Roman Kahramanları
HANDAN: ATAERKİL SÖYLEMİN KIYISINDA BİÇİMLENEN ROMAN
-
HANDAN: ATAERKİL SÖYLEMİN KIYISINDA BİÇİMLENEN ROMAN
HANDAN: ATAERKİL SÖYLEMİN KIYISINDA BİÇİMLENEN ROMAN (1)*
Makale Yazarı: Beyhan Uygun Aytemiz (2)
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Temmuz/Eylül 2010, 3.sayıda yayımlanmıştır.
Türk romanındaki öncü kadın kimliğinin yanı sıra imparatorluktan #Cumhuriyet’e geçiş sürecinde de toplumsal yaşamda etkin bir figür olarak beliren Halide Edib Adıvar’ın #romancı olarak kariyeri 1909 yılında kaleme aldığı Heyulâ ile başlar. Bu romanı, Raik’in Annesi (1909), Seviyye Talip (1910) ve Tanin’de yayımlanan Handan (1912) izler. Halide Edib’in söz konusu bu dördüncü romanının konusu şöyle özetlenebilir: Hariciyede memur olan Refik Cemal, Neriman ile evlenir. Neriman, teyzesinin kocası olan Cemal Bey tarafından yetiştirilmiştir ve Cemal Bey’in ilk evliliğinden olan kızı Handan’ı çok sevmektedir. Handan, hocası Nâzım’ın evlenme teklifini reddetmiş, eski bir hariciyeci olan Hüsnü Paşa’yla evlenmiştir. Abdülhamit idaresi tarafından tutuklanan #Nâzım da hapishanede intihar etmiştir. Nâzım’ın intiharında Handan tarafından reddedilişinin önemli bir payı vardır. Refik Cemal, tayininin Londra’ya çıkması üzerine Avrupa’ya gider ve böylece yıllardır Hüsnü Paşa’yla birlikte orada yaşamakta olan Handan’la tanışır. Başlangıçta son derece soğuk ve kendini beğenmiş buldu- hu bu kadına âşık olur. Bu arada Hüsnü Paşa’nın Handan’ı sürekli başka kadınlarla aldattığını da öğrenir. Hüsnü Paşa, âşıklarından Maud’la birlikte Paris’e giderek Handan’ı tamamen terk eder. Handan menenjit olur, iyileşir ancak belleğini yitirir ve doktorunun tavsiyesi üzerine Refik Cemal onu Sicilya’ya tatile götürür. Bu tatil sırasında birbirlerine duydukları aşkı daha fazla inkâr edemeyen Handan ve Refik Cemal öpüşürler ancak belleği yerine gelmeye başlayan Handan, Neriman’ın kocasına #âşık olduğu için vicdan azapları içinde kıvranmaktadır. Refik Cemal ile Handan #Paris’e geri dönerler ve Handan kısa bir süre sonra ölür.
Halide Edib, romanın odağına bir kadını ve onun deneyimlerini almış, onun yasak bir aşka düşüşünü anlatmış ve duyguları ile mantığı, “#kadınlık”ı ile “#ahlak”ı arasındaki bocalamalarını irdelemiştir. Halide Edib’in bir kadın yazar olarak kadını ve onun deneyimlerini, ilk dönem romanlarının içinde konumlandırılabilecek olan bu yapıtında nasıl yapılandırdığı irdelenmelidir; çünkü Halide Edib, anlatılarında yavaş yavaş “bireysel” olandan “#toplumsal” olana kayacak ve Peyami’nin “izmir geliyor” (s. 24) cümlesinde doğrudan vatan toprağıyla özdeşleştirdiği Ateşten Gömlek’in Ayşe’si için bireysel aşk, vatan aşkından bağımsız bir yaşantı olarak deneyimlenemez olacaktır. Halide Edib’in yazınsal pratiğinde, bu toplumsal dönüşüm yıllarında kadının kamusal varoluşunun koşullarının belirlenmesi ve yeniden biçimlendirilmesi önemlidir. Yazar, #AteştenGömlek’te kadını #MillîMücadele’de, erkeğin yanında yoldaş olarak konumlandırırken ona adeta cinselliğinden arındırılmış bir varoluş kurar; Ayşe vatan aşkı ve bağımsızlık uğruna aşkı öteleyen bir kadın olarak kurgulanır. Oysa ki Handan’da ana karakter, hocası Nâzım’ın “Fakat sizi inceledim, gördüm ki, siz mesleğe, paraya değil hayata, fikirlere, büyük amaçlara arkadaş olacak kızlardansınız” (s. 70) cümlesiyle yaptığı evlenme teklifini, kendisini yalnızca halkı aydınlatma yolunda yanına bir yol arkadaşı olarak almak istediği gerekçesiyle reddeder ve kendisini bir kadın olarak arzulayan, hiçbir