Roman Kahramanları
Homeros’un Arapça Konuşma Serüveni
-
Homeros’un Arapça Konuşma Serüveni
Homeros’un Arapça Konuşma Serüveni*
Makale Yazarı: Mehmet Hakkı Suçin
*Bu Makale Roman Kahramanları Nisan / Haziran 2018, 34. sayıda yayımlanmıştır.
Bu yazıda Homeros’un İlyada’sının Arapçaya çevrilme sürecini irdeleyeceğim ve şu sorulara cevap aramaya çalışacağım: Araplar ile Yunanlar arasında sosyo-kültürel ilişkiler ne zaman şekillendi? Bu ilişki daha çok hangi alanlarda tezahür etti? Yunan şiiri, Arapçaya ne zaman çevrildi? İlyada’nın Arapçaya çeviri süreci, yani Homeros’un Arapça konuşma serüveni nasıl gelişti?
İslam öncesi dönemde Araplar, özellikle ticari faaliyetlerden dolayı başka halklarla iletişim kurmuşlardır. O dönemde tüccarlar, kervanlar halinde tercümanlarıyla birlikte dolaşırlardı. İslam öncesi Arap şiirinde gördüğümüz pek çok Farsça, Yunanca, antik Mısırca ve Habeşçe kelimeler; muhtemelen söz konusu ticari alışverişlerin ürünleridir.
Hîra’da yaşayan Lahmîler, Arap Yarımadasında yaşayan Araplar ile Farslar arasında bir köprü rolü oynarken, Şam Arapları olan Gassânlılar da, Yunanlarla Araplar arasında bir köprü rolü oynayarak Yunancadan birçok kitap çevirmişlerdir. İslâm’ın yayılışıyla birlikte başta çeviri olmak üzere çeşitli iletişim kanallarıyla Fars ve Bizans kültürü İslam kültürüyle tanışma fırsatı bulmuştur.
Daha önce Hristiyan mezheplerinin birbirlerine karşı kullanmak için öğrendikleri Yunan felsefe ve mantığına, bu kez Müslümanlar aynı amaçlar için ihtiyaç duymuşlardır. Yunan mantığı, birtaraftan dini konuları tartışmakiçin “içtartışma silahı” olarak, diğer taraftan başka dinlere karşı İslam’ın bakış açısını savunmak amacıyla kullanılmıştır. Hristiyanlıktaki teolojik yaklaşımlara karşı er-Raddu ‘ala’n-Nasârâ [Hristiyanlara Cevap] adlı risalesini yazan el-Câhız (776-868), akılcı Mutezile düşüncesini diğer yaklaşımlara karşı savunurken Yunan mantık ve felsefesinden yararlanmıştır (Bkz. Suçin, 2012:27).
Emeviler iktidara geldiklerinde bölgede bilim merkezleri faaliyetlerine devam etmekteydi. Bu merkezlerin bulundukları Yakın Doğu bölgesinde, Yunanca kimi zaman ana dili, kimi zaman da iş ve ticaret dili olarak varlığını sürdürüyordu. Devletin üst düzey bürokratları ya Yunan kökenliydi ya da Yunanlardan eğitim almış Araplardan oluşuyordu (Gutas, 2003: 29). “Altın dil” lakaplı Şamlı #Yuhanna, Yunanca eğitim almış Suriyeli Hristiyan bir Arap’tı. Şamlı Yuhanna’nın dedesi Sercûn bin Mansur da, Emevi hanedanı halifelerinden sırasıyla Muaviye, Yezid, II. Muaviye, Mervan ve Abdulmelik iktidarlarında “divan başı” olarak görev yapmıştır (Hitti, 2002: 245-6). Ünlü bibliyografya yazarı İbn Nedim, Suriye’de devletin “divan” kayıtlarının Yunanca tutulduğunu belirtmektedir (1971: 303).
Tıp alanında Araplar, Yunan ve kısmen #Pers kaynaklarından yararlanmışlardır. Aslında Perslerin tıp bilgisi de, Yunan geleneğine dayanmaktadır. #Emevi halifesi I. Mervan döneminde, Fars kökenli Yahudi bir hekim olan Basralı Mâserceveyh, İskenderiyeli rahip Ehrun tarafından Yunanca telif edilen bir tıp koleksiyonunun (kunnâş) Süryanice çevirisini, Arapçaya tercüme etmiştir (Hitti, 255). Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz ise Yunan tıp geleneğinin geliştiği İskenderiye’deki tıp okullarını, Antakya ve Harran’a taşımıştır (İbn Ebi Usaybi’a, 1965: 171).
