleşmiş kuralları bozan zalim efendilerin başvurdukları haksız uygulamalar, tecavüzler, gelenekte yeri olmayan zorbalıklardır.(9) Yaşar Kemal; İnce Memed’i ütopyacı bir devrimciye dönüştürmekle hem romana çağdaş ekonomik bir sorun getirmiş hem de İnce Memed’in soylu eşkıya ve romantik halk âşığı kimliklerine bir yenisini eklemiş olur. Ne var ki İnce Memed’in kimlikleri bunlarla tükenmez. Romanın sonuna geldiğimiz zaman, kahramanımız, daha başka roller de yüklenecektir.

    Bunlardan birincisi, bazı destanlarda, kahramanlık romanslarında, masallarda rastladığımız toplumun kurtarıcısı rolüdür. Öyküde ya da öykünün bir parçasında, belli bir toplum sıkıntıya, kısırlığa, kıtlığa düşmüştür, çünkü başında bir bela vardır. Öyküde bu bela bir canavar ya da dev gibi bir yaratık da olabilir. Kahraman bu düşman gücü ortadan kaldırır ve halkını kurtarır.

    Kurtarıcı rolünü üstlenmiş kahramanların öykülerine Batı eposlarında, romanslarında, masallarında çok rastlandığı gibi, Hint, Kırgız destanlarında, Türk kahramanlık romanslarında ve masallarında da rastlanır. Manas destanında Manas düşmanları tarafından zehirlenerek öldürülür ve mezara konur, ama bir süre sonra dirilir (ayinlerdeki tanrı-krallar gibi). Bu arada Manas’ın babası Yakub Han, anası, kardeşleri ve halkı fakir düşer, kıtlık çekerler. Manas geri dönünce bu kıtlık sona erer. Manas “dağ gibi et” yığdırır, “göl gibi çorba” pişirtir ve açları doyurur.(10)

    Oğuz Han destanında, bir romanda yaşayan ve koyun sürülerini, atları, insanları yiyerek toplumu kemiren, büyük zarar veren korkunç bir gergedan vardır. Oğuz ormana gider ve üçüncü girişiminde bu yaratığı öldürür:

    Kargıyla gergedanın, başına vurdu Oğuz!
    Öldürüp gergedanı, kurtardı yurdu Oğuz!(11)

    Battal Gazi hikâyelerinde de aynı tip serüvenlerin yer aldığını görürüz. Battal serüvenlerinden birinde, çocukları, kızları kaçıran bir ifritin peşine düşer, yerin altında, İskender’in yaptırdığı bir sarayda kırk kızı elleri bağlı olarak bulur, ifrit ile dövüşür, öldürürü onu; hem kızları hem de kırk oda dolusu hazineyi alarak yeryüzüne çıkar, ülkeye refah ve mutluluk getirir. Başka bir serüvende Mihraseb Şah’ın kızını esir eden devi bulmak için yola çıkar, yer altına iner, oradaki denizi bir balığın sırtında geçer, bir sarayda esir edilmiş on sekiz kız bulur, devi öldürür, kızları ve hazineyi alıp geri döner.

    Çağdaş bir yapıt olan İnce Memed’de durum temelde aynıdır, ancak canavarın yerini Abdi Ağa almıştır. İnce Memed’in jandarmaların elinden alıp kaçırdığı Hatçe bir çarpışmada öldükten bir süre sonra hükümet af ilan etmiştir. Aftan yararlanarak dağdan inebilecektir İnce Memed de. Ancak kendi köylüleri bunu hiç istemezler, çünkü Abdi Ağa henüz sağdır ve onun köye dönmesi demek köylüler için kıtlık, açlık demektir. İnce Memed köye geldiğinde köylüler toplanmış ona sessizce bakarken Hürrü Ana hışımla ilerler yakasından tutar:

    “Memed ! Memed!” diye bağırdı bütün sesiyle, “ Hatçe’yi yedirdin onlara da şimdi teslim olmağa mı gidiyorsun ? Abdi gelecek gene köyde paşa gibi oturacak. Sen teslim olmağa mı gidiyorsun? Avrat yürekli. Dikenlidüzü bir yıl aç kalmadı. Bir bu yıl, bol bolamalı ekmek yedi. Gene Abdi Ağa’yı başımıza belâ mı edeceksin? Nereye avrat yürekli Memed? (…) Bak şu kadar köylü, bak şu kadar insan senin gözünün içine bakıyor.”