akrabasının sevmediği Hüsnü Paşa’yla evlenmeyi kabul eder. Handan’ın Nâzım’ın kendisine ilişkin algısına verdiği bu tepkiyi romanın yayımlandığı 1912 yılının toplumsal koşulları barlamında değerlendirmek, gerek toplumsal yaşamdaki duruşuyla gerekse romanlarının odağında yer alan kadın karakterleri nedeniyle öncü bir kadın hakları savunucusu olarak algılanan Halide Edib’in Handan’da ürettiği söylemi anlamlandırmak açısından önemlidir. Handan’ın “âşık” olduğu erkeğin evlilik teklifini reddetme gerekçesini öncü bir tavır olarak yorumlamak mümkün müdür? Rosalind Coward, The New #Feminist Criticism (Yeni Feminist Eleştiri) içindeki “Are Women’s Novels Feminist Novels?” (#KadınlarınRomanları Feminist Romanlar mıdır?) başlıklı makalesinde Halide Edib’in romancılığı için sorulabilecek bu sorunun evrenselliğini ortaya koyar. “Feminist roman” denilen tuhaf fenomenin popülaritesinden ve kadın bağımsızlık hareketiyle bağlantı iddialarıyla sunulan bu romanların tanımlanmasında yaşanan zorluklardan bahseden Coward, görünüşte feminist olan romanlarda cinselliğin yanı sıra eril ve dişilin temsilinin sorgulanması gerektiğini vurgular. Coward’ın dikkatimizi çektiği gibi kadın yaşantısına odaklanan romanların feminizmle bağlantısının bir gereklilik olmadığı, kadın deneyimini konu edinen birçok romanın anti-feminist özellikler taşıdığı da bilinen bir gerçektir.
Handan’ın, yukarıda sıralanan soruları ele almak açısından önemli ipuçları içerdiğini düşünüyorum. Halide Edib’in hayatından belirgin izler taşıyan, bir kadının deneyimleri, duygulanımları ve aşkları üzerine mektuplarla örülü bir anlatı olan bu romanda hâkim olan eril söylem, kadın karakterlerin temsilinde egemen olan simgeler, yerleşik ahlak normlarının kadının aleyhine pekiştirilmesi, yazarın romancı olarak kadının ve deneyiminin temsili konusunda yeni bir söylem kurmaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Burada karşılaşılabilecek temel soru, romanın anlamlandırılması esnasında anlatıcılarla (roman, altı karakterin birbirine yazdığı mektuplarla kurulur) yazarın karıştırılmış olup olmaması sorunudur: Ancak Halide Edib’in kendi yaşamı ile Handan arasındaki koşutlukların yanı sıra Seviyye Talip, Raik’in Annesi, Kalp Ağrısı gibi diğer romanlarındaki çizgisi de göz önünde bulundurulursa, romanlarının belirli amaçlara hizmet ettiği açıkça görülür.
Judith Fetterley, ataerkil toplumun kadın üzerindeki etki ve yaptırımını incelediği The Resisting Reader (Direnen Okur) adlı eserinde, kadınların erkek gibi düşünmeye ve eril bir bakış açısıyla özdeşleşmeye yönlendirildiklerinin altını çizer. Elaine Showalter da, Farklı Feminizmler Açısından Kadın Araştırmalarında Yöntem içinde çevirisi yer alan “The Female Tradition” (Edebiyatta Kadın Geleneği) adlı yazısında ki bu onun A Literature of Their Own: British Women Novelists from Brontë to Lessing (Kendilerine Özgü bir Edebiyat: Brontë’den Lessing’e Kadın Romancılar) adlı yapıtının önsözüdür, George Henry Lewes’in 1852 tarihli The Lady Novelists (Hanım Romancılar)adlı eserinden şu alıntıyı yapar:
“Dişil edebiyatın ortaya çıkışı kadının hayat görüşünü ve deneyimlerini, başka bir deyişle yeni bir ögeyi beraberinde getirmektedir. Sosyal yaşamda istediğiniz ayrımı yapabilirsiniz, ancak değişmez gerçek şudur: Kadın ve erke- hin farklı düzenleri vardır, bunun sonucu olarak da farklı deneyimler söz konusudur… Ne var ki şimdiye kadar (…) kadınların ürettiği edebiyat açıklaması çok kolay, oldukça doğal bir zaaftan dolayı kendisinden bekleneni yerine getirememiştir ve fazlasıyla bir öykünme edebiyatı niteliği taşımıştır. Erkeklerin yazdığı gibi yazmak kadınlar için başlı başına bir amaç, sıkça işlenebilecek bir günah olmuştur; hâlbuki onların yerine getirmeleri gereken asıl görev, kadın olarak yazmaktır.” (Showalter, 165)
Halide Edib Adıvar’ın da kendisinden önceki birçok kadın yazar gibi, aynı şeyi yaptığına ve romanlarını eril bakış açısıyla yazdığına tanık oluyoruz. Birinci şahısla anlatılan Raik’in Annesi, Seviyye Talip, Ateşten Gömlek gibi romanlarındaki birinci şahsın hep erkek olması bu bağlamda ilgi çekicidir ve bu romanlarda yüceltilen ya da yerilen tüm kadın imgeleri bu erkek bakış açısının birer ürünüdür. Kadınları “aşağı” ve “edilgen” ya da “#melek” veya “#cadı” olarak temsil eden eril edebiyat geleneğinin tüm imgeleri bu romanlarda tekrar tekrar yaratılır. Halide Edib’in söz konusu birinci şahıs erkek anlatıcıları metinlerine yerleştirirken, bu tercihi aracılığıyla ataerkil bakış açısını somutlama yoluyla onları eleştirel bir söylemin nesnesi olarak konumlandırdığını gösterecek ipuçları bu yapıtlarda maalesef yer almamaktadır.
HANDAN’DA KADIN KARAKTERLERiN TEMSiL SORUNU: NERiMAN
Halide Edib Adıvar, Handan’da Handan ve #Neriman’ın karakterlerini özenle çizer. Neriman’ın karakter özellikleri yalnızca kocası Refik Cemal’in bakış açısından yansıtılırken, Handan’ın karakter özelliklerinin çizilmesinde #RefikCemal’in yanı sıra Neriman, #Server, Handan’ın kocası #HüsnüPaşa ve Handan’ın kendi yazdıkları önemli bir rol oynar. Neriman, romanda Handan’ın “ötekisi” olarak sunulur.
Refik Cemal’in, Server’e yazdığı bir mektupla Cemal Bey’in #alafranga kızlarından biriyle evleneceğini haber vermesiyle başlayan romanın girişinde Neriman okura şöyle tanıtılır: “Sonunda nikâhlım geldi. Beyazlar içinde, beyaz bir melek; temiz ela gözleri, hemen kalbime girdi. Birdenbire sessiz ve şefkatli bir hayal, bir cennet hayali gibi gözümün önünden geçti.” (s.15) Mektuplarında Neriman’ın sadeliğinin, iddiasızlığının, sıradanlığının, uysallığının üzerinde ısrarla duran Refik Cemal, “hayatı bir işkence, bir burgu, bir ateş yapan kadınlardan sonsuz olarak [kendisini] uzaklaştıran bu sade ve samimi kıza” (s. 23) inanılmaz bir minnet duyar. Refik Cemal’in bir aylık evliliğine rağmen karısını hâlâ kız olarak tanımlaması da Türkçedeki “kız-kadın” ayrımından ve “kız” olanın temiz, saf ve günahsız olanla özdeşleştirilmesinden kaynaklanıyor olmalıdır.
Toplumun kendisine biçtiği edilgen kadınca rolle böylesine uyum içinde olan Neriman, erkeklerin tekelinde olan bilim, sanat ve felsefeyle ilgilenmemekte ve bu Refik Cemal’i rahatsız etmektedir. Bu konuları tartışabileceği bir dosta ihtiyaç duyduğunu vurgular ve bu konulara ilgisizliğinden dolayı karısını acımasızca yargılar. Neriman da kendisine biçilen rolleri fazlasıyla kabullenmiş, kabullenmenin de ötesinde benimsemiş bir kadın olarak bilim ve #felsefe gibi konuların kendisine göre olmadığının ve bu konudaki eksikliği nedeniyle kocasına yetemediğini büyük bir safdillikle ona itiraf eder. Bunun da ötesine giderek Handan’ın Refik Cemal’e ne kadar iyi bir eş olacağını söylemesi ilginçtir:
— Refik, keşke sen Handan’ın kocası olaydın, birbirinize daha uyardınız.
— Bir daha böyle şey söyleme Neriman. Hayatıma senden başka arkadaş tasarlayamam ve istemem. Handan bence yalnız bir kardeş, hem pek içten bir kardeş.
— Biliyorum ama bak ben senin ne fikirlerini ne de hislerini dolduramıyorum. O senin ruhunda hiç boşluk bırakmayacaktı.
— Budala olma Neriman’cığım! Düşünce ve duygularımın bir kısmını tatmin etmek için mutlaka karım olması gerekmez, bir kadın sıfatıyla de o olur. Zaten Handan’la sen birbirinizi tamamlıyorsunuz. O fikirlerimin kardeşi, eşi; sen, sevgilim, hayatıma, kalbime hâkim kadın, her şeyim, arkadaşım ve sevgilim. (s. 108-9, YN: Vurgular bana ait.)
Refik Cemal’in bu lütufkâr sözlerine gözlerindeki minnettar yaşlarla karşılık veren, yine Refik Cemal’in sürekli kullandığı tabirle “zavallı, küçük”, hatta yer yer “budala” Neriman, bu diyalogla ne kadar aşağılandığının farkına varmaktan herhalde çok uzaktır ve kocasının kendi hislerini ne kadar doldurup doldurmadığı sorusunu kendine sormak da şüphesiz bir kez bile aklından geçmemiştir. Bu noktada Refik Cemal’in kendi duygu ve düşünce dünyasının tatmini açısından Handan ve Neriman’ı birbirini tamamlayan kadınlar olarak nitelendirmesi de, Halide Edib’in romanının temel sorunsallarından biri olan çok eşliliğin dönemin eril zihniyetinde olumlanmasının temelinde yatan savı ortaya koyar niteliktedir.
Kendi tekellerinde gördükleri bilim, sanat ve felsefeyle ilgilenmeyen kadını aşağılayan, ilgilenen ve bu konularda yetkin kadınıysa bir rakip ve düşman olarak gören #ataerkil düşünce yapısı Refik Cemal’in anlatısında açıkça hayat bulur. Refik Cemal, romanın sonraki sayfalarında Handan gibi eğitimli ve kendisinden daha iyi düşünüp felsefe ve sosyoloji gibi alanlarda daha sağlam değerlendirmeler yapabilen kadını itici, soğuk, kendini beğenmiş, hatta erkeksi bulacak ve ona âşık olana dek Handan’ı kadınca bulduğu sevme kabiliyeti, şefkat potansiyeli, affetme yetisi gibi karakter özellikleri nedeniyle överken, erkeksi bulduğu yukarıda vurgulanan özellikleri nedeniyle yerecektir.
Paulina Palmer, Contemporary Women’s Fiction: Narrative Practice and Feminist Theory (Çağdaş Kadın Anlatıları: Anlatı Pratikleri ve Feminist Teori) adlı eserinde yazarların kadınlığı kurgulama yöntemlerini irdelerken bu konuya özellikle dikkat çeker. Fallokratik kültür, kadını, doğa ve beden; erkeğiyse kültür ve akılla özdeşleştirir. Kadının bedene ve duygulara göndermeler yapılarak tanımlanması yoluyla kültürel üretim dinamiklerinin dışında tutulması yüzyıllardır süregelmektedir. Handan’da da bu tanımlamaların kadınların kurgulanmasında önemli bir rol oynadığını görüyoruz. Neriman, kendisine biçilen kaderi kabullenmiş, sınırlarını belirlemiş bir kadın olarak bilim ve felsefe gibi erkek konularına aklının ermeyeceğini söyler. Refik Cemal’in bu konuda karısını aşağılayan sözleri Server’e hitaben yazdığı bir mektupta şu şekilde sürer: “Fakat seninle ve arkadaşlarla o kadar ruhumuzu yakan erkek rüyalarımızla onu [Neriman’ı] ortak görmek bir hayal; o herkes gibi bu memleketin yetiştirdiği bir ruh değil, bir ot, bir çiçek, bir şey! Memleketin hayatından ne kadar acı, ne kadar siyah, ne kadar yıkılmaya hazır olsa habersiz.” (s. 25) Bu satırlarda kadının doğayla özdeşleştirilmesinin biraz abartıldığını, aşağılamanın boyutlarının da ne kadar ileri gittiğini görüyoruz. Bu rollerin dışına çıkmış, haddini bilmeyerek sosyoloji, felsefe, edebiyat, tarih okumuş bir kadın olan Handan ise Refik Cemal’i “bir kadın için fazla güçlü [olan] kişiliği” (s. 25) ile rahatsız eder. Neriman’ı cahilliği nedeniyle böylesine yeren, onu kendine lâyık görmeyen, “bir ot” diye nitelendiren Refik Cemal; hayat arkadaşının betimlenmesinde belirleyici olan kendi kibrinin hiç ayırdına varmaksızın Handan’ı kibirli, soğuk ve bencil bir kadın olmakla suçlar.
HANDAN: ATAERKiL SÖYLEMiN YENiDEN ÜRETiMi
Susan Gubar, Elaine Showalter’ın yayımladığı The New Feminist Criticism (Yeni Feminist Eleştiri) içindeki “ ‘The Blank Page’ and The Issues of Female Creativity” (‘Boş Sayfa’ ve Kadın Yaratıcılığının Sorunları) adlı makalesinde kadının yazarlık edimiyle ilişkisini irdeler ve yüzyıllar boyunca kadını dışarıda bırakan erkek yazınının onu sadece sanatın malzemesi olarak gördüğünü ve kendi kurduğu imgelerle temsil ettiğini belirtir. Erkeklerin oluşturduğu edebiyattaki kadın imgelerinin –melek ve onun karşıtı olan canavar– kadın yazar ve yazdıkları üzerindeki etkileri, Susan Gubar ile Sandra Gilbert’in 1979 yılında yayımladıkları The Madwoman in The Attic (Tavanarasındaki Çılgın Kadın) adlı ünlü eserin de konusunu oluşturur. Onlara göre erkek yazar, melek ve canavar imgelerinin yanı sıra edilgen, #mazoşist ve fedakâr kadın imgelerini, gerek metinlerinde yarattığı kadınları gerekse bütün kadınları –kadın yazar da bu grubun dışında değil– kontrol etmek için kullanır. Gerçekten de bir gelenekten yoksun olarak ortaya çıktıkları dönemde kadın yazarların çoğu, erkek dünyasında varlıklarını kabul ettirme kaygısıyla eserlerinde erkeklerin kurdukları kadın imgelerini yeniden yaratmışlardır. Aynı şeyi Halide Edib’in de uyguladığını görüyoruz. Bu bağlamda yazarın, Mor Salkımlı Ev adı altında yayımladığı anılarında dönemin entelektüel erkeklerinden birçoğunu andığı, onlarla ilişkilerini dile getirdiği, hatta Yeni Turan adlı eseri başta olmak üzere bazı romanlarını Ziya Gökalp’in etkisiyle yazdığını belirttiği halde aynı gazetede yazdığı Fatma Aliye Hanım ve Emine Semiye Hanım gibi kadın yazarları hiç anmaması ilgi çekicidir; Halide Edib öncesindeki ve dönemindeki kadın yazarları âdeta yok saymaktadır.
Ayrıca, Halide Edib Adıvar’ın otuz yaşında iken yazdığı Handan’ın yazarın yaşamından önemli izler taşıdığı birçok eleştirmenin hemfikir olduğu bir noktadır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu da, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları’nın Halide Edib Adıvar’la ilgili bölümünde Handan’ı bir otobiyografyaya benzettiği için kendisine duyulan tepkilerden bahsederken şunları söyler:
“Hattâ, Halide Hanım’ı yakından tanıyan aziz dostum Celâl Sahir, otobiyografya sözünü büsbütün kötüye yorumlayarak benimle selâmı sabahı kesmişti ve çok geçmeden kulağıma gelen dedikodulardan anlayacaktım ki, bu sözü kullanmakla, farkına varmaksızın, bir pot kırmışımdır: Meğer, Halide Hanım ilk evlilik hayatında Handan gibi bedbaht olmuş, aynı ruh krizlerini geçirmiş ve çok bağlı oldu- hu kocasından ayrılmak zorunda kalmış ve hâlâ da bu durumun acılıkları içindeymiş.” (s. 242)
Bu bağlamda Handan karakterini Halide Edib’in narsisizminin yanı sıra “melek ve şeytan” imgelerinin aynı bedende ortaya çıkışı ve Halide Edib’in yazarlıkla ilgili kaygılarının bir yansıması olarak okumak gerektiğini düşünüyorum.
Bir önceki bölümde ele alınan Neriman karakterinin her yönüyle melek kadın imgesinin somutlaşması, bütünüyle edilgen ve âdeta kimliksiz olarak ortaya çıkması, düşünceyi değil de duyguları temsil etmesi, annelik ve eş rolleriyle tanımlanması, erkeğine huzur ve güven duygusu vermesi ve tüm bunların erkek bir anlatıcı tarafından dile getirilmesi hiç şaşırtıcı değildir. Onun zıddı olan Handan ise romanın başlangıcında erkek anlatıcı Refik Cemal tarafından bir canavar olarak kurgulanır. Refik Cemal, arkadaşları Nâzım ile Handan arasında filizlenen aşkı, Handan’ın Neriman tarafından kendisine verilen mektuplarından öğrenir. Anarşist bir solcu olan Nâzım, daha önce de belirtildiği gibi, öğrencisi Handan’ı kendisiyle aynı yolda yürüyecek, davasında ona eşlik edecek bir yoldaş olarak görür ve ona evlenme teklif ederse de Handan bu teklifi reddeder çünkü Nâzım, onu kendisiyle değil amacıyla evlendirmek istemektedir. Handan, Nâzım’ı reddedişinin gerekçesini Neriman’a şöyle açıklar: “Bana ileri sürdüğü evlenmede eksik bir şey vardı: Beni amacıyla evlendiriyordu, beni kendiyle değil! Ne bir etkileyici söz, ne bir şefkat bakışı! Hatta kimi zamanlar bana bakarken gözlerinde beliren isimsiz güzel şey bile yoktu.” (s. 70) Handan’ın bu noktada erkeğin yoldaşı olmanın yanı sıra onun arzusunun nesnesi olarak da var olmayı arzuladığı açıktır. Nâzım’ın Handan’ı kendisiyle düşünsel kapasite açısından eşit gördüğü ve ona eşitlik üzerine kurulu bir birliktelik, yoldaşlık teklif ettiği çok açıktır; bu nedenle Handan’ın Nâzım’ı reddi ile ilgili öne sürdüğü gerekçeler inandırıcı olmaktan uzaktırlar. Bunun ertesinde kendisini sadece cinsel bir nesne olarak gören Hüsnü Paşa’nın evlenme teklifini kabul etmesi tuhaftır.
Handan tarafından reddedilişi nedeniyle hapisteyken intihar eden Nâzım’ın ölümünden Handan’ı sorumlu tutan Refik Cemal onun için şunları söyler:
“Hâlbuki ben ondan şimdi tiksiniyorum. O kadar itina ile bütün güzel duygular ve temiz adımlarla geçen bir çocukluktan sonra temiz ve yüksek Nâzım’ın hayatını sırf kendini beğenmişliği, küçük vücudu yeteri kadar sevilmiyor, evhamıyla yıkması affedilir mi hiç? Ben âdeta Nâzım’ın hapishanedeki hayatını yaşamış kadar Handan’a lânet ediyorum. Kadınlar sonsuz birer sinir sistemi, birer hiç, birer süs! Erkeklere ruh ve fikir arkadaşı olduklarını savunarak yıllarca feminizm davası çıkardıkları hâlde her temiz ve saf şeyi yıkan tahripçiler!” (s. 86)
Handan’ı bu şekilde resmeden Refik Cemal, arkadaşı Server’i de Handan’a karşı uyarmayı ihmal etmeyerek şöyle der: “Ben bilirim ki, bu kanlı, korkunç kadınlara kesinlikle tutulursun. O kadın seni usta pençesinde boğar. O vakit ben de erkek olduğumu unutur, onu mutlak boğarım.” (s. 87)
Refik Cemal’in romanın başlangıcında Handan’ı bir canavar, kadının “yumuşaklık, sevecenlik” gibi erdemlerinden uzak, gururlu, soğuk bir yaratık olarak kurgulayan anlatısı, ona âşık olduktan sonra değişir. Handan bu aşkın doğuşundan sonra hem melek hem de canavar imgeleriyle temsil edilir. Sonuçta o, her ne kadar meleksi özellikleri bulunsa da Refik Cemal’in duyguları üzerindeki denetimini bozan, ona yasak aşkı tattıran, bir anlamda onu baştan çıkaran kadındır. Romanın 147. ve 148. sayfalarında Handan, #Adem’e yasak meyveyi yedirip cennetten kovulmasına neden olan “ruhuna yerleşmiş] alçak ve azılı” (s. 147) bir yılan olarak resmedilir.
Romana hâkim olan eril anlatı Handan’ı benliğindeki canavardan kurtarmanın yolunu bulacak, onu yeniden doğuracak ve istediği şekilde yaratacaktır. Kocası Hüsnü Paşa’nın kendisini sürekli aldatmasına tepki vermeyen, bunları görünüşte sessizce (çünkü Hüsnü Paşa onun sürekli kıskançlık krizlerine girerek kavga çıkardığını söyler) sineye çeken Handan, Paşa’nın kendisini tamamen bırakıp metresi sarışın Maud’la yaşamaya başlaması üzerine ahır bir menenjit geçirir ve bunun sonucunda da hafızasını tamamen yitirir. Bu hastalık ve sonucundaki hafıza kaybının temelde iki işlevi vardır: Bütün hastalığı süresince ve sonrasında Handan bütünüyle bakıma muhtaç bir zavallı durumuna düşer. Romanın başından beri, olması gerekenin aksine “bir erkek gibi” (s. 35) güçlü resmedilen ve erkeklerin alanı olan bilim, sanat ve felsefeyle ilgilenen, bu nedenle erkeklerde huzur ve güven yerine rahatsızlık yaratan Handan nihayet yardıma muhtaç, bağımlı ve zavallı bir kadına dönüşür. Bunun da ötesinde bu hastalık sonucu yaşanan hafıza kaybıyla Handan bir çocuk gibi saf ve temiz olarak yeniden doğar ve böylece cennetteki Adem ve onun kaburga kemiğinden yaratılan #Havva mitosu romanda yeniden üretilmiş olur. Refik Cemal bunu şöyle dile getirir: “Bilir misin? Sana bir gün ben ‘Adem’le Havva’nın sevgisini en büyük bulurum’ demiştim. Şimdi bugün biz onların cennetten çıkmadan önceki hayatlarını yaşıyoruz. O, yanındaki adam için vücut bulmuş, yaratılmış ve ondan başka, ona uymaktan ve onu sevmekten başka, ona sığınmaktan başka varlığında bir şey olmayan Havva! Ben de onun sevdiği Adem!” (s. 174)
Yukarıdaki alıntıda da açıkça görüldüğü gibi, eril söylem metinde ağırlığını böylece kurar ve düşlediği kadın imgesinin edilgenliğini somutlar.
Halide Edib, Handan’ı kurgularken eril söylemin kadın karakter imgelerini yeniden yaratmakla kalmaz, ataerkil etiği yeniden üreterek kadının varlığını verili ahlaki normlar içine hapseder. Handan’ın gerek kocası Hüsnü Paşa gerekse daha sonra âşık olduğu Refik Cemal ile ilişkilerindeki tavrı bunu kesinleştirir.
Hüsnü Paşa’nın başka kadınlarla olan ilişkileri karısı tarafından bile adeta doğal karşılanır. Handan kocasını diğer kadınlarla birliktelikleri nedeniyle yargılamaz, bu durumdan şikâyetçi görünmez ve köşesine çekilerek sessizce kocasının kendisine döneceği günü bekler. Onun gibi güçlü, erkek gibileri sürekli vurgulanan bir kadının kendisini sürekli aldatan kocasından ayrılıp bağımsız bir hayat kurmayı aklından bile geçirmemesi ilginçtir.
Erkek için, evliliğe rağmen evlilik dışı ilişki çok olağan bir olgu olarak karşılanırken, Handan’ın Refik Cemal’e olan aşkı, sadece manevi düzlemde kaldığı, aralarında bir öpüşme dışında fiziksel hiçbir şey yaşanmadığı –ki bu yakınlaşma da Handan’ın bellek yitimi sırasında yaşanır ve bu nedenle edimi sorgulanması gereken asıl kişi, karısı Neriman’a ihanet eden Refik Cemal’dir– hâlde sürekli sorgulanır ve romanın son bölümlerinde sürekli Handan’ın “düşüşü” beklenir. Bu aşk gerek Handan’da gerekse Refik Cemal’de –ama Handan adına– kaygı yaratır ve kadın için onu sevdiğini söyleyen erkek tarafından bile ahlaki düşüş olarak algılanır. Refik Cemal bunu şöyle dile getirir: “içimde derin ve çok sonsuz bir istekle beraber bir de tecessüs var; benim için Handan düşmez, düşemez kadınlardandı. Eğer düşerse… Hayır bu olamaz, benim hayatımı vererek isteyeceğim bu düşüş olmamalı. Çünkü ondan sonra aşkımın kanatlarındaki alev şiddetinden kendi kendini yakacaktır.” (s. 193) Refik Cemal, sevdiği kadının kendisiyle birlikteliğini onun düşüşü olarak algılamakta ve arzuladığı birliktelik gerçekleşirse Handan’ın düşmüş bir kadın olarak değerini yitireceğini belirtmektedir.
Ataerkil etiğin Handan üzerindeki etkisi ise bundan daha derindir. O, hafızası yerine geldikten sonra Refik Cemal’i sevdiği için kendini aşağılık bir #günahkâr, adi bir yaratık olarak görür ve sürekli vicdanıyla hesaplaşır. Geçmişini yeni yeni hatırlamaya başladığı dönemlerde kimliğini reddetmesi, başa çıkamayacağı bu günah duygusundan kurtulmak içindir. Gerçekle kaçınılmaz biçimde #yüzleşmek zorunda kaldığında kendini İsa’yı ele veren Yahudi ile özdeşleştirir ki bu, günahının boyutlarını algılayışı hakkında önemli ipuçları vermektedir. Handan, Tanrı’nın peygamberini satan bir günahkârla boy ölçüşebilecek kadar ciddi bir günah işlemiştir:
“Ben o kadar kokmuş, o kadar iğrenilecek bir leke, bir et parçasıyım; başka bir şey değil. Değil cennet, hatta cehennem, cehennemin en yakıcı, en işkenceli derinlikleri bile beni kusup atmalı. Ben sonsuz olarak hiçbir yerde kendime yer bulamamalıyım. Hava, yer ve deniz beni reddetmeli, vücudumu tabiatın hiçbir unsuru kabul etmemeli, ruhumu hiçbir ahret, hiçbir tanrı, ebediyen kovularak, ebediyen yüzümü, kirli yüzümü, günahkâr ruhumu örtmek, saklamak için bucak bucak kaçmalı sürünmeli, kahrolmalıyım!” (s. 195)
Benimsediği ataerkil normları bir türlü kıramadığı, kadınlığını ve cinselliğini onların çerçevesi içine hapsettiği için kedisini sürekli aldatan Hüsnü Paşa’yı kabullenen, “ahlak” ile “kadınlığı arasında sürekli bocalayan ve Refik Cemal’e duyduğu aşkı düşüş olarak algılayan Handan, romanın sonunda ölür. Bu ölüm, aslında bir anlamda hayattan vazgeçerek intihar etmedir.
Elaine Showalter, “The Female Tradition”da (Kadın Geleneği) kadın yazarın yarattığı kadın karakterlere karşı acımasızlığını Donald Stone’dan yaptığı şu alıntıyla açıklar:
“Örneğin, Jane Austen’in Lydia Bennet’in kişiliğini didik didik etmesi, George Eliot’un Rosamond Vincy’e her açıdan acımasızca davranması, kadın yazarların statükoyu en coşkulu ve en ayrıntılı biçimde nasıl… savunduklarını açıkça ortaya koyar. Bu yazarların kadın kahramanları, modern anlamıyla düşündüğümüzde, benliği tatmin etme iste- hini neredeyse hiç duymazlar…” (Showalter, 177)
Halide Edib’in de statükoyu korumak için özellikle kadın karakter yaratma, onun kadınlığını kurma ve ataerkil etiği yeniden üretme konusunda eril söylem içinden yazdığını ve Handan gibi #sıradışı bir karakter olma potansiyeli taşıyan bir kadına yakışmayacak bir son çizdiğini düşünüyorum.
NOTLAR:
(1) Bu metin, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümünde yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Halide Edip Adıvar ve Feminist Yazın” başlıklı çalışmanın ikinci bölümünün gözden geçirilmesiyle oluşturulmuştur.
(2) Öğretim Görevlisi, Dr. Doğuş Üniversitesi Türk Dili ve İnkılap Tarihi BölümüKAYNAKÇA:
-Coward, Rosalind. “Are Women’s Novels Feminist Novels?” Showalter 225-39.
-Çakır, Serpil ve Necla Akgökçe, haz. Farklı Feminizmler Açısından Kadın
-Araştırmalarında Yöntem. İstanbul: Sel Yayınları, 1996. Edib-Adıvar, Halide. Ateşten Gömlek. İstanbul: Özgür Yayınları, 1998.
-Handan. İstanbul: Atlas Kitabevi, t.y. —. Mor Salkımlı Ev. İstanbul: Atlas Yayınları, 1985. Fetterley, Judith. The Resisting Reader: A Feminist Approach to American Fiction. Bloomington: Indiana University Press, 1978.
-Gilbert, Sandra M. ve Susan Gubar, ed. Madwoman in the Attic: The Woman Writer and the Nineteenth Century Literary Imagination. New Haven: Yale University Press, 1979.
-Gubar, Susan. “‘The Blank Page’ and the Issues of Female Creativity.” Showalter 292-314.
-Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Gençlik ve Edebiyat Hatıraları. istanbul: iletişim Yayınları,1990.
-Palmer, Paulina. Contemporary Women’s Fiction: Narrative Practice and Feminist Theory. Hertfordshire: Harvester Wheatsheaf, 1989.
-Showalter, Elaine. “Edebiyatta Kadın Geleneği.” Çev. Ayşe Banu Karadağ ve diğer. Çakır ve Akgökçe 165-88. —. ed. The New Feminist Criticism. New York: Pantheon Press, 1985.
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.