İlhan Sacit: Mor Elbisenin Kanatları

  • İlhan Sacit: Mor Elbisenin Kanatları

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 15:35'de 11 Temmuz 2024

    Mor Elbisenin Kanatları*

    Makale Yazarı: Gülçin Sahilli

    *Bu Makale Roman Kahramanları (Ekim / Aralık 2015) 24. sayıda yayımlanmıştır.

    İlhan Sacit, kendi masalını gerçekleştirmiş orta yaşlı bir genç adam! Gençliğinin damlama noktası ise yirmilerindeki taze sevgilisi ve gayri meşru çocuğunun annesi Renginur. Diğer köşenin sahibi, İlhan’a nereden geldiğini ve aslında ömrünün hangi mevsimde olduğunu hatırlatan nikâhlı eşi Revan. İlhan bu iki kadının tam ortasında değil. Bu iki kadının ortasında olan İlhan’ın parası, adı, kudreti… Ama Renginur’un İlhan’a gösterdiği resim hayli maviydi.

    Roman rüya zamanında başlar. İlhan’a gösterilen bu rüya hayli iç sıkıntılı, dağılmış bir mekân, ortalığa saçılmış yiyecek artıkları, yüzü olmayan, ölü bir anne… İlhan romandaki ilk sabahına kasvetle uyanır. Yanında, ona uzun yıllarını bahşetmiş eşi Revan değil, genç sevgili, Renginur’u vardır. Rüyanın sıkıntısından, Renginur’un taze etine kayan erkek aklı onu önsezilerin uzağına düşürür.

    Renginur, İlhan’ın dikkatini bir turizm şirketi görevlisi olarak otele gelip gitmelerinde değil, bir akşam otelin eğlence salonunda dans ederken çeker. İlhan Sacit onu, dans ettiği oğlanın kollarında değil de, havada kanatsız dönen bir peri gibi gördüğünde masalına dahil eder.

    İlhan Sacit, karısı Revan’ı sevmiş ama ona âşık olmayı hiçbir zaman becerememiştir. Oysa, Renginur’u ilk kez âşık olmanın saflığıyla sever. Mutludur, hem de hiç olmadığı kadar.

    Bir mucize gerçekleşmiş bu aşk ona, bir de oğul vermiştir. Ömrünün yarısını çoktan geçmişken baba olmanın tarifsizliğini yaşıyordur. Revan’la olan uzun evliliğinden çocukları olmamıştır. Revan’ın kızkardeşi, Fikran’ın kızını kendilerini avutmak için evlat edinirler. Ama İlhan içindeki evlat isteği hiç azalmaz. İlhan için öz evlat başka bir şeydir. Başka türlü bir sahiplenme ve kendini ispat hissidir.

    Revandan henüz boşanamamıştır. Bu, sevdiği kadını da oğlunu da zor durumda bırakmaktadır. Revan’ın, Fikran’ın zorlamalarıyla istediği inanılmaz tutardaki boşanma tazminatı boşanmalarını geciktirip Renginur’un gün be gün daha sabırsız bir hâl almasına sebep olmaktadır.

    Aslında İlhan Sacit, Renginur’la aklında ve kalbinde zaten evlidir. Erkek olmanın konforuyla, evlilik dışı yaşama şeklinin özgür kısmındadır. Oysa Renginur gençliğini ve güzelliğini bu orta yaşlı zengin adama kaptırmış, katlandığı hayatın resmi belgesini eline almak istemektedir.

    Ailesiyle gelip (babası, anası, dayısı, halası neredeyse tüm sülalesi) İlhan’ın otelinin bahçesindeki konuk evlerine yerleşmişlerdir. Oğulları dışında, Türk Medeni Kanunu’nun kadının zorunlu iffetine verdiği koruncalardan uzaktır. Bu doğal olarak onu gün geçtikçe, sinirli ve kaygılı yapmaktadır. İşin ucunda, İlhan’ın karısına dönüp onu bebeğiyle ortada bırakma kaygısı vardır. (İlhan’ın aklı değildir ki onun beyninde bu fikrin asla yer almadığını bilebilsin) Karnında dönen kurtçuklarla yatalak babasını dert edinirken, bir yandan da minik bebeğinin birinci yaş günü kutlaması hazırlıklarını yapmaktadır. Bu kutlama, oğlunun ilk yaşından çok, kendi onurunu kurtarma kutlamasıdır. O akşam İlhan’ın yanında, biricik oğulları kucağında salınacak, ahlaksızlık abidesi değil kutsal bir varlık, bir anne olduğunu dosta, düşmana gösterecektir. O geceyle ilgili aklındaki mutlu son böyle çizilmiştir. Sonrasında ise İlhan karısından boşandığı gibi onunla evlenecek böylece kapıcı kızından, kraliçeliğe yükselişi tamamlanacaktır. Renginur kendi mutlu sonuna yaklaştığını hissetmektedir.