    Köylü bir yıl olsun bolluk görmüş yani karnı doyabilmişse, bu, Abdi canavarını uzakta tutan Memed’in sayesinde olmuştur. Ama, Ağa, Memed’in iki öldürme girişiminden de sağ kurtulduğu için kahramanın kurtarıcı görevi tamamlanmış değildir. Köylünün tek umudu Abdi Ağa’nın büsbütün ortadan kaldırılmasıdır. Memed bu görevi üstlenir, kasabaya gidip Abdi Ağa’yı öldürmeyi başarır, köye döner, “ Oldu. Hakkınızı helal edin “ diyerek atını Ali Dağı’na doğru sürer ve kaybolur ortadan. Köroğlu gibi, Yalnız Efe gibi ondan da bir daha haber alınmaz.

    Romanın başından beri kıtlığın ve açlığın nedeni olarak görülen Abdi Ağa’nın öldürülmesi, İnce Memed’i, canavarı ortadan kaldırarak halkına bereket, bolluk sağlayan “ Kurtarıcı” kahramanlar geleneğine yerleştirir. Romanın son sayfasında bu figürün kaynağı olan bereket törenlerine doğru bir adım daha atıldığını görürüz. Şu satırlarla biter roman:

    “Çift koşma zamanıydı. Dikenlidüzü’nün beş köyü bir araya geldi. Genç kızlar en güzel elbiselerini giydiler. Yaşlı kadınlar sütbeyaz, sakız gibi beyaz başörtü bağladılar. Davullar çalındı… Büyük bir toy düğün oldu.
    (…)

    O gün bugündür, Dikenlidüzü köylüleri her yıl çift koşmadan önce, çakırdikenliğe büyük bir toy düğünle ateş verirler. Ateş üç gün üç gece düzde, doludizgin yuvarlanır. Çakırdikenliği delicesine yalar. Yanan dikenlikten çığlıklar gelir. Bu ateşle birlikte Alidağı’nın doruğunda bir top ışık patlar. Dağın başı üç gece ağırır, gündüz gibi olur.”

    Bir tanrı adına her yıl tekrarlanan bereket ayinleri gibi, İnce Memed’in ardından da her yıl toprağı sürme zamanı böyle bir törenin yapılmasını (yeni kimliğini göz önüne alınca) doğal karşılamamız gerekir. İnce Memed artık, doğaüstü nitelikleri olan bir bereket tanrısına dönüşmüştür demek yanlış olmaz. Böylece İnce Memed son bir kimlik daha kazanır ve soylu eşkıyanın sonunu anlatan dördüncü ana bölüm, onun kaybolarak kutsallaşmasıyla biter.

    Bu noktada Yaşar Kemal’in romancı olarak bir özelliğini, Bereketli Topraklar Üzerinde ile bir karşılaştırma yaparak belirtebiliriz. Orhan Kemal yapıtında, arama tipi masalların olay örgüsü yapısını ve kimi geleneksel kalıpları kullanıyordu. İşahsızın Yusuf köyünden yola çıkmış, cin dediği şehirliye karşı savaşın vermiş, kazanmış ve köyüne birkaç kuruş para ve gaz ocağıyla dönmüştü. Ama başarısı bireyseldir, yararı yalnızca kendisine ve ailesinedir. Ve Orhan Kemal’in sorunu sınıfsalı aşmaz. Köyden çıkıp, Abdi Ağa’yı ortadan kaldırdıktan sonra köye dönen İnce Memed’in başarısı ise çok daha derin bir anlama ulaşır. Olay, yazarın daha sonraki romanlarında da kullandığı bereket motifi ile, birden, mitos düzeyine atlar. Denilebilir ki Yaşar Kemal’in bir özelliği, yapıtlarında, köylülerin sıkıntılarını, özlemlerini, beklentilerini, doğayla ilişkilerini böyle mitos düzeyine çekerek anlamı derinleştirmektir.

    Geleneksel halk hikâyelerinde, kahramanlık romanslarında, destanlarda “ sonra ne olacak? “ sorusu hep canlı tutulur ve dolayısıyla okurun merakı da. Önemli olan öyküsü sürükleyen olay örgüsüdür; kişilerse olay için araçtır daha çok. Propp. Rus peri masallarını inceleyerek bunlardaki kişilerin, sayısı sınırlı bir takım işlevleri yerine getirmek üzere masalda yer aldıklarını gösterdi. Propp’un buluşlarını geliştiren kimi yapısalcılar da, karaktere, ruhsal bir öze sahip bir kişilik olarak değil, olay örgüsünde belli bir işlevi yerine getiren, kişiliğinden soyutlanmış “eyleyen” olarak bakarlar ve “eyleyen”in işlevlerini de birkaç temel kategoriye indirmek çabasındadırlar. Özne, nesne, destekleyici, engelleyici, salıcı ve alıcı işlevleri, saptadıkları en temel işlevler arasındadır.(12)

