Roman Kahramanları
Frederic Moreau: FREDERIC’İN OLGUNLAŞMASI ÜZERİNE
-
Frederic Moreau: FREDERIC’İN OLGUNLAŞMASI ÜZERİNE
DUYGUSAL EĞİTİM” YA DA FREDERIC’İN OLGUNLAŞMASI ÜZERİNE*
Makale Yazarı: İrem Kılıç
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Nisan/Haziran 2013) 14. sayıda yayımlanmıştır.
“Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıkları değil. Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır.” Dostoyevski
“Asıl yolculuk eve dönüştür.” Ursula K. Le Guin
İnsanların hayallere ihtiyacı vardır. #Hayaller, “gerçekleştirebilmenin yaratıcısı olasılıklar” olarak insanı ayakta tutar. Hayata tutunmayı sağlar. Ancak hayaller sayesinde insan, gündelik gerçekliğin avuçları arasından çıkabilir ve hayatı yoluna koyabilir. Elbette hayaller, uğruna yürünmeye ve denenmeye değer yollar içindir. Küçük ya da büyük, zor ya da kolay, hayaller insana imkân(lar) verir: Gerçekleştirebilmenin, gerçek olabilmenin, umut etmenin, denemenin, öğrenmenin, dolayısıyla yaşayabilmenin, yola çıkabilmenin, hep yola çıkabilmenin imkanlarını. Bu yüzden hayatın hayaller, inançlar, #umutlar uğruna çıkılan yollarda kat edilen mesafelerin toplamı olduğu ifade edebilir. Ancak yolun sonu göründüğünde yürünen yollar, katedilen mesafeler daha çok anlam kazanır, daha net farkedilir veya anlaşılır hale gelir. Böylece giderek yaşanılanlar hakkında daha kesin cümleler kurulabilir. İşte o zaman, kesin cümleler kurulmaya başlayınca insan başlar hayatla, kendisiyle daha inceden bir hesaplaşmaya. Hayatının bütün sürecinde insana eşlik eden hayalleri varsa, hem yaşaması hem de hesaplaşması kolaylaşır. Çünkü hayatın değişen ve dönüşen bütün yüzlerinde onların izleri vardır. Aynı zamanda bu, Gustave Flaubert’in Duygusal Eğitimi’nin neden #biyografik bir roman olduğu gerçeğini de açıklığa kavuşturmaktadır.
Duygusal Eğitim’in başkahramanı Frederic Moreau’dur. Frederic hayallerini gerçekleştirmek için yola çıkar. Bu #yolculuk romanın ilk bölümünü oluşturur. İkinci bölüm hayallerin gerçek olduğu; arzulanan hayatların, aşkların, yaşanmaya ve tüketilmeye başlandığı yoldur. Son bölüm ise, yürünen yolda “ışığın” göründüğü; arzuların tüketildiği, hesaplaşmanın başladığı yerdir. Her bölüm kendi içinde Frederic’in hayatında hem fiziksel hem de düşünsel olarak ortaya çıkan farklılaşmalara işaret eder. Bu farklılaşmalar Frederic’in aldığı kararları etkiler ve yeni alacağı kararların iş işten geçmeden verilmesinde yönlendirici olur. Nihayetinde Flaubert, Frederic’in nasıl bir olgunlaşma süreci geçirdiğine, okurunu tanık eder. Bu tanıklık, olgunlaşmanın nasıl bir gerçeklikle iç içe yürüdüğünü fark eden okuru, roman karşısında kendini savunmaya geçirir. Böylesi savunma kimi okur için faydalıdır kimi okur için ise tehlikelidir. Bu yüzden olsa gerek, Flaubert, Madam Bovary gibi Frederic’i de savunmak zorunda kalır. Artık sadece Madam Bovary Flaubert değildir, aynı zamanda Frederic de Flaubert’tir.
Yola çıkış ya da hayaller gerçek olmadan
Liseyi yeni bitirmiş olan Frederic uzun zamandır hayalini kurduğu Paris’e doğru yola çıkar. Hem #Paris’in ışıltılı hayatına adım atacak olmanın hem de hukuk eğitimine başlayacak olmanın heyecanı içindedir. Öyle ki Paris’te yazacağı yazıları, evdeki odasını, yeni hayatını dolduracak bütün detayları düşlemeye başlar. Deniz yolu ile yolculuk etmektedir. Yolculuk esnasında resim sanatıyla ilgili bir dergi çıkaran ve aynı zamanda #resimgalerisi işleten #JacquesArnoux’la tanışır. Bu tanışma onun hayatını değiştirecektir. Çünkü Frederic, Arnoux’un karısına, onu görür görmez vurulur. Frederic’in yola çıkarken kurduğu düşler böylece aşık olduğu kadının imgesi etrafında şekillenmeye başlar. Yani Frederic’in hayatının merkezine kendisinden büyük ve evli bir kadın olan #MadamArnoux yerleşir.
“Her şeyin toplaştığı aydınlık noktada duran” (2) bu kadınla tanışmak, ona biraz olsun yakın olabilmek için yapılması gerekenlerle hayatının gerçeği aydınlanmış, geleceği ise kesinleşmiştir. Bunun için öncelikli olan tabiki Mösyö Arnoux’la iyi bir ilişki kurabilmek, onun davetlerine katılabilmektir. Sonrası ise Madam Arnoux’un zevklerine, beğenilerine uygun biri olmak ve bunun için gereken neyse onu yapmaktır. Bu onu Madam Arnoux’a götürebilecek en kestirme yoldur. Bu nedenle Madam Arnoux’un zevklerini kendi zevkleri bellemesi gerekir.
Oysa Frederic’in Madam Arnoux’a olan yakınlaşma çabaları tek bir şeyi besler: #Hayranlık. Frederic’in hiçbir zaman keskinleşmemiş olan gözleri böylece körelir. Bu tipik bir anneye itaat formu gibidir. #Anne özellikle erkek çocukları için güzelliğin, mükemmelliğin, şefkatin, sevginin, merhametin imgesidir. Çoğu çocuk annesiyle ya da anne formunda olan kadınla ilk duygusal ilişkisini kurar. Madam Arnoux’un Frederic için gerçekten karşılığı da bu olsa gerek. Eğer öyle olmasaydı, aşkı için bir şeyler yapması gerekirdi, en azından aşkının onda şimdiye kadar ilişkilerinde kurmadığı bir formu yaratmaya zorlaması gerekirdi. Ancak bunu yapmaz. Tıpkı anneyle kurulan ilişkide bir şey yapmaya gerek kalmadan, sadece annenin etrafında olarak kazanılan sevgi gibi, Madam Arnoux’un etrafında olmaya çalışır.
Frederic’in körlüğü ya da hayranlığı, Madam Arnoux’a kendisini aşık etmeye yeter. Hiç düşünmeden, kendini fark etmeden, bütün duygusallığı ile kendini bir ilişkinin içine atar. Aşkı uğruna savaşmayı hiç aklına getirmez. Tersine mevcut koşulları kabullenmeye ve o koşullar altında bir şeyler yapmaya çalışır. Yaptıkları herhangi bir başkaldırıya, bir şeyleri değiştirmeye yönelik değildir. Aksine bu körelme Frederic’i güçsüz, edilgen, koşullara uyan, Madam Arnoux’un beğeni ve beklentileriyle kendisini sınırlandıran biri haline getirir. Frederic böylece bu davranış kalıbını içselleştirir. Örneğin taşraya, ailesinin yanına dönmesi gerektiğinde kolayca taşra hayatının gereklerini yerine getirebilir, hiç zorluk çekmez. Önceleri “içinden kopup gelen bir soluk, kendisini dışarıya taşıran, bir türlü susturamadığı kendini adama, bağlanma isteği, ihtiyacı” (3) duyduğu aşkı, “onun gözünde artık mezarının nerede olduğunu bilmediği için şaştığı bir ölüden ibaret”tir. Bu ilişkiden geriye dinmeyen herhangi bir acı kalmaz. (4)
Flaubert, Frederic’in hayalleri ile gerçekleri yanyana getirdiği bu ilk bölümde, çok önemli iki şey ifade etmektedir. Birincisi Frederic henüz duygusal olarak tatmin olabilecek biridir, gerçeğe ihtiyaç duymadan hayallerinin varlığı ile kendisini var kıldığı içinde, kendisi olmaktan uzaktır. Kendisi olmayan herkes gibi, hele bir de hayranlık beslerse, kolayca itaatkâr kalacak biridir. İkincisi henüz annesinin beklentilerini aşabilecek biri değildir. Bu yüzden fırsatlar yaratmak için mücadele etmez, fırsatlar önüne çıktıkça yaşar. Aşık olması da bu anlamıyla tamamen tesadüfidir, bunu sürdürememesi de. Çünkü kimse ondan aşkı için bir şeyler yapmasını istememiştir. Koşullar değiştikçe o da koşulların ardından gitmektedir.
Başka bir gelecek ihtimali ya da gerçekleşen hayaller
Frederic’e başka bir yerin, başka bir dünyanın, başka bir geleceğin yaşanabilmesinin imkanını veren hiç kuşkusuz amca Mösyö Moreau’dan kalan miras olur. Frederic’in evi artık taşrada değildir. Kendisi için bir geçiş yeri olmaktan çıkacak olan Paris’tedir. Paris bundan böyle ona kucağını açan metropoldür. Evinin içini “bir sürü ince” ve “görkemli” eşya ile donatır. Önceleri “hırs ve özlemle” baktığı bu hayata şimdi ayak uydurmaktadır. Her şeyin yapmacık olduğu sosyete hayatına hızla girer. Sosyeteler gibi “her şeyin bol olduğu” sanılan bir hayatı kurar. Davetlere katılır, davetler verir, gösterişli mobilyalarının arasında yeni sosyetik dostlar edinmeye çalışır. (5)
Taşrayı anımsatan ya da oradan izler taşıyan her şeyi hayatından çıkarmaya çaba gösterir. Olabildiğince yapaylaşmadığında sosyetede kalamayacağını düşünür. Bu düşünüşler ve metropol Paris’in ışıltılı hayatının getirdiği yeni varoluş, Frederic’i soylu olmayan her tür eskiye, özellikle kendi eskisine dair acımasızlaştırır, utandırır. Bu öyle bir boyuta ulaşır ki, eskiden görüşebilmek için can attığı ve aralarındaki ayrılıkları gidermek için elinden geleni yaptığı arkadaşı #Deslauriers’le görüşmesini engelleyecek boyuta ulaşır. Çünkü Deslauriers her şeyiyle; yoksulluğuyla, kıyafetiyle, davranışlarıyla, konuşmasıyla yeni hayatında yeri olmayan taşranın kendisidir.
Paris’teki sosyete hayatında soylu olmayan farklılıklar ilişkilerin sürdürülmesine engel olurlar. Bu yüzden metropol yaşantısının içinde ötekilere yer yoktur, en azından Frederic’in #sosyetik Paris’inde. Georg Simmel modern hayatın temellerinden biri olarak metropolü gösterir. #Metropol hayatında #taklit, psikolojik bir katılım, grup hayatının bireysel hayata intikali olarak yer eder. Çünkü;
“Taklidin çekiciliğinin altında, öncelikle, hiçbir kişiselliğin ya da yaratıcılığın söz konusu olmadığı hallerde bile amaçlı ve anlamlı bir eyleme imkân tanıması yatmaktadır. Düşünülmeden ortaya konmuş bir düşünce ürünü şeklinde tanımlayabiliriz onu. Bireyi, eyleminde yalnız olmadığı duygusuyla rahatlatır taklit. Söz konusu eylem, tıpkı sağlam bir dayanakmışçasına, o eylemin daha önceki gerçekleştirilme tarzları üzerinde yükselecektir: Mevcut gerçekleştirilme tarzını, kendi kendini taşıma zorunluluğundan kurtaran bir dayanaktır bu. Taklit ettiğimizde, yalnızca yaratıcı etkinlik yönündeki talebi değil, eylemin sorumluluğunu da kendimizden başkalarına aktarırız. Böylelikle taklit bireyi seçim yapmanın acısından kurtarır; artık o, grubun bir uzvu, toplumsal içeriklerin taşıyıcısı olarak görünür.” (6)
O halde Frederic ilk bölümde duygusal olarak yaşadığı çalkantıyla edindiği davranış özelliklerini, şimdi yeniden Paris’te tekrarlamaktadır. Fakat bu tekrar farklı bir düzeyde ama aynı nitelikte gerçekleşmektedir. Bir başka ifade ile nasıl ilkinde aşk onda yaratıcı bir etkinlik yerine uyum sağlama ve itaat etme yönündeki sorgusuz sualsiz bir tepkiye dönüştüyse, şimdi de sosyete hayatı eskiye hınç duyan ama aynı şekilde onu tekrarlayarak devam eden ve acıdan kaçan bir başka sürece dönüşür. Üstelik bu süreç tam da Simmel’in ifade ettiği gibi zahmetsiz bir şekilde Frederic’in Paris yaşantısını ve Paris’teki popülaritesini beslemektedir. Çevresini taklit etmesi onda grup ruhunu geliştirir. Grup ruhu geliştikçe düşünmeden düşünmenin ve yalnızlığın aşılmasının imkanlarını sağlar.
Hayallerin sonu ya da #hesaplaşma
Frederic’in “kendisini eğlendiren yalanları”na Paris yeterince tanıklık etmiştir. Artık sıra Frederic’e gelmiştir. Frederic bu fark etme zorunluluğunu savma düşüncesinde değildir. Paris’te mirasıyla birlikte ilişkilerini de tüketmiştir. “Düşlerinin yıkıntıları arasında yitip gitmiş, acılar içinde, kolu kanadı kırılmış olan kendini ve hayatını düşünmeye”(7) başlamasının zamanıdır. Aslında bu zaman gelmiş de geçmektedir bile. Çünkü neredeyse onurunu büsbütün kaybedeceği ilişkilerin ağırlığı ile bunalmıştır, artık ne kendini ne de hayatını sürdürebilecek güçtedir. “Kendisine bunca acıyı çektiren sosyetenin yapmacık ortamına karşı duyduğu nefreti” artık yüksek sesle itiraf etmeye başlar. Bu itiraf onu yeni bir başlangıç düşüncesine götürür.
Yazının başına koyduğumuz iki epigrafta ifade edildiği gibi, her başlangıç düşüncesi iki şeyden beslenir. Birincisi Dostoyevski’nin dediği gibi, “Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıkları değil. Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır”. Mutluluklar, hayallerle başlar ama hayaller gerçeklikle beslendikçe kalıcılaşır. Bu kalıcılaşma yaşamayı sürdürmek ve anlamlı kılmak için insana sürekli mutluluk, umut ve yeniden başlangıç yapma olanağı sağlar. İkincisi ise Ursula K. Le Guin’in dediği gibi, “Asıl yolculuk eve dönüştür”. Odysseus’tan beri bilinmektedir ki, bu yolculuk ne kadar belalı ve uzun olursa olsun, eve dönmek ve bir yuvanın sıcaklığını hissetmek her zaman insana yeni bir başlangıç imkânı verir. Kim evinden kopmadan ya da koparılmadan kendi yuvasının kahramanı olmuş ki, Frederic de olsun? Bu yüzden Frederic, Paris’te sürdürdüğü hayal, fantezi ve yapmacıklık dolu yaşantıdan kopma kararı alır. Taze ve gerçek taşra hayatını yeniden gözlerinde büyütmeye başlar. Orada “temiz yürekli insanlarla” buluşacağını düşünür. (8)
Başlangıçta olduğu gibi, onu evine en geç, en uzun zamanda götürecek olan deniz yolculuğunu tercih etmez. İlk trene atlayarak bir zamanlar kaçtığı taşrasına, evine döner. Tüm yaşadıklarının sorumluluğunu ise “alınyazısı”na, “koşullara” ve “yaşadığı çağa” yükler.9 Oysa Frederic’in ihtiyacı olanı Ursula K. Le Guin ne güzel özetlemektedir: “Büyümemiz için bize gereken gerçekliktir, insan erdemini ya da kötülüğünü aşan bir bütünlük. Bilgiye, kendimizi bilmeye ihtiyacımız var. Kendimizi ve gölgemizi görmemiz gerekir.”
O halde Frederic halen aramızda.
NOTLAR:
(1) KültürlüKedi ve Demlik fanzin yazarı.
(2) Gustave Flaubert, Duygusal Eğitim (Bir Delikanlının Hikayesi), çev. Cemal Süreya, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008, s. 17.
(3) Flaubert, Duygusal Eğitim, s. 101.
(4) Flaubert, Duygusal Eğitim, s. 116.
(5) Flaubert, Duygusal Eğitim, s. 121.
(6) Georg Simmel, “Moda Felsefesi”, Modern Kültürde Çatışma içinde, çev. Tanıl Bora, Nazire Kalaycı, Elçin Gen, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003, s.105.
(7) Flaubert, Duygusal Eğitim, s. 469.
(8) Flaubert, Duygusal Eğitim, s. 470.
(9) Flaubert, Duygusal Eğitim, s. 476.KAYNAKÇA
-Gustave Flaubert, Duygusal Eğitim (Bir Delikanlının Hikayesi), çev. Cemal Süreya, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008.
-Georg Simmel, “Moda Felsefesi”, Modern Kültürde Çatışma içinde, çev. Tanıl Bora, Nazire Kalaycı, Elçin Gen, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003.
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.