    Karşı köşede ise Revan vardır. Onun baktığı yerden dünya, bugünlerde yangın yeridir. Yalnız. Yaşlanmış. Parasız. Çocuksuz. Kör karanlıktadır. Ömrünü serdiği adamı kendine âşık etmeyi beceremediği için şimdi bir hava perdesi kadar alan kaplamaktadır. Bir dönem ablasına yaşaması için verdiği eve şimdi kendi sığınmıştır. Bu can sıkıntısının içinde ablasının dinmez para hırsının baskısını çeker. Revan, hiçbir zaman yüksek hırsları olan bir kadın olamamıştır. Güzelliği dahil herşeyi ortalama seyretmiş, belki de bu yüzden İlhan ondan uzaklaşmıştır. İlhan’la son konuştuklarında ‘’Seni incitecek hiçbir şey yapmadım ben’’ der. Oysa karşılığında ne çok incitilmiştir. Defalarca aldatılmış, aşağılanmıştı. Hiç birine karşılık vermeden Revan olmaya devam etmiştir. Ablası Fikran onun gibi değildir. Revan’dan çok daha çirkin olmasına rağmen erkekler açısından çok daha başarılıdır. Doymak bilmez para hırsından başka, doymak bilmez bir cinsellik talebi vardır. Bu açgözlülük onu kızkardeşinin kocasına sevişme teklif etmeye kadar götürür.

    İlhan onu aşağılayarak reddetmiş bu da İlhan’a bir kat daha kinlenmesine sebep olmuştur.

    Tüm gündelik ilişkilerde olduğu gibi dışarıdan bakıldığında gayet huzurlu ve düzgün gözüken kardeşlik ilişkileri pek çok yerinden görünmez bir balçıkla sıvanmıştır.

    Revan’ın tek kardeşi Fikrandır. İlhan’ın ise hem kız hem erkek kardeşleri vardır. Biri hayatta değildir artık, en küçükleri Bertan. Kalanlarsa hayattan bağımsız yaşarlar. İlhan’a en yakın olan erkek kardeşi Armağandır.

    Armağan hiçbir zaman, İlhan gibi para hırsına düşmemiştir. Gerçi bir dönem siyasete atılmak istemiştir ama o bile, idealistliği yüzündendir. Zaten kumaşının hayli duygusal olduğunun anlaşılmasıyla o alanda başarı gösterememiştir. Uzun zamandır üniversitede hocalık yapmaktadır ve de Figen’le evlidir. Büyük bir çekimle evlendiği kültürlü, hayat dolu karısıyla bugünlerde, ömürlerinin son beş yılındaki yaşlı bir çift gibidirler aslında. Aşırı umursamaz, bir araya gelince de aşırı dikenlidirler. Bu huzursuzluğun sebepleri geçmişe dayanmaktadır. Yılların içindeki kırgınlıklarını, hassas ruhlarında özenle saklamışlardır. Her yan yana gelişlerinde birbirlerine aralıksız ateş etmektedirler. Aslında hâlâ birbirlerini sevseler de bunu fark edemeyecek hızda dövüşmektedirler. Armağan’ın öğrencisiyle kaçamağı evliliklerini kırk yerinden kıran son sebep olur sonuçta.

