Hüber Gran

  • Hüber Gran

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 14:23'de 11 Temmuz 2024

    Seven Ne Yapmaz’ın Sanatçısı Hüber Gran*

    Makale Yazarı: Hülya Soyşekerci

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI dergisinin (Ocak/Mart 2018)  33. sayısında yayımlanmıştır.

    “Seven Ne Yapmaz” dendiğinde ilk anda romantik bir Yeşilçam filmi geliyor akla. Kerime Nadir’in aynı adlı romanından uyarlanan, farklı yıllarda iki ayrı yönetmen tarafından iki kez beyazperdeye aktarılan film, gösterildiği dönemde hayli yankı yapmış, izleyenler üzerinde etkili olmuş ve insanımızın duygusal dünyasını bir anlamda yeniden şekillendirmişti; tıpkı Kerime Nadir romanlarından uyarlanan başka birçok Yeşilçam filmi gibi.

    Kerime Nadir’in romanları bugünlerde ancak sahaflarda bulunabiliyor. Yeni baskılarının sayısı çok az. Sanırım, günümüz okurunun edebiyata bakışı, sanat algısı, beklentisi, edebiyat zevki ve yöneliminin epeyce değişmiş olmasından kaynaklanıyor bu durum. Kerime Nadir romanlarının, günümüzün sıra dışı metinler okumaya meraklı okurlarına seslenemeyişinin ayrı bir tartışma konusu olacağı kanısındayım. Yazma eyleminin, dilin, edebiyatın bile sorgulandığı “katmanlı metinler” dünyasında yaşamaktayız bir süreden beri. Şimdilerde, yeni bir söylem, yeni bir bakış açısı, değişik bir tarz ve içerik üzerinde ilerleyen daha farklı bir popüler edebiyatın varlığından söz etmek mümkün. Aşk romanları, belli bir kesim tarafından yine ilgiyle okunuyor; ancak dillendirilen aşkların içeriği ve tarzı epeyce değişti. Duygusal romanlar, çağın özelliklerinden etkilenir hale geldi.

    Kerime Nadir’in romanları, içerdiği yoğun duygusallık, içlilik ve melodramatik yapı açısından döneminde geniş bir okur kitlesine ulaşmayı başarmıştır. Bunda, yazarın romanlarının çoğunun kitaplaşmadan önce dönemin yüksek tirajlı gazetelerinde tefrika edilmesinin önemli bir payı vardır. Kurgunun ilgi uyandıracak şekilde oluşturulması; merak unsurunun sürekli canlı tutulması ve okuru yormayan akıcı bir dille yazılması, Kerime Nadir romanlarının, döneminde çok sayıda okur tarafından ilgiyle okunmasındaki önemli nedenler arasındadır.

    Eleştirel bir deneme yazmak amacıyla sahaftan edindiğim “Seven Ne Yapmaz”* romanının elimdeki nüshasında (9. Baskı) herhangi bir baskı tarihi yer almıyor; daha doğrusu, baskı tarihinin ve kitabın künyesinin yer aldığı sayfa kopmuş; bu nüshada baskı tarihine ulaşma olanağı bulamıyorum. Kapakta Yeşilçam filmi afişi benzeri bir görsel yer alıyor. Üzerinde, ressamın imzasını görüyor ve imzanın altında 69 rakamını okuyorum. Elimdeki nüshanın, büyük bir olasılıkla 1969 ya da 1970 yıllarında basılmış olabileceğini tahmin ediyorum.

    Kerime Nadir, “Seven Ne Yapmaz” romanını 1937’de yazmış. Son sayfaya düşülen not aynen şöyle: “ İstanbul -1937 Kerime Nadir” (s.86) Kerime Nadir’in, 1917’de doğduğunu dikkate alırsak, bu romanı henüz 20 yaşındayken yazmış olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Genç bir kızın, yaşına göre hayli olgun sayılabilecek bir yapıtı kaleme alması; aşkı, sevgiyi, nefreti, iftirayı, entrikayı, kötülüğü, ayrılığı, insan ilişkilerini akıcı bir dille anlatıp ilginç kurgu bağlantılarıyla okurun merak ve ilgisini canlı tutabilmesi de ayrı bir başarıdır bana kalırsa… Dikkatli bir roman okuru olma; iyi bir gözlem gücünün yanı sıra, hayatı ve insanları anlayıp yorumlama hususunda bazı önsezilere sahip olma gibi özellikler kişisel birer yetenek olarak dikkat çeker. Kerime Nadir de kişisel yetenekleri doğrultusunda ilk yazılarını yayımladığında çok gençti; ölene kadar 40’a yakın romana imzasını attı. Yazarın 1937’de yazıp tamamladığı “Seven Ne Yapmaz”ın yayımlanma tarihinin 1940 olduğunu da belirtmeliyim.

