Roman Kahramanları
Huzur’un Mümtaz’ı
-
Huzur’un Mümtaz’ı
Huzur’un Mümtaz’ı*
Makale Yazarı: Abdullah Uçman
*Bu makale Roman Kahramanları dergisi 4. sayıda (Ekim/Aralık 2010) yayımlanmıştır.
İsterseniz “Mümtaz kimdir?” sorusuyla başlayalım, ilk bakışta Mümtaz, Tanpınar’ın romanlarından haberdar olan herkesin çok iyi bildiği gibi, modern Türk romanının ilk büyük ve önemli örneği kabul edilen Huzur’un dört esas kahramanından biridir; diğerleri İhsan, Nuran ve Suat’tır. Tanpınar romanı, bu dört kahramanın adlarını başlık yapmak suretiyle dört bölüme ayırmıştır ama bu dört esas kahraman arasında fonksiyon itibarıyla Mümtaz, diğer üç kahramandan çok daha farklı biçimde romanın merkezinde yer almakta, tabii ne kadar olay denebilir, romandaki bütün olaylar tamamen onun etrafında başlayıp gelişmekte ve son bulmaktadır, yani bütünüyle değilse bile Huzur büyük ölçüde Mümtaz’ın romanıdır. Diğer kahramanlar hep onunla ilişkisi dolayısıyla romanda yer alırlar.
İhsan, Mümtaz’ın kendisine ağabey dediği amcaoğludur; yetişmesinde, kafa yapısının oluşmasında ve dünya görüşünün teşekkülü dolayısıyla Mümtaz üzerinde büyük etkisi söz konusudur. Nuran, anne tarafından Bektaşi, baba tarafından Mevlevi bir aileden gelen, ayrıca asırlık Boğaziçi medeniyetinin yetiştirdiği, hem güzel, hem kültürlü; Mümtaz’ın idealize ettiği ve hayatını birleştirmek istediği sevgilisidir. Hem ruhen hem bedenen hasta olan Suat ise, Mümtaz’ın hem uzaktan akrabası, hem de onu sürekli rahatsız eden, evliliğini engelleyen, Dostoyevski romanlarından çıkmışa benzeyen, tabir caizse ona roman boyunca “musallat” olan bir tiptir.
Mümtaz ile #Nuran’ın İstanbul’un tarihi ve tabii güzellikleri içinde bir yaz boyu başlayıp gelişen aşkları tam evliliğe dönüşecekken Suat’ın ortaya çıkışıyla bozulmaya yüz tutar ve Suat’ın intiharıyla tamamen sona erer.
Romanın son bölümü, özellikle #Suat saplantısı dolayısıyla psikolojik bir bunalım geçiren Mümtaz’a ayrılmıştır.
Şimdiye kadar Tanpınar ve Huzur hakkında yazılan yazıların birçoğunda, #İhsan’ın #YahyaKemal’den, Mümtaz’ın da romanın yazarı Tanpınar’dan birtakım izler taşıdığı üzerinde durulmuştur. Bana kalırsa Mümtaz, aşağıdaki satırlarda da göreceğimiz gibi, belli bir kısım oldukça belirgin çizgileriyle yazarından izler taşımakla beraber, Tanpınar’ın idealize ettiği, bence kendisini de aşan bir kahramandır.
Tekrar yukarıdaki soruya dönelim: Mümtaz kimdir? İlk bakışta Huzur’un kahramanı olan Mümtaz, İstanbul’da Şehzadebaşı’nda Elâgöz Mehmed Efendi Camii yakınlarında doğup büyümüş, daha sonra ailesiyle Anadolu’ya gitmiş; 1. Dünya Savaşı sırasında önce babasını, sonra annesini kaybetmiş ve bir ara hayatta yapayalnız kalmışken İstanbul’da “ağabey” dediği amcaoğlu İhsan’la yengesi Macide’nin yanında büyümüş; Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş; Edebiyat Fakültesi’nde asistan, doktora tezini yeni tamamlamış, son derece sade ve örnek bir hayat olarak gördüğü #ŞeyhGalip üzerine bir roman yazmaya çalışan; hayata, insanlara ve yaşadığı topluma dair birtakım tasavvurları olan 25 yaşlarında bir gençtir.
Evet ilk bakışta Mümtaz, yukarıda ifade etmeye çalıştığım şekilde aynı yaşta olan başkalarında da bulunabilecek sıradan özelliklere sahip bir kahraman gibidir ama gerçekte Mümtaz yaşıtlarından farklı olarak, Tanpınar’ın “Antalyalı Genç Kıza Mektup”ta, “Ergani-Madeni’nde üç yaşında iken bir gün kendime rastladım! Çok karlı bir gündü. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla örtülü bir bayıra bakıyordum. Sonra birdenbire kar tekrar yağmağa başladı. Bir çeşit çok lezzetli hayranlık içinde kalmışım!”[1] dediği gibi, henüz küçük sayılabilecek bir yaşta tabiat karşısında varlığın sırları üzerinde düşüncelere dalan, ama bunları çözebilmek için yaşı henüz çok küçük olan biridir. Yani Mümtaz bir defa sıradan, alelâde bir kahraman değildir; hayata bir sanatçı duyarlığı ile bakan Mümtaz, romanın ilerleyen sayfalarında hayattan sanata, sanattan hayata doğru gider gelir. Yazarın ifadesiyle söylersek “Mümtaz, bir macerası olan adamdır!” (s. 36).[2] Hayata zaman zaman bir şair gibi bakan Mümtaz’ın bu tarz bakışı dolayısıyla romanın birçok sayfasının da âdeta şairane duygularla tasvir edilmiş olduğunu görürüz. Biraz daha ileri giderek söylemek gerekirse bence Mümtaz bir bakıma trajik bir kahramandır, çünkü kendisinde derin tesirler bırakmış bir aşk macerası yaşamıştır.
MÜMTAZIN PEŞİNDE OLDUĞU HUZUR
Romanın daha başında Mümtaz’ı biz, evde ağır hasta yatmakta olan ihsan’ın tedavisi için hastabakıcı aramak ve evin bazı ihtiyaçlarını karşılamak üzere sokağa çıkmış, Bayazıt’tan, Sahaflar Çarşısı’ndan geçerken görürüz. Sahaflar Çarşısı’ndan geçerken tanıdık bir sahafın işareti üzerine dükkâna giren Mümtaz, burada sahafın kendisine uzattığı Yunus Divanı ile, Şakayık-ı Nu’mâniye ile, Tarih-i Cevdet ve Sicill-i Osmanî ile meşgul olur. Böyle olmakla beraber romancının ifadesiyle “Zavallı Mümtaz, İstanbul sokaklarında bir nevi hayalet gemi gibi yaşamaktadır (s. 58), çünkü sevgilisi Nuran’dan ayrılmış, tam olarak ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı içinde dolaşmaktadır. Hatta bu psikoloji dolayısıyla dış dünyaya doğrudan doğruya değil de, sanki rüyaya benzeyen bir ruh hali arkasından bakar.Roman boyunca Mümtaz kendisini huzur ve sükûna kavuşturacak bir şeyin peşindedir ve aradığı huzuru bir süre sonra Nuran’ın şahsında ve musikide bulur veya bulduğunu zanneder. Çünkü Nuran; Mümtaz’ın aradığı ve değer verdiği üç önemli şeyi, kadın güzelliğini, Boğaziçi medeniyetinin bütün vasıflarını ve musikiyi kendi şahsında bir araya getirmiş mükemmel bir kadındır. Ve Mümtaz onu severken “ömrünün ve eşyanın miracında yaşadığını” hisseder (s. 157).
Mümtaz, sevgilisi Nuran’dan ayrılmadan önce, onunla birlikte, bir yandan “Debussy’yi, Wagner’i sevmek ve Mahur Beste’yi yaşamak, bu bizim talihimizdi!” (s. 134) diye düşünürken, bir yandan da “Bir insanın hayatı bazen bir sanat eseri kadar güzel olabiliyor!” dediği Şeyh Galip hakkında bir roman yazmaktadır, yani Mümtaz’ın bir ayağı Batı’da diğer ayağı ise Doğu’dadır. Ama Mümtaz sadece #Nuran’a âşık, ayakları yerden kesilmiş, #Şakayık okuyan, Şeyh Galip hakkında roman yazan; Boğaz’da dolaşmak, Beyazıt’ta kuşlara yem vermek veya Kapalıçarşı’da vitrinleri seyretmek gibi birtakım fantezileri olan biri de değildir, o aynı zamanda Nuran’la İstanbul’u dolaşırken, Sur diplerinde, Kocamustafapaşa gibi İstanbul’un kenar semtlerinde karşılaştığı üstü başı perişan çocuklardan, sefalet tablolarından da belli ölçüde etkilenir.
Nasıl ki Tanpınar, memleket gerçeklerinden uzakta yaşayan biri değilse; aynı şekilde onun kahramanı Mümtaz da zaman zaman halkın ıstırapları ve memleketin İktisadî meseleleri üzerinde düşünmekte ve kendince birtakım çözüm yolları aramaktadır: “Bir şeyler yapmak, bu hasta insanları tedavi etmek, bu işsizlere iş bulmak, mahzun yüzleri güldürmek, bir mâzi artığı hâlinden çıkarmak…” (s. 164) gerektiği üzerinde durur. Ayrıca, “Hepsi bir medeniyet çöküntüsünün yetimleri” olan “Bu insanlara yeni hayat şekilleri hazırlamadan evvel, onlara hayata tahammül etmek kudretini veren eskileri bozmak neye yarar?” (s. 183) diye düşünür.
Mümtaz, içinden geldiği ve arasında yaşadığı halkın kendisinden farklı ve uzak olduğunun da bilincindedir; bunun için zaman zaman kendisiyle halk arasında birtakım karşılaştırmalar yapar. Kimi zaman da halktan insanları, teslimiyet ve inançları ile kendisinden üstün bulur, kimi zaman da onlara hayret eder ve acır.
Surlar’ın civarında dolaşırken Mümtaz’ın acı çekmekte olduğunu yüzüne bakarak anlayan küçük kız çocuğu karşısındaki durumu şöyle anlatılır:
“On on bir yaşlarında bütün vücudu sivilce ve yara içinde bir kız çocuğu mezarın ortasına oturmuş, taşların üstündeki mum artıklarını topluyordu. Mümtaz’ın dikkatini görünce:
— Bir kez bağlayın, istediğiniz olur, dedi. Daha şimdiden beş on para karşılığında her şeyi satmaya hazırlanıyormuş gibi bir hali vardı. Mümtaz neredeyse avuçlarını uzatacağını düşünerek üzüldü. Fakat kız sanki Mümtaz’ın yüzünden bir şey okuyormuş gibi:
— Sizin canınız sıkılıyor, dedi. Bari dua edin, tecrübelidir.
Mümtaz deminki düşüncesinin bu kadar hafif kaldığını, bu küçücük hasta çocuğun, kendisinden imanıyla üstün olduğunu anladı.” (s. 166).Mümtaz, üç yıldır işlerini gören sandalcı Mehmet ve Boyacıköyü’ndeki kahveci çırağının aşk anlayışlarıyla kendisinin aşk anlayışı arasında da şöyle bir mukayese yapar:
“İşte bir adam ki Tab’î Mustafa Efendi’yi veya Dede Efendi’yi tanımadan, Baudelaire’e ve Yahya Kemal’e hayran olmadan sevebiliyordu.” (s. 170). Ama Mümtaz çok farklı, başka biridir, onun hayatı da aşkı da başka türlüdür. Mümtaz sevgilisi karşısında Mehmet gibi kudretli olamaz; Nuran’a olan aşkını musikiden, Boğaz’ın güzelliklerinden ve şiirden ayrı düşünemeyen Mümtaz, “her şeyi”, “her zevki” kendi varlığında değil, Nuran’ın varlığında bulur. Nuran Mümtaz için dünyadaki yegâne kadındır.Ancak bütün bunlara rağmen Mümtaz yine de bir “hülya adamı”dır (s. 206).
Evet Mümtaz “bir hülya adamı”dır; çünkü yanı başında yaşayan kadını (Nuran), âdeta ortada olmayan bir varlık gibi sevmektedir. Bu durumda kendi kendine şöyle der: “Ne garip… İki dünyam var. Tıpkı Nuran gibi, iki âlemin, iki aşkın ortasındayım. Demek ki bir tamlık içinde değilim!” (s. 275).
Romanın ilerleyen bölümlerinde bir yerde “Bugün Türkiye’de nesillerin beraberce okuduğu beş kitap bulamayız!” (s. 242) diyen Mümtaz, zaman zaman Türkiye’nin yaşamakta olduğu kültür buhranı üzerinde de durur, ama nedense Wagner’le Dede Efendi’yi, Yunus’la Verlaine’i mukayese etme ihtiyacı duyar. Onun Batı’dan en çok sevdiği şairler Edgar Allen Poe ile Baudelaire’dir (s. 267). Mümtaz romanın değişik sayfalarında birtakım benzetmeler yaparken nedense hep Batılı sanatçıları hatırlar. Meselâ Aziz Mahmud Hüdâyî’nin “Gül İlâhisi” okunurken, Mümtaz birden Flippo Lippi’nin “Güller içinde Çocuk İsa” tablosunu hatırlar (s. 293). Nuran’ın yerel Anadolu kıyafetlerini giymesi, yine ona önce Pisanello’yu hatırlatır (s. 309). Başka bir yerde de Nuran’ı Renoir’ın “Okuyan Kadın”ına benzetir (s. 170). Aynı şekilde Nuran’la yaptığı Boğaz gezileri sırasında Kanlıca’da sükûnetle akşamı bekleyen ihtiyarları gördüklerinde birden hatırladıkları Yahya Kemal’in meşhur:
“Günler kısaldı Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları”mısraları, Mümtaz’a Rodin’in “Calais Burjuvalarını çağrıştırır (s. 211). Romanın sonlarına doğru Şehzadebaşı’nda gece vakti gördüğü tramvay işçileri ona Rembrandt’ın tablolarını hatırlatır (s. 350).
Mümtaz’ın bir yandan klasik Türk musikisi, bir yandan Sahaflar Çarşısı’nda yazma eserlerle ilgilenmesi, bir yandan da şehirdeki cami ve türbeleri dolaşması, yani bir nevi mâzi hayranlığı denebilecek bir durum karşısında yazar ona: “Ben bir çöküşün esteti değilim. Belki bu çöküşte yaşayan şeyler araştırıyorum, onları değerlendiriyorum!” (s. 165) dedirtir.
Tanpınar’ın, Günlüklerinden öğrendiğimiz kadarıyla yıllarca uğraştığı halde bir türlü tamamlayamadığı “Eşik” şiiri gibi, romanda da sık sık “eşik” metaforu ile karşılaşırız. Mümtaz da tıpkı Tanpınar gibi, bir türlü eşiği aşıp öbür tarafa geçemez; yani hayatı boyunca sürekli bir ikilem içindedir (s. 275-277); bu ikilem yer yer Doğu ile Batı kültür ve medeniyeti, yer yer Suat’la kendisi arasında, yer yer Nuran’la kendisi arasında sürekli bir hesaplaşma şeklinde kendisini gösterir. Bunun için roman bir bakıma Mümtaz’ın çıkmazlarının, yani huzursuzluğunun hikâyesi gibidir.
Hâtıralarında ve Günlüklerinde sürekli olarak “talih” üzerinde duran, daha doğrusu talihinden memnun olmayan Tanpınar gibi, Mümtaz da, “insan talihinin mahpusudur” (s. 281) derken, kendisini âdeta kaderin bir nevi tutsağı olarak görür.
Mümtaz irade gücüyle her engelin aşılabileceğine inanan ve:
“Eder tedvîr-i âlem bir mekînirı kuvve-i azmi;
Cihan titrer sebât-ı pây-ı erbâb-ı metanetten.”diyen Namık Kemal’den ziyade:
“Yoktur siper bu kubbe-i fîrûze-fâmda,
Zerrât cümle tîr-i kazaya nişanedir.”diyen ve âdeta insanın kader karşısında eli kolu bağlı, âciz bir varlık olduğuna inanan Ziya Paşa’nın kader anlayışına daha yakın görünmektedir.
Mümtaz, özellikle Suat’la tartıştıktan sonra tam bir uyurgezer haline döner: Evliliğin uzaması ve Suat’ın gönderdiği aşk mektubu üzerine Nuran’dan şüphe etmeye bile başlar ve âdeta iradesini kaybeder! Kader bir türlü Mümtaz’ın yakasını bırakmaz. Suat’ın gelip evinde intihar etmesinden sonra evlilik umudunun büsbütün suya düşmesi üzerine, Nuran da Mümtaz’a aynı şekilde karşılık verecektir: “Ne yapalım Mümtaz, kader istemiyor! Aramızda bir ölü var!” (s. 319). Nuran’ın kendisini terk etmesiyle birlikte Mümtaz’ın zihnî hayatı durmuş gibidir (s. 321).
MÜMTAZ TANPINAR MI?
Kendisi için: “Ben zayıf adamım!” (s. 325); “Ben müdafaasız adamım!” (s. 326) diyen Mümtaz’a, bir bakıma aklı ve dengeyi temsil eden İhsan: “Mesuliyetini taşıyacağın fikrin adamı ol!” (s. 322) der. Mümtaz için gerçekten bir ağabey ve bir yol gösterici durumundaki İhsan, arada tabii Suat’ı da unutmamamız lâzım, Mümtaz’ın yaşadığı Nuran tecrübesini sanki olgunlaşmak için tarikatlardaki çile süreci gibi görür. Mümtaz’ın Nuran’la yaşadığı aşkı yeni bir hayata başlamak için bir nevi olgunlaşma süreci olarak ele alır ve yeğeninin artık içinde yaşadığı buhranı atlatarak ayaklarının yere basmasını ve gerçek hayata dönmesini ister.Daha önce de belirttiğim gibi, her ne kadar romanın dördüncü ve son bölümü Mümtaz’ın adını taşımaktaysa da, bence roman doğrudan doğruya Mümtaz’ın çıkmazlarının ve huzursuzluğunun hikâyesi gibidir.
Evet Huzur’un Mümtaz’ı, birçok yönüyle romanın yazarı Tanpınar’ı hatırlatır, ama bu elbette romandaki 25-26 yaşlarındaki Tanpınar değil, en azından romanı yazdığı yıllarda, yani 50’li yaşların tecrübesine sahip Tanpınar gibi görünüyor bana. Buradaki Mümtaz, birtakım ideallere sahip ama zaafları da olan, taşıyla toprağıyla İstanbul’a ve özellikle Boğaziçi’ne âşık; “Türkçeyi teganni eder gibi konuşan Nuran” gibi bir kadını seven; Suat’tan daima çekinen ve ondan uzak durmaya çalışan; Nuran’ı kaybettikten sonra yaşama sevincini de kaybeden bir Mümtaz.
Evet Huzur bu yanıyla merkezinde kahramanı Mümtaz’ın yer aldığı toplumsal bir huzursuzluğun romanı gibi görünürken, bir yanıyla da kader karşısında insan iradesinin aczini dile getirmektedir.
Son olarak bir de yazarın romanda yer alan bütün kahramanları doğrudan doğruya Mümtaz’ın bakış açısıyla anlatmış olması da, roman tekniği açısından bir yenilik kabul edildiğini belirtmek isterim.
Romanda Mümtaz’ın o kadar yücelttiği ve bir bakıma özendiği Şeyh Galip hakkındaki romanı tamamlayamaması nedense bana Tanpınar’ın da Mahur Beste’yi bitirememesini düşündürür. Şöyle bir hatırlayacak olursak, Mahur Beste de, nedense Şeyh Galib’in:
“Perîşânî-i gam menşûruna tuğra mıyım bilmem?”
mısraının yer aldığı sayfalarda kesilir veya bir rivayete göre de Osmanlı geçmişinin hatırlatılmasından rahatsız olan birilerinin ikazıyla bıraktırılır.[3]
Mümtaz’la ilgili son olarak şunu söylemek istiyorum: Huzur’u ilk defa okuduğum 70’li yıllarda, belki biraz içinden geldiğimiz çevre ve yetişme şartlarımız, biraz da o günlerin genel havası, sadece beni değil, hayata son derece idealist bir gözle bakan benim gibi birçok arkadaşımı, kendini hep mükemmel bir genç insan örneği şeklinde gördüğümüz Mümtaz’a benzemeye çalışan, dolayısıyla aynı sınıflarda okuduğumuz sınıf arkadaşlarımız arasında Nuran’a benzeyen hayat arkadaşı kızlar aramaya sevk etmişti. Gerçekten yaşadığımız hayatta ya da Tanpınar’ın çevresinde Nuran’a benzeyen kadınlar var mıydı yoksa Nuran, Tanpınar’ın zihninde yarattığı, hayal mahsulü, özlediği ideal bir roman kahramanı mıydı? Bütün bunlar üzerinde bir şeyler söylendi ve yazıldı, ama aradan bunca zaman geçtikten sonra yaşadığımız hayatta Nuran’a benzer birilerinin bulunabileceğini düşünmenin pek de gerçekçi olmadığını anladım.
———————-
[1] Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın şiir Dünyası, İstanbul 1963, s. 174.
[2] Burada vereceğimiz sayfa numaraları romanın 1949 tarihini taşıyan ilk baskısına aittir.
[3] Tanpınar’ın asistanı Turan Alptekin, romanın yarıda kesilmesi hususunda, bir sohbet sırasında bizzat Tanpınar’ın, bir konferansında Şeyh Galib’i övdüğü için partide (CHP) yapayalnız kalışından söz ettiğini nakleder ki, roman da Şeyh Galib’in bir mısraının yer aldığı sayfalarda kesilmektedir (bk. Ahmet Hamdi Tanpınar: Bir Kültür Bir İnsan, İstanbul 2001, s. 97).#AhmetHamdiTanpınar #Huzur #Mümtaz #AbdullahUçman #ElâgözMehmedEfendiCamii #ŞeyhGalib #şeyhGalip #AntalyalıGençKızaMektup #Debussy #Wagner #MahurBeste #Baudelair #EdgarAllenPoe #Sayı4
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.