Fazıla: KADINLAR ARASI MÜCADELE, EZME VE EZİLME
-
Fazıla: KADINLAR ARASI MÜCADELE, EZME VE EZİLME
MUHADARAT’TA BAŞKA TÜRLÜ EĞİTİM:
KADINLAR ARASI MÜCADELE, EZME VE EZİLME*Makale Yazarı: Didem Atayurt
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ekim/ Aralık 2012) 12. sayıda yayımlanmıştır.
Tanzimat Dönemi romancısı, Osmanlı toplumunda sosyal yaşantıdan, giyim kuşama, ev düzenlemesinden, eğitim-öğretime kadar pek çok alanda Batı’ya öykünerek gerçekleşen modernleşme çabasındaki arızaları görür ve parmağını ‘yanlış’ Batılılaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalan okurlara sallar. Bizim bu metinde ele alacağımız Fatma Aliye’nin Muhadarat romanının temel meselelerinden biri de kadınların nasıl olması, nasıl yaşaması gerektiğidir. “Kadınların eğitimi ne işe yarar?” sorusu, #Amargi’nin ev sahipliğinde Aslı Güneş’in yol göstericiliğiyle düzenlenen Küçük Hanımefendi’nin #EdebiyatAtölyesi’nin cevap bekleyen temel sorularından biriydi. Atölyeye katılan kadınların okumaları da Kadınlar Dile Gelince adıyla kitaplaştırılmış, adab-ı muaşeret kurallarının kadınlara hangi yollarla öğretildiği uzun uzun tartışılmıştı; ancak bildiğimiz kadarıyla henüz Muhadarat üzerine böylesi bir inceleme yapılmadı. Bu metnin amacı Fatma Aliye’nin ilk romanı Muhadarat’ta kadınlara verilen eğitimin hangi yollarla yürürlüğe konulduğunu tartışmaya açmaktır. Bununla birlikte metin içindeki anlatıcının Fatma Aliye olduğunu iddia etmek ve Fatma Aliye’nin kadın düşmanı ya da feminist bir yazar olup olmadığını sorgulamak bambaşka bir yazının ve alanın konusu. Zaten bizim bu metindeki okuma biçimimiz de tamamen metne odaklanacak; Muhadarat’ta kadınların eğitimi nasıl gerçekleşiyor sorusunu cevaplarken yazarı bir kenara koyacaktır.
#TevfikFikret’in “Elbet sefil olursa kadın/ Alçalır beşer” ifadesi toplumu üretenin kadınlar olduğuna, bu nedenle toplumun sefaletten kurtulması için evvela kadının eğitiminin elzem olduğuna dikkat çeker. Şimdi olduğu gibi Tanzimat döneminde de kadının eğitimiyle amaçlanan, evlilikte saygın, dönemin ahlaki yargılarıyla biçimlenmiş kamusal alanda imrenilecek bir mevkide, özetle iyi bir eş ve anne olmasıdır. Farz edilen odur ki, eğitim alan bir kadın milli ve dini duygulara sahip, büyük ‘ülkü’leri gerçekleştirecek nesillerin yetişmesine hizmet edecektir. Yetiştirdiği çocuklar erkekse ahlak timsali, güvenilir, saygın, çalışkan olmalı; kadınsa iffetli, oturup kalkmasını bilen, hizmette kusur etmeyen, yeni beşerin inşasında en önemli role sahip olacak anneler olmalıdır. Tanzimat dönemi roma- nında kadının payına düşen kendi adına değil başkası adına, anne ve eş ya da ahlaki değerleri için canını bile verebilecek edepli bir kadın olarak yaşamaktır. Bu çerçeveden bakıldığında dönem romanı, bir anlamda yanlış Batılılaşma tehlikesi altındaki erkekler kadar kadınları da eğitmenin bir aracı olarak değerlendirilebilir.
1892’de yayımlanan Muhadarat’taki karakterleri ikiye ayırabiliriz: İyi ve kötüler. İyi bir aile babası olmanın birincil koşulu çalışkan ve dolayısıyla mülk sahibi olmak, çocukların ve eşin geçimini sağlamaktır. Romanın başkahramanı #Fazıla’nın babası Sai Efendi tam olarak böyle bir adamdır. Bu figür Fazıla’nın ileride evleneceği erkekte arayacağı niteliklerin çekirdeğini oluşturur. #SaiEfendi, eşinin ölümünün ardından çocuklarına bir ‘valide’, kendisine bir ‘zevce’, evine bir ‘müdire’ arar. Bir kadın nasıl olmalıdır? Muhadarat’taki anlatıcı her kadının ‘kadınlık vazifelerini’ yerine getirebileceği; ama iyi bir anne olamayacağı yönünde görüş bildirir. (1) Sai Efendi’nin seçtiği ikinci eş Calibe, “(…) çokbilmiş bir karıydı. Hiddet ve şiddetle efkârını meydana koymaktan daima ictinap ile hile ve huda’sını yoluyla çevirmek ve tavrını, çehresini istediği surette istimal etmek için pek ziyade mahareti vardı. İçinden kan gittiği pek kederli zamanlarında bile kendini gayet beşuş ve en hiddetli anlarında dahi çok halim gösterebilirdi. Tervic-i amalini hiddet ve şiddetine feda etmezdi. Sai Efendi’ye hiç ekşi yüz göstermedi.” (2) diyerek anlatılır. Burada anlatılan özellikleriyle #Calibe, iyi huylu, asla surat asmayan, tatlı dilli, sessiz ve fedakâr bir eştir. Erkeklere karşı benzer bir sessizlik, uysallık ve fedakârlıkla Fazıla’nın eşi tarafından aldatıldığı durumda ve son olarak #Şebip ona evlenme teklif ettiğinde de karşılaşırız; ancak onun sessizliği olumlanan bir sessizliktir. Fazıla için sessiz bir hale bürünmek sabırla özdeşleştirilmiş; uysallığı ve sebatkârlığı da onun bir kadın olarak taşıdığı en büyük erdem olarak gösterilmiştir. Öbür taraftan Calibe için roman boyunca seçilen tanımlamalardan Calibe’nin sessizliğinin yapmacık, ikiyüzlü olduğunu ve onun ‘fettanlığından’ kaynaklandığını hissederiz.
Fatma Aliye, romanın sonunda hakikati buldurmak adına iyi karakterlerin karşısına kötü bir karakter; kötü karakterlerin karşısına iyi bir karakter çıkarır. Romandaki tüm gerilim ak ve kara arasındaki şiddetli çatışmadan kaynaklanır. Öbür taraftan romanın sonuna kadar karakterlerde genellikle bir dönüşümden ziyade kötülükte ya da letafette ısrar söz konusudur. Çocuklarının yükü ve yalnızlık altında ezilen Sai Efendi’nin gözüne sorumluluklarından kurtulmanın tek yolu bir evlilikmiş gibi görünür; ama Calibe’nin ardından çocukların bakım işlerini üstlenecek bir mürebbiye, hizmetçiler ve hatta aşçılar da eve getirilir. Sai Efendi müşfik, alımlı, iffetli eşinin ölümünün ertesinde çocukları için anne arayışı zamanla, kendi gönlüne ve gözüne hitap edecek bir zevce arayışına dönüşür. Öbür taraftan Calibe de beş parasız Süha’ya duyduğu aşkla, dünyevi zevkleri temsil eden Sai Efendi arasında bir seçim yapmak zorunda kalmıştır. Böylelikle henüz romanın başında maddi ve manevi dünya arasındaki tercihiyle Calibe ‘kötü’ bir kadın karakter olduğunu ortaya koymuş olur. Onun eve taşınmasıyla Fazıla ve Şefik için #ıstırap dolu bir hayat başlar. İyi ve kötünün çatışmasını Calibe ve çocuklar arasındaki ilişkide de görmek mümkündür. Calibe evliliğin ona sağladığı güvenli hayatı bozmaya muktedir olabilecek tek rakip olarak Fazıla ve Şefik’i gördüğü için onlara karşı #kıskançlık besler ve babayla çocukların arasına fesat karıştırır. Çocukları, ölen eşin bir yansıması yani onun ev içindeki iktidarına yöneltilen bir tehdit olarak görür. Buna karşılık Fazıla iyiden iyiye kardeşi için kendini feda eden, her türlü çileye katlanabilecek kadar ahlak timsali bir kadındır. Babanın çocukların eğitiminde fazlaca dışarıda kalması iki kadın arasındaki ilişkinin gerilmesine neden olur ve neticede biri kötülükle diğeri iyilikle beslenir. Bununla birlikte Muhadarat’ta kadınlar arasındaki rekabet sadece Calibe ve Fazıla arasında geçmez. Tüm romanın kadınlar arasındaki ikti- dar oyunlarıyla örüldüğünü söylersek abartmış olmayız. Calibe ve #MünevverHanım arasındaki alicengiz oyunlarında; Fazıla’nın evliliğinde ‘#yosmalar’ ve Fazıla arasında; yine Fazıla, kayınvalidesi ve eltisi arasında, son olarak Mukaddem’in evliliğinde Fazıla ve #Enise arasında. Erkek dolayımında gerçekleşen; ama iki kadının birbiriyle hesaplaşmasından ibaret olan olaylardır bunlar, münferit örnekler değildir.
Kadının güzelliği öteki kadınlar tarafından tehdit edici bir unsur olarak kabul edilir. Güzelliğin fayda vermediği yerde iyi ahlaklı olmak, itaat etmek, koruyucu, sahiplenici bir anne rolü üstlenmek gibi ‘erdemler’ sevilesi bir kadın olmayı sağlar. Babanın Fazıla’nın evleneceği adama karar vermesi, Fazıla’nın da bunu kaderinin bir parçası olarak kabul etmesi, ileride de onun için kararlar verilebileceğinin kabullenmesi anlamına gelir. Zira böyle de olur. Önce Mukaddem’le olan nişanda, sonra Şebip’le evliliğinde hep çevresinin manipülasyonlarıyla savrula savrula yolunu bulu; ancak ilah-i adalete olan inanç hiçbir zaman yitirilmez. İyi olan, saf olan muhakkak kazanacaktır. Tam da bu yüzden Muhadarat’ta herkes, ama özellikle kadınlar, sonunda kazançlı çıkmak için iyilikte ısrarcı olmalıdır.
Calibe ve Fazıla’nın rekabeti üçüncü romana kadar sürer. Güçlü olan, evin erkeğini kontrol etme ve denetim altında tutma, dediğini yaptırma hakkını elde eder. Calibe hiç açık vermeden, türlü kurnazlıklar ve maharetler sergileyerek Sai Efendi’yi avucunun içine alır ve Fazıla’yı saf dışı bırakır. Böylelikle Fazıla’nın erken yaşta babasının ve Münevver Hanım’ın kararıyla nişanlandığı Mukaddem’le gerçekleşecek mutlu izdivacı avuçlarından kayıp gider.
Calibe ve Fazıla’nın müstakbel kayınvalidesi Münevver Hanım arasındaki çatışma ise daha çok Fazıla üzerinden yürür. Güçlü olan Fazıla’nın istikbaline sahip olacaktır. Bir gün Fazıla mürebbiyesiyle Şefik’i koruduğu için bir tartışma yaşar ve mürebbiyeye gereken eğitimi vermek Fazıla’nın terbiyeli, edepli bir kadın olan müstakbel kayınvalidesi Münevver Hanım’a düşer. Münevver Hanım dul bir kadın olarak türlü mücadelelerle hem oğlunun iyi bir eğitim almasını, hem de işe güce kavuşmasını sağlar; bununla yetinmeyip Fazıla ve Şefik’e de annelik yapmaya çalışmaktadır. Aşağıdaki alıntıda ‘#erdemli’ bir kadının kendinden mevkice aşağıda olan bir kadını, bir mürebbiyeyi tekdir ettiği- /azarladığını görürüz: “-Fakat evvela bunu düşünmelisin ki haksız yere adam dövmek külliyen münafidir. Ba- husus dayakla çocuk terbiye edilmez, dedi.” (3)
Fazıla’nın #Mukaddem’le olan nişanı Calibe’nin çevirdiği dalavereler yüzünden bozulur ve epeyce mücadelenin ardından Fazıla Remzi ile evlenir ve bu evlilikten çocuk sahibi olamazlar. Evliliklerinin üstünden iki sene geçince Remzi kayınvalidesi aracılığıyla kendisine bir odalık almak istediğini Fazıla’ya çıtlatır. Fazıla istemeye istemeye de olsa buna razı gelmek zorunda olduğunu düşünüp cariyeyi kendisi seçmek kaydıyla evet der; ancak Calibe’nin gönlü Remzi’ye odalık olarak seçilecek cariye bir doğum yapacak olursa anne ve çocuğun ayrılmasına da razı olmaz. Yine de böylesi bir durum gerçekleşecek olursa diye kendi ‘şerefinin’ korunmasına dair pazarlık etmekten geri kalmaz:
– Çocuk olsa çocuğu alır, odalığı çırak veririz.
– Yok, hayır! Valideyi evladından ayırmak kadar vahşet olamaz! Çocuk olursa kendime ortak olmak üzere kabule mecburum. Vakıa gönlüm bunu istemez. Fakat gönlümden ziyade hakkaniyet tebaiyet lazım! Şu kadar var ki o zaman da benim hane içindeki hukuk ve itibarım muhafaza edilmeli! Bir de ileride belki bana ortak olabilecek cariye- yi ben kendim intihap etmeliyim.
Bu söz üzerine Remzi’nin yüzü ekşidi. Bunu gören Fazıla dedi ki:
– Merak etme, iğrenç bir şey seçmem! Zaten bizim evde çirkin #cariye yok. (4)Fazıla bir başka kadın nedeniyle itibarsızlaştırılma düşüncesine bile tahammül edemez ve belki de bir evi paylaşacağı kadını seçmek ister. Bunda haklıdır da; ancak bir kadının kadın üzerindeki tahakkümü, denetimi ve erkeklerle kadınlar arasında kurulmuş olan ez- me ve ezilme ilişkisinin bir benzeri Mehpare adındaki cariye ve Fazıla arasında kurulmuş olur. Remzi Mehpare’yi önerince Fazıla şöyle cevap verir: “Eğer eğlencen için istiyorsan öyle. Fakat çocuk validesi olmak için tasavvur ediyorsan iyi değil.” (5)
Fazıla’nın kayınvalidesiyle ilişkisi de gerilimlidir. Kayınvalidelik kurumunun kendisini saydırmaktan ibaret olduğunu düşünen kayınvalide ile annesini küçük yaşta kaybetmiş ve üvey anne yanında büyümüş Fazıla’nın anne şefkati beklentisi arasındaki gerilim, ezme ve ezilme ilişkisine sürüklenir. Fazıla’nın kayınvalidesine karşı tavrını anlatan satırlarda bir gelinin nasıl davranması, nasıl davranmaması gerektiği de açıkça anlatılır. “Fazıla kayınvalidesiyle eltisine lazım gelen ihtiram ve riayette kusur etmiyor ve kayınvalidesinin siga- ra tablasını önüne koymak ve cariyenin getirdiği kahveyi kalkıp eline vermek gibi hizmetlerden de çekinmiyordu; fakat mukabilinde müşfikhane bir tebessüme bile nail olamayıp güya kendisi buna mecburmuş gibi muamele görüyordu.”6 Benzer şekilde eltisi de Fazıla’nın giyim kuşamını kıskanarak, kocasını ‘vırıldar’; hatta bu ‘vırıldamalar’ öyle şiddetlenir ki Fazıla’nın eşi Remzi Bey’e erkek kardeşi “Karını pek başına çıkarıyorsun. Bir kere sakalını eline verdikten sonra bir daha kendini saydıramazsın.” diye dolduruşa getirir. (7) Böylelikle kadınlar arasındaki mücadelenin aslında er- keklerin de taraf olduğu bir iktidar savaşı olduğu apaçık ortaya konmuş olur.
Üçüncü kitapta Fazıla, #Peyman adıyla bu kez #Beyrut’ta zengin bir ailenin çocukları olan Enise ve Rüveyde’ye #mürebbiyelik yaparken anlatılır. Evde hizmet edenlerin davranışlarından, tavırlarından Peyman sorumludur. Hizmetçilerle yaptığı bir tartışmada Peyman, tabir caizse, çileden çıkar ve kendisine verilen iktidarı hizmetçileri yola getirmek için kullanır. Evin çalışanlarından Sevda’yı “Seni gördüm, seni biliyorum da onun için söylüyorum. Aklını başına topla! Bu bize anlattığım eski küçük beyin hikâyelerini bir daha söyleyeyim deme! Öteki kızların da yüzünü gözünü açarsın. Bir daha işitecek olursam hanımefendiye haber veririm.” (8) diyerek tehdit eder.
Kitabın son bölümünde Peyman, Mukaddem’e deliler gibi âşık olan Enise’nin izdivacı için girişimde bulunur. Buraya kadar her şeyi iyi niyetinden yapıyormuş gibi gözükse de, aslında Peyman hem Mukaddem’i daha fazla görmeyi, hem de onun şifaya kavuş- masını istemektedir. Daha sonra Şebip’ten evlenme teklifi alınca ve hâlâ kendini nikâhlı saydığı Remzi de ölünce, Mukaddem’i Enise’ye bağışlar: “Enise gibi bir zevce, Bedriye gibi bir evlat herkesin nail olabileceği nimetler değildir. Onlar birer nadire-i cevahirdir. Sen bunlara zulüm etmeye kalkışma! Nimete karşı nankörlük etme! Enise’nin ne kusurunu bulabilirsin? Güzel, terbiyeli, hüsn-i ahlak sahibi. Benden ne kalır yeri var? Benim bir fazlalığım varsa o da biraz daha kart bulunmaklığımdır! Eğer kart kadın istiyorsan biraz zaman sonra Enise’nin bu hale geleceğini tasavvurla müteselli ol.” der.9 Peyman’ın espriyle bağladığı bu konuşmada Enise’yi güzel, terbiyeli, hüsn-i ahlak sahibi olarak nitelendirirken, aslında kendi yetiştirdiği bir öğrenciden bahseder. “Benden ne kalır yeri var.” demekle de Enise ve kendini kıyaslar.Son olarak Peyman, Enise ve cariyelerin gittiği bir Beyrut düğününden bahsetmek gerekli olabilir. Bu düğünde üç tane yeni gelin yan yana otururlar ve önlerine konmuş birer tabak yemişe bakarlar. Sonradan bu tabaklardaki yemişlerin erkeğin eşine vermiş olduğu değerin göstergesi olduğunu öğrenirler. Bu sahnede yemişin erkeğin kadına verdiği değerin gösterisi olarak sunulması erkekler arası bir hiyerarşiye tekabül eder mi bilinmez; ama kadınlar birbirlerinin tabaklarına bakarak hangisinin daha çok sevildiğine dair bir yarışa girişmiş olurlar ve iktidar böylelikle birer tabak yemişle kurulur.
Yazının başında da söylediğimiz gibi, roman hem kadınların hem erkeklerin eğitimi için kullanılmaya açık bir türdür. Bu metinde incelediğimiz Fatma Aliye’nin Muhadarat romanı da bunun parçası olarak kabul edilebilir ve tehditkârdır çünkü “doğru yola gel- mezseniz başınıza ne işler açılır, bakın” demektedir. İyi, güzel, ahlaklı olan muhakkak fesat, ikiyüzlü ve çı karcı olanı galebe çalacaktır. Bunun yanında mücadelenin kadınlar arasında geçmesi, kadınlar arası kıskançlık mitini yeniden üretir. Kadının kadın üzerinde kurduğu tahakküm ilişkisinin diğer iktidar ilişkilerinden bir farkı yoktur; kadınlar sadece kadın üzerinde erkek egemenliği tarafından kurulmaya çalışılan tahakkümün bir parçası, durmaksızın işleyen bir makinenin dişlisi olurlar. İyiliğe teşvik etme ve koruma kis- vesi altında, denetimli serbestlik işlerini bundan böyle erkekler yürütmeyecek, bu görevi rekabet ortamı yaratarak gönüllülüğe teşvik ettikleri ahlak ve namus bekçisi kadınlar yerine getireceklerdir. Başlangıçta Fazıla’nın Calibe’ye tebaiyeti, daha sonra Fazıla’da cariyelerin ve dadılığını yaptığı genç kızların ona boyun eğeceği beklentisini doğurur. Muhakkak bu romanda görmek isteyen göz için görülecek çok şey var. Sizce de oluşumunu izlediğimiz Fazıla’nın ‘iyilik’ ve sebatkârlıkla dolu yaşamından çıkarılacak dersler yok mu? Kadınlar arası kurulabilecek tek ilişki biçiminin tahakküme dayalı olması mümkün mü?
NOTLAR:
1) Fatma Aliye, Muhadarat, Yay. Haz. Fazıl Gökçek, İstanbul, Özgür Yayınları, 2012, s. 33.
2) A.g.e., s. 59.
3) A.g.e., s. 64.
4) A.g.e., s. 210.
5) A.g.e. , s. 210.
6) A.g.e. , s. 184.
7) A.g.e. , s. 185.
8) A.g.e. , s. 317.KAYNAKÇA:
-Aliye, Fatma: Muhadarat, Yay. Haz. Fazıl Gökçek, İstan- bul, Özgür Yayınları, 2012.
Sorry, there were no replies found.