    Belirttiğim gibi Kerime Nadir’in romanlarının popülerliği öncelikle onların tefrika edilmelerinden kaynaklanıyordu. Böylece çok sayıda okura ulaşan bu yapıtlar; sinema, müzik, radyo gibi ortamlarda yeniden üretilerek ve çoğaltılarak tam anlamıyla birer popüler kültür malzemesine dönüştürülüyor; yaygınlık ve etki gücü arttırılarak içerik ögeleri yoluyla toplumun dönüşmesine de zemin oluşturuluyordu. Eğer bir Yeşilçam duyarlılığından ve Yeşilçam filmleri klişelerinden söz ediyorsak; bunların asıl kaynağının Kerime Nadir gibi popüler romancıların eserleri olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu romanlardan oluşturulan senaryolar ve onlardan çekilen melodramlar, belirli kalıpları sürekli tekrarlamalarına rağmen, uzun yıllar boyunca toplumda karşılığını bulmuş; insanımıza özgü bir duyarlılık oluşmasında önemli rol oynamıştır. Bir hayat tarzı, bir duyuş tarzı, bir zihniyet verilmiştir o filmlerde.

    Yerli bir aşk romanı okuyacağım ön kabulüyle “Seven Ne Yapmaz”a başladığımda, ilk satırlardan itibaren, olayların farklı bir kültürde, yabancı yerler ve kişiler arasında geçtiğini görmek şaşırtıyor beni. Romanın 1770’lerde, romantik dünya algısının yoğun yaşandığı dönemde ve romantizmin büyüsüyle dolu bir kent olan Paris’te geçtiğini görüyor; böylece yazarın, romantik bir çevre ve atmosfer oluşturma açısından bilinçli bir seçim yapmış olduğunu düşünüyorum. Kerime Nadir, romantizmin doruğunda yaşatmak istiyor okurunu.

    Yazar, “Seven Ne Yapmaz”da bilinen kalıplar üzerine inşa ediyor roman kurgusunu. Yabancı bir kültürde geçse de Kerime Nadir’in roman formatı değişmiyor; aynı kalıbı Paris’te 18. yüzyılda geçen olaylara, yabancı karakterlere uyarlıyor. Elbette, yazar, kişilerini bizden kişiler olarak yaratabilir; roman mekânlarını İstanbul’da kurabilirdi. Ancak o, her şeyden önce romantik bir aşk romanı kaleme almayı hedeflediği için, romantizmi yerelde kurmak yerine, Avrupa’da, 18. yüzyıl Paris’inde kurmayı yeğliyor. Böylece, opera izleyen soyluların, opera kültürünün, aristokrasi dünyasının içinde geçen; o dönemin toplumsal değerlerini ve yaşama tarzını dile getiren bir roman yazıyor Kerime Nadir. Büyük ve gösterişli mekânlardaki operalar, balolar, orkestra eşliğindeki danslar; şatolar, karlı dağlar ve karanlık ormanlar; ata binen, kılıç kullanan, hasmını düelloya davet eden soylu kişiler ve onların hor görüp değer vermediği yoksul emekçiler… Böyle bir roman atmosferi içinde yaşıyoruz.