#Abbasiler döneminde kültürel çeşitlilik ve kâğıdın imal edilmesi gibi gelişmeler, çeviri için gerekli olan zemini oluşturmuştur. İkinci #Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur iktidara geldiğinde, Müslümanlaşmış İranlılar arasında, Zerdüştçü ideolojilerini İslami bir kimlik altında yaşatma “miti” iyice yaygınlaşmıştı. Bu mite göre #Zerdüşt‘ün öğretileri ve bilgileri, İskender’in İran’ı yağmalaması sonucu Yunanlar tarafından alınmıştı ve antik Yunan kültürü bu bilgiler üzerinde inşa edilmişti. Bunların yeniden canlandırılıp “anavatanına” geri getirilmesi için antik Yunan eserlerinin çevrilmesi gerekiyordu (Gutas, 43-53).
Bir diğer “mit” ise Araplar ile Yunanları, kardeş iki halk olarak görüyordu. Buna göre Yunanların atası olan Yûnân ile Arapların atası olan Kahta’nın kardeş olduğu, Yûnan’ın çocuklarıyla birlikte Yemen’den Mağrip ülkesinin ücra köşelerine göç ettiği, zamanla Frenk ve Rum dillerinin etkisiyle dilinin değiştiği, bu yüzden aralarındaki iletişimin koptuğu ileri sürülmekteydi (el-Mes’ûdi, 1964: I, 285). Dolayısıyla aynı “aile”den doğan bir bilimin yeniden “kendi evine dönmesi” gerekiyordu. Bu ise ancak çeviriyle mümkündü.
İbn Nedim, el-Fihrist (1971) adlı bibliyografik eserinde, el-Me’mûn’un geniş çaplı bir çeviri hareketini başlatmasına yol açan olayları derlemiştir. Bunlardan bir tanesi şöyledir: “[…] el-Me’mûn anlatıyor: Rüyamda beyaz tenli, al benizli, geniş alınlı, kaşları bitişik, kel kafalı, gözleri masmavi, halim selim bir adamın yatağıma oturmuş bir halde beklediğini görünce korkudan tir tir titredim. “Kimsin?” dedim. Adam “Ben Aristoteles!” diye cevap verdi. Bunu duyunca rahatladım. “Bilge adam!” dedim, “Size bir sorum var”. Adam “Sor bakalım” dedi. “İyi olan şey nedir?” diye sordum. “Akla göre iyi olan şeydir” dedi. “Sonra?” dedim. “Hukuka göre iyi olandır” diye cevap verdi. “Daha başka bir şey var mı?” diye yeniden sorunca “Halkın gözünde iyi olandır” diye cevap verdi. Sorumu bir kez daha tekrarlayınca “Hepsi bu kadar” dedi […] İşte kitapların ortaya çıkmasını sağlayan kesin sebeplerden biri de bu rüyaydı.” (1971: 303-304).
Halife Me’mûn’un ister gerçekten böyle bir #rüya gördüğünü varsayalım ister rüyayı “propaganda malzemesi” olarak kullandığını yorumlayalım #rivayet, dönemin halifesinin, #Aristoteles‘in kişiliğinde Yunan felsefesine biçtiği rolü açıkça göstermektedir. Buna paralel olarak antik felsefe, astronomi, matematik ve tıp alanında elyazmaları koleksiyonu dönemin prens ve vezirlerinin hobisi haline gelmişti. Bu tür elyazmalarını hediye vermek oldukça prestijli sayılıyordu. İbn Ebi Usaybi’a’nın (1965, 493-4) yazdığına göre Kostantinopolis Kralı, Kurtuba Kralı Abdurrahman bin Muhammed’e, Deskorides’in Yunanca bir kitabını göndermiştir hediye olarak. Öte yandan dönemin çeviri hareketini finanse eden Benû Musa (Musaoğulları Kardeşler), Bizans’a bizzat çevirmen heyetleri göndererek çevrilecek Yunanca eserleri getirtmiştir (İbn Nedim, 1971: 330-1).
Çeviri hareketi ilk başta Hint ve Fars kaynaklı eserlerden beslenmesine rağmen bu hareketin asıl odak noktasını Yunan bilim ve felsefesi oluşturmuştur. İbn Nedim (1971), sadece Yunancadan çevrilen yaklaşık 386 kitabın adını vermektedir. Bu kitapların söz konusu alanlara göre dağılımı şöyledir:
(Bkz: Fig-1 / Aşağıda, görsel)
Görüldüğü gibi çevrilen alanlar arasında tıp, ilk sırayı işgal etmektedir. Tıp alanını matematik ve felsefe takip etmektedir. En fazla çeviri yapılan ilk üç sıradaki yazarlar sırasıyla Galen, Efesli Rufus ve Ptolemaeus’tur. Genel kanaatin aksine, sıralamada Aristoteles ancak dördüncü sırada yer alabilmiştir.
Yunancadan yapılan bütün bu çeviri külliyatına rağmen, Arapların klasik çağlarında Homeros’un Arapçaya çevrildiğine dair elimizde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır (el-Bustani, 1904: 4; Manguel, 2017: 87). Ancak klasik Arap kaynaklarında, Abbasi döneminde Bağdat’ın elit kesimlerinde Homeros’un tanınan bir ozan olduğu ve şiirlerinden okumalar yapıldığına dair bilgilere rastlamak mümkündür. İbn Ebi #Usaybi‘a, çevirmen #Huneyn bin İshak’ın birini tedavi etmek amacıyla büyülü bir tonda ona “Yunan baş şairi” Homeros’tan şiir okuduğunu anlattığı bir olayı nakletmektedir (1965: 258).
el-Biruni, Homeros’tan alıntılar yapmakta ve onu İslam öncesi Arap şairi İmruul-Kays’a benzetmektedir (1958: 32, 75, 189). Öte yandan eş-Şehristani “Homeros’un Hikmetleri” başlığı altında ona nispet edilen bilgece sözleri derlemiştir (1992: II, 429-432). İbn el-İbrî, İbn Sina, İbn Rüşd, İbn Haldun eserlerinde Homeros’tan bahseden bilginlerden yalnızca birkaçıdır.
Şimdi o can alıcı soruyu sorabiliriz: O dönemde Homeros neden Arapçaya çevrilmedi? Bunun birçok sebepleri olabilir. İlk akla gelen sebep, Yunan mitolojisinin çok tanrılı yapısının tıpkı Hristiyanlığın ilk dönemlerinde olduğu gibi Müslüman toplumda da henüz uygun zemin bulamaması olabilir. İkinci sebep, arz-talep meselesi ile ilgilidir. O dönemde Arapların bilim ve felsefe alanlarında bilgiye ihtiyaçları vardı. Bundan dolayı da talep bu alanlara yönelikti. Üçüncü sebep ise Arapların şiirde dünyanın tüm milletlerinden daha üstün olduklarına ve başka milletlerin şiirine ihtiyaçları olmadıklarına olan inanç olabilir. Abbasi döneminin önemli şahsiyetlerinden el-Câhız, Kitâb el-Hayevân adlı kitabında şöyle demektedir: “Şiirin üstünlüğü, Araplarla ve Arap dilini konuşanlarla sınırlıdır. Şiir tercüme edilemediği gibi onun transfer edilmesi de doğru olmaz. Şiir başka dile transfer edildiğinde nazmı parça parça olur. Ölçüsü bozulur. Güzelliği [estetiği] uçup gider. Kişiyi hayran bırakan özelliği kaybolur. Bu nedenle şiir, nesirli söz gibi değildir. Bu esaslar üzerinde kurularak başlatılan nesirli söz, ölçülü şiirden transfer edilen nesirden daha güzel ve daha etkileyicidir. […] Hintlilerin kitapları transfer edilmiş, Yunanların hükmü tercüme edilmiş, Farsların edebiyatları aktarılmıştır. Bunların bazıları daha da güzelleşmiş, bazıları ise bir şey kaybetmemiştir. Oysa Arapların hikmeti transfer edilse, vezin denilen o mucize kaybolur.” (1965: I, 74-75).
