Roman Kahramanları
FRANZ KAFKA’NIN BABAMA MEKTUP ADLI KİTABINDA ŞİDDET GÖREN ÇOCUK
-
FRANZ KAFKA’NIN BABAMA MEKTUP ADLI KİTABINDA ŞİDDET GÖREN ÇOCUK
KAFKA’NIN BABAMA MEKTUP ADLI KİTABINDA ŞİDDET GÖREN ÇOCUK*
Makale Yazarı: Doç. Dr. Medine Sivri
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ocak / Mart 2013, 13.sayıda yayımlanmıştır.
Bu çalışmada amacımız, şiddetin ne olduğunu ve nasıl çözülmesi gerektiğini ayrıntılarıyla irdelemek değil, Kafka’nın “Babama Mektup” adlı kitabından hareketle çocuğun yetişkinler tarafından örselenerek nasıl anlamsızlaştırılıp yitirildiğini gözler önüne sermek, çocuğu nasıl yetiştirelim sorusuna bir yanıt bulabilmek ve çocuk istismarına neden olan davranışların, şiddetin hazırlanış ve ortaya çıkış aşamasını psikososyal açıdan irdelemek ve toplumda bu noktada az da olsa duyarlılık oluşturabilmektir.
İnsan yavrusunun gereksinimleri “insani”leştikçe dürtüsel engellenme ile açıklanamayacak öfke ve şiddet nedenleri ortaya çıkar. Bu nedenler, dürtüsel doyumun ötesinde, toplumsallaşmanın getirdiği bireysel ideal ve emellerle ilgilidir. Birey, toplum içinde değerli, sevilen, güçlü, güvenilir, üstün biri olmak ister. Psikolojide bu idealler “benliğin narsistik emelleri” olarak tanımlanır. Benliğin özsaygısını koruyabilmesi, başka deyişle narsisizmini ayakta tutabilmesi, bu emellerin gerçekleşebileceği inancını korumasıyla yakından ilgilidir. Rochlin’e göre “sosyalleşerek insanlaşan bireyin, en büyük incinme kaynağı narsisizmidir. Saldırganlık daima onun tarafından davet edilir.” (Ebto, Kaptanoğlu, s.13). İşte bireyin narsisizmini nelerin yaralayabileceği noktasında çok iyi düşünmek gerekir. Nasıl bebek için annenin kaybı “cennet”in kaybı ise erişkin için de narsistik emellerin engellenmesi toplumdaki cennet ortamının kaybedilmesi ve dolayısıyla şiddetin habercisidir. İşte ne zaman ki özdeşim kurduğumuz ideallere (ne olmak, nasıl olmakla ilgili idealler) ulaşma çabamız engellenir, tehdit edilir o zaman #öfke, #nefret ve #saldırganlık ortaya çıkar. Bir başka deyişle bu, #narsistik bütünlüğe ulaşmamızın engellenmesi, narsisizmimizin yaralanmasıdır. Bu nedenle sergilediğimiz şiddet, hayvani doğamızdan değil, narsistik egomuzdan kaynaklanan “#insani” şiddettir (Ebto, Kaptanoğlu, s.14).
Bireyin toplumsallaşması sürecinde #aile içindeki ilişkiler çok önemlidir. Sağlıklı bir ilişki, o ilişkide hiç çatışma olmaması değil, o ilişkide ortaya çıkan sorunların ne kadar sağlıklı bir biçimde çözüldüğüdür. Bizim örnek metnimizde ortaya koyacağımız anne-baba-çocuk ilişkisi de son derece sağlıksız ve sorunların çözülme biçimi son derece yanlıştır. Kafka’nın Babama Mektup’undaki kahraman, anne babasının yanlış davranış ve tutumları yüzünden travmaya uğramıştır.
Kafka’nın yapıtında kahramanımız yoğun bir duygusal istismar yaşamaktadır. Nedir #duygusalistismar? Bu da bir şiddet türüdür ve fiziksel, cinsel istismarla birlikte görülebilir ve belki de en etkili ve en yaralayıcı olandır. “Duygusal istismar, çocuk ve gençlerin, kendilerini etkileyen tutum ve davranışlara maruz kalarak ya da gereksindikleri ilgi, sevgi ve bakımdan mahrum bırakılarak toplumsal ve bilimsel standartlara göre psikolojik hasara uğratılmaları durumudur. Psikolojik gelişmenin duraklamasına neden olacak sözel istismarı veya aşırı emirleri kapsayan, çocuğun kimliğini zedeleyen ve bozuk davranışları ortaya çıkaran tavırları içerir (Polat, s.94). Daha çok, #çocuğureddetme, #aşağılama, #yalnızbırakma, #yalıtma, #ayırma, #korkutma, #yıldırma, #tehditetme, #suçayöneltme, duygusal bakımdan ihtiyaçlarını karşılamama, #sıkeleştirme, yaşının üzerinde sorumluluklar bekleme, kardeşler arasında ayrım yapma, #değervermeme, #önemsememe, #küçükdüşürme, #alaylıkonuşma, #lakaptakma, #aşırıbaskı ve #otoritekurma şeklindeki ana-baba davranışları çocukta ve gençte duygusal ezime yol açmaktadır. Yetişkinlerin bu tür davranışlarına maruz kalan çocuklarda aileden uzaklaşma, gergin olma, bağımlı kişilik geliştirme ve saldırgan davranışlarda bulunma gibi durumlar ortaya çıkabilir (Polat, s.95).
Babama Mektup gerçek bir yaşam öyküsünün, Franz Kafka’nın babasıyla olan gerçek ilişkilerinin anlatıldığı bir kitaptır. Bu yüzden buradaki gösterilen örnekler varsayımlar değil gerçek yaşamdan alınmış gerçek duygulardır. İstismarın bir çocuğa verdiği zararın somut örneğidir. Burada, ilk planda olan hep baba, silik, hatta yok denecek kadar önemsiz bir anne ve sürekli babaları tarafından duygusal istismara uğratılan çocuklar söz konusudur. Mükemmeliyetçi, her şeyi, en iyiyi ben bilirim diyen, her şeyi yargılayan, çocukla ve düşünceleriyle alay eden, onu ciddiye almayan ve baskın otoritesiyle tam bir #diktatör tavrı sergileyen bir babanın, özellikle oğluna ve diğer çocuklarına öz güvenlerini nasıl kaybettirdiğini ve sürekli bir utanç yaşamalarına nasıl neden olduğunu somut bir şekilde görmekte ve hissetmekteyiz. #Yahudi asıllı baba #HermannKafka köyden şehire göç etmiş, ömrü boyunca dişini tırnağına takarak çalışmış, hiçten bir varlık yapıp, yoğun çalışmalar sonucunda elindeki üç beş kuruşla bir tuhafiye dükkânı açmış ve çocuklarına maddi yönden rahat bir yaşam sağlamıştır. Julie ile evlenmiş ve altı çocuk babası olmuş, daha sonra iki oğlu ölmüştür. Üç kız; büyükten küçüğe, #Elli, #Valli, #Ottla ve bir erkek; #Kafka, ilk çocuk, diğer erkek kardeşleri öldüğü için babanın her tür davranışına ilk maruz kalan insan ve huy bakımından babasından büyük bir miras devralmış (s.13). Çocuklarıyla hiçbir zaman iyi geçinememiş ve özellikle de Ottla ve Kafka ile ilişkileri her zaman düşmanca bir yol izlemiştir. Onlar babaları için bir #iblis gibidirler ve her zaman yollarını tek başlarına arayıp bulmak zorunda kalmışlardır. Annesine ve babasına en yakın olan, annesi gibi uysal ve pasif olan Valli olmuştur. Josef Pollack ile evlenmiş, Marianne ve Lotte adlı iki kızları olmuştur. Elli, Karl Hermann ile evlenmiş Herman Felix ve Gerti adında iki çocukları olmuştur. Ottla da kendi tercih ettiği bir insanla babasına karşı gelerek evlenmiştir. Kafka, iki kez nişanlanmış, #FeliceBauer ve #JulieWohryzek’le, ancak evlenmeyi başaramamıştır. On dört gün kimya, bir sömestre Germanistik okuyup yarım bıraktıktan sonra, umursamazlığını çevreye karşı gösterebilmek ve kendini beğenmişlik duygusunu incitmemek için hukuk öğrenimini seçer. Evliliği, yaşamdaki en büyük felaket, can alıcı hatta amansız denebilecek bir sınavın hazırlığı olarak görür (s.74). Evlenmesine temel engel, düşünsel bir evlenme yeteneğinin ondaki eksikliğidir (s.85) ve evliliğe karşı içinde güçlü bir istek duymamasının nedeni babasının çocuklarına karşı ilişkisinde saklıdır (s.87). Kafka babasına bu mektubu yazdığında otuz altı yaşında, artık zarar görebilecek sağlam bir yeri kalmamış biridir.
Kahramanımızın şu sözleriyle başlayan kitap daha ilk satırlarda duygusal istismarı somut bir biçimde gözler önüne sermektedir: “Sevgili babacığım! Bana son günler bir ara, senden korktuğum gibi bir savı hangi nedenle ileri sürdüğümü sormuştun. Her zamanki gibi bir cevap bulup verememiş, bu da işte yine senden biraz korkmamdan, biraz senden korkmamın nedeninin pek çok ayrıntıları içermesinden, dolayısıyla bunları yarı buçuk da olsa sözle belirtemeyeceğimden kaynaklanmıştı. Şimdi sana yazıyla cevap vermeye kalkıyorsam, bu cevapta da yine pek çok boşluk kalacak, çünkü söz konusu nedeni kaleme alırken, senden duyduğum #korku ve bunun sonuçları sana karşı özgür davranmaktan beni alıkoyacak, konunun büyüklüğü belleğimle zekâ gücümü enikonu aşacaktır (Kafka, s.9).
Babasının söylemine göre onun yaşamında hiçbir sorun yoktur. Çocuk için gerekli tüm gereksinimler karşılanmış, canını dişine takıp hep onlar için çalışmış; ama en çok gerekli olan şeyi, sevgiyi yeterince verememiştir. Kahramanımız yaşamının hiçbir noktasında kesin kararlar alıp uygulayamamış, başladığı her işi yarım bırakmıştır. Dinde, evlilikte, arkadaşlıklarda yani kısaca yaşamda öz güveni yok edildiği için kendinden emin olamadığı için her şey yarım ya da başarısız olmuştur; çünkü yaptığı her şey, tercihleri, arkadaşları, yaşamının akışıyla ilgili kararları babası tarafından hep eleştirilmiş ve takdir edilmemiş ya da teşvik edilmemiştir. Baba sürekli kurallar koyan kişidir; ama sürekli kurallar koyup yapılmaması gereken şeyleri sıralarken kendisi tüm bu kuralları uygulamamış, önce kendisi yaparak, model alarak öğrenen çocuğa kötü model olmuştur. Belki bunlar büyükler için önemsiz ayrıntılar gibi gözükür; ama bakın bizim kahramanımızın kişilik gelişimini nasıl etkilemiş: Lütfen baba beni yanlış anlama, gerçekte büsbütün önemsiz ayrıntılardı hepsi; benim için eza verici bir karakter taşımışlarsa, bana zorla benimsettiğin yükümlülüklere, benim son derece önemli bir insan gözüyle baktığım senin uymayışından ileri geliyordu. Dolayısıyla dünya üçe ayrılıyordu benim için: Birincisi, yalnız benim için konan, ama benim nedense bir türlü uymadığım yasaların egemen olduğu ve içinde bir #köle gibi yaşadığım dünya; ikincisi, benimkinden sonsuz uzakta bulunup senin yaşadığın ve hükümet işleriyle, sağa sola buyruk vermelerle ve verilen buyrukların yerine getirilmeyişine içerlemelerle vakit geçirdiğin dünya ve nihayet başkalarının, buyruklardan ve buyruklara uymalardan bağımsız, mutlu yaşayıp gittiği bir üçüncü dünya. Ben hep bir #yüzkarası içinde yaşıyordum; ya senin buyruklarına uyuyordum, ki bu bir yüzkarasıydı, çünkü buyruklar yalnız benim için konmuştu; ya da dik kafalı davranıyordum, bu da yine bir yüzkarasıydı, çünkü sana karşı nasıl dik kafalılık gösterebilirdim; ya da istesem bile dediklerini yapamıyordum, çünkü sen pek doğal şeylermiş gibi bunları yapmamı istiyorsan da, ne sendeki güç, ne sendeki beceriklilik vardı bende ve bu da kuşkusuz benim için yüz kızartıcı durumların en büyüğüydü.İşte, düşünceleri değil ama, duyguları böyle bir akış izliyordu oğlunun (Kafka, ss.24-25). Yeğeni Felix’e de aynı şekilde davrandığını ama onunla seyrek bir araya geldiği için başka etkilerden de yararlandığını, seçim şansı olduğunu oysa kendisinin böyle bir seçme özgürlüğü bulunmadığından ne sunulursa almak zorunda olduğunu anlatır. Çünkü kahramanımızın kendi deyimiyle, babasındaki “diktatörce mizaç” (s.26) böyle bir şeye izin vermezdi. Babasının kalbinden rahatsız oluşu da “evde daha bir amansızlıkla egemenliğini sürdürmesini” sağlıyordu (s.26).
Kitabımız baştan sona, çocuğun kişilik gelişimini olumsuz etkileyen ve duygusal istismarın içine giren olumsuz davranışlarla dolu. Biraz da anne faktöründen söz etmek istiyorum. #Anne de babanın tam tersi bir insan; oldukça #pasif, çocuklarına ve babaya karşı son derece ılımlı. Çünkü yok sayılıyor, o da bir hiç ve etkisiz. Çocuğun annesi için hisleri ve yaptığı benzetme çok ilginçtir: “Orası öyle, annem sınırsız ölçüde iyiydi bana karşı; ama bu seninle ilişkiliydi, yani iyi bir ilişkiden almıyordu kaynağını. Annem bilinçaltından avı avcının önüne süren kişi rolünü oynuyordu. Diyelim, hani hiç olamayacak bir şey, bir fırsat ortaya çıktı da, senin eğiticiliğin bende inat, nefret, hatta kin uyandırarak kendi gücümle ayakta dikilebilmemi sağladı; annem bu başarıyı bana karşı iyi davranışı, makul sözleri (çocukluğun hayhuyunda mantığın bizzat kendisiydi annem) şefaatte bulunmasıyla yine silip götürüyordu, ben de yine senin kıskacının içerisine gerisin geri itiliyordum. Belki annem olmasa, kıskaçtan kaçıp kurtulabilirdim, bu da hem senin hem benim yararımıza sonuçlanırdı. Ama bazen de gerçek bir uzlaşma doğmadan kalıyor, annem beni sadece sana karşı, sadece gizliden gizliye koruyor, ancak gizliden gizliye bana bir şey veriyor, benim bir şey yapmama gizliden gizliye rıza gösteriyordu. O zaman yine senin karşında ışıktan ürken bir yaratığa, bir düzenbaza, suçluluğunun bilincine varan ve hakkı gördüğü bir şeyin yanına hiçliğinden ötürü ancak gizli yollardan gölge gibi sokulabilen bir kişiye dönüşüyordum. Kuşkusuz, adı geçen yollarda, hakkım yok gördüğüm şeyler aramaya da alışıyordum giderek. Bu da, yine içimdeki suçluluk bilincinin güçlendiğini kanıtlıyordu (s.37). Tüm bunlar çocuğun beynine işleyip ruhunda doldurulamaz oyuklar açmıştır. Sopayı hak edip onun tarafından bağışlanmak ya da kıl payı kurtulmak, bir insanı asmadan önce, asmak için hazırlıklar yaparak ona işkence etmek gibi bir duygu uyandırmış ve tüm bunlar ancak içindeki “ağır bir suçluluk bilincinin birikimine” yol açmıştır. Baba, geçmişte kendi çektiği sıkıntılardan örnekler vererek, kendisinin ana babasından görmediği maddi rahatlığı onlara gösterdiğini, hiçbir şeylerini eksik etmediğini sık sık vurgulayarak onları bir nevi isyana sevk ediyor, kendi çektiklerini, kendi yaşadıklarını onlar da eğer annelerinin engellemesinden kurtulup yaşamaya kalkarlarsa bunu da nankörlük, budalalık, isyankârlık, hainlik, çılgınlık diye niteliyordu. Nitekim kızı Ottla bunu yapma cesaretini gösterebilmiş ama babası tarafından bu tür ithamlara da maruz kalmıştı. Yani bir taraftan örnekler, anlatılar ve utandırmalarla onları böyle bir işe ayartıyor öte yandan bunu sıkı sıkıya yasaklıyordu. Onun savaşarak elde ettiklerini çocukları savaşmadan, ancak utanç, bezginlik, güçsüzlük ve bir suçluluk bilinciyle onun elinden alıp yararlanmışlardı ama onun hemen içine atılabildiği ve kuşkusuz onların da kapılarını çalacak yaşam kavgasına, onlar ancak ergenlik döneminde çocuksu bir güçle girişmek zorunda kalacaklardı. Ama babalarının onlara yaptığı gibi, çektikleriyle övünemeyip çocuklarının onurunu kıramayacaklardı ve yavrularıyla aralarında ilişkilerini kanserleştiren bir yabancılaşma yaşayamayacaklardı bu onlar için bir avantajdı. Babanın tüm bu bağışladıklarına çalışarak değil bir dilenci gibi teşekkür ederek, büyük felaketlerle ve yıkımlarla elde edilmiş bir avantaj, yani hiçbir işe yaramayacak, getirdiklerinden çok daha fazlasını götüren ve geriye hiçbir şey bırakmayan bir avantaj. Bütün bir yaşam, babaya beğenilme, takdir edilme sıkıntısıyla, annenin iyiliği yüzünden de bu kaostan kaçıp kurtulamadan geçiyor.
Tüm bunlar çocuğun içinde “ağır bir suçluluk bilincinin birikimine” yol açmıştır. Baba, geçmişte kendi çektiği sıkıntılardan örnekler vererek, kendisinin ana babasından görmediği maddi rahatlığı onlara gösterdiğini, hiçbir şeylerini eksik etmediğini sık sık vurgulayarak onları bir nevi isyana sevk ediyor, kendi çektiklerini, kendi yaşadıklarını onlar da eğer annelerinin engellemesinden kurtulup yaşamaya kalkarlarsa bunu da nankörlük, budalalık, isyankârlık, hainlik, çılgınlık diye niteliyordu. Nitekim kızı Ottla bunu yapma cesaretini gösterebilmiş ama babası tarafından bu tür ithamlara da maruz kalmıştı. Yani bir taraftan örnekler, anlatılar ve utandırmalarla onları böyle bir işe ayartıyor öte yandan bunu sıkı sıkıya yasaklıyordu. Onun savaşarak elde ettiklerini çocukları savaşmadan; ancak utanç, bezginlik, güçsüzlük ve bir suçluluk bilinciyle onun elinden alıp yararlanmışlardı ama onun hemen içine atılabildiği ve kuşkusuz onların da kapılarını çalacak yaşam kavgasına, onlar ancak ergenlik döneminde çocuksu bir güçle girişmek zorunda kalacaklardı. Ama babalarının onlara yaptığı gibi, çektikleriyle övünemeyip çocuklarının onurunu kıramayacaklardı ve yavrularıyla aralarında ilişkilerini kanserleştiren bir yabancılaşma yaşayamayacaklardı bu onlar için bir avantajdı. Babanın tüm bu bağışladıklarına çalışarak değil bir dilenci gibi teşekkür ederek, büyük felaketlerle ve yıkımlarla elde edilmiş bir avantaj, yani hiçbir işe yaramayacak, getirdiklerinden çok daha fazlasını götüren ve geriye hiçbir şey bırakmayan bir avantaj. Bütün bir yaşam, babaya beğenilme, takdir edilme sıkıntısıyla, annenin iyiliği yüzünden de bu kaostan kaçıp kurtulamadan geçiyor. Çocuklar kendine güvenini yitiren, içine kapanık, sıkılgan, sessiz, pasif, utanç içinde yaşayan yaratıklara dönüşüyorlar. Dış dünyaya son derece iyi ama içerde de bir o kadar kötü ve #despot bir baba ve oldukça pasif bir anne. Çocuğun iç bağımsızlığını ele geçirme sürecini hep olumsuz etkileyen baba, çocuğun aile dışındaki ilişkilerine de bunu olumsuz yansıtmasının birincil nedenidir. Diktatör, otoriter, karşısındakini hep hafife alan, sürekli yargılayan korkunç bir baba. Çocuk yaşadığı yerde aşağılanmış, hesabı görülmüş, savaşta yenilgiye uğratılmıştı (s.71), geriye kala kala kaçışlar, hınçlar, üzülmeler, içte sürdürülen boğuşmalar kalmıştı (s.52). Onun karşısında kendi kendine güvenini yitirmiş, karşılığında sınırsız bir suçluluk bilinci edinmişti (s.57). Kendini kusup atılacak bir varlık olarak duyumsamakta (s.73), dünya babası ve kendisinden oluştuğunda, babasını temizlik kendini pislik olarak algılamaktadır (s.81).
Tüm bunlar çocuğun yetişip topluma yararlı, sağllıklı, mutlu bir birey olmasında anne babanın davranışlarının ne kadar etkili olduğunun somut kanıtlarıdır. Yani toplumdaki sağlıksız bireyleri bizlerin yarattığının bir kanıtı. Uyguladığımız duygusal istismarın ve ölçüsüz davranışların, cezaların çocuklarda bıraktığı ve üzerinde son derece titizlikle düşünülmesi gereken işte babası bizlerden biri olan kahramanımızdaki ve diğer çocuklardaki birkaç sonucu; #içyıkımbilinci, #hiçlikduygusu, yüz karası içinde yaşıyor olma duygusu, #konuşmayıunutmak, #kekelemek, #hastalıkhastası olmak, kendine ve vücuduna güvenmeme, kendini yetersiz ve değersiz bulma, bir yere ait olmadıkları düşüncesi, #unutkanlık, dikkatsizlik, savsaklık, #acıalay, #dikbaşlılık, her şeyden korkma, #iletişimkuramamak, başarısızlık, duygusal açıdan tutarsızlık ve #uyumsuzluk, #kararsızlık, hak edilmemişlik duygusunu yaşamak, asık suratlılık, söz dinlememek, #içekaçış, önemli şeyleri ciddiye almamaya alışma yani #duyarsızlaşma, #iğdişedilme, #kısırlaştırılma, #yabancılaşma, #utanç, #bezginlik, #güçsüzlük, terslenmeye gösterilen alınganlık, #korkaklık, #hantallık, #miskinlik, #onursuzluk, cimrilik, iç boğuşma ve hainlik, altını ıslatma, kakasını kaçırma, iştahsızlık, yalan söyleme, hırsızlık, #bağımlılık, organik nedeni olmayan büyüme geriliği, #depresyon, olumsuz benlik kavramı, intihar, cinayet… vb.
Yukarda bahsettiğim üçgen (anne-baba-çocuk) ilişkisinin, bu ailede de iyi yaşanmadığına ve kötü tanımlanmış çocukların dramına tanık olduk. Bu üçgenin daha da kötü yaşandığı diğer bir aile de #SusannaTamaro’nun #ÖyleBirÇocukluk öyküsünde yer alır. Onunla ilgili ayrıntılı incelemem Osmangazi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan “Çocuk Edebiyatına ve Çocuk Hekimliğine Yansıyan şiddet Sempozyumu” kitabından okunabilir.
Doğduğunda çocuğun içinde var olan ve kendini tanımladığı şiddet duygusunu yok edecek olan şey, ona verilecek sevgidir. Ama bu verilmezse çocuk yüreğindeki sıcaklığı, herkesi yok edecek olan, yer altından fışkıran kızgın lavlar olarak hisseder. Çocukların dramı işte budur. Hangi yetişkinde gerçekten #sevgi ya da #kızgınlavlar var? Suç kimde, çocukta mı yoksa onu yetiştiren bizlerde mi?
* Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü
Kaynakça
1. Balcıoğlu, İbrahim, şiddet ve Toplum, Bilge Yayınları, İstanbul, 2001.
2. Cüceloğlu, Doğan, İçimizdeki Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
3. Kafka, Franz, Babama Mektup, Çev. Kamuran şipal, Cem Yayınevi, İstanbul, 1999.
4. Keane, John, şiddetin Uzun Yüzyılı, Çev. Bülent Peker, Dost Kitabevi, Ankara, 1998.
5. Öztürk, Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1997.
6. Polat, Oğuz, Çocuk ve şiddet, Der Yayınları, İstanbul, 2001.
7. Tamaro, Susanna, Tek Ses İçin, Çev. Semin Sayıt, Can Yayınları, İstanbul, 1999.
8. Tura, Saffet Murat, Günümüzde Psikoterapi, Metis Yayınları, İstanbul, 2000.
9. Tura, Saffet Murat, Freud’dan Lacan’a Psikanaliz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1996.
10. Yavuzer, Haluk, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1994.
11. Yavuzer, Haluk, Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1998.
Bilimsel Dergilerde Yayımlanan Makaleler
1. “Psikodinamik Açıdan Siyasal şiddet”, Ebto Bülteni, Eskişehir-Bilecik Tabip Odası Yayın Organı, (Dr. Cem Kaptanoğlu), Metin Ofset Matbaacılık, Eskişehir, Sayı:30, Ekim 2001, sayfa:13-16.
2. “Çağımıza Özgü Bir Sorun mu? şiddet, Tübitak, Bilim ve Teknik, (Aslı Zülal), Pro-Mat Basım Yayın A.ş, Ankara, şubat, 2001, sayfa:35-41.
3. “Saldırganlık, şiddet ve Terörün Psikososyal Yapıları”, Cogito, şiddet Özel Sayısı, (Yavuz Erten-Cahit Ardalı), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Sayı: 6-7, KışBahar, 1996,
4. Basım, Nisan 2001, sayfa:143-163 4. “şiddet Nerede Başlıyor?”, Cogito, şiddet Özel Sayısı, (Rafael Moses), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Sayı: 6-7, Kış-Bahar, 1996, 4. Basım, Nisan 2001, sayfa:23-27.#kafka #kafkabiyo #franzkafka #babamamektup #şiddet #babadankorku #çocukistismarı #benliğinnarsistikemelleri #narsisizm #travma #annebabacocuk #psikolojikhasar #gerçekyaşamöyküsü #suçlulukbilinci #olumsuzbenlikkavramı
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.