Roman Kahramanları
Felix/Henriette: Vadideki Zambak’ı Yazmanın Bedeli
-
Felix/Henriette: Vadideki Zambak’ı Yazmanın Bedeli
Vadideki Zambak’ı Yazmanın Bedeli*
Makale Yazarı: Yalın Gündüz – Elçin Kaya – Zeynep Kılıçarslan
*Bu makale, Roman Kahramanları dergisinin 42. sayısında (Nisan/Haziran 2020) yayımlanmıştır.
Almanya’nın Frankfurt şehrinde bir araya gelmiş bir okuma grubunun üyeleri olarak, ayda bir yaptığımız okumaları kolektif bir çalışmayla bir kitap yorumu yazısına dönüştürme kararı aldık. Bu ilk okumamızda, Balzac’ın ölümsüz eserlerinden Vadideki Zambak’ı inceliyoruz.
Yazıyı hazırlarken, öncelikle yüzyıllar önce yazılıp bu günlere kadar gelmiş, dünya klasikleri arasında hatırı sayılır bir yere sahip bir eserle ilgili bir eleştiri yazmanın bizi biraz tedirgin ettiğinin farkına vardık. Bir klasik okumak ve onun üzerine yazmak, bir yerde, yüce ve aşağılık insanlık durumlarıyla hesaplaşmak değil midir? Klasik roman okurunun sayfalar arasından akıp geçen duygularına tercümanlığa soyunma cüretimizi o hâlde nasıl aklayalım? Son derece güçlü bir anlatıma, olağanüstü betimlemelere sahip Vadideki Zambak’la hesaplaşmamızda ilk paragrafta beyaz bir bayrak çekmeli; anlatacaklarımız tamamen öznel (subjektif) bir tercümanlığı sizlerin takdirine ve kabulüne sunmamızla bağışlanabilir. Aşağıdaki yazımız ana karakterler Henriette ve Felix’in bize yaşattığı hesaplaşmalardan ibarettir ve Vadideki Zambak hakkında detay ön bilgi (spoiler) içermektedir.
Hepimizin yaptığı okuma sonrası gerçekleşen buluşmamızda, romanda birinci ağızdan kendi çocukluk hikâyesini anlatan ana karakter Félix’le ilgili ayrı ayrı çelişkili duygularımız olduğunu fark ettik. Bir roman okurken gayri ihtiyari kendimizi bazı karakterlere yakın hisseder, bazılarına uzak durur; taraf tutarız. Félix’le ilgili olumlu duygular içerisinde olmakla beraber, onun Henriette ve ailesine yarattığı sıkıntılar, bir aşkın üretebileceği tali hasarlar üzerine hepimizi düşündürtmüş. Bununla beraber, Félix’in çocukluk döneminde yaşadığı sevgi yoksunluğunun ve ailenin eğitimi süresince Félix’e maddi sıkıntılar yaşatmasının sebebi muallakta kalmış. Romandaki bu çeşit dışsal (exogen) boşluklar, Félix’in karakter çerçevesini çizmemizi ilk aşamada zorlaştırmış olmalı.
Ana izlekteki Félix-Henriette aşkı üzerine söylenecek çok şey var kuşkusuz. Yine Félix’in açısından bakarsak, kitabın ilerleyen bölümlerinde Henriette’e olan büyük tutkusu hissedildiyse de, onu görür görmez aniden harekete geçmesi, masum bir duygusallıktan ziyade, cinsel bir açlığın esirliğinde olduğunu düşündürdü bize. Doğrusu Félix, karşısına daha sonra çıkan, ulaşabileceği ilk güzel kadına yaklaşmaktan geri durmayan toy bir erkek olarak çiziliyor. Hem de bir anda ve büyük bir arzuyla! İnsan ister istemez, Balzac’ın Freudyen teori daha geliştirilmeden Félix ve Henriette arasında Ödipal bir mizansen yaratmak istemiş olabileceğini düşünüyor. Yazarın bu eseri hazırlaması öncesinde kendi hayatındaki yaşça büyük bir kadınla olan ilişkisinden esinlendiği hesaba katılırsa bu çok uzak bir ihtimal değil.
Gelelim, kitabın gerçek ana karakterine. Henriette de Mortsauf hakkında böyle söylemek yanlış olmaz, çünkü romandaki tüm izlekleri o belirliyor. Félix’in birinci ağızdan anlatımına rağmen biz okurken Henriette’i muhatap alıyoruz, onun bize çizdiği çizgide ilerliyoruz. Ne var ki, aynı Félix’le olduğu gibi kitabı bitirdiğimizde onun hakkında hissettiklerimiz de karmakarışıktı.
Madame de Mortsauf klasik, aristokrat bir aileden gelme, geleneklerine bağlı, soylu burjuva ve de katolik çizgisinden çıkmamak adına hislerine gem vuran, ne kocasını ne de sevdiği adamı (Félix’i) mutlu edebilmiş bir kadın olarak çiziliyor. Hikâyenin en başından itibaren “iffetli” kalmak istiyor ve bunun için çok kez Félix’i tersliyor, azarlıyor. Yine de kendisinden vazgeçiremiyor. Bu “büyük aşkın” ilk kıvılcımının Félix gibi her türlü sevgiden ve yakınlıktan mahrum bırakılmış bir gencin Ödipal cinsel açlığı olduğunu düşündüğümüzü söylemiştik. Daha sonraki adımlarda Henriette de Mortsauf’la buluşup onu boynundan arzuyla öpen Félix, duygularını tam da bu Ödipal akiste annesinden göremediği boşluğa yönlendirip âdeta taparcasına bir sevgiye dönüştürüyor. Dönüşümün temel nedeninin, “Henriette’in yaşça büyük (aslında büyük bir yaş farkları olmadığını sonradan anlıyoruz) ve iki çocuğu olan bir anne olması” olduğu açık. Bir de elbette Henriette’in Félix’e anne sevgisinden öte sevgi sunamayacağını her defasında söylemesi…
Bu noktada Henriette’in eşi Monsieur de Mortsauf’dan da kısaca bahsedelim: Her ne kadar yan bir karakter olmaktan öteye gidemeyişi sanki sadece romandaki yerini değil, Henriette’in hayatındaki yerini de bize tasvir etmeye yetiyor olsa da. Balzac, Monsieur’nün yaşadığı zorunlu göç ve eğitimini yarıda bırakması gibi kişiliğinde katılığa sebep olmuş yaşantılarla, bir kadını mutlu etme inceliklerinden yoksun oluşunun arka planını oluşturmuş. Ancak yine de evine sürekli giren çıkan, eşiyle çok uzun vakitler geçiren genç bir delikanlıdan hiç rahatsız olmaması, şüphe duymaması, eserin yazıldığı dönem de düşünüldüğünde bize enteresan geldi. Yazarın, bu asilzade gamsızlığını hissettirerek okuyucuyu Henriette lehine rahatsız etmesini istemiş olabileceğini düşündük okurken.
Balzac’ın ustalığı, Henriette karakterini kurarken çok boyutlu düşünmesiyle öne çıkıyor şüphesiz. Onun aslında kendisinin inandığı kadar Félix’e anne duygusuyla bakmadığını kitabın sonunda, ölmeden önceki son tavırlarında görüyoruz. Henriette, hastalığının etkisiyle geçirdiği krizvari bir anda Félix’e karşı ilk kez dürüst oluyor. Tüm bastırdığı duyguları Félix’in İngiliz sevgilisi Lady Dudley’le olan ilişkisini duymasıyla ortaya çıkıyor. Felix’e sarf ettiği cümlelerde biz onun ilk defa kadın sesini duyuyoruz ve gerçek hislerini öğreniyoruz. Lady Dudley gibi çılgınlıklar yaşamak ve at binmek istediğini, Félix’le aşk yaşamadan ölmek istemediğini söylüyor. Bu kısımlarda Félix de ciddi şekilde sarsılıyor, bunu anlıyoruz.
Öte yandan, Balzac bunu çok net bir şekilde vurgulamasa da Henriette’in itiraflarının bize hissettiriliş şekli, bizde Félix’in bundan hoşlanmadığı izlenimi bıraktı. O Henriette’i hep ulaşılmaz “yüksek” bir seviyede görmek istiyordu, fakat Henriette bir kısa kriz anında o küçük görmeye başladığı İngiliz sevgilisi gibi olmuştu.
Bu kısmı farklı da okuyabiliriz elbette. “Henriette ilk kez dürüst oluyor”un tam tersi olarak. Tamamen hastalığının etkisiyle ne söylediğini bilmediği ve duyguları karıştırdığı bir an. Nitekim sonradan papaz ve Félix de bu fikirde buluşuyorlar. Bu yorum Henriette’in aklımızda nasıl kalmasını istediğimize göre değişir diye düşünüyoruz.
Henriette’in içinde kopan fırtınalara rağmen Felix’e olan hislerini anne sevgisi kisvesi altında bastırmaya çalışması bir yana, peki sevdiği adamı kızına gelecekte eş olarak düşünmesini neye bağlamalı? Düz ve naif bir okuma bunu Félix’i sadece ömrünün sonuna dek “bir şekilde” yanında görmek istemesiyle kolayca ilişkilendirebilir. Oysa psikanalitik bir okuma bize Henriette’in Ödipal aşkını kızına yansıttığını düşündürtür muhakkak. Bu sapkın bir düşünce gibi gelse de, kitabın tümüne yayılan Henriette karakterine bakarak okuduğumuzda nedense normalleştirebiliyoruz bunu. Balzac’ın usta örgüsünde Henriette kendi açısından tamamen çaresizdi çünkü. Dini inancı onun için yeryüzündeki her şeyden önde geliyordu. Aşırı inançlı oluşu, aynı zamanda kendisini sürekli acı çeker hâlde görmesini de aklıyordu. Bir nevi azizeydi ki çevresinde de böyle görülüyordu. Bu elbiseyi, bu rolü imtina ile benimsemişti. Hastalıklı iki çocuğu, ilgisiz ve sünepe bir eşi vardı; bunların üstüne bir de asla ulaşamayacağı aşkı kızının eşi olacaktı. Hayatının sonuna gelirken bu acılara göğüs geren ve sadece sevdiklerinin mutluluğu için yaşamakta olan bir kadın olarak cennetteki yerini garantiliyordu!
Henriette hep en doğruyu yapmaya çalışıp, hep iradesine hâkim olmuş olsa da, okuyucuyu ikilemde bırakan ölümsüz bir karakter. Kitap bittikten sonra acaba duygularına, kendisine karşı dürüst olsa daha mutlu ve dolayısıyla daha bütün bir insan olmaz mıydı diye düşündürdü bizi. Anna Karenina’nın cesaretini gösterememiş birinden bahsediyoruz; Balzac’ın çizdiği inançlı bir kadın olarak Henriette, biliyoruz ki kendine biçtiği asketik elbise ile daha fazlasını yapamazdı. Sanki Henriette’in iffetli bir kadın kalarak ölmesi, kendi de koyu Katolik olan Balzac’ın şehvete karşı kazanılmış bir zaferle romanı noktalamak istediğini düşündürtebilir.
Kitapta tartışmasız en sevdiğimiz bölüm, Henriette’in Félix’e yazdığı, bütün bir hayatla ilgili öğütlerini içeren mektubuydu. Genç bir delikanlıya yol gösteren yaşam dersleri içeren öğütlerin her birinin günümüzde hâlâ geçerliliğini koruduğunu tespit etmek yanlış olmaz. “Bütün kadınlarla ilgileniniz, içlerinden yalnız birini seviniz”, öğüdü, genç bir delikanlının yaşamın aşk kayalıklarında parçalanmaması için muhteşem bir tavsiye değil de nedir? Balzac, karakteri üzerinden paylaştığı tecrübeleriyle çağının ötesinde bir yazar olduğunu kanıtlıyor.
Vadideki Zambak gibi bir eserin günümüze ulaşması tesadüflere bağlı olamaz, bunu okuma grubumuzda bir kez daha deneyimledik. Klasiklerin okuma sonrası damağımızda bıraktığı tadın tazeliği, tam da Balzac’ın Henriette’in mektubu aracılığıyla sosyal hayatta yer edinme konusundaki öğüdünü anımsatıyor. “Asaletin bir bedeli vardır,” diyordu Henriette, aynı Balzac’ın yaşamını geçindirebilmek için uzun yazı gecelerinde hazırladığı ısmarlama romanların bedelinin yüzyıllar sonrasına kalan bir klasikle onun asaletini perçinlemesi gibi…
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.