    Bu yapısalcı yöntemle İnce Memed ’i çözümlemek ve metindeki eylem alanlarını, işlevlerini saptamak olanaklıdır kuşkusuz, ama bizim amacımız, söz konusu yöntemin İnce Memed ’e nasıl uygulanabileceğini araştırmak değil, olay örgüsünün gerektirdiği işlevlerin romana katkısını ve metinde, okurun ilgisine seslenen özellikleri saptamaya çalışmak. Bunların bir kısmı soylu eşkıya geleneğinin kendisinde var, bir kısmı ise Yaşar Kemal’in kendi katkıları.

    Soylu eşkıya öyküleri değişmeyen dört ana bölümü tekrarladıklarına göre bunlarda da olay örgüsü ağır basar ve kahraman (özne), her şeyden önce belli bir eylemi (haksızı cezalandırmak ve zalimden öç almak eylemini) gerçekleştirmek için araçtır. Bu işte, örneğin, cinsiyetin önemi yoktur; öç alıcı erkek de olabilir kız da, yeter ki öç alma işlevini görsün. Bu durumda, geleneksel halk hikâyelerinde, romanslarda olduğu gibi İnce Memed’de de öykü iyi ve kötü arasında bir savaşım olarak cereyan eder; kahraman iyi, düşman kötüdür. Ve diyebiliriz ki romanın diğer kişileri de iyiyi destekleyenler ile kötüyü destekleyenler (ya da kahramanı engelleyenler) olmak üzere iki kısma ayrılır. Ancak, örneğin İnce Memed’in, Kerimoğlu’nun, Hürrü Ana’nın kişiliklerinin romanda kendi başlarına bir değer taşımadıklarını ve okuru etkilemediklerini söylemek istemiyorum. İstediğim, olay örgüsündeki işlevlerinin ağır bastığını işaret etmek.

    Yaşar Kemal’in eşkıyalığı bir roman konusu olarak işlerken geleneğe bir katkısı da, belli başlı kişilerin dışında köylü halka yaklaşımında görülür. Eşkıya öykülerinde halk silik bir yığındır; işlevleri yalnızca, yardıma muhtaç, ezilen, sömürülen insanları temsil etmek olduğu için, iyi, saf ve edilgendirler. Yaşar Kemal ise bu konuda gerçekçi davranır; köylüyü idealize etmeden, erdemleri ve kusurlarıyla, psikolojik doğruluğa dikkat ederek canlandırır. Köylüler Memed’in iyiliğini gördükleri zaman onu nereye koyacaklarını bilemezken, kendilerine zararı dokunacak işler yaptığına ve Adi Ağa’nın geri döneceğine inandıkları zaman döneklik eder, Memed’in aleyhinde atıp tutarlar. Edilgen de değildir İnce Memed’in köylüleri; onu yargılar, ne yapması gerektiğini söyler ve sonunda Abdi Ağa’yı öldürtmeden onun yakasını bırakmazlar.

    İnce Memed’in bir destan olduğu sık sık söylenmiştir. Gerçekten de bu romanın aynı türdeki geleneksel hikâyelerden ayrıldığı bir nokta, yazarın ona vermeğe çalıştığı destan boyutudur. Anadolu’nun küçük bir köyündeki genç bir çocuğun sevdiği kız yüzünden eşkıya olması ve ağayı öldürmesi destan türüne uygun olmayan ufak çaplı bir konu. İnce Memed’in arkasında Köroğlu’nunki gibi ordu büyüklüğünde bir çete de yok. İki üç kişilik bir çete onunki. Ama Memed eşkıya olduktan sonra mekan genişler, kişiler çoğalır, karşıt taraşar sayıca büyür. Bir yanda İnce Memed ve Cabbar, Topal Ali gibi yakın yardımcıları; Vayvay köyü, Çiçeklideresi köyü Kerimoğlu aşireti gibi destekleyicileri vardır. Karşı tarafta da Abdi Ağa, Ali Safa Bey, Kalaycı ve Kara İbrahim çeteleri, kasabadaki tutucu orta sınıf, kaymakam, jandarma. Öyküde genişleme yalnızca kişilerin çoğalmasında ve eylem alanının diğer köylere ve kasabaya yayılmasında görülmez. Asıl önemlisi, buna bağlı olarak Memed’in amacının genişlemesidir. Bu tür eşkıya hikâyelerinde yapılan kötülükler, haksızlıklar o bölgenin sınırları içindeki kişileri ya da köyleri ilgilendirir. Oysa, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Memed, Abdi Ağa ile arsındaki kişisel sorundan toplumsal bir sorunun çözümüne doğru yürür. Toprağın mülkiyeti konusunda Memed’in amaçladığı değişikliğe, başka köylere de sıçrayabilecek bir ihtilal gözüyle bakılır. “Toprak meselesi… Bir aklına düşerse köylünün, önüne geçilmez.” (s.371)

    Soylu eşkıya hikâyelerinde, köylü bir gencin, kendisine, babasına, anasına ya da sevgilisine yapılan bir kötülü- ğün öcünü almak için kötü ağayı öldürmesi zaten etkili bir formüldü. Ama görülüyor ki İnce Memed ötekiler gibi yoksulu kollayan basit bir “öç alıcı” figürü değildir; eylemi tüm toplumun kaderini etkileyebilecek bir destan kapsamına ulaşırken, o, yeni işlevleri yerine getirecek rollerle, yeni kimliklerle çıkar karşımıza. Bir aşık iken eşkıya, derken bir toplumsal reformcu olur; daha sonra, halkının imdadına yetişen ve kendini feda eden bir kurtarıcıya dönüşür ve nihayet, bereket tanrılarıyla çağrışımlar yaptıran son kimliğine bürünür. Soylu eşkıya/zalim ağa karşıtlığı da yavaş yavaş bolluk/kıtlık karşıtlığına dönüştüğü için roman daha evrensel ve anlamlı bir düzeyde biter.

    Kanımca romanın çok tutmasının bir nedeni, öç alma, hapsedilmiş sevgiliyi kaçırma, halkını bir canavardan kurtarma, fakir topluma bolluk getirme gibi, okurların daima ilgisini çekmiş olan geleneksel kalıpların ve bunların gerektirdiği işlevlerin aynı yapıtta ve aynı insanda (isterseniz “ekleyen”de) ustaca toplanmış olmasıdır. Yaşar Kemal bunların tümünü bir potada eritmiş ve yer yer köylünün psikolojisine ve karakterine ışık tutan çok yönlü bir eşkıya romanı yazmayı başarmıştır. Bunu söylerken Yaşar Kemal’in şiirsel dilini katkısını unutuyorum sanılmasın. Ama yine de inanıyorum ki İnce Memed’i bunca okura sevdiren, çeşitli dillere çevirten, bir filme konu yaptıran, sözünü ettiğimiz geleneksel hikâye kalıplarının ve motişerinin roman içinde yetkinlikle kullanmasıdır.

    Buradan kalkarak İnce Memed II ve İnce Memed III’ün aynı şiirsel dille yazılmış olmalarına karşın birincisi kadar başarı sağlayamamalarını, bunlarda, soylu eşkıya tema’sının özelliklerinin silinmiş ve kalıplarının dağılmış olmasıyla açıklayamaz mıyız? Bu ikinci ve üçüncü ciltlerde yine ağalarla İnce Memed arasındaki düşmanlık sürer, yine ağalar öldürülür, ama İnce Memed artık ağa öldürmenin bir çözüm olmadığını kavramıştır, çünkü yerine bir başkası gelmekte ve durum eskisinden beter olmaktadır… Bununla birlikte Memed yine ağaları öldürür, çünkü başka bir çıkar yol göremez ve elinden de başka bir şey gelmez. Bu durumda Memed’in yaptıkları, artık anlamını kaybetmiş, bir yara sağlayamayan, gelişigüzel cezalandırmalardır. Birinci ciltte Memed’in Abdi Ağa’yı öldürerek hem kendi öcünü alması hem de köylülerini kurtarması anlamlı ve etkiliydi, çünkü insanların kendi yaşamlarında bulamadıkları adalet özlemine cevap veriyordu. Köylülerin kurtuluşu ile sağlanan mutlu bitiş, aynı zamanda, iyinin kötüye, bereketin kıtlığa karşı zaferi demekti. İnce Memed II ve İnce Memed III’te bu umut yitirilmiştir. Gerçi ağaların öldürülmesinin soruna bir çözüm getirmeyeceği doğrudur ve bu bakımdan ikinci ve üçüncü ciltler daha gerçekçidir. Ama unutulmamalıdır ki İnce Memed I gücünü gerçekçilikten almaz, tersine, gerçeğin yerini alan eski bir düşü büyülü bir dille ustaca anlattığı için sevilen bir roman olmuştur. Onun için Kemal Tahir’in romana gösterdiği tepki yersizdi. Kemal Tahir eşkıyanın gerçekte korkak, acımasız, kalleş ve rezil insanlar olduğunu ve beylerin, ağaların köpekliğini yaptıklarını söyleyerek Yaşar Kemal’in onları yanlış tanıttığı- nı ileri sürmüştü. Oysa İnce Memed karakteri genel eşkıya kavramını temsil eden bir tip olarak işlev görmez romanda. O, geleneksel ve yazınsal bir figürdür; ezilen, haksızlıklara uğrayan halk tarafından yaratılan kurtarıcı figürünü yansıtır; bir teselli kaynağıdır.