    Yerli filmlerdeki zengin fabrikatör babanın yerini burada Kont Peter Golgonski alıyor; onun duygusal, sevecen, ince ruhlu kızının yerini Kont’un kızı Matmazel Pola alıyor. Pola’nın sözlüsü de asil bir aileden genç Marki dö Lesko’dur. Dramatik çatışmayı oluşturacak bir aşk üçgeni çıkıyor karşımıza. Zengin ve soylu genç kızın, önce hayran olduğu, sonrasında giderek büyük bir aşkla bağlandığı, yoksul ve onurlu müzik öğretmeninin yerini, bu romanda tanınmış opera bestecisi ve aynı zamanda iyi bir yazar olan Hüber Gran alıyor.

    Pola ile Marki, bir akşam operaya giderler ve oturdukları locadan, karşıdaki locada yer alan Hüber Gran’ı görürler. Hüber Gran, izleyecekleri operanın bestecisidir. Pola daha önce onu görmemiştir; kim olduğunu Marki’den öğrenir. Pola, Hüber’in daha önce “Boşluk” adlı bir romanını okumuş ve esere hayran kalmıştır. Onun, izleyecekleri operanın bestecisi de olduğunu öğrenince, hayranlığı bir kat daha artar; bu hayranlığını Marki’den gizlemez. Marki kıskanmıştır; Hüber’in romanını beğenmediğini söyler; eseri kötüler. Pola itiraz eder ve şunları söyler: “Hüber Gran’ın aynı zamanda bir besteci olduğunu da bilmiyordum… Bazen Tanrı insanlara birçok meziyeti bir arada veriyor… Ne mutlu ona!” (s.6) Bu sözler Marki’yi iyice kızdırır; ancak dönemin aristokratlarının davranış biçimi uyarınca bu olumsuz duygularını Pola’ya fazla belli etmemeye çalışır.

    Pola, elindeki dürbünle locadan sahneyi izleyen Hüber Gran’ı daha yakından görme olanağı bulduğunda, onun yakışıklığından da etkilenir. Hüber Gran’ın dış güzelliği, romanda şöyle betimlenir: “Bu sırada karşıdaki boş locanın kapısı açıldı. İçeriye yirmi beş yaşlarında, uzun boylu, solgun yüzlü bir genç girdi. Giyiniş tarzından bir sanatçı olduğu anlaşılıyordu. Dar bir redingot, boynunda bir fular, ensesine doğru taranmış siyah dalgalı saçlar, şakaklarında favoriler… Bir anda bütün başlar o tarafa dönmüştü. Salonda kısa süren bir mırıltı dolaştı. Matmazel Pola bile, bütün gözleri böyle birden kendine çevirten bu yakışıklı gence bakmak için koltuğundan doğrulmuştu. Bu delikanlı, görenleri gerçekten hayran bırakacak derecede vakur bir yakışıklılığa sahipti. Derin bakışlı siyah gözleri, çekme burnu ve kıvrık dudakları en seçkin bir erkek güzelliğinin örneği idi. Profili, fildişi üzerine sanatkâr bir elle işlenmiş sanılırdı. Matmazel Pola gözlerinden emin olmayarak dürbünü ile onu seyretti.” (s.6)

    Çevresinde hayranlık uyandırmasına ve tanınmış biri olmasına rağmen Hüber Gran’ın, borç içinde yaşayan bir sanatçı olması üzücüdür. Borçlarının ve yoksulluğunun asıl kaynağı, onun zorlu geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarıdır. Üzerindeki kıyafetlerin ve yoksul evinin kirasını ödeyemediği gibi, evde beste yapmak için kullandığı piyanonun kirasını ödemekte de zorluk çeker Hüber Gran.

    Anne babasını küçük yaştayken kaybeden Hüber, halası ve eniştesi tarafından büyütülür. Babası Feri Gran, hali vakti yerinde Marsilyalı bir savcıdır. Ancak Hüber, babasının ve annesinin vefatları sonrası hem öksüz/yetim hem de parasız kalmıştır. Halası ve asalet mareşali olan Dük dö Gustav Frenoz adlı eniştesi, onu himayelerine alırlar. Kuzeni Gabriyel de şirin, hassas ve iyi kalpli bir kızdır. Babası ve annesi sağken, müziğe büyük istidadı olduğu görüldüğü için piyano çalması desteklenen, yazılar, öyküler, şiirler yazması da memnuniyetle karşılanan Hüber, bu yeni ortamda sanattan uzak tutulmak istenir. Eniştesi onun da kendisi gibi bir asker olmasını ister; Hüber ne kadar direnirse dirensin boşunadır. Yıllar geçer, Hüber, yirmi yaşına gelir; teğmen rütbesine yükselir. Ancak, asker olmayı kesinlikle istemeyen Hüber’in özgür ve sanatçı ruhu, asker üniformasına sığmaz. Şöyle anlatır o günleri: “Askerlik hayatı da yavaş yavaş işleyen bir zehir gibi beni eritmekte idi. Çok defa görev başında hayallere dalıyordum. Ruhumdaki boğucu hisler ve kafamdaki melodi çalkantısı, beni maddi didinmeden uzaklaştıracak hale getiriyordu.” (s.33)

    Bir taraftan, kuzeni Gabriyel ona âşık olmuş, aşkını ona itiraf etmiş, onsuz yaşayamayacağını söylemiştir. Ancak Hüber, Gabriyel’e ilgi duymamaktadır; kırmamak için onunla nişanlanmayı kabullenmiştir ama görevi dışındaki zamanının çoğunu ya kitapların arasında ya da piyano başında geçiren Hüber, nişanlısını ihmal etmekte; buna içten içe üzülmektedir. Eniştesi ona piyanoyu ve kitapları kesinlikle yasaklar; tam anlamıyla bir asker olmasını ister. Bir gün, bir tartışma sonrasında eniştesi, Hüber’in yazdığı bütün eserleri alıp ateşe atar. Sanatta yok ediciliğin, kıyıcılığın acı bir örneğidir bu. Hüber o an dayanamaz ve eniştesine şunları söyler: “Bende çok hakkınız olduğunu biliyorum enişte. Bunun için size borçluyum, minnettarım. Fakat artık özgürlüğümü istiyorum. Askerlikten ayrılacağım. Açlıktan ölmeye razıyım. Yeter ki hür olayım.” (s.37) Hüber’in sanatçı ruhu, geleneksel rollere dâhil olamaz, sınırlanmaya gelemez. Böylece, eniştesinin evini, askerlik mesleğini ve sevgi duyamadığı nişanlısını terk eder.

    Hüber, bunları romanın ilerleyen sayfalarında, kendisini ve geçmişte neler yaşadığını merak eden Pola’ya anlatır. Hüber’in, rahat bir yaşamı terk etmesi, onun, kendi sanatına, yaratma özgürlüğüne ve bağımsız kişiliğine önem vermesinden kaynaklanır. Sanatçının, sanatsal yaratım için gerekli iç özgürlüğü, onun için yaşamsal önemdedir. Bu özgürlük kısıtlandığında, yasaklarla çevrelendiğinde veya yok edildiğinde, sanatçı, baskı ve yasaklara başkaldıracak; yaratım özgürlüğüne kavuşma mücadelesi verecektir. Gerektiğinde aç kalmayı, saygınlığını yitirmeyi de göze alacaktır doğal olarak. Seven Ne Yapmaz’ın en önemli sayfaları, Hüber’in, bir sanatçı olarak kendi yaratma özgürlüğüne kavuşabilmek amacıyla verdiği mücadele ve gösterdiği yoğun çabanın anlatıldığı sayfalardır. Burada Kerime Nadir; sanatçının yaratma ve özgürleşme mücadelesine odaklanır. Kerime Nadir’in anne babası da gençken onun, öykü ve romanlar yazmasını ve yayımlatmasını yasaklamıştır. Bunun üzerine Kerime Nadir’in sağlığı bozulur ve üzüntüden iğne ipliğe döner. Kızlarının derdine çare olmak için ailesi bu yasağı kaldırır; yazılarının “Resimli Uyanış” dergisinde yayımlanmasını sağlar. “Solmuş Çiçekler” romanı böylece dergide tefrika olarak yayımlanmaya başlar. Kerime Nadir, bir sanatçının, aile otoritesi tarafından engellenmesini yakından ve derinden yaşadığı için, kahramanı Hüber’in sanat uğruna verdiği mücadeleyi anlattığı satırlarda içtenlikli ve inandırıcı olmayı başarmıştır. Yaratma özgürlüğü ve sanatçının yasaklarla mücadelesi, bu sayfalarda metnin iç gerçekliğinin hayat gerçekliğiyle uyuşması açısından oldukça başarılı olmuş ve yasaklamalar karşısında sanatçının iç yaşantılarının, bizzat sanatçının (Hüber’in) anlatımıyla aktarılması da romana ayrı bir zenginlik kazandırmıştır.

    Hüber Gran, kendi geçmişini, evine gelip onu ziyaret eden; maddi manevi destek ve yardımlarıyla sevindiren Pola’ya anlatır; böylece onun önceki yaşantılarını, çocukluk ve ilk gençliğinde çektiği acıları öğrenir; kahramanımızı daha yakından tanımış oluruz. Bu ziyaret ve yardımın öncesinde, Marki’nin, Hüber Gran’ı düelloya davet etmesi ve düelloda onu omzundan yaralaması olayı yer alır. Düellonun asıl sebebi Pola’dır elbette; ama Marki konuyu bir gurur meselesine dönüştürerek, hayatında şiddetin zerre kadar yeri olmayan ince ruhlu Hüber’i düelloda hesaplaşmaya çağırır. Düelloya giden olaylarsa şöyle gelişir: Marki, opera başladığı sırada gürültüyle konuştuğu için, locaya gelip onu nazikçe uyaran Hüber’e aşırı derecede öfkelenir. Hüber, sanata ve sanatına saygı gösterilmesini istemektedir. Bu incelikli uyarı, Marki’yi çılgına çevirir; Hüber Gran’a eldivenlerini atarak onu düelloya davet eder ve Pola’yı da alıp derhal operayı terk eder.

    Pola, Hüber Gran’a öyle hayran ve âşıktır ki, düelloda yaralanması sonrasında onun evine gider; Hüber’i bitkin halde, yapayalnız yatarken bulur. Hüber, Pola’yı görünce çok sevinir; çünkü o da ilk gördüğü andan itibaren Pola’ya âşık olmuştur.

    Olayların ilerleyişini izlediğimizde, Marki’nin, içindeki kötülüğü yavaş yavaş ortaya çıkarmaya başladığını; Hüber Gran’a alçakça bir tuzak kurarak Pola ile mutlu olmalarına engel olduğunu görüyoruz. Sevgisine karşılık bulamayan ve üçüncü şahıs durumunda kalan Marki, kötücül bir adama dönüşüyor. Marki, Hüber Gran’a öyle sinsi bir tuzak kuruyor ve öyle alçakça bir iftira atıyor ki, Pola, durumu kabullenmek istemese de, deliller çok somut olduğu için Hüber’in kendisini asla sevmediğini; bu nedenle onu terk ettiğini düşünüyor; Hüber’in, eski nişanlısı Gabriyel’e kavuşmak amacıyla Marsilya’ya gittiği fikrini kabulleniyor. Çünkü ortada kendisine hitaben yazılmış bir mektup bırakmıştır Hüber Gran. Ne yazık ki Pola bunun sahte bir mektup olduğunu o anda fark edemez. Aslında Hüber, ölmek üzere olan kuzeninin son ricasını kırmak istemediğini, sadece birkaç günlüğüne Marsilya’ya acele gitmek zorunda kaldığını yazmıştır mektubunda. Defalarca da özür dilemiştir Pola’dan. Hüber, Paris’ten apar topar ayrılmıştır; çünkü eniştesi gelip, ölmek üzere olan kızının son arzusunu yerine getirmesi için onu acilen Marsilya’ya götürmek istemiştir. Entrikayı ve alçakça tuzağı, Hüber’i adım adım izleyen Marki kurar; Hüber evinden eniştesiyle birlikte Marsilya’ya gitmek üzere ayrıldığında gizlice eve girer, masa üzerinden Pola’ya yazdığı mektubu alıp Hüber’in yazısını taklit ederek başka bir mektup kaleme alır; içi nefretle dolu cümlelerin sonuna da “Hüber” yazar. Bu sahte mektup, her şeyi alt üst eder; Pola mektubu okuduğunda Hüber’den soğur. Sevenlerin arasına aşılmaz engeller girer böylece. Engellerin aşılması, entrikaların çözülmesi ustalıklı bir kurgu ve ayrıntılardaki titiz yaklaşımla gerçekleşecektir. Pola, Marki’yle evlenir. Hüber de Gabriyel’i sonsuza uğurladıktan bir süre sonra Paris’e döner. Pola’nın Marki ile evlendiğini öğrenince, onun kendisine vefasızlık ettiği sanısıyla büyük bir hayal kırıklığı yaşar; sevgilisini tamamen kalbinden silmeye gayret eder.