Bütün bu nedenlerden dolayı Homeros’un Arapça “konuşması” için 1904 yılında “İlyada” çevirisini Kahire’de yayımlayan Süleyman el-Bustani’yi (1856-1925) beklemesi gerekiyordu. el-Bustani’nin “İlyada” çevirisinin kapağındaki bilgiler şöyle (Bkz. Kitabın ön kapağı):
Çevirinin başlığında “mütercim” (çeviren) değil “mu’arrib” (Arapçalaştıran) ifadesi dikkat çekmektedir. Bu ifadeyle el-Bustani, Yunanca “İlyada”yı şekil ve anlam bakımından Arapçanın şiir geleneklerine uygun bir şekilde aktardığını ima etse de, kaynak metni herhangi bir beyit atlamaksızın “birebir” çevirdiğini ifade etmek için de kullanmıştır. Diğer bir ifadeyle “ta’rîb” (Arapçalaştırma) ifadesini “aslına sadık çeviri” anlamında kullanmış görünmektedir.
Süleyman el-Bustani’nin “İlyada” çevirisi, toplam 1260 sayfadır. Bunun 195 sayfası, kitabı çevirenin “sunuş” bölümüdür. Bu bölümde el-Bustani, Homeros ve İlyada ile ilgili detaylı bilgilerin yanı sıra, İlyada çevirisinde izlediği stratejilerden, Arap şiirinin dönemlerinden, Yunanca ve Arapçada vezin ve kafiyeden, klasik Arap şiir türlerinin yapısal ve anlamsal özelliklerinden, şiir ve dil ilişkisinden karşılaştırmalı bir yöntemle bahsetmektedir. Bu “sunuş” bölümünü, İlyada’nın manzum çevirisi takip etmektedir, el-Bustani, kitapta yer alan resimler dizini, kafiye dizini, okuyucunun anlamakta tereddüt edebileceği Arapça kelimeler sözlüğü, İlyada sözlüğü, özel adlar sözlüğü, kitabın detaylı içindekiler bölümü ve doğru-yanlış cetveli eklemeyi de ihmal etmemiştir. Bu ekler 107 sayfadır.
el-Bustani, İlyada çevirisine 1887 yılının son aylarında Kahire’de başlar. İlk başta Fransızca, İngilizce ve İtalyanca çevirilerini esas alarak işe başlar, fakat bu çevirilerin birbirini tutmadığı durumlarda Yunanca metne müracaat etmesinin kaçınılmaz olduğunu anlayınca Yunancasını geliştirmeye karar verir. İleri düzeyde Yunanca bilen bir papazdan Yunanca dil derslerinin yanı sıra onunla birlikte Yunanca aslından İlyada okumaları yapar. Bundan sonra İlyada çevirisine yeniden dönerek daha önce çevirisini yaptığı bölümleri, Yunanca metni esas alarak yeniden günceller (1904: 70-72).
İki yıl sonra İstanbul’a yerleşen el-Bustani, doğuya ve batıya sık sık yaptığı seyahatlere rağmen yedi yıl boyunca İstanbul’u (Kendi deyimiyle “Âsitane”yi) daimi ikametgâhı olarak seçer. Bu sırada İstanbul’da İngiliz sefaretinin tercümanı Kastavrizes, Halki (Heybeliada) Okulu hocası Karolizes gibi Homeros ve İlyada uzmanlarından ve tutkunlarından yardım alır. Bunların arasında Arapça bilenler de vardır ve onun manzum çevirisini hayranlıkla dinlerler (1904:72). Sonrasını el-Bustani’den okuyalım: “Bu şekilde çeviride kâh durup kâh ilerledikten sonra 1895 yılında ailemle birlikte İstanbul’un bir banliyösü olan Fenerbahçe’deki bir yazlığa taşındım ve burada dört ay çalışarak çeviriyi bitirdim” (1904:72).
el-Bustani, bundan sonra manzum çeviri üzerine yazdığı dipnotları düzenler, ancak eş zamanlı olarak üzerinde çalıştığı “Dâiretu’l- Ma’ârif” adlı ansiklopediden dolayı çeviriyi baskıya hazırlama süreci gecikir. Nihayet 1902 yılında kitap baskıya hazır hale gelir. 1903 yılında Kahire’de model baskısı yapılan kitaba, el-Bustani, sözlük ve indeks bölümlerini ekler ve kitap 1994 yılında Kahire’de basılır.
