Fernando Ossorio’nun Tasarım Olarak Dünya’sı
-
Fernando Ossorio’nun Tasarım Olarak Dünya’sı
Fernando Ossorio’nun “Tasarım Olarak Dünya”sı*
Makale Yazarı: Mükerrem Aktoprak Karakaya
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Temmuz/Eylül 2017, 30. sayıda yayımlanmıştır.
İnsanoğlu göçebelikten yerleşik hayata geçerek toplumsal bir yaşam tarzı benimsediğinden beri kendini yüzyıllar süren bir arayış mücadelesi içerisinde buldu. Göçebe hayattaki varoluş mücadelesi gitgide bu mücadeleye bir anlam katma çabasına dönüştü. Yerleşik hayata uyum sağlayan insan artık verimli topraklar aramak için değil, aklın sınırlarını aşan farklı dünyalar keşfetmek için başka diyarlara gitmek ister oldu. Araç değişmedi, fakat amaç yön değiştirdi. Yüzyıllar geçti ve modern insana her yer dar gelir oldu.
#PíoBaroja da bir yolculuk üzerine inşa ettiği #YetkinlikYolu (Mistik Tutku) [#CaminodePerfección (Pasión Mística)] romanında, #FernandoOssorio’yu işte böyle yollara düşürüyor ve XX. Yüzyılın başlarında İspanyol edebiyatında kaleme alınan birçok romanda olduğu gibi, Baroja da Fernando Ossorio ile öznelliğin ağır bastığı, izlenimlere dayanan bir dünya sunuyor. Fakat Baroja’nın diğer romanlarında karşımıza çıkan maceraperest ve dışa dönük karakterlerinin aksine, Fernando Ossorio daha karamsar, içe dönük, bir o kadar da anlaşılmaz.
Bir sanayi şehri olan Madrid’de, bacaları tüten fabrikalar arasında yaşanan, sıradan bir hayatın verdiği geçici, tehlikeli ve ürkütücü mutlulukları reddeder Fernando. Baş kaldırır, midesi bulanır bu mutluluk görüntülerinden. Fernando Ossorio, dünyayı bir görüntüler bütünü olarak gören, gerçekliğin ölçütünün yalnızca kendisi olduğundan emin bir karakter olarak karşımıza çıkar. Nasıl ki nesneler Fernando’nun gözleri önünde, yalnızca onun algısı nezdinde varlığını sürdürüyorsa, bu dünyadaki acı da mutluluk da bir o kadar aldatıcı ve bir o kadar yanılsama olma özelliğini taşır. Bu noktada Alman düşünür #ArthurSchopenhauer’ın #İstemeveTasarımOlarakDünya yapıtından cümleler fısıldanır sanki kulağımıza:
“#Hint felsefesinin eski çağ bilgeliği şunu açıklar: ‘O Mâyâ’dır, aldatmanın peçesidir. Bu peçe, ölümlülerin gözlerini örter onlara bir dünya gösterir. Kişi bu dünya vardır da diyemez yoktur da diyemez. Çünkü o bir düş gibidir.’”(1)
Biz ise Fernando’nun yolculukları boyunca gözlerindeki bu peçenin nasıl kalktığına tanık oluruz. Fernando görüntüler dünyasından gelip geçen, gözden kaybolan, doyuma ulaştıkça yerini bir başkasına bırakan, tükenmek bilmeyen ve kişiyi bir düşün içindeymişçesine ortada bırakan mutluluklardan tamamen yoksun olmayı tercih eder. Kendi dünyasını yaratmak, inzivaya çekilmek için yollara düşer. Kısaca hissetmemeyi, hayattan hiçbir şey istememeyi ve bu şekilde de hayal kırıklığı yaşamamayı yeğler. Bu dünyanın aldatmacalarına baş kaldırır.
Baroja, “Dünya benim tasarımımdır”2 diyen Schopenhauer’ın görüşünü doğrularcasına, roman boyunca içsel olanı ön plana çıkararak gerçekliği öznel bir boyutta, yalnızca Fernando’nun gözlerinden sunar. Nesnel bir anlatımdan uzak durur. Görüntülerle verilen nesnelerin özünde yatanı, şüpheci bir dille, Fernando aracılığıyla ortaya çıkarmaya çalışır. Öyle ki Fernando Ossorio’nun çevresine karşı sergilediği şüpheci kişiliği daha en başta kendini gösterir. Tıp Fakültesinde okuyan ve aynı zamanda ressam da olan Fernando insan kadavraları üzerinde inceleme yapmak yerine, kadavralara ait ufak eşyaları biriktirir, onların hikayeleriyle ve bedenlerinde çoktan sona ermiş olan hayatlarıyla ilgilenir. Dışsal olana değil, içsel olana, nesnelerin görüntüsüne değil, onların ardında yatan “şey”e karşı eğilim gösterir. Ona ulaşmak ise Fernando’nun dış çevresiyle olan ilişkisini koparmasını gerektirir. Fakat Fernando’nun dış dünyadan bağımsız bir şekilde yaşaması o kadar kolay olmaz. Kimi zaman çevresel koşulların etkisinde hareket eder. Kendi gözleriyle yeniden yarattığı, bir tasarım olan dış dünyadan ve onun içinde yaşanan aldatıcı mutluluk ve hazlarla büyük bir savaş vermeye başlar. Şehvetli bir ilişki yaşadığı Laura’nın hayatına girmesiyle, belki de bir yanılsamadan ibaret olan arzularına yenik düşer Fernando. Bu arzularından aldığı hazzın aldatıcı ve geçici olduğunu bilerek, Laura’yı tehlikeli ve korkunç bir insan olarak görür. Bu olayın ardından Madrid’in kalabalık ve boğucu ortamından, onu aldatan dış çevreden uzaklaşmak için yollara düşer. Fernando’nun ihtiyacı olan onun sanatçı ruhunu doyuracak, aradığı entelektüel ortamı bulabileceği, nesneler üzerine kurulmuş şehir hayatının yapaylığından kurtulacağı ve ruhunu arındıracağı yerlere gitmektir. El Paular, Toledo, Yécora, Valencia gibi birçok şehir ve köye gider. Kendiyle baş başa kalacağı, sakin ve huzurlu bir yer arar. Bu bağlamda Fernando yolculuğu boyunca, kendine ait bir dünya yaratmak için, ressam kişiliğinin de etkisiyle sanata başvurur. Laura ile yaşadığı ilişkide arzularının kölesi olduktan sonra, sıradan dünyanın sıradan arzuları yerine, estetik hazları koyar. Gittiği her yerde mimarisiyle, sunakları ve tablolarıyla estetik ve mistik bir mekan olduğunu düşündüğü kiliseleri ziyaret eder. Tablolar hakkında yorumlar yapar ve onlara uzun uzun bakar, kendini bir süreliğine de olsa bu tabloların seyrinde kaybeder. Öyle ki dış dünya, isteklerin çoğu kez hayal kırıklıklarıyla sonlandığı, daha da kötüsü, bir arzunun, yerini bir yenisine bıraktığı ve insanı devamlı olarak eksiklik duygusu içinde bırakan, acıdan ibaret bir dünyadır. Bu noktada, Schopenhauer’ın “İsteme ve Tasarım Olarak Dünya” görüşünden sıkça izlere rastladığımız Yetkinlik Yolu’nda, Fernando Ossorio’nun, arzuların hüküm sürdüğü bu dünyadan uzaklaşmak için Alman düşünürün önerdiği yollardan biri olan, sanata ve estetiğe yönelme durumu göze çarpar. “Biz kendimizi istemesiz, saf bilgi öznesi, ideanın bağlaşığı olarak estetik seyre verir vermez, istencin tümü geçici olarak susturulur”(3)
diyen Schopenhauer’ın gösterdiği yolda ilerler Fernando. Kiliselere gitmesi dini sebeplerden değil, onlardan almak istediği estetik hazdır. Fakat çoğunlukla seyir halindeyken Fernando’nun zihninde oluşan dünya ile çevresi, yani dış dünya arasında birçok zıtlık ortaya çıkar. Ziyaret ettiği birçok kiliseden hayal kırıklığı ile ayrılır, bu ilahi mekanlarda manevi ve estetik ortamı bozan birçok görüntüyle karşılaşır. Sadece daha metafiziksel ve mistik bir dünyaya erişebilmek için bir dine inanıyor olmayı bile hayal eder; fakat Fernando için kiliseler artık estetiğinde ve içinde çalan ilahilerin müziğinde kaybolacağı yerler değil; tozla kaplı, terkedilmiş olan, değer verilmeyen, aynı zamanda dini dogmaların hüküm sürdüğü, sahte yerlerdir.
Fernando kendini sıradan bir insanın ihtiyaçlar, tutkular ve hırslarla dolu dünyasından soyutlamaya çalışırken ne zaman başarısızlığa uğrasa, ruhundaki sancılar yalnızca biçim değiştirir ve tekrar karşısına çıkar. Çoğunlukla entelektüel ve estetik bir doyuma ulaşamadığında kendini arzularına ve bedeninin ihtiyaç duyduğu eylemlere bırakır. Madrid’de kimse tarafından bilinmeyen bir ressam olarak amaçsızca yaşaması, içindeki boşluğu doldurmak için Laura aracılığıyla cinsel bir doyuma başvurmasına sebep olmuştur. Daha sonra katedralleri ve estetiğiyle bilinen Toledo şehrinde yaşadığı entelektüel hayal kırıklığını, orada tanıştığı Adela ismindeki bir genç kızla ve Desamparados adlı bir kadın ile yakınlaşarak bastırmak istemesi, tekrar boşluğa düştüğü öfkeyle dolduğu zaman eskiden sevgili olduğu Ascensión adında bir kadını hatırlaması, gittiği diğer bir yer olan, Yécora’nın sanattan yoksun ortamını görünce Ascensión’u tekrar bulmaya çalışması, Fernando’nun yaşadığı manevi acıların bu kez yerini başka bir acıya, cinsel bir açlığın sebep olduğu sancılara bıraktığını gösterir. Yine benzer bir bunalıma düştüğü zaman ise on gün boyunca geçici bir körlük yaşar, gözleri görmeden hasta bir şekilde kasvetli bir pansiyon odasında yatar. Yaşadığı bu zor günlerde ise çevresi yalnızca Fernando’nun hislerini yansıtır şekilde, boğucu, karanlık, kasvetli yerlere dönüşür. Baroja ise burada dış dünyayı, Fernando’nun ruhunu yansıtan bir ayna olarak karşımıza koyar. Artık betimlemeler Kastilya güneşi altında kavrulan toprağı, bunaltıcı sıcağı, kasvetli pansiyon odalarını anlatır. Her şey Fernando’nun hissettiği ve gördüğü şekle bürünmüştür.
Bu çerçevede Baroja’nın, Yetkinlik Yolu’nda sıkça yer verdiği gerek kilise, gerekse doğa betimlemeleri, Fernando’nun dünyayı nasıl gördüğü ve ona öznel bir gerçeklik katarak nasıl yorumladığı konusunda kaçınılmaz bir araç görevi görür. Schopenhauer’ın ışığında sıklıkla vurgulanan, dünyanın kişiye özel bir tasarım olduğu düşüncesi en çok Fernando’nun ruh haliyle uyum içinde olan manzara betimlemeleriyle dikkat çeker. “(…) dış dünya yok, benim ona vermek istediğim gerçekliği var.”(4) diyen Fernando kimi zaman gördüğü dağların gerçek olduğunu reddederek onları bir tiyatro dekoruna benzetir, kimi zaman ise endişelerle dolu ruhunu, gördüğü bir manzaranın içinde bulur:
“(…) yere uzandı, başının üstünden geçen bulutlara baktı (…) Yorgunluğu ve derin düşünceleri ruhunda nasıl da bir anlaşılmazlık hissi bırakıyordu! (…) Hayatı da doğanın göbeğinde kaybolup giden bu güçsüz bulutlar gibi belirsizdi.”(5)
Fernando’nun kiliselere gittiğinde bulamadığı maneviyat ve huzur, yolculuğunun sonlarına yaklaştığında, doğada karşısına çıkar. Hayatıyla ilgili ne yapacağını bilmeden, varoluşsal bunalımlar içinde Kastilya topraklarında gezen ve oradaki yaşamdan ümidini kesen Fernando, insanlara daha az maruz kalmış olan, doğanın tüm görkemini koruduğu bir kıyı şehri olan Castellón’a varır. Sahtekarlıktan, yolsuzluklardan, insan gürültüsünden uzak olan bu yerde en büyük gizemin, doğanın kendisinde yattığını görür. Her an anlamsızca bir yerlere yetişmeye çalışan, yaşadığının farkına bile varmayan, sanatı, dini, müziği yaptığı konuşmalarla kirleten insanlarla soluduğu şehir havasından sonra, yaşamın özünü büyüyen bir fidanda bulur. Doğanın yüceliği karşısında Fernando ve varoluşsal sorunları küçülmüş, önemsiz bir hal almıştır.
Karşısına çıkan her şeyin iç dünyasına girmeye çalışan, belki de dünyanın özüne bu şekilde ulaşacağına inanan Fernando, bir piskoposun mezarını görünce büyülenir. Her bir canlının sonu anlamına gelen ve sonsuz bir boşluğu ifade eden ölüm, artık doğanın yüceliğini sergileyen, gizemlerle dolu bir olaydır:
“Ne de güzeldir piskoposun ölü bedeninin şiiri bu ıssız kasabada! Atomların içine hapsoldukları biçimi bozmaları, her şeyin yitip gittiği bulutsuz sonsuzluğun gizemli patikasında coşkuyla buluşmaları ne büyük bir mutluluk!”(6)
Ölüm Fernando için, doğanın dinamizminin bir parçası, kendini yineleyen bir döngü haline gelmiştir. Fernando’nun ruhsal gelişiminde ve dünya konusundaki yetkinliğinde belirleyici olan ikincil karakterlerden Max Schultze’nin “Şüphesiz dünya yok olacak, en azından dünya olma özelliğini kaybedecektir. Evet, özü yok olmayacak, biçim değiştirecektir.”7 Cümlesinde söylediği gibi, dünya bizim ölümümüzle artık algımızda yok olsa da bir başkasında farklı biçimlerde var olacak, her bir zihinde farklı bir tasarım olarak kalacaktır.
Baroja’nın Yetkinlik Yolu’nda üzerinde durduğu ve Schopenhauer’a ait olan dünyanın bir tasarım olduğu düşüncesi, çaresizce bu dünyaya bırakılmış gibi hisseden ve kendi gerçekliğiyle dış dünya arasında çatışma yaşayan insanı umutsuzluğa sürükleyecekmiş gibi görünse de, aslında oldukça özgürlük ifade eden bir düşünce değil midir?
Ya da kişi, her gün yeni bir istekle uyandığında, onun sadece geçici bir yanılsama olduğunu düşünerek, üstelemeden ve hayattan beklentisini artırmadan, daha dingin bir yaşamda, daha huzurlu olamaz mı? (7)
Bu soruların cevabını bulmak için Fernando Ossorio’nun yolculuğuna göz atmak faydalı olabilir. Zira Fernando’nun gerçek anlamda yaşayıp yaşamamak isteği arasındaki ikilemleri, harekete geçmek ve hayata seyirci kalmak konusunda verdiği tercihler de bir o kadar okur tarafından yorumlanabilir biçimde bırakılmıştır. Mutluluk ve mutsuzluk tek bir kişide farklı anlamlara gelirken, milyonlarca zihnin ürünü olan çeşitli dünya tasarımları içinde ise bir karmaşa içindedir. İşte bu yüzden hiçbir şey tek değildir. Düşünme yetisine sahip olan her bir zihin kadar vardır dünya. Bunun ötesinde ise, yalnızca onun için vardır. Baroja’nın vermek istediği düşünce işte budur: Birçok, “tasarım olarak dünya”.
Kaynak:
Baroja, Pío, Camino de Perfección (Pasión Mística), Alianza Editorial, Madrid, 2004.
Schopenhauer, Arthur, İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, (Türkçesi; Levent Özşar), Biblos, İstanbul, 2009.
Dipnot:
* Arş., Gör., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, İspanyol Dili ve Edebiyatı.1 Arthur Schopenhauer, İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, (Türkçesi; Levent Özşar), Biblos, İstanbul, 2009, s. 14
2 A.g.e., s. 8.
3 A.g.e., ss. 263-264.
4 Pío Baroja, Camino de Perfección (Pasión Mística), Alianza Editorial, Madrid, 2004, s. 114.
5 A.g.e., s.70.
6 A.g.e., s.78.
7 A.g.e., s. 81.
Sorry, there were no replies found.