    Ancak gerçekler ne kadar saklı kalabilir ki? Bir süre sonra, Marki’nin kurmuş olduğu korkunç tuzak, Pola’nın dikkati sayesinde ortaya çıkar. Hüber Gran’ın asıl mektubunu bir çekmecede kilitli tutan Marki, bir gün çekmeceyi açık unutur. Pola sırf merak ettiği için çekmeceyi gizlice karıştırır ve Hüber’in kendisine hitaben yazdığı gerçek mektubu bulur. Bundan sonra her şey art arda gelen olaylarla ilerler; Pola Hüber’i bulur; iki genç büyük bir hasretle yeniden bir araya gelir.

    Marki olaylara iyice içerler ve çok öfkelenir; içinden korkunç bir katil çıkar. Büyük bir nefret ve hışımla iki gencin birlikte yaşadığı eve gelir, kılıcını çeker ve Hüber Gran’ı oracıkta öldürür. Olağanüstü bir aşk ve sadakatle sevdiği genç sanatçı Hüber’in intikamını almak, o narin Pola’ya düşecektir ne yazık ki. Bu kısacık romanın içindeki olay yoğunluğu oldukça fazladır; kitabın son sayfalarında ise bir trajedinin son sahneleri içindeymiş gibi hissederiz kendimizi.

    Roman olaylarının, mekânların ve karakterlerin davranışlarının belirli klişeler üzerinde kurgulandığını fark etmemize rağmen, yazarın akıcı ve duru dili; olayların içine ustalıkla dokuduğu merak unsuru, metni ilgiyle okumamızı sağlıyor. Eserde, başlı başına, kendine özgü kişilik özellikleri olan karmaşık karakterlerin varlığından söz edemeyiz; daha çok, genelleşmiş insan tiplerinin yer aldığını söyleyebiliriz: Hassas, incelikli, duygusal bir sanatçı (Hüber); ona âşık olan ve bu uğurda her şeyi göze alan bir genç kız (Pola); karşılıksız aşkı nedeniyle kıskançlık, nefret, kötülük, entrika, iftira ve cinayet sarmalındaki kötü adam (Marki)… Bu romanın kötü adamı Marki’dir. Otoriterlik ve muhafazakârlığı temsil eden Pola’nın babası da kızını evlatlıktan reddetmek gibi sert kararlar alır. Roman kahramanları, romantizmin etkisiyle “tamamen iyi” veya “tamamen kötü” karakterler olarak çizilmişlerdir.

    Pek çok romantik eserde olduğu gibi, bu roman da birtakım karşıtlıklar üzerinde yükselir; metnin anlam ağını karşıt kavramlar oluşturur. “Seven Ne Yapmaz”daki karşıtlıkları belirleyecek olursak; öncelikle iyilik-kötülük; aşk-nefret; incelik(sanat)-şiddet(cinayet); zengin-yoksul; asilzade-halk gibi karşıtlıklar söz konusu. İyilik ve kötülük; iyi karakterler ve kötü karakterler bağlamında işleniyor; onların davranışları ve aralarındaki çelişki ve çatışmalar, romanın akışını sağlıyor. Romanda aşk üçgenini oluşturan kişilerin yanı sıra kurgunun ilerlemesini sağlayan ve olayların mantıksal bağlantılarını kuran yan karakterler de yer alıyor; Baba, Enişte, Hala, Kuzen Gabriyel, Hüber’in iyi yürekli dostu Filip gibi.

    Romandaki her şey biraz mesafeli kalıyor ve uzaktan bakıyor bize. Yabancı bir romanı, başarılı bir Türkçe çevirisinden okuyor gibiyiz. Kerime Nadir’in daha yerli olduğu; insanımıza özgü yaşayış ve davranış biçimlerini işlediği çok sayıda romanının olduğunu da belirtmemiz gerekiyor.