el-Bustani, çeviride benimsediği stratejilerden bahsederken 14. Yüzyıl bilginlerinden Şamlı Selahaddin es-Safedi’nin (1297-1363) belirlediği iki çeviri yöntemine yer verir. Bunlardan birincisi, kaynak dilin dil ve metin normlarına yakın duran bir anlayıştır. İbnu’l-Batrik ve İbn Na’ime el-Humsi gibi çevirmenler bu metodu benimsemişlerdir. İkincisi ise kaynak metnin anlamı ve bağlamı hedef metinde, hedef kültürün dilsel ve metinsel normlarına yakın bir şekilde yeniden oluşturulur. Yunan felsefesinden çeviriler yapan Huneyn bin İshak, böyle bir metodu benimsemiştir (Suçin, 2013:67-68). el-Bustani, İlyada çevirisinde ikinci metodu benimsediğini ifade eder. Diğer bir ifadeyle; el-Bustani, günümüzde Venuti’nin “çevirmenin görünürlüğü” çerçevesinde tartıştığı ve Anglo-Amerikan dillerine yapılan çevirilerde kaynak kültürün etnosentrik bir anlayışla tahrip edildiği gerekçesiyle önerdiği “yabancılaştırma”ya karşı “yerelleştirme”yi benimsemektedir (Munday, 2008-21 5-221).
***
el-Bustani’nin İlyada çevirisinde kullandığı diğer stratejiler şu şekilde özetlenebilir:
a) Arapçada Eşdeğeri Olmayan Kelimeler
el-Bustani, Arapçada eşdeğeri olmayan veya Arapçada “alışıldık” gelmeyen Yunanca sözcükleri Arapçalaştırırken, bunların anlamlarından Arapçanın yapısına uygun eşdeğerler bulmuştur. el-Bustani’nin çevirisinde benimsediği stratejileri şu şekilde özetlemek mümkündür.
(Bkz: Fig-2 / Aşağıda, görsel)
b) Özel İsimler
Özel isimlerde ise el-Bustani, klasik Arap eserlerinde bazı şairler ve yazarlarca kullanılan tanrı adları yerine Yunanca adlarını tercih etmiştir. Örneğin Zeus’u klasik kitaplardaki şekliyle Zâvîş veya el-Muşterî değil de Zevus olarak Arapçalaştırmıştır. Aynı şekilde Uṭârid yerine Hermes, el-Mirrîḫ yerine Âres adını kullanmayı tercih etmiştir. Zira çevirmen, Arap literatüründe bahsedilen Muşterî, Utârid, el-Mirrîh, Behrâm gibi tanrı adlarının Yunan tanrılarından farklı olduğunu düşünmüştür. Bu kuralı sadece Afrodit için bozmuş, Yunanca söyleyiş biçimi olan Afrûzît değil de Doğu mitolojilerindeki adıyla Zühre’yı tercih etmiştir.
Bazı özel adlar Arapların tarihte yaygın olarak kullandıkları şekliyle Arapçalaştırılmıştır. Örneğin Alexander veya Aleksandros adını el-İskender şeklinde aktarmıştır.
Bazı özel adları Arapçalaştırmada Yunancayı değil Batı dillerindeki söyleyişlerini esas almıştır. Örneğin Yunancada Erodos, Omiros, Esiyodos şeklinde telaffuz edilen özel adlar başlarına “H” eklemek suretiyle Hîrûdûs, Hûmîrûs, Hîsîyûdûs şeklinde Arapçalaştırılmıştır. Aynı şekilde A ile başlayan bazı özel adlar söyleyişi kolaylaştırmak amacıyla Arapça “ayn” sesiyle değiştirilmiştir. Örneğin Afrodit adı ‘Afrûdît şeklinde telaffuz edilmiştir.
Öte yandan bazı Yunanca uzun adları kısaltarak Arapçaya aktarmıştır:
(Bkz: Fig-3 / Aşağıda, görsel)
Yunanca ve Arapça Dil Çiftinde Karşılığı Olmayan Seslerin Yazılışı
(Bkz: Fig-4 / Aşağıda, görsel)
el-Bustani, Yunancada karşılığı olmayan Arapça sesleri ve Arapçada karşılığı olmayan Yunanca sesleri şu şekilde sınıflandırmıştır (el-Bustani, 1904: 83-84):
(Bkz: Fig-5 / Aşağıda, görsel)
el-Bustani, yabancı adların yazımında Arapçada bulunmayan p, j, g, ç gibi seslerin Farsçadan telafi edilebileceğini, Fransızca ai, é, o, u, eu ünlülerin ise İbrahim el-Yazici’nin önerdiği sembollerle Arapçada doğru bir biçimde seslendirilebileceğini belirtmiştir (1904: 88).
***
el-Bustani’nin “İlyada” çevirisi, bu önemli eseri Arap okuyucusuna sunmakla kalmamış, başta Mısır olmak üzere Arap dünyasında klasik eserlere olan ilgiyi artırmıştır. Öyle ki bu çeviri yayımlandıktan tam yüz yıl sonra, yani 2004 yılında Ahmed Atman editörlüğünde bir grup klasik Yunanca uzmanı tarafından “İlyada”, bu kez mensur olarak ve yine detaylı açıklamalarla birlikte yeniden çevrilmiştir. Kitabın ikinci baskısı, 2008 yılında Mısır Ulusal Çeviri Merkezi tarafından yapılmıştır.
Arapçaya yapılan başka Homeros çevirileri de vardır. Bunların büyük bir kısmı, doğrudan Yunancadan değil de “ara” dillerden yapılmıştır. Çevirmenlerin başarısı sayesinde bunlar da okuyucu bulmaya devam etmektedir ve öyle anlaşılıyor ki Homeros’un Arapça konuşması devam edecektir.■————
[*] Prof. Dr. Mehmet Hakkı Suçin, Gazi Üniversitesi Öğretim ÜyesiKaynakça
• el-Biruni, Ebu’r- Rehyan Muhammed bin Ahmed (1958). Fî Tahkîk mâ li’l-Hind min Makûle Makbûle fi’l-Akl ev Merzûle. Hindistan – Haydarabad: Matbaat Meclis Dâiret el-Maarif el-Usmâniyye.• el-Bustani, Süleyman (1904). İlyâzet Hûmîrûs Mu’arrabeten Nazmen. Kahire: Matba’at el-Hilâl.
• el-Câhız, Ebû Osman Umer bin Bahr (1965). Kitâbu’l-Ḥayevân. (Yay. Haz.: Abdusselam Muhammed Harun), l-VIII, Kahire: Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâduh.
• Gutas, Dimitri (2003). Yunanca Düşünce Arapça Kültür Bağdat’ta Yunanca-Arapça Çeviri Hareketi ve Erken Abbasi Toplumu, (Çev. Lütfü Şimşek). İstanbul: Kitap Yayınevi Ltd.
• Hitti, Philip K. (2002). History of the Arabs. New York: Palgrave Macmillan.
• İbn Ebi Usaybi‘a, Muvaffakuddin Ebu’l-Abbâs (1965). Uyûnu’l-Enbâ’ fî Ṭabaḳâti’l-Aṭibbâ’. (Yay. Haz.: Nizar Rida). Beyrut: Dâr Mektebeti’l-Hayât.
• İbn Nedim, Muhammed bin İshâk (1971). Kitâbu’l- Fihrist. (Yay. Haz.: Rıza Teceddud). Tahran: Mektebetu’l-Esedi.
• Manguel, Alberto (2017). İlyada ve Odysseia Homeros (Çev. Algan Sezgintüredi), İstanbul: Versus Kitap.
• el-Mes’ûdi, Ebu’l-Hasan Ali (1964). Murûcu’z- zeheb ve Ma’âdini’l-Cevher. (Yay. Haz.: Muhammed Muhiyuddîn Abdulhamid), l-IV, Kahire: el-Mektebet et-Ticârî el-Kubrâ.
• Munday, Jeremy (2008). Introducing Translation Studies – Theories and Applications. London and NevvYork: Routledge.
• Suçin, Mehmet Hakkı (2012). Dünden Bugüne Arapçaya Çevirinin Serüveni. Ankara: Kurgan Yayınları.
• Suçin, Mehmet Hakkı (2013). Öteki Dilde Var Olmak: Arapça Çeviride Eşdeğerlik. İstanbul: Say Yayınları.
#Sayı34 #ahmedAtman #ilyada #muarrib #tarib #arap #yunan #arapça #yunanca #bustani #homeros #mehmetHakkıSuçin
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.