    Ayrıca Yaşar Kemal’in İnce Memed gibi bir tipi seçmesinin kişisel bir nedeni de var. Zeynep avcı ile yaptığı bir söyleşide, kendini başkaldırmağa mecbur hisseden insan tipinden söz ederken “on sekiz yaşımdan beri `mecbur` insanlar çok ilgilendirdi beni” diyor.13 Baba İshak, Kozanoğlu, Sakarya fieyhi, Çakırcalı Memed, yazarımızın tarihte gördüğü `mecbur` insan örnekleri. Anlatı edebiyatında soylu eşkıya kategorisine giren İnce Memed de Yaşar Kemal’in `mecbur` insanlara kendi kattığı kurmaca bir örnek.

    ———————-
    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Nisan Haziran 2011, 6. sayıda yayımlanmıştır.

    ** Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, Sabahattin Ali’den Yusuf Atılgan’a, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, Sayfa: 78-93

    Kaynakça:

    1 Alpay Kabacalı, “Yaşar Kemal İle Anlatım Sanatı Üzerine Söyleşi” Yazko Edebiyat, Ocak 1983, Sayfa: 120.

    2 Aşağıda göstermeye çalışacağım gibi Kuyucaklı Yusuf da bu geleneğin içindedir. Ve İnce Memed ile arasında ilginç benzerlikler bulunur.

    3 Ömer Seyfettin’in bitmemiş, ama özeti bilinen hikâyesi.

    4. Zeynel Besim ( Sun ), Çakıcı Efe; Çakırcalı Mehmed’in Hayatı Ve Maceraları, ( İzmir, 1934). Yarı tarihsel biyografi, yarı tarihsel roman sayılabilir.

    5. BK. E.J. Hobsbawn, Bandits, ( Pelican Books, 1972 s. 42-43).

    6. Bk. Filiz Ali Laslo ve Atilla Özkırımlı, Sabahattin Ali ( Cem Yayınevi, 1979) s.288-289.

    7. İnce Memed metninin içinde başka bir soylu eşkıyanın yaşamı da özetlenir. Memed’in dağa çıkmadan önce rastladığı Koca Ahmet, artık yaşlanmış eski bir eşkıyadır. Kendisi askerdeyken anasının zorla ırzına geçen Hüseyin Ağa’yı köye dönünce öldürmüş, eşkıya olmuş ve on altı yıl zenginlerden aldığı parayla, “gezdiği bölgenin hastalarına ilaç, öküzsüzüne öküz, fukarasına unluk” almış. Affa uğrayıp köye indikten sonra da ünü bir destan gibi dillerde dolaşmış. Bk. İnce Memed (Remzi Kitabevi, 5.Baskı).s.65-66. Yazımızda metin olarak bu baskı kullanılmıştır.

    8. Bu noktaya daha önce William C. Hickman da dikkati çekmişti. Bk. “ Traditional Themes in the Work of Yaşar Kemal: İnce Memed” Edebiyat. A Journal of Middle Eastern Literatures (Vol.5, Number 1 and 2, 1980), s.60

    9. Bk. Bandits s.26,55

    10. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi ( Ankara 1971), S.520-521.
    11. A.g.y. s.116

    12. Bk. Tahsin Yücel Yapısalcılık ( Ada Yayınları )s.102-103 13

    13 Zeynep Avcı, “Yaşar Kemal ile İnce Memed’ler Üzerine Söyleşi” Yeni Düşün, Kasım 1986. #destan #bernamoran #memed

     

    romankahramanlari

    admin replied 6 months ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: admin
İNCE MEMED VE EŞKIYA ÖYKÜLERİNİN YAPISI* Makale Y…
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now