    Kız kardeşleri Gülcan ise oğlunun intiharından sonra gün ışığının varlığını unutmuştur. Evin canavar ağzında, aralıksız içki içmektedir. Ayık olmak onun için külfettir artık. Kendini öldürmeyi de becerememiştir. Mutlak sonu hiçbir şeyi istemediği kadar çok istemektedir. Üç kardeşin içinde, dünyanın bütün denizlerinin bile dolduramayacağı kör bir kuyu vardır, o da annelerinin denize gidişi…

    İlhan yatılı okuldayken olmuştu her şey, annelerinin dönemsel buhranları rutine dönmüş, o film artistleri kadar güzel kadın, yarasını yamalamayı unutmaya başlamıştı. Ağlamaktan, gülerek ayna önüne geçmeye seyreden ruh hali, onu ölmeye gitmeden önceki son gecesinde kızının, Gülcan’ın, odasına götürmüştü. Mor bir elbise vardı üstünde, kenarı boydan boya yırtılmıştı. Annesinin o haline endişelenen Gülcan gel yanıma yat demişti de, kadın kaçarcasına gidip, kendini odasına kilitlemişti.

    Annelerini, hiçbir zaman, doğru düzgün bir doktor kontrolünden geçirmemişti babaları. Nobran, dağ gibi geçitsiz bir adamdı. Sevmeyi beceremeyen tüm insanlar gibi kendini sevdirmeyi de becerememişti. Annesinin ölümünü, o hızlandırmıştı. Çünkü onu anlamaya ya da en azından yardım etmeye çalışmamıştı. Annesinin elinde sarhoş aile doktorunun getirdiği uyku haplarından fazlası yoktu. Son zamanlarda onları avuçla yutmaya başlamıştı. Yarası öyle içerideydi ki, yaşamın kısa uykularıyla geçmesi mümkün değildi. Bu yüzden denize gitmişti. Kocası, onun şehirli kadınlar gibi yüzmesine izin vermezdi. Onlar kasabalıydı. Ayıptı kasabalı kadınların denize girmesi. Ayıbı da yanına alarak, mor elbisesiyle kendini tuzlu maviye bırakmıştı. Mor elbiseyi babasının aynı gün ocakta yaktığını söylemedi Gülcan kardeşlerine. Annesi babasıyla kasabaya geldiğinde karnında İlhan Sacit vardı. O, istenmemiş, benimsenmemiş bir gelin olarak kasabaya hapsedilmişti.

    Annesinin bu gidişi hepsinin hayatlarındaki en büyük kırılmaydı. Sonrasında kendi yaşamalarına dönseler de en ufak iç sıkıntısında anneleri gizlendiği köşeden çıkardı.
    Şimdi yaşamlarına tepeden bakıldığında İlhan da, Armağan da, Gülcan da, anne ağaçlarının gitmesiyle havaya tutunan üç dal gibi kalmışlardır ve böyle dalların mutlu meyvelere dönüşen çiçekleri olamaz.

    İlhan Sacit, oğlu Yalım’ın doğum günü sebebiyle etrafına mutsuz sevdiklerini toplar. O akşam her şey hayal ettiği gibidir. Romanın başında rüyasına mekân olan yerdedirler. Hep birliktedirler ve mor kırmızıya yakındır.

    İnci Aral, Mor’da aldatmaya, aldatmanın yaralarını ve sonuçlarını üç taraf açısından da bakmış ve üç taraf açısından da ayrıntılı anlatmıştır. Romanda geçmişe dönüş tekniğine hayli fazla yer verilmiştir. Romanın bugüne ait zamanı yirmi dört saatten ibarettir.

    Yazar romanda, sanatlı dilden ve ağır uzun betimlemelerden uzak durmuştur. Okuyana iç içe geçmiş hayatların iç sıkıntısını, yormadan aktarır. Mor, herkesin durduğu yerden kendini haklı görmesini, oldukça gerçekçi anlatmış bir roman. Suçlu bulamıyorsunuz. Çünkü yazar okurunu böyle bir çabaya düşürmemiş. Okuyana suçlamayı da, hak vermeyi de buyurmamış. Sadece seyredin demiş. Çünkü Mor kendi resmini çizebilmiş bir roman. İçinde kırmızı ve maviyi aramak boşuna.

    Mor, günbatımı kadar gerçektir.

    ———–
    * İnci Aral, Mor, Epsilon Yayınevi, 1. baskı, İstanbul, 2003

     

    #Sayı24 #GülçinSahilli #renginur #mor #inciAral #ilhanSacit #sacit #ilhan

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Mor Elbisenin Kanatları* Makale Yazarı: Gülçin Sa…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi