Roman Kahramanları
Franz Kafka’nın Öykü Dünyası
-
Franz Kafka’nın Öykü Dünyası
Franz Kafka’nın Öykü Dünyası*
Makale Yazarı: Necip Tosun
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Nisan/Haziran 2017, 30. sayıda yayımlanmıştır.
Franz Kafka eserleriyle çağının çok ötesinde bir duyuşla modernizmle ve onun getirdikleriyle yüzleşmiş, ufuk açıcı tespitlerde bulunmuştur. Kafka’nın yaklaşımlarına göre, geçmişinden, tüm birikiminden kopmuş insan yapayalnızdır.
Çevre/kitle/bürokrasi ise insan mutsuzluğunu artırmaktadır. Bu yüzden toplumun her kesiminde topyekun bir çürüme yaşanmaktadır. Gerçek diye bilinenler artık şüphelidir. Gerçek ve düş birbirine karışmıştır. İnsanın git gide vardığı yer hiçlik, boşluk, anlamsızlık olmaktadır. Birey bu kıstırılmışlık içerisinde kuşku, korku ve güvensizlik batağındadır. İnsan apaçık tutsaktır. Bu da bireyin, gerçeğin, dilin bitişine işaret eder.
Kafka da bu nedenle öykülerinde, kalıplaşmış hayatın tutarsızlığını/saçmalığını ana tema olarak ele alırken, hayatın “trajik”liğini hatırlatmayı, dahası, sarsıcı bir uyarıyla sorgulamayı gündeme getirir. Çünkü mekanikleşmiş insan bunun ayrımında değildir. Kafka, insanların yaşadığı ama öylesine bir şeymiş gibi dile getirdiği gerçeklerin arka plânını irdelemeye çalışır. Onun öykülerinde hayat tam bir karabasandır. Orada mutluluk, huzur yoktur. Sadece acı ve yalnızlık vardır. Karanlık, anlaşılmaz, karamsar. Ona göre, yaşadığımız çağda her şey boşluktadır ve anlamsızdır. İnsan ruhu/bilinci parçalanmış ve yaralanmıştır. Parçalanmış ve yaralanmış bir bilinç ise ancak aynı gerçeklikle ifade edilebilir; kopuk, eksik ve anlamsız. İnsan iletişimsizliğinin biçimsel bir yansıyışıdır bu. Söz/anlam/dil insan iletişimsizliğini gidermeye yetmediği için arayış içerisindedir.
Genellikle anlamlandıramadıkları, öykü boyunca anlayamayacakları yeni bir durumla/değişimle karşı karşıya kalan kahramanlar; geçmişe ilişkin bilgileri, geleceğe ilişkin tahayyülleriyle bulundukları ortamı anlamlandırmaya çalışırlar. Yeni bir kopuşla birlikte yeni bir oluş karşısındadırlar. Bu örtük anlatımda neredeyse öyküye giren her nesne bir simge gibidir. Mekânlar ve nesneler, anlatımda oluşturulmak istenen amaca hizmet eder. Aslında çevredeki her şey bilincin ürünüdür, gerçek değildir. Mekânların pek çoğu kahramanların zihni kıstırılmışlığını belgeleyen çıkışsız bir odaya/hapishaneye dönüşür. Tipler, sanki geçmişleri hiç yokmuş gibi yaşama acemisidirler. Hepsi yaptıkları işin kölesi, tutuklusu olup çıkarlar. Yaşanan bir köle düzeni, hapis hayatıdır. Bir başka deyişle insan, dünyanın neresinde bulunursa bulunsun, orası aslında kocaman bir hapishanedir. Bunu ise ancak doğru soruları sorabilen, kuşkulu kahramanlar fark edebilir.
Kafka, öykülerinde düşsel, simgesel, alegorik anlatımı tercih eder. Felsefe ve din kaynaklı bilgileri, modern bir “mesel”e dönüştürerek anlatır. Negatif olaylar, oluşlar sürecini izler. Aforizmalar, kısa kısa öyküler ve fragmanlar la bu meseleleri gözler önüne serer. Fantastik mizah ve ironi, ağırlıklı anlatım tercihleridir. O, Avrupa romantiklerinin betimlemeye yüklediği anlamları reddetmiş; mitlerden, düşlerden, felsefi söylencelerden beslenmiştir. Karmaşanın şifrelerini, sanatın gücüyle bir başka sembolle kalıcı kılmayı denemiştir.
#Kent bir sirktir ve gösterişe yaslı budala hayatın bir sahnesidir. Kahramanlar sürekli kentte kaybolurlar. Onlara koca kentten kalan küçücük, karanlık loş odalardır. Kent insanı eve çekildiğinde, kahramanların geç vakitlerde aylak aylak dolaşmaları bu zihinsel karışıklığın sonucudur. Bürokrasi ve iktidar, bireyler üzerindeki egemenliğin bir yöntemi olarak çizilir. Tüm araçlar amaca dönüşmüş, insanı doğasından uzaklaştırmıştır. Nesneler ve araçlar arasındaki insan, bütün bunları tanımlayamadığı için korku ve kuşku içerisindedir: Kimse nereye gittiğini bilmemektedir (“Dümenci”); Herkes bulunduğu ortamdan mutsuzdur çekip gitmek ister ama nereye bilemez (“Yola Çıkış”, “Vazgeç!”); Ancak hayattaki en küçük nesneyi tanımlayan insan, tüm nesneleri, geneli tanımlayabilir (“Topaç”); İnsan yaptığı işin kölesi olur (“Sınav”); İnsan evinde bile tutsaktır (“Dönüş”); İnsan dünyayı çok geniş sanır, ama duvarlar git gide daralır, bir oda kalır sonunda ve yem olur (“Kısa Hayvan Masalı”)…
Aslında onun öykülerinin kimileri öykümsü fragmanlardır, ömür boyu üzerinde uğraşılacak parçacıklar… Çünkü sürekli her şey değişmektedir. İnsan bir nesneyi her bakışında farklı gözlerle görebilmektedir. Bunu besleyen ise geçicilik ve aldanıştır. Hayatta her şey bir aldanış ise hiçbir şey tamamlanmış değildir.
Kafka’nın öykülerinin merkezinde yabancılaşma yer alır. Halk ve iktidar arasındaki yabancılaşma, insanın topluma hatta kendine yabancılaşması hep onun temel izleklerinden biri olmuştur. Ondaki yabancılaşma biraz da kendi hayatının bir yansımasıdır. Kafka Almanca konuşur, milliyet olarak Yahudi’dir, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içerisindeki Çekoslovakya’da yaşar. Yani yabancılaşma, köksüzlük ve yalnızlık için her şey hazırdır. “Almanların gözünde Çek, Çeklerin gözünde Alman, herkesin gözünde Yahudi olan Franz Kafka”nın bu sürgün durumu bireysel yaşamı yanında bütün eserlerine de net bir şekilde yansır. Küçümsenen bir ırk olarak Yahudiliğini hep bir sorun olarak yaşar. Almanca yazan bir Yahudi olarak Alman yazar olarak kabul edilmez. Prag’taki Yahudi gettosunda bu yalnızlığı acı bir şekilde yaşayacaktır. Bu anlamda yalnızlık onda bir yazgı olarak ortaya çıkar.
Kafka içinde bulunduğu koşullardan kurtulma biçimi olarak yazıyı seçerken kendini yabancılaşmanın içinde bulur. Yazıya güvenmese de diğer çıkışların (cinsellik, zevk/sefa, müzik vb.) tümünü tükettiği için başka yolu kalmaz. İnsan kendini yıkıma sürüklemeden başarıya ulaşamaz, her şey en uçtayken gözükür. Kendini parçalamadan mutsuz, başarısız bir yaşamı olmadan iyi bir yazar olamaz. Yazı ve hayat birbirinin düşmanıdır. Hayattan uzaklaştıkça yazıya varılır.
Kafka adı neredeyse Prag şehriyle özdeşleşmiştir. Prag, Kafka’nın nefret ettiği ama dönüp dönüp geldiği yerdir. Kafka Prag’ı boğucu ve yabancılaşmış bir dünya olarak algılar. Eserlerinde Prag hep en öndedir. “Bir Savaşın Tasviri” öyküsünde Prag sokakların da dolaşan iki kahramanı anlatsa da aslında kahraman bizzat Prag’ın kendisidir. Fon gibi gözüken kiliseler, köprüler, heykeller emsalsiz bir Prag görüntüsü çıkarır ortaya.
Hem #Joyce hem de #Kafka modern insanın açmazlarını, çıkışsızlığını işler; ama bunları dile getiriş biçimleri faklıdır. Joyce öykülerinde Dublinlilerin sadece “ses”lerini dinletirken, Kafka şehrin insanlarının bilincindeki karmaşayı dillendirir. Joyce’un kahramanları mekanik bir şekilde durmaksızın konuşurken, Kafka’nın kahramanları birden seslerini yitirirler. Joyce’un kahramanları konuşa konuşa silikleşirlerken, Kafka’da kahramanlar iç dünyalarına düşüp boğulurlar. Joyce onlara “konuş konuş” der, “konuş da bat.” Kafka da “eğil içine” der, “eğil de düş, kaybol.” Joyce çıkışsızlığı doğal bir olay gibi anlatırken, Kafka hafakanlarla anlatır. Ama vardıkları yer aynıdır. İkisi de şehri mahkûm ederken aslında kendi sürgünlüklerini belgelerler. Bu yüzden Joyce’un Dublin’i Kafka’nın Prag’ıdır bir bakıma.
Mevcut yapılanma karşısında bireyin çıkışsızlığı, yalnızlığı ve kaçınılmaz yenilgisi onun ilgi alanı olur. Kafka’da aydınlanma anı, çıkışsızlığın, kıstırılmışlığın keşfidir. Çemberin, beyhudeliğin keşfi… Onun öykülerinde birey, acımasız toplumsal-sosyal düzende yapayalnızdır. Onun bu kıstırılmışlığı içerisinde bir çıkış yolu da gözükmemektedir. Ne kendisini tanıyabilmekte ne de çevresinde olup biteni kavrayabilmektedir. Katillerini bilmediği bir cinayet/işkence olayında o sadece “kurban”dır. Ve bütün bunlardan sonra da kaçınılmaz kaderini yaşar. Tapınan’la Söyleşi öyküsünde bu çarpılmayı anlatır. Bir tımarhane kaçkını gibi kilisede kendini göstermek isteyen adam, kimsenin duymadığını duymakta, kimsenin görmediğini görmektedir. Şehirde binalar bir bir çökmekte ama bunu kendisinden başka kimse görmemektedir. Sokakta ölen insanları görmekte ama insanlar bunu inkâr etmektedirler. Bu yüzden ilginç/sıradışı şeyler yaparak var olduğuna kanıt aramaktadır.
Acıyı sanat katına yükselten yazarların başında Franz Kafka gelir. Bunu da çoğunlukla ironi, soyutlama ve imgesel anlatımla gerçekleştirir. Öykülerinde insan yalnızlığını, acıyı, körleşmeyi anlatan Kafka, yabancılaşma, mekanikleşme ve yalnızlaşma kavramları üzerinde yürür. Yaşadığı çağın tüm olumsuzluklarını yetkin bir gözle öykülerinde işleyen Kafka, acıyı anlatırken ironinin gücüne başvurur, modern insanın kolektif yaşamdaki budalalığını ironize eder. Burjuva yaşantısının tutarsızlığını da eleştirmekten geri durmaz. Çürüme, demodelik bireye kaygı ve kıstırılmış olarak yansır. Otoriter/bürokratik yapının labirentlerinde yok olan memur ironik tipleridir. Bu durumu fark edemeyen birey bir budala olarak çizilip ironize edilirken, bunu fark eden kahramanlar da çıkışsızlığa teslim olurlar. (Kafka’nın kimi eserlerini dostlarına okurken, gülmekten okumayı kestiği bilinir.)
Kahramanlar bir kıstırılmış içerisinde iç sürgünü yaşarlar. Meslek fetişizmi insanı insanlıktan çıkarır. Bu, anlatı açısından acınası, okur açısından da mizahi bir durumdur. Kafka bu körleşmeden ironik durumlar örnekler. Onun öykülerinde atmosfer öne çıkarken, karakter geri planda silik kalır. Karakter simgesel özellikleriyle öyküde yer alır. Bu tür öykülerde karakter ya çok temel bir özelliğiyle ya da #metoforik bir yaklaşımla sunulur. Kafka’nın çizdiği karakterler, daha çok bir atmosferi, bir doğruyu ortaya çıkarmak için oluşturulmuş, soyut, sembolik tiplerdir. Ortalıkta bir bilinç olarak dolaşırlar. Avcı Gracchus öyküsündeki kahraman, ölmüş ama “öte”ye gidememiş, ölümde bile rahata, huzura erememiş sembolik bir kurgudur. “Çiftlik Kapısına Vuruş” öyküsünde, bir çiftlik kapısına vuruş etrafında, baskı, otorite ve adalet sorgulaması yapılır. Belirgin bir karakter ortaya konmaz. Bir Akademi İçin Rapor’da insan olmuş bir maymun, Değişim’de hamam böceği olmuş bir insan anlatılır. Kafka’nın tüm bu kahramanları, anti kahramanlardır; yenilmiş, silik ve dışarıdadır.
Franz Kafka’ya göre, “Düş, gerçeğin örtüsünü kaldırır” ve “asıl gerçek, gerçekdışıdır.” Mitlerden beslenir, düşlerden, felsefi söylencelerden… Rüya anlatıları da Kafka’nın önemli kaynaklarından biri olmuştur. En ilginç öykülerinden biri olan Dönüşüm, bir rüyayı değil, rüya sonrası hamam böceğine dönüşen ticaret evinin gezici memurunu anlatır: “#GregorSamsa, bir sabah korkulu bir rüyadan uyanınca, yatağının içinde kendini korkunç bir hamam böceği olarak buldu. Arka üstü yatmıştı. Sırtı demir bir levha gibi kaskatıydı. Başını şöyle bir kaldırınca karnını gördü: Aman o ne kocaman kümbetti o.” Öykülerinde, anlamı, söz sağanağından ve alışılmış anlatı kalıplarından çıkarıp minyatürleştirmeye, hatta şifrelemeye çalışır.
Kafka öykülerinde, insan özgürlüğünün önündeki en büyük engelin sadece bürokrasi, modernizm değil, bizzat kendisi olduğunu anlatır. İlk Acı öyküsünde trapez sanatçısı, yaptığı işin esiri olur. Artık trapezden ayrılamamaktadır. Öylesine yaptığı işle özdeşleşir ki, bütün sirk boyunca başka gösteriler olurken o hâlâ trapezdedir. Bütün gününü, gecesini orada geçirmeye başlar. Sadece turnelerde inmekte, yeni yerine kadar yolculuk etmektedir. Tren yolculuklarını bile bagajda geçirmektedir. Ama takıntı burada kalmaz. Artık tek bir trapez değil iki trapez istemektedir. İnsanın yaşamını hapishaneye dönüştürme serüveni yine sembolik bir yaklaşımla anlatılır. Açlık Cambazı’nda, bir sirkte açlık cambazı gösteri boyunca ağzına bir lokma bile almaz. Ama zamanla bu gösteri gözden düşer, seyirciler başka gösterilere ilgi gösterir. Ne var ki açlık cambazı aç kalmayı sürdürür. Bunun nedenini ise şöyle açıklar: “Çünkü hoşuma giden yemek bulamıyorum. Bulsam inanın ki böyle bir ün ardında koşmaz, ben de sizin gibi karnımı tıka basa doyururdum.”
Adalet ve suç olgusu da onun gündeme getirdiği ana temalardandır. Çiftlik Kapısına Vuruş’ta bir kahraman sadece çiftlikteki bir kapıyı vurduğu için yargılanıp cezaevine konur. Okura böyle bir suç olabilir mi? sorusunu sordurur. Kanun Önünde onun en başarılı öykülerindendir. Taşralı bir adam kanun kapısından içeriye girmeye çalışır. Ama kapıcı kapıyı açmaz. Yıllarca bekler orada. Sonunda dayanamaz sorar: “Herkes kanuna ulaşmak ister ama henüz kimse gelmedi buraya” der. Kapıcı cevap verir: “Bu kapı sadece sizin içindi.” Öyküde, beyhude beklentilerin, insanın kendisinin uydurduğu sonra da inandığı her türlü takıntı, yanlış arzu ve isteklerin nasıl içinin boş olduğu, bürokrasinin nasıl bireyi ezip yok ettiği ustalıkla işlenir. İnsan kendi kanununu, kendi zindanını kendi hazırlar. Sadece onun için hazırlanan devlet, o ölünce kapıyı iptal eder. Devletin elinde herkesin mahvına uygun bir kapı vardır. Cezalılar Kolonisi’nde bir işkence aleti geliştirilir ve adil yargılama, infaz konusu tartışılır. Sonunda idam aletini kullanan subay kurban olur.
Öykülerde hayvan teması, hayvan ve insan arasındaki ayrım ve hayvan yaşamının insandaki uyarıcı etkilerine dikkat çeker. İnsanın hayvan oluşu, hayvanın insan oluşu üzerinden iletiler peşindedir. Bir Akademi İçin Rapor’da insan olmuş bir maymun, Değişim’de hamam böceği olmuş bir insan anlatılır. Kafka’ya göre “Çocuk, adam olmak için, elden geldiği kadar erken hayvanlıktan uzaklaştırılmalıdır.” Bir Akademi İçin Rapor, Değişim, Bir Köpeğin Araştırmaları, Şarkıcı Josefine ya da Fareler Halkı, Kısa Hayvan Masalı onun hayvan odaklı öyküleridir.
Baba imgesi Franz Kafka’nın öykülerinde belirleyicidir. Baba genellikle otoriter, baskıcı ve güzel günlerin önünde engeldir. Yargı’da annesi ölmüş, babasıyla yaşayan genç işadamı Georg Bendemann’ın intihar serüveni anlatılır. Öykü, düş ile gerçek arasında gider gelir. Bendemann arkadaşının Rusya’ya gittiğini düşünür. Arkadaşı onu Rusya’ya çağırmakta, iş olanaklarından bahsetmektedir. Bu arada arkadaşına nişanlandığını söyleyecek ama bunu mektupla yapmak istememektedir. Evde ise tüm karanlıkları temsil eden baba, yarı felçli bir hâldedir. Pencereyi açmamakta, salona, aydınlığa geçmemekte, karanlıkta oturmaktadır. Baba önce böyle bir arkadaşının olmadığını, oğlunun bunu uydurduğunu söyler. Sonra bu arkadaşı kabullenir ve nişanlandığını arkadaşına babası söylemiştir. Arkadaşının eve uğramamasının nedeni de budur. Sonra oğlunu suda boğularak ölmeye mahkûm eder. Oğlu da intihar eder.
Öyküde meteforik olarak babanın her şeye hâkim olduğu, tüm meseleleri çözdüğü, oğulun ise, etrafındaki olup bitenlerden şaşkın bir hâlde, çözümsüz intihara sürüklenişi anlatılır. Baba geleneği ve kabullenişi, oğul ise yeniyi ve arayışı temsil eder. Baba bulunduğu hâli sorgulamaz ve rahattır oğul ise yeninin etkisine açık savrulmuştur.
Franz Kafka, iyimser edebiyat-kötümser edebiyat, bireyci edebiyat, toplumcu edebiyat bağlamında süren tartışmanın hep merkezinde yer almış, onun eserleri odak alınarak tartışmalar yapılmıştır. Bu anlamda Franz Kafka için getirilen en temel eleştiri bir dekadan yazar olduğu yönündedir. Oysa Kafka bir çürümüşlüğü, çıkışsızlığı anlatsa da bir dekadan yazarı değildir. Evet, insanların çaresizliğini çizer ama bu yaşadığı çağın bir tespitidir. Yıkıntılar içindeki insanı gerçeklerle yüzleştirir. Çöküşün nedenini irdeler, doğru sorular sorar. Yanılsamayı, budalalığı ve körleşmeyi açık eder. Yaşadığı çağın tüm olumsuzluklarını yetkin bir gözle öykülerinde dışlaştırır. Onun yaptığı sarsıcı bir tespittir.
Kafka İnsan özgürlüğünün önündeki engelleri anlatmış ve modern insanın bilinç karmaşasına bir dil vermiştir. Sonunda, kahramanları kırılsa, yenilse de çağının çürümüşlüğüne en ağır saldırıyı yapmıştır. İnsan özgürlüğünün önündeki engelleri anlatmış, ruhun, kalbin, bedenin kıstırılmışlığını öykülerine taşımıştır. Bu konuda Batı’dan yükselen en güçlü çığlıktır ve çağının trajedisini en iyi yorumlayan yazarlardan biridir.
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.