    18. yüzyıl romantik romanlarının atmosferini yaşatan “Seven Ne Yapmaz”da başka coğrafyalar, başka kentler, başka bir kültür ve yabancı adlar taşıyan roman kahramanları yer alıyor; bununla birlikte, eserin, içerdiği bazı klişelerle yerli duyarlılığa da seslenen, Yeşilçam filmlerinin formülüne yaslanan bir roman oluşu da dikkatlerden kaçmıyor. Yazarın, okuduğu yabancı romanların kendi muhayyilesinde bıraktığı izler, gölgeler ve imgelerle kurduğu bir roman metni olmasına rağmen ilgiyle okunuyor Seven Ne Yapmaz. Sanırım, bir aşk romanın işleyiş matematiğini ve ortalama tefrika okurunun beklentilerini iyi görüyor ve değerlendiriyor Kerime Nadir. Bu nedenle, tefrika yazma işinin profesyonel inceliklerini kavramış bir yazardır diyebiliriz Kerime Nadir için. Kurgudaki ayrıntıların da incelik ve dikkatle oluşturulduğunu söylemek mümkün… “Seven Ne Yapmaz”, yoğun roman okumaları yapan ve Avrupa romantik romanlarını yakından tanıyan dikkatli bir okuryazarın kaleminden çıkmış bir çalışmadır öncelikle.

    Pek çok yazar ve eleştirmenin belirttiği gibi, Kerime Nadir, yazdıklarıyla insanımıza okuma sevgisi aşıladı; kentli yaşama tarzını, okumuş kadınların duyarlılığı penceresinden yansıttı. Bu kadınların, duygusal, hassas, ince ruhlu kadınlar olmalarının yanı sıra özellikle aşk/sevgi konusunda toplum baskısından, sınıf farklarından, baba otoritesinden bağımsız ve özgür hareket edebilmeleri dikkat çeker. Aşk için her türlü özveriyi göze alan bu kadınlar, kendi iç gücünü yaşadığı derin aşktan alan kadınlardır. Bu uğurda her şeyi göze alır, cesurca hareket eder ve hiçbir engelden yılmazlar. “Seven Ne Yapmaz”ın kadın karakteri Pola da, Kerime Nadir’in, gücünü ve özgürlük tutkusunu aşktan alan kadın kahramanlarından biridir. Pola, sanatçı sevgilisi Hüber Gran uğruna zenginliği, rahat yaşamı reddeder. Gerçek asaletin ne olduğunu gösterir gibidir. Asilzade Marki’nin kötülük saçan katil ruhlu bir adam olması, bize asaleti sorgulatır. Anlarız ki, gerçek asaletin kaynağı erdemdir; soy ya da kan değildir. Romanda sosyal sınıf farklılıkları da aşkın ve sanatın gücü karşısında yok olur. “Seven Ne Yapmaz”da karakterlerin yabancı olmalarına karşın, romandan uyarlanan filmlerde karakterler yerlidir. Bu filmler mutlu sonla biterken, görüldüğü üzere roman hazin ve trajik bir sonla noktalanır.

    Kerime Nadir’in yazma serüveninde ileriye yönelik bir adım olarak dikkate alabileceğimiz “Seven Ne Yapmaz”, formülü yerli; karakterleri, mekânları, kişilerin davranış tarzı yabancı olan bir roman. Sonuçta, Hüber Gran’ın sanat uğrunda; Pola’nın aşk uğrunda verdiği mücadelelerin bileşimi üzerinden evrensel insan duygularına seslenen, insanın iç yaşantısına renk katan bir roman olarak da okunabilir “Seven Ne Yapmaz”.

    * Kerime Nadir, “Seven Ne Yapmaz”, roman, İnkılap ve Aka Kitabevleri, 9. Baskı

    #sevenneyapmaz #kerimenadir #hübergran #pola #aşkromanı #romantikroman #yaratmaözgürlüğü

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Seven Ne Yapmaz’ın Sanatçısı Hüber Gran* Makale Y…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi